[Lejant] Chouwano Kagi
Posted: April 5th, 2025, 2:10 am
Aile
Chouwano Minori
Tekdüzeliğin tanımıdır annem. Sevecen, anaç ve çilekeş. Hayatı boyunca daima ağaç budamış, tohum ekmiş, hasat etmiştir. Sabahları erken kalkması ve geç yatması gereken hep o olmuştur. Zira kırsalda hayat böyledir. Her sabah uyanıp tavuklara dadanan bir sansarın olup olmadığına bakmak, gece koyunların donup telef olup olmayacağını anlayabilmek için uyanık kalmak ve ona göre soba yakmak bir zorunluluktur. Zira aç kalıp kalmamak buna bağlıdır.
Akademiye katılmadan önce ona bu işlerde yaşımın el verdiğince yardım ederdim. Hatırlıyorum, bu onu çok mutlu ederdi. Belki yıllardır sırtlandığı yükün hafiflemesinin habercisi olduğundan belki de sadece kızının büyüdüğünü izlemekten. Bilemiyorum. Akademiye kabul edildiğim günkü yüzünü çok iyi hatırlıyorum. Öfke ve kaygının bir arada olduğu o yırtıcı bakışlar. "Senin bir shinobi olmanı asla istemiyorum!" diye bağırışlar, çığırışlar. Hatırlıyorum. Nedenini asla sormadım. Zira bunu tartışmaya açmak dahi istemedim. Zira bir shinobi olmak, hele de başarılı bir shinobi olmak bu dünyada bir insanın edinebileceği en büyük unvandı. Zira hiç kimse iyi bir çiftçiyi, duvarcıyı, ramenciyi hatırlamazdı ama shinobiyi hatırlardı. Ben unutulacak biri olmak istemiyordum. Doğrusu şimdi merak ediyorum. Annem neden shinobi olmamı istememişti. Merak ediyoru zira artık ben de bir shinobi olmamı istemiyorum.
Onların yanından ayrılışımdan bu yana dört yıl geçti. Bu dört yıl boyunca mahallemin yolunu, ahırımızın şeklini, evimin odalarını yavaş yavaş unutur oldum. Kulağa en korkunç geleni o ki, artık annemin yüzünü de unutmaya başladım. Fakat bu durum beni hiç üzmüyor. İşte beni de bu korkutuyor.
Chouwano Saisu
Chouwa no Ichizoku'nun bir üyesi olsa da shinobilikte pek de başarılı olamayan bir silsileden geliyor babam. Çocukluğunda ne kadar çalışırsa çalışsın asla yeterli olamamış ve bu sebeple de Akademi'yi bitiremeden ayrılmıştır. Böylelikle klan içinde bir nevi yüz karası haline gelen babam klan dojosundan ve köyden uzak bir kırsala yerleşerek hayatını idame ettirmeye başlamıştır. Çevre köyde yaşayan bir başka çiftçi kızı annemle de böyle tanışıp evlenmiştir.
Babam çiftçilikten çok da anlamazdı ve genelde annemin direktiflerine uyarak iş yapardı. Annem otları biç derdi biçerdi, tezekleri temizle derdi ve temizlerdi. Genel olarak çiftliğin kas gücünü oluştururdu. Ne mutluydu ne mutsuz fakat yüzünde daima mahcup bir ifade vardı. Bir süre sonra kanıksadığım bir ifadeydi bu fakat şimdi onu düşündüğümde yüzündeki bu ifade beni merak kuyusuna düşürüyor. Ne gözlerini, ne o gözlerdeki kazayaklarını; sadece o oturmuş ifadeyi hatırlıyorum. Mahcubiyeti nedendi, niyeydi? Shinobi olamamaktan mı, dışlanmaktan mı yoksa yalnızca bu yorucu hayata karşı bir duruş muydu.
Akademiye girdiğimi öğrenince gülümsemiş ama için için ağlamıştı. Annem başımda bağırıp çağırırken bana sarılmış ve sonra da öpüp baş sallamıştı. O ifade sadece o an için yok olmuştu. Güldüğünü görmüştüm elbette ama sanki ilk defa gülümsüyor gibiydi.
Şimdi ne yapıyor, ne ediyor gerçekten merak ediyorum. O ve annem "öldüğümü" duyunca ne hissettiler, ne yaptılar ve bundan da öte "yaşadığımı" duyduklarında ne hissettiler -ya da yaşadığımı duydular mı- merak ediyorum. Bu içimdeki hisse özlemek denmez ama onlarla bir kez daha görüşmek istiyorum. Hallerini ve hatırlarını sormak ve ahırımızda bir kez bile olsa yeniden samanları yemliklere sermek istiyorum.
Chouwano Kagi
Sanırım kendim de bu listeye dahil edilmesi gereken biriyim. Benden ziyade benden içerideki. Beni ben yapan, ama ben olmayan o kişi. Chouwano Kagi. İnsan gördüğünü ve duyduğunu çok güzel anlatır zira gözlemci olarak bakar fakat iş kendini anlatmaya geldi mi duraksar. Zira bir insan hiçbir zaman kendini kendi olduğu gibi göremez. Bir başka gözlemcinin varlığına ihtiyaç duyar ve ancak o gözlemcinin kanalıyla kendini algılar. «Mağara»'ya düştüğüm gün ise kendimi bir başka gözden izleme fırsatım oldu. Ne olduğumu, ne yaptığımı ancak o zaman anlayabilmiştim.
Akademiye gidene kadar o kadar da hırslı bir çocuk değildim aslında. Çiftlikle bir şeyler yapmak her zaman bana huzur veren şeylerdi. Zira bir yere koyduğum tohumun günün birinde filiz verip bir sebze ve meyve veriyor oluşu beni büyülüyordu. Çiftlikte ailemden başkasını pek görmüyordum. Onbir yaşıma kadar bu mutlu tekdüzelik devam etti ve nihayetinde babam -bir umutla- beni akademiye götürdü ve kayıt ettirdi. Annem o an için pek karşı çıkmamıştı, muhtemelen shinobi olacağımı pek de beklemiyordu. Zira kendisi zaten bir shinobi değildi ve babamın da başarısız bir öğrenci oluşu onu rahatlatıyordu. Bu durumu «keşke» ve «belki» yaratmadan doğal akışıyla başarısız olacak bir hûlya olarak görüyordu. Yıllar sonra shinobi olmamı engelledi diye ona kızmamdansa başarısız olduğumu gözümle görmemi istemişti. Nitekim, yanılmıştı. Bu onun en büyük pişmanlığıydı.
Zorlu çalışmalarım sonucu Akademiden iyi bir dereceyle mezun olmuştum fakat bu akademi günleri beni azimle doldurduğu gibi kin ve kibirle de doldurmuştu. Daima en iyisi olmayı hedefleyen, gözü kara ve acımasız biri haline gelmiştim. Aklımda Kusagakure'nin şanından başka bir şey yoktu. Zayıf olanları -daha iyi olması için- kışkırtıyor ve benden güçlü olanları kıskanıyor, daha çok çalışıyordum. İyi bir katon ve kenjutsu kullanıcısı haline gelmiştim. Öyle ki Chuunin olduktan sonra kendimce bir nam bile edinmiştim. İsmimin dahi bir şeyleri çözüyor oluşu beni inanılmaz mutlu ediyordu. Görevlerimde asla başarısız olmuyor ve özellikle öldürülmesi gereken hedefleri seçiyordum.
Her yeri yakıp kül etmek isteyen ve rakiplerinin iskeletlerini daha da pürüzsüzce kesmek için uğraşan o kız artık çoktandır ölü ve arkasından ağıtlar döken kimse yok. Belki bir mezarı yok lakin onu içime gömdüm. Onun mezar taşını her an omzumda taşıyor ve sürükleye sürükleye taşıyorum. Adımlarımı ağırlaştıran ve beni yoran o kızdan getirdiği onca yıkım ve kedere rağmen, üstümde bıraktığı onca günahın yüküne rağmen nefret etmiyorum zira onun nasıl o hale geldiğini de en iyi ben biliyorum. Ama onu bu hale getiren şeylerden nefret ediyor muyum, bilmiyorum. Artık değiştiğimi biliyorum ve onun bir daha asla geri gelmeyeceğini de biliyorum. Zira onun mezarının başında bizzatihi ben nöbet tutuyorum.
Chouwano Minori
Tekdüzeliğin tanımıdır annem. Sevecen, anaç ve çilekeş. Hayatı boyunca daima ağaç budamış, tohum ekmiş, hasat etmiştir. Sabahları erken kalkması ve geç yatması gereken hep o olmuştur. Zira kırsalda hayat böyledir. Her sabah uyanıp tavuklara dadanan bir sansarın olup olmadığına bakmak, gece koyunların donup telef olup olmayacağını anlayabilmek için uyanık kalmak ve ona göre soba yakmak bir zorunluluktur. Zira aç kalıp kalmamak buna bağlıdır.
Akademiye katılmadan önce ona bu işlerde yaşımın el verdiğince yardım ederdim. Hatırlıyorum, bu onu çok mutlu ederdi. Belki yıllardır sırtlandığı yükün hafiflemesinin habercisi olduğundan belki de sadece kızının büyüdüğünü izlemekten. Bilemiyorum. Akademiye kabul edildiğim günkü yüzünü çok iyi hatırlıyorum. Öfke ve kaygının bir arada olduğu o yırtıcı bakışlar. "Senin bir shinobi olmanı asla istemiyorum!" diye bağırışlar, çığırışlar. Hatırlıyorum. Nedenini asla sormadım. Zira bunu tartışmaya açmak dahi istemedim. Zira bir shinobi olmak, hele de başarılı bir shinobi olmak bu dünyada bir insanın edinebileceği en büyük unvandı. Zira hiç kimse iyi bir çiftçiyi, duvarcıyı, ramenciyi hatırlamazdı ama shinobiyi hatırlardı. Ben unutulacak biri olmak istemiyordum. Doğrusu şimdi merak ediyorum. Annem neden shinobi olmamı istememişti. Merak ediyoru zira artık ben de bir shinobi olmamı istemiyorum.
Onların yanından ayrılışımdan bu yana dört yıl geçti. Bu dört yıl boyunca mahallemin yolunu, ahırımızın şeklini, evimin odalarını yavaş yavaş unutur oldum. Kulağa en korkunç geleni o ki, artık annemin yüzünü de unutmaya başladım. Fakat bu durum beni hiç üzmüyor. İşte beni de bu korkutuyor.
Chouwano Saisu
Chouwa no Ichizoku'nun bir üyesi olsa da shinobilikte pek de başarılı olamayan bir silsileden geliyor babam. Çocukluğunda ne kadar çalışırsa çalışsın asla yeterli olamamış ve bu sebeple de Akademi'yi bitiremeden ayrılmıştır. Böylelikle klan içinde bir nevi yüz karası haline gelen babam klan dojosundan ve köyden uzak bir kırsala yerleşerek hayatını idame ettirmeye başlamıştır. Çevre köyde yaşayan bir başka çiftçi kızı annemle de böyle tanışıp evlenmiştir.
Babam çiftçilikten çok da anlamazdı ve genelde annemin direktiflerine uyarak iş yapardı. Annem otları biç derdi biçerdi, tezekleri temizle derdi ve temizlerdi. Genel olarak çiftliğin kas gücünü oluştururdu. Ne mutluydu ne mutsuz fakat yüzünde daima mahcup bir ifade vardı. Bir süre sonra kanıksadığım bir ifadeydi bu fakat şimdi onu düşündüğümde yüzündeki bu ifade beni merak kuyusuna düşürüyor. Ne gözlerini, ne o gözlerdeki kazayaklarını; sadece o oturmuş ifadeyi hatırlıyorum. Mahcubiyeti nedendi, niyeydi? Shinobi olamamaktan mı, dışlanmaktan mı yoksa yalnızca bu yorucu hayata karşı bir duruş muydu.
Akademiye girdiğimi öğrenince gülümsemiş ama için için ağlamıştı. Annem başımda bağırıp çağırırken bana sarılmış ve sonra da öpüp baş sallamıştı. O ifade sadece o an için yok olmuştu. Güldüğünü görmüştüm elbette ama sanki ilk defa gülümsüyor gibiydi.
Şimdi ne yapıyor, ne ediyor gerçekten merak ediyorum. O ve annem "öldüğümü" duyunca ne hissettiler, ne yaptılar ve bundan da öte "yaşadığımı" duyduklarında ne hissettiler -ya da yaşadığımı duydular mı- merak ediyorum. Bu içimdeki hisse özlemek denmez ama onlarla bir kez daha görüşmek istiyorum. Hallerini ve hatırlarını sormak ve ahırımızda bir kez bile olsa yeniden samanları yemliklere sermek istiyorum.
Chouwano Kagi
Sanırım kendim de bu listeye dahil edilmesi gereken biriyim. Benden ziyade benden içerideki. Beni ben yapan, ama ben olmayan o kişi. Chouwano Kagi. İnsan gördüğünü ve duyduğunu çok güzel anlatır zira gözlemci olarak bakar fakat iş kendini anlatmaya geldi mi duraksar. Zira bir insan hiçbir zaman kendini kendi olduğu gibi göremez. Bir başka gözlemcinin varlığına ihtiyaç duyar ve ancak o gözlemcinin kanalıyla kendini algılar. «Mağara»'ya düştüğüm gün ise kendimi bir başka gözden izleme fırsatım oldu. Ne olduğumu, ne yaptığımı ancak o zaman anlayabilmiştim.
Akademiye gidene kadar o kadar da hırslı bir çocuk değildim aslında. Çiftlikle bir şeyler yapmak her zaman bana huzur veren şeylerdi. Zira bir yere koyduğum tohumun günün birinde filiz verip bir sebze ve meyve veriyor oluşu beni büyülüyordu. Çiftlikte ailemden başkasını pek görmüyordum. Onbir yaşıma kadar bu mutlu tekdüzelik devam etti ve nihayetinde babam -bir umutla- beni akademiye götürdü ve kayıt ettirdi. Annem o an için pek karşı çıkmamıştı, muhtemelen shinobi olacağımı pek de beklemiyordu. Zira kendisi zaten bir shinobi değildi ve babamın da başarısız bir öğrenci oluşu onu rahatlatıyordu. Bu durumu «keşke» ve «belki» yaratmadan doğal akışıyla başarısız olacak bir hûlya olarak görüyordu. Yıllar sonra shinobi olmamı engelledi diye ona kızmamdansa başarısız olduğumu gözümle görmemi istemişti. Nitekim, yanılmıştı. Bu onun en büyük pişmanlığıydı.
Zorlu çalışmalarım sonucu Akademiden iyi bir dereceyle mezun olmuştum fakat bu akademi günleri beni azimle doldurduğu gibi kin ve kibirle de doldurmuştu. Daima en iyisi olmayı hedefleyen, gözü kara ve acımasız biri haline gelmiştim. Aklımda Kusagakure'nin şanından başka bir şey yoktu. Zayıf olanları -daha iyi olması için- kışkırtıyor ve benden güçlü olanları kıskanıyor, daha çok çalışıyordum. İyi bir katon ve kenjutsu kullanıcısı haline gelmiştim. Öyle ki Chuunin olduktan sonra kendimce bir nam bile edinmiştim. İsmimin dahi bir şeyleri çözüyor oluşu beni inanılmaz mutlu ediyordu. Görevlerimde asla başarısız olmuyor ve özellikle öldürülmesi gereken hedefleri seçiyordum.
Her yeri yakıp kül etmek isteyen ve rakiplerinin iskeletlerini daha da pürüzsüzce kesmek için uğraşan o kız artık çoktandır ölü ve arkasından ağıtlar döken kimse yok. Belki bir mezarı yok lakin onu içime gömdüm. Onun mezar taşını her an omzumda taşıyor ve sürükleye sürükleye taşıyorum. Adımlarımı ağırlaştıran ve beni yoran o kızdan getirdiği onca yıkım ve kedere rağmen, üstümde bıraktığı onca günahın yüküne rağmen nefret etmiyorum zira onun nasıl o hale geldiğini de en iyi ben biliyorum. Ama onu bu hale getiren şeylerden nefret ediyor muyum, bilmiyorum. Artık değiştiğimi biliyorum ve onun bir daha asla geri gelmeyeceğini de biliyorum. Zira onun mezarının başında bizzatihi ben nöbet tutuyorum.