[Shinji & Kazuya & Akemi] Kaderin Cilvesi, Kısım II

Amegakure'ye sahiplik yapan, kederli yağmurların hiç durmadığı ülke.
User avatar
GM - Naruto
Game Master
Game Master
Posts: 2839
Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm

Re: [Shinji & Kazuya & Akemi] Kaderin Cilvesi, Kısım II

Post by GM - Naruto » May 8th, 2025, 3:55 pm

Kazuya kılıcının kalan kısmını Riaru'ya fırlatıyor. Riaru havada naginatasını bir tur savuruyor ve üzerine gelen kılıç parçasını uzaklaştırıyor. Naginatadan fışkıran elektrik akımları yüzünden kılıç parçası rastgele bir yerlere fırlıyor. Fazlalık akımlar ise bir yay yaparak zemine çarpıyorlar.

Zemine çarpıp etrafa toprak ve taş fırlatan elektrik yaylarının arasından fırlayan Kazuya, tekniği ile ona isabet edecek olan ufak bir elektrik yayını nötrlemeyi başarıyor, ancak daha ötesinde bir etki yaratamıyor. Kunaisini çektiği anda Riaru'nun naginatasını önünde buluyor ve son anda, reflekslerinin ucu ucuna yettiği bir hamle ile, naginatayı bloklıyor. Riaru ardından naginatasını aksi yönde çevirerek tekrar Kazuya'ya saldırıyor.

Kazuya, elinden gelen herşeyi bu saldırıları bloklamak için harcıyor. Resmen saniyede 3-4 hamle yapılacak kadar seri bir şekilde yakın dövüşe kitleniyor ikili. Kazuya gelen her saldırıyı bir şekilde blokluyor ve etrafa elektrik akımları ve kıvılcımlar fırlıyor. Her seferinde son anda yetişiyor ve git gide zamanlaması kaymaya başlıyor Kazuya'nın. Her bir karşılamadan sonra naginatadan çıkan akımlar Kazuya'nın ellerine zıplamaya başlıyor. Kazuya'nın pançosu ve giysinin el kısımları bu elektrik akımları tarafından parçalanmaya başlıyor. Kazuya'nın elleri ilk başta ciddi miktarlarda acımaya başlasa da, git gide bu hissin yerini uyuşukluk almaya başlıyor. Kazuya'nın elleri, dirseklerine kadar uzanan kırmızı zig zag yaralarla kaplanmaya başlıyor.

Bu noktada Akemi ve Shinji tekniklerini ateşlemiş oluyorlar. Shinji Riaru'nun anlık olarak ona bakmasını fırsat bilerek tekniğini ateşliyor.

Riaru'nun görüşünün bozulmaya başladığını Kazuya algılayabiliyor ancak şartlar onun için çok dezavantajlı. Son bir savunma hamlesi gerçekleştiriyor soldan gelen bir naginata savuruşuna karşı, elinde ters tuttuğu kunai ile. Kafasının üzerinden onu geçiriyor fakat gücü ve kondisyonu onu bu noktada yarıda bırakıyor. Riaru'nun akabinde gelen naginata savuruşu yukarıdan aşağı, sanki bir yıldırım inermişçesine, tam Kazuya'nın boynunun sol tarafına doğru oluyor.

Kazuya yukarıdan inen ve artık siyah metali masmasvi elektrik akımlarından seçilmeyen Naginata'ya karşı ellerini havaya kaldırıp bloklayacak veya yana kaçabilecek kadar vücudunda hakimiyet hissetmiyor.

Riaru ise o anda, bir saniyeliğine donup kalıyor. Ellerini havada hareket ettiren Shinji, tekniği ile ürettiği ve sadece kendisi ile Riaru'nun gördüğü kazıkların tamamını ona saplamış oluyor. Riaru'nun suratında lokması ağzından alınmış bir çocuğun nefret ve vurdumduymazlığı mevcut.

O anda, Kazuya kendini yere bırakıyor. Shinji elini ekipman çantasına atıyor. Akemi ise bir sonraki hamlesini planlıyor.

Fakat bir saniye sonra, Riaru'nun solundan kocaman bir dikdörtgen blok hızla ona ışık hızında çarpıyor. Büyük bir hızla ilerleyen bu bloğun önüne sümük gibi yapışan Riaru göz kırptığınız gibi görüşünüzden çıkıyor ve onunla beraber havada uçuyor. Blok nehrin üzerindeki enerji bariyerine çarpıyor. Molozlar ve toprak, elektrik patlamaları ve duman bariyere çarptığı yeri kaplıyor.

Bloğun geldiği aksi yöne baktığınızda Kanna'nın elini yere koyduğunu ve önünde 2 metreye 2 metrelik bir boşluk olduğunu görüyorsunuz. Derin nefes almakta ve üstü başı kan içinde. Vücudunun çeşitli yerlerinde kesikler seçiyorsunuz. Gövdesinin sol alt tarafından, kaburgalarının arasından zırhını parçalayarak çok derine batmış bir kunai de seçmektesiniz. Kanna'nın üzerindeki kanların hepsinin ona ait olmadığı da çok bariz.
Jounin Hazuki Kanna
Image
Kanna Shunshin ile Haiki'nin dibinde bitiyor. Ona en yakın olan Akemi'ye bakıyor mühürlere göz gezdirdikten sonra. "Nedir bu? İnceleme fırsatı buldun mu?" diyor ona Kanna. Laflarını çok hızlı ve yüksek bir aciliyet ile sarf ediyor. Ardından tekrar mühürlere bakmaya başlıyor. Haiki ise komadaymış gibi yatmakta. Mühürler Haiki'den bir otuz santim uzağa, zemine yayılmış durumda.

Kazuya resmen bitmiş bir şekilde yerde yatmakta. Ellerini hissetmiyor ancak kontrol edebiliyor. Onlara baktığında yıldırım desenli yaralarını ve buruşmuş, yer yer çatlamış derisini seçebiliyor. Nefesi çok sık, göğsü sıkışıyor gibi hissetmekte ancak kalp krizi geçirmediğini biliyor. Shinji ve Akemi ise nispeten daha iyi durumadalar.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
User avatar
Yamato Kazuya
Amegakure
Amegakure
Posts: 35
Joined: May 20th, 2019, 3:17 pm
Künye:

Re: [Shinji & Kazuya & Akemi] Kaderin Cilvesi, Kısım II

Post by Yamato Kazuya » May 10th, 2025, 1:04 am

Tam planladığım gibi kılıcımın elimde kalan parçasını uzaktan fırlatarak zaman kazanmış, uyguladığım teknikle kendime hedeflediğimden küçük de olsa bir pencere yaratıp aramızdaki mesafeyi kapatarak Riaru’ya yaklaşmıştım. Ellerim yeterince hızlı olamamış ve saldırı yapmaya çalıştığım sırada savunma yapmak zorunda kalmıştım. Son anda kendimi kurtardıktan sonra hücum etmeye çalışmıştım ama rakibim buna yine izin vermemiş, ardı ardına silahını savurmaya başlamıştı. Bu düellonun nasıl ilerleyeceği ilk hamleden belli olmuştu. Hedefim kavgayı değil, olabildiğince zaman kazanmak olduğu için durumu kabullenip yakın dövüşe kilitlenmiştim.

Birbiri ardına gelen saldırıları karşılıyor, her karşıladığım saldırıyı küçük bir kazanç sayarak dövüşmeye devam ediyordum. Bunu uzun süre devam ettiremeyeceğimi başlamadan biliyordum ama destek beklemek veya kaçmak için zaman kollamak odağımı dağıtacağından sadece dövüşmeye çalışıyordum. Zihnimin parçalara ayrılmasına izin verebileceğim bir durumda değildim. Tek bir odağım vardı; savunmak.

Ne kadar çabalasam da odağım yavaş yavaş kayıyordu. Düşman fazla güçlüydü ve kontrolümü kaybetmeye başlamıştım. Yorulmaya başladığım hissediyordum. Saldırıları tam olarak karşılayamıyordum. Yetmezmiş gibi bir de üstüne elektrikle çarpılıyordum ve durum daha da kötüye gidiyordu. Beklediğim destek bir an önce gelse iyi olurdu. Üzerim delik deşik, kollarım yara içinde kalmıştı.

Beklediğim destek ilk başta Riaru’nun görüşünün daha da kötü gittiğini hissettirmesiyle gelmişti. Ekipten birisi bir şey yapmıştı ve rakibimin hareketleri sanki tek kalan gözü de görmüyor gibi sapmaya başlamıştı. Ama bu destek çok geç gelmişti çünkü benim dövüşü devam ettirebilecek durumum kalmamıştı. En azından geri çekilmeme yardımcı olabilirdi. Bu da bizim tarafımız için bir kazanç sayılırdı.

Ellerimle solumdan gelen naginatayı karşılayıp bana zarar vermesini önleyebilmiştim ama gücüm onu geri ittirebilecek kadar bile kalmadığından kafamın üzerinden geçip gitmişti. Daha kendimi toparlayamadan bir kez daha bıçak kısmını görmüş, alacağım yaranın ölümcül olduğunu anlamış ve dehşete kapılmıştım. Her şey bu kadardı. Gülümsedim. Beni savaşın içinde bulup yetiştiren köyü, barışa giden yolda en önde temsil ederek hayata veda ediy-…

Tam öleceğimi düşündüğüm anda rakibim donup kalmıştı. Hemen naginatanın yolundan çekilmek için kendimi yere bıraktım. Hareketlenip ekibimin yanına dönmem gerektiğinin farkındaydım. Riaru’nun suratındaki çarpık ifade üzüntüyü andırıyordu. Adam resmen beni öldüremediği için hüzünlenmişti. Gerçek bir sapıktı Sagi Riaru. Hiçbir liderlik vasfı yoktu. Altında toplananlar da olsa olsa kurnazlık peşindeki embesillerdi. Yaşadığım korku dolu an yüzünden nefretim körüklenmişti. Derin bir nefes aldım. Nefretin zihnimi daraltmasına izin vermemeliydim.

Tam yerden kalkmak üzereydim ki bir kez daha kurtarılmıştım. Bu kez daha havalı biçimde. Kafamı o yöne çevirdiğimde Kanna-san’ın bize yetiştiğini fark etmiştim. Üstüne başına bakılırsa başka bir savaşı bitirip bizi bulmuştu. Aldığım risk işe yaramıştı. Yaralarım boşuna değildi. Kendime gurur duyuyordum. Zorlanmış, ölümün eşiğine kadar gelmiştim ve sonunda kıdemli dostlarım için yeterince zaman kazanmıştım. Kişisel olarak edindiğim dezavantaj, ekibe avantaj olarak dönüş yapmıştı.

Duygularıma hakim olabilsem de bedenen bitik durumdaydım. Daha fazla dövüşemezdim. Nefesimi düzenleyemiyordum. Büyük bir kriz geçirmiyordum ama düşman her an geri dönebilirdi ve onunla aramda bariyer olacak kimse yoktu. Zaten nefesimi düzenlesem bile artık ellerimdeki bu yaralarla ekipman tutmak bile zor olurdu. Elimdeki kunai ve çantamdaki diğer ekipmanları düşük isabetle fırlatmak dışında işlevim kalmamıştı. Ekibin yanına dönmeliydim. Ellerim işlevini yitirmiş olsa da neyse ki bacaklarım henüz sağlamdı. Yerden kalkıp Riaru’nun fırladığı yöne bakarak dostlarımın yanına doğru nefesim yettiğince ilerleyecektim. Ciğerlerim muhtemelen koşmama izin vermeyecekti. Ekip olarak yeniden gruplanacak süreyi kazandığımızı ümit ediyordum.
Image
► Show Spoiler
User avatar
Kuroya Akemi
Amegakure
Amegakure
Posts: 21
Joined: March 21st, 2025, 5:54 pm
Künye:

Re: [Shinji & Kazuya & Akemi] Kaderin Cilvesi, Kısım II

Post by Kuroya Akemi » May 13th, 2025, 12:44 pm

Gözlerim sadece Kazuya ve Riaru’nun mücadelesiyle doluydu. Bu sahne, esasen özünde büyük bir hayranlığı barındırıyordu. İçine düştüğümüz içler acısı duruma rağmen, yüreğimde büyüyen hayranlık geceyle gündüz gibi bir tezat yaratıyordu. Lakin bu tezatlık, doğanın ve insanın mucizesini barındırıyordu. İşte bu mucize, hayranlığımın esas nedeniydi…

Ben, hiçbir zaman öyle idealist biri olamamıştım… İçimden hiç bu tür duygular bulunmamıştı… Herhangi bir şeye beni sıkı sıkıya bağlayacak bir inançla yaşamamıştım… Kimi zaman bu şekilde yaşayanları bile aciz olarak görmüştüm… Bu hem bir yaradılış mevzusu hem de yaşantı barındıran bir husustu… Ne yaradılışım ne de yaşantım, beni herhangi bir şeye bağlayamıyordu… Ben olmak istediğim yerde, olmak istediğim zamanda, olmak istediğim gibi davranan bir insandan ibarettim… Bu yanımla gurur duymam, belki de kendimi bağlayan yegane histi… Amegakure’ye gelişim ve akademi hayatım bu hisleri biraz törpülemiş olsa bile, yok edememişti. İnsanları mutsuzluktan arındırıp, mutlu bir gelecekle kucaklaşması gibi, günümüz yaşantısına uygun düşmeyen bir hayalle nefes alıp veriyordum. Ne var ki, bu hayali gerçeğe çevirecek somut bir adım attığım söylenemezdi. Köy meydanında iki erkeğin duygularını tetiklemek, bir erkeğe sunduğum dekolteyle gözlerini şenlendirmek veya kalçalarımı saran bir kıyafetle umarsızca gezinmek, ancak geçici mutluluklar yaratabilirdi. Kendimi bu geçici mutluluklarla tatmin ediyordum bugüne kadar… Her bir mutluluğu üst üste koyarak, süregelen bir mutluluk anlayışı yaratıyor ve kendi yarattığım bu geçici mutluluğun sonsuzluğuna inanıyordum. Ta ki bugüne kadar… Ta ki gözlerimin önündeki mucizeye, ilk elden şahit olana kadar…

Riaru… Duruşuyla, yetenekleriyle ve gücüyle bizi ezip geçiyordu basitçe. Onda açtığım yaraların hükümsüzlüğü, kudretimin zirvesiydi. El mühürlerine sığdırdığım gücümün kudretiyle övünürken, ortaya çıkan sonucun yetersizliği aslında kim olduğumu ve bugüne kadarki mutluluk anlayışımın illüzyonunu gözler önüne seriyordu. Riaru’nun her bir adımı, naginatasını her bir savuruşu, her bir bakışı ve hatta aldığı her bir nefesi… Tüm varlığımı kolayca ezip geçmeye yetiyordu. Riaru’nun karşısında en iyi ihtimalle hiçten bir adım öteye gidebilirdim. Riaru karşısında, Akemi isminin hiçbir ehemmiyeti yoktu… Adını zikrettiğimiz her bir efsane, Riaru’nun gerçekliği karşısında yok olmaya mahkum görünüyordu. Haiki bizi geleceğin Damlaları olarak görürken, Riaru karşısında geleceğin Damlalarının yetersizliği Amegakure’nin yokluğunu temsil ediyordu… Hem de üç kişi olmamıza rağmen…

Riaru’nun tüm bu kudretine rağmen, baş kahraman kesinlikle kendisi değildi bu mucizenin içerisinde… Tüm bu karmaşanın içerisinde, onca anlık yenilgiye rağmen, bize göre kısa boyu ve küçük yaşıyla hala çabalayan biri… Bu mucizenin kahramanı Kazuya’dan başkası değildi. Zihnime sinen ancak ruhumun kabul etmekte zorlandığı yenilginin en ufak lekesi bile taşımadan, kendisini tek lokmada yiyebileceğini bildiği bir canavara karşı duruyordu. En büyük kozu olan katanasının bizzat Riaru tarafından parçalanmasına rağmen, halen da yılmadan Riaru’ya karşı durmasıyla Kazuya içimdeki tüm duyguları tetikliyordu. Tekniğimi aktif etmeme rağmen, gözlerim Kazuya’nın büyüsüyle dolup ince gözyaşlarına evrilmeye çabalıyordu. O, shinobi de olsa henüz daha bir çocuktu. Ve bir çocuğun gösterdiği bu direniş, onlarca yetişkinin aklından bile geçiremediği bir gerçeklikti… İşte bu, mucizeden başka bir şey olamazdı.

Her ne kadar Kazuya’nın çabaları sürse de, Shinji ve benim çabalarım onu desteklemeye çalışsa da, değişmeyen yegane şey silinmez bir mürekkeple yazılmış kaderimizdi. Bizim kaderimizde, Riaru’yu mağlup etme gibi bir ihtimalin bu yazgıda görünmediği, belki de başından beri ayan beyan ortadaydı. Ancak bir şekilde bu kadere direnmeyi seçmiş ve en azından yazgımızı direnerek kabul etmek zorunda kalmıştık. Kazuya’nın mucizesi bile bu yazgıyı değiştiremezken, Kazuya’nın düşüşüyle bu yazgının da sonuna gelmiştik. Ne benim, ne Shinji’nin ne de Kazuya’nın devam edebilme takati yoktu… Böylesine bir takatimiz olsa bile, inançlarımız çoktan körelmişti… Bizler, burada Riaru’nun elleriyle ölüp gidecek üç shinobiden ibarettik. Yüzüme düşen gülümseme, hiç bu yönde bir kaderimin olacağını düşünmemenin getirdiği absürtlüğü yansıtırken, yerden fırlayan bir blok var oluşumu tekrar kazanıyordum.

Gözlerim havaya uçan Riaru’yu takip etmeyi bırakıp bloğun aksi yönüne kaydığında, üstü başı kan içinde olan Kanna’yı görüyordum. Bizim onca çabamıza rağmen beceremediğimizi tek seferde becermiş olmasının yarattığı hırs bir yana, doğrudan Haiki’yi yönlenmesiyle içimde beliren tatsız bir öfkenin varlığıyla gülümsememi kaybediyordum. Kanna Haiki’nin yanına gelip Haiki’yi kaplayan mühürlerle ilgili sorularını yönelttiğinde, onun kaburgasına saplanmış kunaiye takılan gözlerimi hızla kendisine çeviriyordum. Söylenecek epey bir söz vardı belki, ancak şu an dilimi ısırmak en iyisiydi… Haiki’yi en başta koruması gereken Kanna’nın şimdi teşrif etmesini ve bizi kurtarmasını büyük bir takdirle karşılayacak veya ona bir ömür hayat borcum varmış gibi davranacak değildim. Ne var ki, Riaru her an gelebilir ve her an yarım bıraktığı işi tamamlayabilirdi. Bu yüzden Kanna’ya söylemek istediklerimi yutması zor bir lokma gibi boğazımdan geçirmemim ardından “Birkaç kilit veya odak nokta olan mühür var gibi duruyor. Mühürleme konusunda pek ihtisas sahibi değilim, vakit alabileceğini düşündüğüm için kırmayı denemedim. Sen hızlıca halledebilir misin?” diyecektim. Ancak hemen ardından “Riaru geri gelebilir. Üçümüzün ona daha fazla direnebileceğini sanmıyorum. Eğer mühürleri kırmak vakit alacaksa, vereceğin tavsiyelerle mühürleri kırmayı deneyebilirim. Bu arada sen de Haiki’yi Riaru’dan korursun.” diyecektim. Temennim, Kanna’nın bu işi hızlıca halledebilmesi ve Haiki’yi de alarak bu kabus yerinden ayrılmaktı. Ancak diğer yoldan yürüme ihtimaline binaen, mühürleri daha dikkatli bakacak, bu sırada Kanna’nın vereceği tavsiyeler varsa onları dikkatle dinleyecek ve ardından da mühürleri kırmak için çabalamaya başlayacaktım.
► Show Spoiler
User avatar
Hagane Shinji
Amegakure
Amegakure
Posts: 25
Joined: March 16th, 2025, 10:04 pm
Künye:

Re: [Shinji & Kazuya & Akemi] Kaderin Cilvesi, Kısım II

Post by Hagane Shinji » May 15th, 2025, 12:18 am

Üzerine yürüdüğüm son beklediğimden daha hızlı beni karşılamıştı. Zihnim buna hazırdı, tekrar tekrar bozup başladığım el mühürler ise artık eskisi gibi birbirini takip etmiyordu. Haiki-sama, Kazuya ve Akemi için en uygun çıkış yolunun bu olduğu konusunda artık iknaydım fakat zihnim ve vücudum aynı amaç uğruna hareket etmiyordu sanki. Önemi yoktu. Riaru'ya yapacağım, beni ve onu tamamen ortadan kaldıracak net bir saldırı. Aradamızdaki farkın sadece ölümden korkmayarak kapanmayacağı barizdi. Gurur. Onur. Bu arenada bir anlamı yoktu. Riaru'nun planlarını gerçekten bir şeylerden vazgeçmeden bozamayacağımızdan şüphe duymuyordum. Acınası bir durum olduğunun farkındaydım. Yitip gittiğimde, en azından buradaki insanların sebep sonuç ilişkisini kurabileceğini umuyordum. Bir pes edişten ziyade, terazideki ağırlığı bizim lehimize çevirecek bir karardı. Önemli olanları yaşatacaktım, adımı belki bir anıtın alt köşelerine yazdıracaktım. İlk veya son olmak gibi bir gayem de yoktu, Haiki-sama'nın idealleri gerçeğe dönmedikçe asla huzurlu bir sona kavuşamayacaktık Oynayacağım rolün bu kadar kısa olması bir hayalkırıklığı olmuştu.

Kazuya ise hala tüm gerçekliği reddederek elindeki her fırsatı, her silahı kullanmak konusunda ısrarcıydı. Yegane silahı kırılıp gitmişken elinde kalan ufak parçayı dahi fırlatarak bir çıkış yolu arıyordu. Hazırlandığım Rishuu Riaru'ya zarar vermekten öte kendime zaman kazanmak için sarıldığım bir teknikti. Riaru'nun Kazuya'nın üzerine atlaması ise bu tekniği biraz daha anlamlı kılıyordu. İkilinin olağan dışı hızına gözlerimi adapte etmem çok da kısa sürmedi. Riaru yırtıcılığının tepe noktalarını bize gösteriyor, saniyeler içine sığdırdığı onlarca hamleyle aramızdaki güç farkını kafamıza vura vura gösteriyordu. Salt taijutsu yetenekleri ve hızının yanında silahını saran elektrik chakrası da en yakınındaki rakibini kavurmak için can atıyordu. Gözlerim Riaru'ya kilitlense de Kazuya'nın tekleyen zamanlamalarını kolayca farkedebiliyordum. Hız, savaş tecrübesi. Açıklaması her neyse artık. Gücünü esirgemediğinin de farkındaydım. Zira saldırıları artık eğlenmek veya bizi denemekten öte öldürmeye odaklıydı. Yukarı kalkan yoktan varolmuş naginata hızla Kazuya'ya inerken ihtiyacım olan tek şeyi yakalayabilmiştim. Riaru'nun çevre kontrolü, kesişen bakışlarımız. Onu tekrardan kendi arenama çekme fırsatını yakalamıştım.

Düşüncelerden hayata geçen kazıklar Riaru'nun vücuduna saplanırken umabileceğim tek şey bu kazıkların birer illüzyon değil de gerçek olmasıydı. Genjutsular onun zaafı olabilirdi. Ne yazık ki genjutsu ile yere yığılamayacak kadar da büyük bir potansiyele sahipti. Kazuya kendini yere bırakırken aradığım ikinci fırsat da bu olmuştu. Riaru hayvanına ket vurmuş, Kazuya'ya es verebileceği aralığı yaratmıştım. Kaçınamayacağı patlamayı hayata geçirmek için tüm olasılıklar en doğru şekilde en doğru zamanda oluşmuştu. Kazuya hala riskli sayılabilecek kadar yakındı ancak parşömenin patlamasıyla arasında bir duvar görebileceğimi düşünüyordum. Elimi ekipman çantama atarak parşömeni avcumun içine aldım. Chakram Shunshin için hareketlenirken en başından beri ihtiyacımız olan yegane varlık da kendini göstermişti.

Dövüş boyunca veremediğimiz hasarı ışık hızında Riaru'ya çarpan blok tek seferde vermişti. Gözden kaybolan Riaru ile birlikte nehri ortadan ikiye bölen bariyere uçan bu şey arenaya hakettiği karmaşayı salmıştı. Kanna. Muhtemelen kullandığı Doton tekniği önündeki büyükçe bir boşluk yaratmıştı. Hali bizden çok da farksız sayılmazdı. Vücuduna derince saplanan kunai ve üzerindeki kesikler çıktığı savaşın çetinliğini gösteriyordu. Riaru'nun buraya tek başına geldiğini düşünmek aptallık olurdu. Kanna muhtemelen Riaru'nun artçı kuvvetleriyle çatışmıştı. Kabul edilebilir bir bahaneydi bu, beni hazırlandığım sondan saniyelerle çekip alması daha fazla söylenmeme engel olacaktı.

Kanna, Haiki-sama ve Akemi'nin yanında belirirken Kazuya'nun son durumuna baktım. Bu dövüş onun için muhtemelen sonlanmıştı. Kollarını kavuran elektrik akımları kendine has izleri bırakmıştı. Raiton chakrasının doğasını ve Riaru'nun buna hakimiyetini düşününce Kazuya'nın tek yapabileceği şeyin yürümek olduğunu tahmin edebiliyordum. O ayaklanırken avucumun içindeki parşömeni yine çantamdan alacağım bir kunai aracılığıyla az önce Riaru'nun yapıştığı konuma doğru, orada patlayacak şekilde fırlattım. Ardından olağanca hızımla Akemi ve Kanna'nın yanına gidecektim. Yanlarında veya arkalarında değil, Riaru'nun olası pozisyonuyla tam aralarında durarak bir bariyer görevi görmeye çalışacaktım. "Yuji. Diğer tarafta kalmış olmalı. İletişim kurabiliyor muyuz?" Bariyerin diğer tarafındaysa Kanna'nın Yuji'den haberi olmaması olağandı. Belki görev başında kullanmaya gerek görmediğim telsiz veya başka bir iletişim araçları olmasını umuyordum. Haiki-sama ve yılan dilin buluşmasına gelirken olası saldırı ve dağılma durumları da düşünülmüş olmalıydı. Çantamdan başka bir kunai çıkararak defansif postürümü aldım ve Kanna'nın açıklamalarını, emirlerini beklemeye başladım.
Image
► Show Spoiler
User avatar
GM - Naruto
Game Master
Game Master
Posts: 2839
Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm

Re: [Shinji & Kazuya & Akemi] Kaderin Cilvesi, Kısım II

Post by GM - Naruto » May 15th, 2025, 9:22 pm

Kanna gözlerini Haiki'yi sarmalayan mühürlenden almadan Akemi ile konuşuyor. "Beraber girişmeliyiz, Ninshuu becerilerim seninki kadar keskin değil. Beni yönlendir. Riaru kendine gelmeden bunu halledelim." dedikten sonra, anlık olarak Akemi'nin gözlerine bakıyor. Tekrar bakışlarını mühürlere çevirdikten sonra Akemi'nin direktiflerini dinlemeye başlıyor.
Akemi: Kanna'yı yönlendirmeye başlıyorsun. Çekirdek mühürleri sen devralırken ona diğer kilit mühürleri doğru zamanda açması için direktifler vermeye başlıyorsun. Her kırdığınız kilitle beraber etraftaki mühürler git gide Haiki'nin vücuduna geri çekiliyorlar. Normalde yok olmalarını beklersin ancak aktif olarak Haiki'ye doğru hareket ediyor olmaları, mührün Haiki'yi zemine mıhlayan kısmını iptal etseniz de onun vücudunu etkileyen kısmını durduramadığınıza dalalet.
Kabaca 30 saniye kadar sonra Kanna ve Akemi, görünürdeki bütün kilit mühürlerini açmış oluyorlar. Haiki zeminden ayrılıyor ancak vücudunu ve kıyafetlerini sarıp sarmalayan mühürler eski kuvveti ile durmakta. Haiki'nin nefes aldığını gözlerinizle görmeseniz öldüğüne yemin edebilirsiniz.

Shinji etrafta bir problem sezmiyor. Etrafa dağılan toz ve molozların haricinde bir hareketlilik yok. Kazuya da yanınıza gelmiş oluyor. Kazuya'nın durumunda bir değişiklik yok ama en azından hızlıca hareket edebilecek kadar kendini toparlıyor. Ellerini minimal oranda hissetmekte.

Kanna, Shinji'nin laflarına karşılık basitçe "Bariyer bütün iletişimimizi engelliyor. Ancak alımda ona ulaşmak için bir fikir daha var, onu daha sakin bir noktada deneyeceğim." dedikten sonra, derin bir nefes alıyor.

Haiki'nin yerden sökülmesinin ardından Kanna onu sırtlıyor ve ayağı kalkıyor. Bu esnada vücuduna saplanan derin acıdan mütevellit anlık olarak duraksıyor beli bükük bir şekilde ve gözlerini kapatıp dişlerini sıkıyor. Bir saniye kadar bu pozda kaldıktan sonra kendini toparlıyor ve sırtını dikleştiriyor. Alnından akan teri sildikten sonra "İyi iş, Akemi." diyor, ardından ortamdaki herkese seslenerek "Dört Rüzgâr formasyonu!" dedikten sonra Izena'nın dışına doğru, ortamdan tam zıt yönde hızlıca koşmaya başlıyor.

Siz ortamı terk edip Izena'nın sınırlarına yaklaşırken, ardınızda bıraktığınız savaş alanından büyük bir patlama sesi geliyor. Elektrik ve yıkımın ortamı doldurduğunu duyuyorsunuz. Gecenin karanlığında ortamı bir nefret çığlığı dolduruyor.

"...aaaaaaaaaaaaAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAA!"

İliklerinize kadar işleyen bu primitif ses beyninizin en temel içgüdülerini gıdıklıyor. Sesi takip eden bir başka patlama ile ortamın çok hafif titrediğini hissediyorsunuz. Gecenin karanlığında kaybolurken bu derin sessizliğe sadece ayak sesleriniz eşlik etmeye başlıyor. Hiç biriniz, ne kadar yaralı veya yorgun olsanız da, ses çıkartmıyorsunuz. Avcısından mükemmel bir incelikle kurtulan tilki misali büyük bir disiplin ile geri çekiliyorsunuz. Izena'ya son kez baktığınızda nehrin üstündeki bariyerin yavaş yavaş yok olduğuna şahit oluyorsunuz.





On dakika kadar süren bu ilerleyişiniz, geniş ve sık ağaçlardan oluşan bir koruluğun içerisinde son buluyor. Kanna hâlâ mühürlerle kaplı olan Haiki'yi bir ağaç gövdesine yaslıyor ve oturur ancak rahat bir pozisyona getiriyor. Ardından çok derin bir nefes veriyor ve gözlerini siliyor. Suratı toprak ve kirden siyahlaşmış, kaybettiği kan sebebiyle suratına beyaz bir yorgunluk çökmüş. Burnunu çekiyor, elinin tersiyle isten yeşeren gözlerini siliyor. Tüm bunlar olurken sizinle hiç göz göze gelmiyor.

"Haiki-sama gafil avlandı. Patlama anında odadaki herkesi korumak adına anlık çok fazla chakra tüketti. Sanırım bu yüzden Riaru'nun mührüne yenik düştü."

Basitçe yaptığı bu açıklamayı ortaya söyledikten sonra, ellerini önünde birleştiriyor avcunda bir şey tutarmışçasına. Avcuna bir şeyler fısıldadıktan sonra, onu açıyor ve yeşil bir kelebeğin ondan beklemeyecek bir çeviklikle uçarak Izena tarafına doğru gittiğini görüyorsunuz. Akabinde tekrar derin bir şekilde burnunu çekiyor ve elleri ile yüzünü ovuşturuyor. Sonrasında ise bakışları katatonik bir şekilde yatan Haiki'ye kayıyor.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
User avatar
Yamato Kazuya
Amegakure
Amegakure
Posts: 35
Joined: May 20th, 2019, 3:17 pm
Künye:

Re: [Shinji & Kazuya & Akemi] Kaderin Cilvesi, Kısım II

Post by Yamato Kazuya » May 15th, 2025, 11:26 pm

Her adımında nefesimin zorlandığı kısa mesafeli yürüyüşüm sırasında elimde kalan kunaiyi ekipman çantama geri yerleştirdim. Bu sırada Yuji-san’ın bariyerin diğer tarafında kalmasıyla ilgili konuşuluyordu. Bir yandan kendimi toparlamaya çalışırken bir yandan bu konu aklımı kurcalamıştı. Bariyer tüm evren boyunca devam ediyor olamazdı ya, bir noktada etrafından dolaşılmasına izin vermeliydi. Ancak önemli olan Yuji-san’ın nasıl bir kavgaya karışmak zorunda kaldığıydı. Bütün takım bu taraftaydı, kendisi tek başına çok zor durumda kalmış olabilirdi. Olabilecek en az zararla geri çekilmiş olabilmesini umuyordum.

Ömür gibi geçen birkaç dakikanın ardından nefesimi toparlayabilmiş ve ekibin yanına geri dönebilmiştim. Tam kapasite dövüşebilecek kadar olmasa da basit işlevleri yerine getirebilecek seviyede vücudum cevap verir durumdaydı. Kendimden birkaç seviye yukarıda bir shinobiyle kapışıp çok büyük hasarlar almamış olmak sevindiriciydi. Tek sıkıntı çıkarabilecek durum ellerimdeydi. Riaru’nun elektrikli naginatasından fırlayan akımlar dirseklerime kadar bütün derimi pütür pütür yapmıştı. Deri üzerindeki yaralar kolayca halledilebilir gözüküyordu ama algıladığım his kaybı çok büyük bir problemin habercisi olabilirdi. Kendimi fazla zorlamadan birkaç kez parmak uçlarımı oynatarak hakimiyetimi denedim. Bu hareketim sırasında az ile orta miktarda acı beklentisi içindeydim. Ama eğer hiç acı hissetmez ya da aşırı seviyede acı hissedersem sorun düşündüğümden büyük demekti.

Yanımda getirdiğim ilk yardım çantasını gözlerimle aradım. Harekete geçmeden önce eğer tespit edebilirsem hızlıca yerden alıp yeniden belime takacaktım. İçerisindeki kitle mola verdiğimiz bir noktada herkesin yaralarına ufak dokunuşlar yapabilirdik. Şimdiye kadar kullanmamamızı hata gibi görüyordum ama pek de uygun bir an yakalayamamıştık. Ayrıca küçük çanta dövüş sırasında sağa sola fırlayıp kaybolmuş da olabilirdi. Kendisinden çok ümitli değildim. Belki mola noktasına varmadan önce Yuji-san’ın yaptığı stoklar gibi bir noktada yeni bir çanta tedarik edebilirdik.

Bir kez daha Kanna-san’ın komutuyla formasyonu oluşturmuş, bu sefer ters yönde, Izena’nın dışına doğru yol alıyorduk. Yaralarıyla birlikte Haiki-sama’yı sırtlamak kendisine çok büyük bir acı veriyor gibi duruyordu. Kanna-san’ın da durumunun kötüye gitmesi sonucunda bu sefer onu da birisinin sırtlaması gerekecek duruma düşmemiz geri dönüşümüzü de tehlikeye atabilirdi. Shinji-san sırtındaki talihsiz yara yüzünden bu işi yapabilecek durumda değildi. Ben ellerimden dolayı sırtımdaki kişinin tam dengesini sağlayamayabilirdim. Belki başarılı olabilirdim, durumumdan emin değildim ama Akemi-san aramızda bu görevi devralabilecek en uygun kişiydi.

Biz savaş alanından uzaklaştıkça Riaru iyice kafayı yemiş şekilde çığlıklar ve patlamalarla bizi yolcu ediyordu. Kimsenin duruma ses çıkartmadığı, yalnızca ilerlemeye odaklandığı bu dakikalarda aklımı çelen düşünce bizim için görevin sonucunun ne olduğuydu. Riaru bu kadar kudurduğuna göre sevinmeli miydik? Haiki-sama’nın canını kurtarmıştık ama hiç de canlı gibi durmuyordu. Eğer bir daha kendine gelmezse normali her şeyi batırdığımızı düşünmekti sanırım. Hepimiz orta ölçekli şekilde yaralanmıştık, buna mı üzülmeliydik? Yoksa bu yaralara rağmen hepimizin hayatta olmasına mı sevinmeliydik? Yuji-san… onun durumu hakkında hiçbir bilgimiz yoktu. Tecrübesine güvenmek ve Kanna-san’ın bahsettiği iletişim yöntemini denemekten başka yapabileceğimiz bir şey de yoktu. Asıl yola çıkma amacımız olan barış görüşmesi başarısız olmuştu. Bu da savaşın devam edeceği sonucunu beraberinde getiriyordu. Peki Riaru’nun görüşmeyi basması? İki tarafın en az birinde istihbaratında açık olduğu barizdi. Görevlendirildiğimiz durumdaki parşömenin karışma mevzusu bu açığın bizim tarafımızda olduğunu işaret ediyordu. Belki de daimyo kuvvetleriyle Amegakure bir olup Riaru’yu ortadan kaldırmak konusunda hemfikir olması beraberinde barışı getirebilirdi. Hiçbir durumda netlik yoktu, her şey bulanıktı, ne hissedeceğimi bilemez durumdaydım.

İlerleyişimiz üzerinden biraz süre geçince Kanna-san’ın durup Haiki-sama’yı oturtmasıyla ufak bir mola verdiğimizi anlamıştım. Suratındaki kirleri temizler gibi gözüken Kanna-san sanki koşturduğumuz yol boyunca ağlamış gibiydi. İkisinin önceki savaşlardan aralarında özel bir bağ olduğu alenen bilinen bir şeydi ama bu derece duygusal bir çöküntü beklememiştim. Demek ki Haiki-sama’nın durumu gerçekten kötüydü. Belki de ben durumu yanlış yorumluyordum.

Kanna-san açıklamasıyla duruma büyük açıklık getirmiş, Haiki-sama’nın nasıl bu duruma düşebildiğini bize aktarmıştı. Özetle bizi korumak için kendini tuzağa iten chou, gözümde bir kez daha saygınlığını katlamıştı. Kavgaların, savaşların sonucu ne olursa olsun tarihin doğru tarafındaydım. Haiki-sama bebekliğimden beri yaşadığım tüm problemleri suçladığım yöneticilerin hiçbiri gibi değildi. Çocukluğumu geçiremeden savaşın korkusunu hissetmem, kanın tadını almam, gerçek bir ailenin nasıl olduğundan habersiz olmam, ölüm ve yaralanmanın benim için hayatın normali olması… Tüm yaşadıklarımın suçlusunu savaşa sebep veren yetkililer olarak görmüştüm. Bu yüzden shinobi olmuş, hayatımı bu savaş ortamını değiştirmeye adamıştım. Haiki-sama’nınsa Bana bunları yaşatanların karşısında durduğu besbelliydi. Kendisinden duyduğum şüpheden dolayı utanç içindeydim. Kendisiyle kaderin cilvesi sayesinde aynı tarafta olmaktansa kıvanç duyuyordum. Otoriteyle olan problemim bugünden sonra kendini Gentaro Haiki’nin üzerinde konumlandıranlarla ilgiliydi.

Açıklamadan sonra Kanna-san’ın Yuji-san ile iletişim için olduğunu düşündüğüm kelebekli teknikten sonra ortalık sessizleşmişti. İlk yardım için mükemmel bir fırsat yakalamıştım. Eğer ilk yardım çantamı bulup yanımda getirebilmiş olursam içeriğiyle Haiki-sama’nın vücuduna battığını gördüğüm kunai, Shinji-san’ın sırtındaki talihsiz kesik, Kanna-san’ın göğsünde hala duran kunai, benim elektrikten işlevini minimal ölçüye düşürmüş ellerime müdahalede bulunabilirdim. Belki malzeme artarsa başka yaralarla da ilgilenme fırsatım olurdu. Eğer çantamı bulamazsam da pançomun yıpranmış taraflarını kesip yırtarak tamponlamalarla kendiminkiler hariç diğerlerinin yaralarına fayda sağlayabilirdim. “Beklerken yaralarınıza bir bakalım.

Yaralarla ilgilendiğim sırada Haiki-sama’yı taşıyanın aramızda en az yaralı olan kişi olması gerektiği fikrini paylaşmam gereken zaman olduğunu düşünerek sesimiz çok yükseltmeden ama ekipteki herkesin duyabileceği şekilde lafa atıldım: “Kanna-san, bu yaralarınla Haiki-sama’yı sırtına alan sen olmasan iyi olur gibi. Geldiğimiz süre boyunca cildinin rengi soldu.” Shinji-san ve Akemi-san’a da dönerek: “Bir kan hapımız varsa şu an Kanna-san faydalansa çok iyi olur.” dedikten Kanna-san’a geri dönüp: “Haiki-sama’yı taşımayı ben deneyebilirim ama…” Ellerimi göğüs hizama getirip suratımda çaresiz bir hüzün oluştuktan sonra sözlerime devam ettim: “Ellerimi hissetmekte güçlük çekiyorum ama üstlenebilecek yoksa ben denerim.” Sözlerimin ardından eğer iş bana kalırsa devam etme zamanı geldiğinde Haiki-sama’yı sırtlayıp durumumun el verip vermediğini tartacaktım. Ellerimdeki hissizleşme devam ediyorsa, çok acı çekiyor ya da başaramıyorsam ekibe yapamayacağımı bildirip başkasının devralmasını rica edecektim. Bu durumda ağzımdan çıkan sözler “Sanırım başaramayacağım.” olacaktı.
Image
► Show Spoiler
User avatar
Hagane Shinji
Amegakure
Amegakure
Posts: 25
Joined: March 16th, 2025, 10:04 pm
Künye:

Re: [Shinji & Kazuya & Akemi] Kaderin Cilvesi, Kısım II

Post by Hagane Shinji » May 19th, 2025, 1:45 pm

Yeni aldığım pozisyon ile birlikte Riaru'dan gelebilecek ek bir saldırı için hazır bekliyordum. Kanna'nın ışık hızındaki şiddetli saldırısı net bir hasar verebilmiş olmalıydı. Ancak ben, Akemi ve Kazuya bunun rahatlamak için yeterli olmadığını biliyorduk. Riaru'nun hayvani kapasitesine şahitlik etmiş, bunun altında gereğinden fazla ezilmiştik. Riaru bu saldırıdan sonra saniyeler içinde ayaklansa garipsemezdim. Hatta patlamadan dolayı oluşan toz bulutu ve kaos onun işine yarayabilecek bir silah dahi olabilirdi. Çevremizi saran alevler zaten görüşümüzü berbat etmişken Kanna'nın yarattığı yıkım da bir hayli işimizi zorlaştırıyordu. Diğer yandan odağım artık sadece Riaru'nun bulunduğu pozisyon değildi. Kanna'ya bakınca Riaru'nun yalnız gelmediğini, örgütüne bağlı shinobilerle komplike bir tuzak girişiminde bulunduğunu anlayabiliyordum. Bu nedenle farkı bir noktadan gelecek hain saldırıları da görebilmek için algılarımı olabildiğince açmıştım. Nehrin öte tarafında olanlar ise ayrı bir merak konusuydu. Yılan dilli Ieyasu ve köpeği hayatta mıydı? Öyleyse Riaru neden sadece Haiki-sama'nın peşindeydi? Dakikalar önce ölüme hazırlanırken artık bu saldırının politik sonuçlarını düşünüyordum. Haiki-sama bu günün sonunda 'barışçıl' politikalarından kopmak zorunda olabilirdi. Barış şartlarını Ieyasu reddetmiş, Riaru ise zaten olumsuz sonlanacak bu görüşmeleri çift taraflı olarak sonlandırmıştı. İç savaş, hiç olmadığı kadar harlanacaktı.

Nöbetçi rolümü sürdürürken göz ucuyla Akemi ve Kanna'nın mühürler üzerindeki çalışmasını izledim. Haiki-sama'nın üzerinden yayılan mühürler bir bir çözülürken vücudundaki kısımlar inatçı bir leke gibi varlığını sürdürüyordu. Bu alanda bilgi birikimim aşırı sınırlıydı, kurabildiğim tek sebep-sonuç ilişkisi ise Riaru'nun hınçla sapladığı kunaiden ibaretti. Mühürler olabildiğince derine sapladığı kunai ile alakalı olabilirdi. Eğer böyleyse Yuji'nin varlığı Haiki-sama için ölüm kalım anlamına geliyordu. Buradaki dörtlünün vücudun derinlerine saplanmış bir kunaiyi yerinden çıkarması çok da sağlıklı bir karar olmayacaktı. Üstelik vücuda saplı kunaiden dert yanan sadece Haiki-sama da değildi.

Kanna'nın Yuji hakkındaki cevabından sonra zorlanarak Haiki-sama'yı sırtlanmasını izledim. Vücudumda hala birini taşıyacak enerji vardı fakat sırtımdaki yara en azından bu senaryoda beni engelliyordu. Kanna'nın direktifiyle buraya gelirken sadık kaldığımız formasyona geri döndüm. Bu kanlı arenadan ayrılmak için herkes gibi can atıyordum. Bizi bekleyen sonuç her şeyi çözümleyecek bir galibiyet değildi. Kanna veya Yuji'nin varlığının da bunu değiştirebileceğinden şüpheliydim. Haiki-sama tamamen mühürlüyken yapacağımız her hamle mantıksız kayıplarla sonlanacaktı. Köye sağ salim varmak, tekrar onun bilgeliği ardında toparlanmak yapabileceğimiz tek şeydi. Gidişat farklı olabilirdi. Belki Kanna birkaç saniye geç gelse, Riaru ile kendimi aynı deliğe gömecek saldırıyı tamamlayabilirdim. Basit bir patlayıcı parşömenin bunu sonlandırabilecek kudrede sahip olup olmadığını bilmiyorum. Dostlarıma ve Haiki-sama'ya bir çıkış sağlayabilmek benim için en büyük başarı olacaktı.

Olağan hızımız bizi kısa sürede Izena sınırlarına getirmişti. Kanna'nın saldırısı ise beklediğimden daha büyük bir etkiye sahipti anlaşılan. Bu sürede Riaru'nun muhtemele takibini beklememe rağmen ilerleyişimizde herhangi bir engelle karşılaşmamıştık. Ne Riaru ne de ona bağlı güçler. Güvenli mesafeye ulaştığımızda kulağımıza ulaşan haykırışlar ise sadece kulaklarımızı değil peşini takip eden patlamalarla birlikte bulunduğumuz zemini dahi titretmişti. Riaru hala gösterdiğinden çok daha büyük bir potansiyele sahipti. Kırılan kılıç, çarpılan vücutlar, deşilen sırtım. Savaştan uzaklaştıkça düşüncelerim daha berraklaşıyor, aslında olabilecek en iyi senaryo ile buradan kurtulduğumuzu anlayabiliyordum. Riaru'nun haykırışları her birimizin adımlarını daha da hızlandırdı istemsizce. Izena'dan çıkıp vardığımız ormanlık alan hayatta kalmak için çırpınan dürtülerimi de silip atmıştı. Artık bitmişti.

Kanna, Haiki-sama'yı bir ağaç gövdesine yerleştirirken aynı ağacın gövdesinin dibine çökerek geldiğimiz yönü incelemeye devam ettim. Güvenli bir uzaklıkta olduğumuzdan emindim ancak basit bir dikkatsizliğin bu 'güvenliği' bozmasını istemiyordum. Elimde sıkıca tuttuğum kunai ile herhangi bir şüpheli hareketi ararken aktif bir dinlenme durumuna geçtim. Kazuya'nın beni kesmesinden hemen sonra ağzıma attığım kan hapının bu dinlenme sırasında efektifliğini göstermesini bekliyordum. Fazla kan kaybetmemiştim, vücut diriliğimi korumak ve tekrar kazanmak çok zor olmamalıydı. Kanna'nın söylediklerinde mantıklı bir bakış açısı yoktu. Sadece durumu özetlediğini biliyorum, bu mantıksızlığı onun yüzüne vurmanın anlamı yoktu aslında. Haiki-sama'ya bunu neden yaptığını sormak da haddim değildi. Ortaya söylediği laftan sonra uyguladığı tekniği inceledim dikkatle. Avcunun içinden uçup giden kelebek. Benim de bildiğim Choune no Jutsu'ya aşırı benzediğini görebiliyordum. Belki belirli konumlardan ziyade, istenen kişiye ulaşabilmesi için geliştirilmişti. Bu kısmı zihnime not ederken Kazuya'nın taşıma teklifini onayladım. Elleri dışında belirgin bir hasar almamıştı. Kanna'da bunu onaylıyorsa, Haiki-sama'yı sırtlanabilmesi için ona yardım edebilirdim.

Öte yandan Kanna'nın durum hakkındaki fikirlerini de fazlasıyla merak ediyordum. "Yapmamalıydı Kanna-san." dedim basitçe. "Riaru savaşı burada bitirebilirdi. Haiki-sama da bizi feda ederek bu savaşı bitirebilirdi." Kanna'nın tepkisini görebilmek için bakışlarım onun üzerindeydi. "Yıllardır yapılan onca fedakarlıktan sonra bizim hayatlarımızın bir önemi yoktu." Kanna, Gentaro Taburu'na dahil birinin çocuğuydu. Savaş boyunca yitip gidenleri, yapılanları hepimizden daha iyi biliyordu.

Savaşın kazanılması için damla yerine gönderilen üç shinobinin ölmesi gerekiyorsa ikinci kez düşünmeye dahi gerek yoktu.

Image
► Show Spoiler
User avatar
Kuroya Akemi
Amegakure
Amegakure
Posts: 21
Joined: March 21st, 2025, 5:54 pm
Künye:

Re: [Shinji & Kazuya & Akemi] Kaderin Cilvesi, Kısım II

Post by Kuroya Akemi » May 22nd, 2025, 1:28 pm

Kanna’nın topu üzerime atan konuşması içerisinde seçtiğim kelimeler, Riaru tarafından haşatı çıkarılmış ruhuma bir okşama gibiydi. Assolistimiz Kanna, ninshu konusunda dengim olmadığını açıkça beyan ederek üstünlüğümü tanımış ve mühürleri çözme işini yönlendirmelerime tabi kılmıştı. Şu an için böbürlenen ruhum hala daha Riaru’nun yarattığı harabiyetle kavruluyor olsa bile, en azından üstesinden gelebileceğim bir işin olması hala daha kendimin değerli olduğunu kanıtlıyordu. Bu yüzden de zaman kaybetmeden odağımı mühürlere çevirerek Haiki’yi bu durumdan kurtarmak için çabalamaya başlıyordum.

Fuuinjutsu konusunda pek de bir bilgim olmasa bile, ninshuma güvenerek verdiğim talimatlar işe yarıyor görünüyordu. Mühürler tek tek kırılıp Haiki’nin vücuduna doğru çekilirken, bir terslik olduğunu anlamam da uzun sürmüyordu. Zira bildiğim kadarıyla, kırılan mühürlerin yok olması gerekirken, Haiki’de bulunan mühürler ona doğru çekiliyordu. Nihayetinde ise Haiki’yi hareketsiz bırakan mührü kırmış olmamıza rağmen Haiki’yi esas etkileyen mühür konusunda yapabileceğimiz bir şeyin olmadığını görüyordum. Fakat, esas amacımız Haiki’yi bu ortamdan çıkarmak olduğu için şimdilik elimizdekilerle yetinmek ve hızlıca Ame’ye dönerek işi ehline devretmek gerekiyordu.

Ekibimiz tekrar bir araya geldiğinde, bu kez övgü dolu bir cümleyi göğüsleyerek hafifçe kafamı sallamakla yetiniyordum. Normal bir zamanda olsak, bu övgüyle birlikte üstünlüğümü tüm kadınsılığımla birleştirerek bir şova kalkmam gerekiyordu. Ne var ki, şu an ciddi anlamda, aşırı mağlup olmuş bir haldeydik ve zamansız bir böbürlenme ile tüm büyümün bozulmasına izin veremezdim. Anlık başımı sallayışım aldığım övgünün hakkını vermeye yetiyordu, ta ki hatırı sayılır bir böbürlenmenin müstakbel bir gelecekte yaşanacağı ana kadar… Bunu çoktan not etmiş ve yeri geldiğinde göğüslerimle birleştirmenin planlarını kurmaya başlamıştım bile!

Riaru’nun çığlıklarıyla terk ettiğimiz Izena’dan yaklaşık on dakikalık bir mesafeyi daha kat ederek uzaklaşmamızın ardından, duraksamamızı gerçekleştiriyorduk. Gözlerim hala daha kendinde olmayan Haiki’ye bir çözüm bulup bulamayacağımı aradığını belli ederek yuvalarında dönerken, Kanna’nın konuşmalarını bir kulağımla dinliyordum. Hemen ardından ise Kanna’nın avucu içerisinde bir kelebeği var edişini de tek gözümle izliyordum. Odağımın tamamen Haiki’de olması, Kanna’nın söylediklerini ve yaptıklarını pek de düşünmememe neden olsa da, Kazuya’nın konuşmaya başlamasıyla birlikte bakışlarımı ona doğru çeviriyordum. Küçük velet hala daha onca bitikliğine rağmen kendinden başkalarını düşünmeyi son derece kolay bir şekilde gerçekleştirirken, yüzümün asıldığı ve dudaklarımın düştüğü net bir şekilde görülebiliyordu. Hele bir de bana tavsiyede bulunması, Kazuya’nın suratına bir yumruk indirmem için oldukça yeterliydi. Nitekim, elimi bunun için hazırladığım anda Shinji’nin konuşmaya başlamasıyla, duyduğum cümleler istemsizce yumruğumu sıkmama neden oluyordu. İki “erkek”, tam birer “erkek” gibi konuşup biri centilmenlik diğeri ise fedakarlık denizinde kulaçlarken, çatılan kaşlarımla Shinji’ye bakarak “Doğru ya, niye kendini feda etti ki? Aptal herif orada bizi ateşin içine atıp rahatlıkla Amegakure’ye döner, adımızın yanına görev zaiyatı yazdırır, sonra da Amechou’yum diye dolanırdı, değil mi? Ganturu Topluluğu mu ne zıkkımsa, zaten öyle var olmamış mıydı?" diyecek ve hemen ardından bakışlarımı devirerek "Rica edeceğim, bir parça gerizekalı gibi görünmeyi kes ve beceremediğimiz bokun ardından sümüklü çocuklar gibi ağlanıp durma!” diyecektim. Hemen ardından ise bakışlarımı olabildiğince hızlı bir şekilde Kazuya’ya çevirdikten sonra “Haiki’yi de sen al… Sonra Kanna’yı da sırtlan… Ne bileyim, Shinji’yi koltuk altına sıkıştır… Oldu olacak beni de ‘bacak arana’ yerleştirirsin, bitti gitti!" dedikten sonra, bu kez devrilen bakışlarımın odağını Kazuya'da tutup "Hadi Shinji histerik, sen nesin peki? Yürümeye odaklan Kazuya, sadece yürümeye!” diyecektim. Sözlerimi bitirdikten sonra ekipman çantamdaki kan haplarını çıkarıp Kazuya’nın gözüne sokarcasına gösterdikten sonra bunları Kanna’ya uzatacak ve ardından “Haiki’yi ben alırım… Hala çok uzakta sayılmayız, bu yüzden biraz toparlandıktan sonra devam ederiz. Kanna, tetikte olacaktır ve bir durum olursa Haiki’yi alıp ilerlemeye devam eder. Bir şekilde onun Haiki’yi Amegakure’ye ulaştıracağına eminim!” diyecektim. Sözlerim her ne kadar bir emir tonu içerse bile, en azından şimdilik Kanna’nın rütbesine de hürmeten bakışlarımla onun onayını arayacaktım. Fakat hemen ardından “Başka bir düşüncen varsa o da olur, ancak siz ikiniz…” dememin ardından bakışlarımı Shinji ve Kazuya arasında gezdirerek “Gereksiz ve saçma düşüncelerinizi kendinize saklayıp, Haiki’yi utandıracak cümleler kurmayı bırakın! Madem durumu içerlediniz, duygusal patlamalar yaşayıp kendinizi acındırmayın veya bir başkasına yardımcı olmak için kendinizi feda edip durmayın… Önce kendinizi düşünün ve ona göre hareket edin! Haiki için, Kanna için, benim için veya bir başkası için Amegakure’ye dönmeden bir fedakarlık daha yapmaya çalışırsanız, ikinizi de…” diyecektim. Cümlelerimin sonunu “oyarım”, “sidiğime boğarım”, “tükürüğümle gömerim”, “üst üste koyup döverim” ve “hareket edemeyene kadar kuruturum” gibi şeylerle tamamlamak istesem bile, muhtemelen bunların altında yatan anlamları çoktan kabul edecek olmaları muhtemelen tehditlerimi çaresiz bırakıyordu. Bu yüzden hafifçe dişimi gıcırdattıktan sonra “Siz tamamlayın işte!” diyerek konuşmamı sonlandıracaktım. Tüm sözlerim bittikten sonra ise, pert tayfanın yaralarını hızlıca sarmalarına yardımcı olacak ve ardından Haiki’yi sırtlanmak için hareketlenecektim.
► Show Spoiler
User avatar
GM - Naruto
Game Master
Game Master
Posts: 2839
Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm

Re: [Shinji & Kazuya & Akemi] Kaderin Cilvesi, Kısım II

Post by GM - Naruto » May 30th, 2025, 11:10 pm

Kanna önce Kazuya'ya bakıyor, ardından lafa giren Shinji'yi dinliyor. Suratında derin bir yorgunluk, gözlerinin ardında ise düşünceli bir zihin mevcut. Sözlerini kafasında tartıyor önce, bakışları ufukta yayılan yangın ile kavrulan Izena'ya kitleniyor. Tam bir şeyler söylemek için size doğru döndüğünde, Akemi'nin sesi ile irkiliyor.

Akemi'nin konuşmasını istemsiz ve yorgunluğun getirdiği bir sakinlik ile dinliyor. Direkt olarak ona yöneltilen bir laf olmamasına minnetar olmuş olacak ki, sessizliğine gömülmeyi tercih ediyor. En azından bir süreliğine. Akemi'nin sözlerinin sonuna doğru Kanna'nın bakışlarına iradenin geri konduğunu hissediyorsunuz. Bakışlarına geri gelen keskinlik ve gözlerine geri konan parlaklık ile hepinizi tek tek süzüyor Akemi'den aldığı kan hapını çiğnerken.

En sonda ise, konuşuyor. "Akemi haklı. En azından kendinizi düşünme kısmında. İhtiyarın fedakârlığını çöpe atamayız. Öyle ya da böyle Haiki-sama seçimini yaptı ve oyunu bizden yana kullandı." Derin bir nefes veriyor ve bakışlarını kısa bir süreliğine baygın ve terden sırıksıklam olmuş Haiki'ye çeviriyor. "Emin olun, daha trajik kararlar verme konusunda bir problemi yok." diyor kısık bir sesle.

Tekrar bir nefes alıyor ve size dönüyor. "Haiki'yi Akemi taşıyabilir ancak hareketlenmeden önce Yuji'yi bekleyeceğiz. Eğer 5, 10 dakika kadar daha burada olmazsa yola onsuz çıkacağız. Tamam mıyız?" diyor, eski otoriter ancak yorgun ses tonu ile. Gövdesinin sol alt tarafından yukarıya doğru kaburgalarının arasına saplanmış kunaiyi yokluyor bu esnada, ancak uğraşmamaya karar veriyor.

Kazuya ve Akemi ellerinden geldiğince Shinji ve Haiki ile ilgileniyorlar. İkisinin de bilim anlamındaki becerisi sınırlı olduğundan ilk yardım uygulayabiliyorlar sadece. Haiki'nin kanamasını arttırmamak adına karnına derinlemesine batmış kunaiyi ellemiyorlar. Shinji'nin sırtındaki kesiği de olabildiğince temizliyorlar ve çok fazla kanamaması için bası uyguluyorlar. Bu esnada Shinji de etrafı kolaçan ediyor. Kanna da aynı şekilde, nöbet halinde.

5, 6 dakika geçiyor ancak gelen veya giden herhangi birisini seçemiyorsunuz. Etrafta herhangi bir hareketlilik yok. Haiki'nin katatonik hali devam etmekte ve size tepki vermiyor. Yaşadığı belli belirsiz aldığı nefesten belli ve durumu da stabil gibi görünmekte.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
User avatar
Yamato Kazuya
Amegakure
Amegakure
Posts: 35
Joined: May 20th, 2019, 3:17 pm
Künye:

Re: [Shinji & Kazuya & Akemi] Kaderin Cilvesi, Kısım II

Post by Yamato Kazuya » May 31st, 2025, 3:59 pm

Söylenilenleri takip edebildiğim kadarıyla Shinji-san, Haiki-sama’nın bizi bırakıp kendisini kurtarmasının daha doğru olduğunu söylüyordu. Mantıklıydı, böylece Riaru’nun karşısına daha dişli bir rakip bırakmış olabilirdik. Belki Riaru’yu dövüp üzerine bir de Ieyasu’yu aradan çıkartır bütün düşmanları ortadan kaldırırdı Haiki-sama. Bunların hepsi gerçekleşme ihtimali olan şeylerdi ama geldiğimiz şu durumda bunları tartışmanın bir anlamı var mıydı? Doğru veya yanlış, köyümüzün lideri bir karar almıştı. Bunu sorgulamak bize, bir sabotaj sonucu göreve dahil olmuş shinobilere düşer miydi? Sorgulasak, irdelesek; en doğru, hatasız, mükemmel yolu bulsak bile bu yaşadıklarımızı değiştiremezdi. Shinji-san’ın sözleri yakınmaktan öteye gitmiyordu.

Sızlanmasının ardından Akemi-san epey ateşli şekilde Shinji-san’a sadırmaya başlamıştı. Benim küçük problemlerimizi çözmek üzere ortaya attığım fikirler de bu saldırının içinde, çapraz ateşe mağlup olmuş ve ağzımın payını almıştım. Ancak Akemi-san durmuyor, herkese negatifliğini kusuyordu. Kanna-san bile nasibini almıştı. Tam olarak benim kafamdaki düşüncelerle Akemi-san’a cevap verse bile haklılığını kabul etmişti. Ancak ateşli bir kaplan gibi bizi ağzıyla tokatlayan Akemi-san’ı bu bile sakinleştirmemişti ki küfürle bitirmek üzere olduğu sözlerinin sonunda ancak kendine gelmişti. Bu kadar öfkelenmesi hiç normal değildi ama söylediklerinde haklı olduğunu kendisine itiraf etmeliydim. “Haklısın Akemi-san…” Kendisini kötü hissetmesinin sebebi ben değildim ama duygularının kontrolünü yeniden eline alabilmesine faydalı olmak amacıyla sözlerimin sonuna bir de özür sığdıracaktım. “…çözüm yaratmak istemiştim.

Kanna-san durduğumuz yerde ne kadar kalacağımızı açıkladıktan sonra kendisini kafamla onayladıktan sonra ilk yardıma başlamıştım. İşlemleri Akemi-san ile birlikte yapıyor olmak hem rahatlatıcı, hem tedirgin ediciydi. Yanımda olması güven veriyor, ancak her an fırçalayabilecek olması verdiği güveni sarsıyordu. Dengesiz bir kadındı. Asla yüzde yüz güvenebileceğim biri değildi. Yine de yüzde elli güvenim duyarak en azından varlığıyla rahatlık sunabiliyordu. Zaten henüz bugün tanışmıştık. Belki de kendisi hakkında kesin yargılara varabilmek için kendisiyle birlikte biraz daha vakit geçirmeliydim. Bu kadın tam bir kafa karışıklığıydı.

İlk yardım işlemleri bittikten sonra ellerimin ne durumda olduğuyla biraz ilgilenecektim. Küçük yoklamalar, parmak hareketleri, acı ve ağrı hislerimi kontrol ederek durumumu anlamaya çalışacaktım. Bunları tedirginlikten değil, yeniden ne zaman dövüşebilecek duruma gelebileceğimi ölçebilmek için yapıyordum. Tam olarak ne kadar sürede iyileşebileceğimi anlarsam acil bir durum oluştuğunda kendimi ne kadar zorlayabileceğimi de ölçmüş olacaktım.
Image
► Show Spoiler
Post Reply

Return to “Yağmur Ülkesi”