Tategami bakışlarını senden ayırmadan bir sonraki çatıya atlıyor kucağındaki Ieyasu ile. Sen ise bu çatıyı Shunshin ile hemen bitiriyor ve atlamanı gerçekleştiriyorsun. Aranızdaki çatı farkı 1'e düşüyor.
Tategami bu noktada önüne dönüyor ve indiği çatının ortasına doğru geldikten sonra yere diz çöküp Ieyasu'yu yere bırakıyor, nazikçe. Normalden uzun süren bu yere bırakma durumu, sen kendi çatının sonuna geldiğinde son buluyor. O noktada Tategami'nin sertçe bağırdığını duyuyorsun omuz üzerinden sana bakarken. "Yağmurdan damlaya."
Tategami'nin sesi artık kargaşaya olan uzaklığınız sebebi ile ortamı dolduran tek şey oluyor. Gecenin karanlığında, ay ışığının altında yalnızsınız. Anlık olarak ortamı büyük bir yıkım sesi dolduruyor nehrin aksi tarafından gelen. Bunu hemen aşırı büyük bir patlama sesi takip ediyor. Muhtemelen bahçenin nehrin diğer tarafında kalan tarafı tanınmaz hale gelmiş durumda.
Sizin odaklarınız ise birbirinizden kesilmiyor. Tategami senden bir cevap bekliyor gibi. Bunun Yağmur Ülkesi içerisinde bir söylem olduğunu biliyorsun. Normalde bir döngü şeklinde olmalı ve kişi sayısına göre bu döngü değişiyor. Net bildiğin bir husus değil ancak mantıksal çıkarım yapabiliyorsun. Doğal bir şey ile devam etmeli, bir doğa olayı veya doğal bir cisim. Pektabii cevap bu olmayabilir. Kendi aralarında birbirlerini tanımak için oluşturdukları bir şey de olabilir.
Tategami ile arasında tam bir çatı var. Sen bir çatının üzerinde ve tam ortasındasın, aynı şekilde Tategami'de senden bir sonraki çatının ortasında. Sırtı sana dönük şekilde fakat odağı sende. Tategami'nin ellerini görebiliyorsun, iki yana salmış ve rahat ancak harekete hazır bir şekilde durmakta.
[Kotsuki-Sho] Baskın
- GM - Naruto
- Game Master
- Posts: 2841
- Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm
Re: [Kotsuki-Sho] Baskın
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
- Komaeda Togami
- Kaçak
- Posts: 173
- Joined: September 3rd, 2018, 11:12 pm
Re: [Kotsuki-Sho] Baskın
Uyguladığım shunshin’in ardından kurt maskeli shinobiyle aramdaki mesafe bir çatı uzaklığına kadar düşmüştü. Tategami’nin gerçek kimliğim hakkında fikir sahibi olup olmadığını henüz anlayabilmiş değildim ancak önümüzdeki birkaç dakikanın bu görevin ve muhtemelen benim geleceğim hakkında çok önemli bir yere sahip olacağı aşikardı. Yakalanmış mıydım? Yakalanacak mıydım? Yakalanırsam ne yapabilirdim? Keşiş chakramın birkaç dakika ömrü kalmıştı. Raizo yaralıydı. Tategami ise çok güçlüydü. Hedefim Tategami’yi alt etmek değildi elbette, ancak Ieyasu’nun işini bitirebilmek için Tategami’yi aradan çıkartmalıydım. Bunu yalnızca zekamla başarabilir miydim? Peki ya kaçmayı denesem? Tategami zayıflığımı farkedip peşime düşer miydi? Yoksa asıl görevi olan Ieyasu’yu korumaya devam mı ederdi? Peşime düştüğünü varsayarsam, onu bir şekilde atlatıp geri dönerek Ieyasu’yu halletmem mümkün müydü? Ama ondan önce, Tategami’yi atlatmam mümkün müydü? Bilmiyordum. Yapabileceğim tek şey, halihazırdaki planıma devam etmek gibi gözüküyordu.
Tategami önüne dönmüş, en son iniş yaptığı çatının ortasına ulaştığı gibi olduğu yerde durmuştu. Takiben, ben de yavaşladım Tategami’nin Ieyasu’yu yere bıraktığı esnada. Kendi bulunduğum çatının sonuna ulaştığımda, Ieyasu nazikçe yere bırakılmıştı. Saldıracak mıydı? Bir açık bulup az önce yere bırakılan baygın Ieyasu’yu halledebilecek miydim? Zihnim onlarca cevapsız soruyla dolu bir kaynar kazan misali çalkalanıyordu. Çok ilerlemiştim, hedefimle aramda yalnızca birkaç metre vardı. Ama aynı zamanda hiç olmadığım kadar uzaktım. Tategami’yi birebir dövüşte alt edemeyceğimi çok önceden farketmiştim. Kudretli bir shinobiydi. Zekamı devreye sokmak zorundaydım.
Bu esnada, Tategami omzu üzerinden dönüp bana bakarak komut verircesine bağırmıştı. Yağmurdan damlaya mı? Bu cümle kesinlikle tanıdık geliyordu. Tam olarak ne olduğunu bilmesem de, zihnimin arkalarında bir yerlerde tekrar tekrar yankılandığını duyabiliyordum. Rolümden çıkmamak adına, hızla bulunduğum çatıda sol dizimin üstüne çöktüm ve sağ kolumu dik pozisyonda duran sağ dizimin üstüne konumlandırdım. Sol elim ise yumruk biçminde yere temas etmekteydi. Başımı hafifçe öne doğru eğdim. Tüm bu hareketlerimin iki amacı vardı. İlki, Tategami’ye koşulsuz itaat ettiğimi göstermek içindi. Üzerimdeki şüphenin olabildiğince kalkmasını istiyordum. İkinci, ve daha önemli olan amacım ise zaman kazanmaktı. Zihnimin arka odalarında yankılanan bu cümleye bir anlam kazandırmak zorundaydım. Pozisyon aldığım birkaç saniye, bana bunun için zaman sağlayabilirdi. Yağmurdan damlaya. Bir tekerleme değil miydi bu? Yağmur Ülkesi shinobileri için bir ritüel. Birkaç yıldır bu ülke topraklarındaydım, ancak karşılaştığım tüm shinobiler arasında Yağmur Ülkesi kökenli olanlar bir elin parmaklarını geçmezdi. Ülkenin bifiil işgal edilmiş bu durumu gerçekten içler acısıydı. Ve beni gerçekten zor bir durumda bırakıyordu. Bu cümlenin tam olarak ne olduğunu bilmiyordum. Fikir yürütmek zorundaydım. Bir tekerleme, bir ritüel. Bir selamlaşma?
Zihnimde biraz geriye gittim. Kawaji Kasabası’nda Riaru’yla ilk buluştuğumda sağ elini omzuna iki kez vurmuştu. O an, bunun bir selamlama şekli olduğunu farketmiş olsam da karşılığında ne yapacağımı bilmediğimden yanıtsız bırakmıştım. Belki de o an ona bu konuyla alakalı bir soru sormuş olsam, şu an içinde bulunduğum yanıtsızlığı çok daha kolay aşabilirdim. Ancak sormamayı tercih etmiştim. Yine de, yakalayabileceğim herhangi bir ipucu olacak mı diye hızlıca aklımda kalanları tekrar etmeyi sürdürdüm. Riaru tüm konuşmamız boyunca pek çok abartı jest ve mimik yapmıştı. Saçma sapan, alaycı bir shinobi selamı da dahildi bu hareketlerine. Yıllar içerisinde karşılaştığı pek çok şey akli melekelerini yavaş yavaş yitirmesine sebep olmuş, bu abartı tutumları geliştirmişti belki de. Ancak yapaylıktan en uzak, en doğal olduğu an sağ yumruğunu omzuna iki kez vurduğu andı. Riaru bu hareketi bir alışkanlık gibi yapmıştı. Yılların getirdiği bir ritüel gibi. O an, bunun ne anlama gelmiş olduğunu çözemesem de şu an kafamda parçaları birleştirebiliyordum. Bu bir Yağmur Ülkesi selamlaşması olmalıydı. O kadar spontan, o kadar rahat yapılmış bir hareketti ki uzun yılların getirdiği bir akış gibiydi adeta. Yağmur Ülkesi shinobileri, her ne kadar farklı düşüncelerde ve ideallerde olsalar da, geleneklerine oldukça bağlı olmalıydılar. Aynı kalıba ait gibi durmayan, ancak benzer kompozisyonlarda olan bu davranışlar birbirine bağlı olmak zorundalarmış gibi hissediyordum. Yanılıyor olma ihtimalim her zaman vardı, ancak Riaru’nun alenen bir deli oluşuna güvenmeye karar vermiştim. Sağ yumruğumu dizimden kaldırarak oldukça doğal bir hareketmişçesine sol omzuma iki kez vurdum. Daimyo güçleri, Amegakure güçlerinden ayrıldıktan sonra bu hareketi terketmiş olabilirlerdi, ancak tekerleme ritüelini koruyorlarsa, bu jesti koruma ihtimallerinin de yüksek olduğuna inanıyordum.
Sağ elimi sol omzuma iki kez vurduğum gibi, ağzımdan gerekli cümlelerin çıkması için bir saniyeden az zamanım olduğunu biliyordum. Bir ritüel, bir selamlaşma, bir yanıt. Yağmurdan damlaya. Bulutların oluşturduğu yağmur damlalar halinde yeryüzüne düşerdi ve dünyanın su dengesini oluştururdu. Akademideki en basit derslerden biriydi bu. Toprağa karışan su yer altı ve yer üstü kaynaklarını oluşturur, yeniden buharlaşarak gökyüzüne salınırdı. Sonsuz bir döngü. Yağmurdan damlaya. Cevabıma karar vermiştim. Doğru ya da yanlış, en mantıklı cevap bu gibi görünüyordu. Halihazırda gerideydim, ve bu riski almak dışında şansım yoktu: “Damladan toprağa.”
Tategami önüne dönmüş, en son iniş yaptığı çatının ortasına ulaştığı gibi olduğu yerde durmuştu. Takiben, ben de yavaşladım Tategami’nin Ieyasu’yu yere bıraktığı esnada. Kendi bulunduğum çatının sonuna ulaştığımda, Ieyasu nazikçe yere bırakılmıştı. Saldıracak mıydı? Bir açık bulup az önce yere bırakılan baygın Ieyasu’yu halledebilecek miydim? Zihnim onlarca cevapsız soruyla dolu bir kaynar kazan misali çalkalanıyordu. Çok ilerlemiştim, hedefimle aramda yalnızca birkaç metre vardı. Ama aynı zamanda hiç olmadığım kadar uzaktım. Tategami’yi birebir dövüşte alt edemeyceğimi çok önceden farketmiştim. Kudretli bir shinobiydi. Zekamı devreye sokmak zorundaydım.
Bu esnada, Tategami omzu üzerinden dönüp bana bakarak komut verircesine bağırmıştı. Yağmurdan damlaya mı? Bu cümle kesinlikle tanıdık geliyordu. Tam olarak ne olduğunu bilmesem de, zihnimin arkalarında bir yerlerde tekrar tekrar yankılandığını duyabiliyordum. Rolümden çıkmamak adına, hızla bulunduğum çatıda sol dizimin üstüne çöktüm ve sağ kolumu dik pozisyonda duran sağ dizimin üstüne konumlandırdım. Sol elim ise yumruk biçminde yere temas etmekteydi. Başımı hafifçe öne doğru eğdim. Tüm bu hareketlerimin iki amacı vardı. İlki, Tategami’ye koşulsuz itaat ettiğimi göstermek içindi. Üzerimdeki şüphenin olabildiğince kalkmasını istiyordum. İkinci, ve daha önemli olan amacım ise zaman kazanmaktı. Zihnimin arka odalarında yankılanan bu cümleye bir anlam kazandırmak zorundaydım. Pozisyon aldığım birkaç saniye, bana bunun için zaman sağlayabilirdi. Yağmurdan damlaya. Bir tekerleme değil miydi bu? Yağmur Ülkesi shinobileri için bir ritüel. Birkaç yıldır bu ülke topraklarındaydım, ancak karşılaştığım tüm shinobiler arasında Yağmur Ülkesi kökenli olanlar bir elin parmaklarını geçmezdi. Ülkenin bifiil işgal edilmiş bu durumu gerçekten içler acısıydı. Ve beni gerçekten zor bir durumda bırakıyordu. Bu cümlenin tam olarak ne olduğunu bilmiyordum. Fikir yürütmek zorundaydım. Bir tekerleme, bir ritüel. Bir selamlaşma?
Zihnimde biraz geriye gittim. Kawaji Kasabası’nda Riaru’yla ilk buluştuğumda sağ elini omzuna iki kez vurmuştu. O an, bunun bir selamlama şekli olduğunu farketmiş olsam da karşılığında ne yapacağımı bilmediğimden yanıtsız bırakmıştım. Belki de o an ona bu konuyla alakalı bir soru sormuş olsam, şu an içinde bulunduğum yanıtsızlığı çok daha kolay aşabilirdim. Ancak sormamayı tercih etmiştim. Yine de, yakalayabileceğim herhangi bir ipucu olacak mı diye hızlıca aklımda kalanları tekrar etmeyi sürdürdüm. Riaru tüm konuşmamız boyunca pek çok abartı jest ve mimik yapmıştı. Saçma sapan, alaycı bir shinobi selamı da dahildi bu hareketlerine. Yıllar içerisinde karşılaştığı pek çok şey akli melekelerini yavaş yavaş yitirmesine sebep olmuş, bu abartı tutumları geliştirmişti belki de. Ancak yapaylıktan en uzak, en doğal olduğu an sağ yumruğunu omzuna iki kez vurduğu andı. Riaru bu hareketi bir alışkanlık gibi yapmıştı. Yılların getirdiği bir ritüel gibi. O an, bunun ne anlama gelmiş olduğunu çözemesem de şu an kafamda parçaları birleştirebiliyordum. Bu bir Yağmur Ülkesi selamlaşması olmalıydı. O kadar spontan, o kadar rahat yapılmış bir hareketti ki uzun yılların getirdiği bir akış gibiydi adeta. Yağmur Ülkesi shinobileri, her ne kadar farklı düşüncelerde ve ideallerde olsalar da, geleneklerine oldukça bağlı olmalıydılar. Aynı kalıba ait gibi durmayan, ancak benzer kompozisyonlarda olan bu davranışlar birbirine bağlı olmak zorundalarmış gibi hissediyordum. Yanılıyor olma ihtimalim her zaman vardı, ancak Riaru’nun alenen bir deli oluşuna güvenmeye karar vermiştim. Sağ yumruğumu dizimden kaldırarak oldukça doğal bir hareketmişçesine sol omzuma iki kez vurdum. Daimyo güçleri, Amegakure güçlerinden ayrıldıktan sonra bu hareketi terketmiş olabilirlerdi, ancak tekerleme ritüelini koruyorlarsa, bu jesti koruma ihtimallerinin de yüksek olduğuna inanıyordum.
Sağ elimi sol omzuma iki kez vurduğum gibi, ağzımdan gerekli cümlelerin çıkması için bir saniyeden az zamanım olduğunu biliyordum. Bir ritüel, bir selamlaşma, bir yanıt. Yağmurdan damlaya. Bulutların oluşturduğu yağmur damlalar halinde yeryüzüne düşerdi ve dünyanın su dengesini oluştururdu. Akademideki en basit derslerden biriydi bu. Toprağa karışan su yer altı ve yer üstü kaynaklarını oluşturur, yeniden buharlaşarak gökyüzüne salınırdı. Sonsuz bir döngü. Yağmurdan damlaya. Cevabıma karar vermiştim. Doğru ya da yanlış, en mantıklı cevap bu gibi görünüyordu. Halihazırda gerideydim, ve bu riski almak dışında şansım yoktu: “Damladan toprağa.”
