Bir zamanlar iki dostum olduğunu sanırdım... Biri vücudumda kendine yuva edinmiş kılıcım diğeri ise ömrüm boyunca beni takip edeceğine inandığım gölgemdi. Artık geriye doğru baktığımda, hiçbir şey göremiyordum. Tıpkı, kafamı ileriye doğru çevirdiğimde ya da gökyüzüne kaldırdığımda olduğu gibi. Yaşam, yok olmuştu, adeta Tanrı tüm insanların ölmeyi hak ettiğine inandırmıştı kendini, benim dışımda.
Ve onun dışında.
Öylece karşımda dikiliyordu. Yolun sonuna gelmiş gibi, tıpkı benimde gözlerimde olan o temkin ve şaşkınlık ile etrafına bakıyordu. Tanrı'nın kutsal bir çekiç ile dünyaya çaktığı çivilerin sonucuna bakıyordu. Ölümün ve yok oluşun tadına doya doya varıyordu. Son kez tadacağını bilerek.
Ama bir şeyler dürtüyordu onu, içinde bir yerlerde yaşayan o shinobi, tehdit olarak algılıyordu beni, tıpkı benim içimde olanın da yaptığı gibi.
Etrafa bakan şaşkın bakışlar, bir katilin soğuk bakışları ile yer değiştirdiğinde, savaş düdüğü hiç duyulmadığı halde, çalınıyordu artık var olmayan bir insanın dudaklarında.
Ekipman çantasına yöneldiğinde, yapacağı saldırının amacını az çok kestirmek mümkündü. Ya benim seviyemi tartmak için, tıpkı benimde defalarca kez yaptığım gibi düşük seviyeli bir saldırı ile tepkimi ölçecekti ya da daha büyük bir şeyin hazırlığı için beni buna izin vermeye zorlayacaktı.
Doğru cevabın ikinci seçenek olduğunu ise hemen belli etmişti.
Hızlı bir Shunshin no jutsu ile sağıma doğru kaçınarak, attığı üç adet shurikenden ve aynı zamanda rakibimin görüşünden uzaklaşmayı deneyecektim. Hemen ardından ise ayaklarımda chakra toplayarak olabildiğince hızlı bir şekilde bir sütunun tepesine çıkmak ve rakibin tarafına bakarak Kokuangyou no Jutsu için el mühürlerine girişecektim. Kendi için yarattığı zamanı, ona karşı kullanma konusunda kararlıydım ve eğer bu tekniği bozmak istiyorsa, önce bana ulaşmalıydı.
Out: Bir arena turu için çok uzun oldu biliyorum ama ortamın atmosferi, nedense gereksiz bir şekilde yazı yazma dürtüsüne büründürdü beni. İlk ve son olacak.