Fikrimden
Posted: April 21st, 2025, 12:36 am
Birkaç saattir sedyede uzanmış bir şekilde tavandaki desenleri izliyordum. Göz kapaklarımın iyice ağırlaşmasına rağmen bir türlü uykuya dalamıyor, aklımdaki düşünceleri susturamıyordum. Bugün yorulacak hiçbir şey yapmamış olmama rağmen bir ton yük çekmiş gibi bitap bir halde hissediyordum artık. Uyuyamadığım her saat bu his daha da kuvvetleniyor, midemde birikmiş olan stres yumağı biraz daha büyüyordu.
Bütün gün kafamı meşgul tutmaya çalışmıştım. Özellikle Kizashi gittiğinden beri ne bulduysam ona sarmış, yarını düşünmemek için iş üstüne iş uydurup oyalanmıştım. Malzeme alacağım diye yerleşke deposunu talan etmiştim önce, üstüne bir de görevlilerden azar işitmiştim. Sağlam bir düzen kuramayıp aradığım hiçbir şeyi bulamadığım bir depo yaratmış olmaları benim suçum değildi halbuki, ama yine de toparlamalarına yardım edecek kadar da kalmıştım. Malzemeleri arabaya taşıdığımda ise aman boşta kalırım da yarını hatırlarım, panik yapmaya başlarım diye arabanın altını üstüne getirmiştim. Sedyenin altındaki rafı üç kere baştan dizmiş olabilirim. Gazlı bez tenekelerini ise defalarca saydım. Antibiyotiklerin tarihlerini kapaklarına yazdım, sanki geçmeleri mümkünmüş gibi. Teki’nin yeşilli öğrencisinin pek sevdiği dezenfektan şişesini tekrar tekrar yıkadım, içine taze dezenfektan doldurmadan önce. Sedyenin üzerini ise kaç kere sildiğimi hatırlamıyorum.
Fakat tüm bunlar bittiğinde o hazin sondan kaçamamıştım işte. Hava kararmış, saat de geç olmuştu. Kendimle başbaşa kalmıştım ve düşüncelerim beni boğmaya başlamıştı yine. Aklımın bir yanı “Bırak, düşünme bu kadar.” diyordu, sanki bunlara kendisi sebep olmuyormuş gibi. Bir iki antrenman yapmamı, yetmiyorsa meditasyon denememi, açık havaya çıkıp yürümemi tembihliyordu. “Yarın neler olacağını bu kadar düşünmek sana hiçbir şey kazandırmıyor. Boşuna yoruluyorsun.” Bu tarafım daha sağ duyulu ve mantıklıydı. Sessiz, aklı selim bir Susumu’u temsil ediyordu. Hata yaptığımda affedebilen, üstüme gelmeyen bir yapısı vardı. Keşke bu tarafı daha çok duyabilseydim.
Diğer yanım ise “Olur mu lan öyle şey?!” diyerek adeta enseme sert bir tokat atıyor, hiçbir şeyden memnun kalmayan katı bir ebeveyn gibi her hareketimi eleştiriyordu. Kalkıp Kizashi’yi bulmamı söylüyordu mesela. Ona Iori hakkında merak ettiğim her şeyi sormamı, görevini, nasıl olduğunu falan. Eğer yarın karşıma çıkarsa nasıl davranacağımı şimdiden planlamamı söylüyordu, kendimi rezil bir konuma sokmamam için. Vereceğim olası bütün tepkileri tartmamı, kuracağım bütün cümleleri prova etmemi. Sonra tüm gazlı bezleri tekrar saymamı, yetmeyecek gibilerse Nanmin’deki bütün gazlı bezleri toplayıp yanıma almamı söylüyordu. Bir de, saçları artık kesmemi, at hırsızına benzediğimi.
Son dediğinde haksız ve zevksiz olsa da bu tarafım da kendince mantıklıydı aslında. Hayatta kalmaya çalışıyordu ve bunu yaparken sert ya da sevgisiz olmasında sakınca yoktu. Alışmıştık bu tarafla birbirimize ama bu alışkanlık beni yıprattığı gerçeğini de değiştirmiyordu.
Çoğu zaman aklımın bu iki ucu arasında asılı kalmış gibi hissediyordum. Sadece bu gece değil, çoğu gece bu geliyordu başıma. Aklımın iki zıt tarafı kendi arasında bir kavgaya tutuşuyor ve hangi tarafta kalacağıma karar vermek için beni çekiştirip duruyorlardı. Halbuki bir tarafım diğerini kaybetme pahasına kopsa ve bu çekişmeden sıyrılıp kurtulsa rahatlayacaktım. Neyi düşüneceğime ve nasıl davranacağıma, nasıl bir insan olmak istediğime karar verip net bir çizgi çekebilecektim. Bunu şimdi de yapabilirdim pekala, herhangi bir şeylerin kopmasını beklemeden. Fakat bu sefer de diğer tarafıma ihanet etmiş hissetmekten korkuyorum. Bir şeylerin beni bırakmasına o kadar alışmıştım ki, aynısını ben yapmamalıymışım gibi geliyordu, olmazdı.
Kaderim buydu heralde. Yalnız gecelerde mütevazi arabamın tavan desenleriyle garip bir muhabbete dalmak, bu iki tarafın kavgasına kulak kesilmek. Çoğu zaman bu kavgalarına bir katkı sunamamak ve seslerin arasında bir şekilde uykuya dalmayı ummak… Bu gece uykuya dalabildiğim gecelerden olmayacaktı belli ki. Sağa döndüm, sola döndüm. Kafamdaki yastık sıcak gelmeye başladı ve çevirdim. Pozisyonumu beğenmeyip bir kez daha döndüm ve dizimi arabanın tahtasına vurdum. Ağzımdan ani bir küfür döküldü ayak ucumda yatan kediyi kaçıran. Sonra, lambayı devirdim. Kendimi aşağı sarkıtarak lambayı yerden almaya çalışırken kafamı dolaba geçirdim, ve bir küfür daha. Derin bir nefes alarak sabır dilendim geri uzanırken, lambayı da yerde bıraktım. Geri dönen kedinin mırıltıları kafamdaki seslere karışırken, uyuyamayacağımı bildiğim halde gözlerimi sımsıkı kapattım. Bu gece, öyle ya da böyle, bir şekilde geçmeliydi.
Bütün gün kafamı meşgul tutmaya çalışmıştım. Özellikle Kizashi gittiğinden beri ne bulduysam ona sarmış, yarını düşünmemek için iş üstüne iş uydurup oyalanmıştım. Malzeme alacağım diye yerleşke deposunu talan etmiştim önce, üstüne bir de görevlilerden azar işitmiştim. Sağlam bir düzen kuramayıp aradığım hiçbir şeyi bulamadığım bir depo yaratmış olmaları benim suçum değildi halbuki, ama yine de toparlamalarına yardım edecek kadar da kalmıştım. Malzemeleri arabaya taşıdığımda ise aman boşta kalırım da yarını hatırlarım, panik yapmaya başlarım diye arabanın altını üstüne getirmiştim. Sedyenin altındaki rafı üç kere baştan dizmiş olabilirim. Gazlı bez tenekelerini ise defalarca saydım. Antibiyotiklerin tarihlerini kapaklarına yazdım, sanki geçmeleri mümkünmüş gibi. Teki’nin yeşilli öğrencisinin pek sevdiği dezenfektan şişesini tekrar tekrar yıkadım, içine taze dezenfektan doldurmadan önce. Sedyenin üzerini ise kaç kere sildiğimi hatırlamıyorum.
Fakat tüm bunlar bittiğinde o hazin sondan kaçamamıştım işte. Hava kararmış, saat de geç olmuştu. Kendimle başbaşa kalmıştım ve düşüncelerim beni boğmaya başlamıştı yine. Aklımın bir yanı “Bırak, düşünme bu kadar.” diyordu, sanki bunlara kendisi sebep olmuyormuş gibi. Bir iki antrenman yapmamı, yetmiyorsa meditasyon denememi, açık havaya çıkıp yürümemi tembihliyordu. “Yarın neler olacağını bu kadar düşünmek sana hiçbir şey kazandırmıyor. Boşuna yoruluyorsun.” Bu tarafım daha sağ duyulu ve mantıklıydı. Sessiz, aklı selim bir Susumu’u temsil ediyordu. Hata yaptığımda affedebilen, üstüme gelmeyen bir yapısı vardı. Keşke bu tarafı daha çok duyabilseydim.
Diğer yanım ise “Olur mu lan öyle şey?!” diyerek adeta enseme sert bir tokat atıyor, hiçbir şeyden memnun kalmayan katı bir ebeveyn gibi her hareketimi eleştiriyordu. Kalkıp Kizashi’yi bulmamı söylüyordu mesela. Ona Iori hakkında merak ettiğim her şeyi sormamı, görevini, nasıl olduğunu falan. Eğer yarın karşıma çıkarsa nasıl davranacağımı şimdiden planlamamı söylüyordu, kendimi rezil bir konuma sokmamam için. Vereceğim olası bütün tepkileri tartmamı, kuracağım bütün cümleleri prova etmemi. Sonra tüm gazlı bezleri tekrar saymamı, yetmeyecek gibilerse Nanmin’deki bütün gazlı bezleri toplayıp yanıma almamı söylüyordu. Bir de, saçları artık kesmemi, at hırsızına benzediğimi.
Son dediğinde haksız ve zevksiz olsa da bu tarafım da kendince mantıklıydı aslında. Hayatta kalmaya çalışıyordu ve bunu yaparken sert ya da sevgisiz olmasında sakınca yoktu. Alışmıştık bu tarafla birbirimize ama bu alışkanlık beni yıprattığı gerçeğini de değiştirmiyordu.
Çoğu zaman aklımın bu iki ucu arasında asılı kalmış gibi hissediyordum. Sadece bu gece değil, çoğu gece bu geliyordu başıma. Aklımın iki zıt tarafı kendi arasında bir kavgaya tutuşuyor ve hangi tarafta kalacağıma karar vermek için beni çekiştirip duruyorlardı. Halbuki bir tarafım diğerini kaybetme pahasına kopsa ve bu çekişmeden sıyrılıp kurtulsa rahatlayacaktım. Neyi düşüneceğime ve nasıl davranacağıma, nasıl bir insan olmak istediğime karar verip net bir çizgi çekebilecektim. Bunu şimdi de yapabilirdim pekala, herhangi bir şeylerin kopmasını beklemeden. Fakat bu sefer de diğer tarafıma ihanet etmiş hissetmekten korkuyorum. Bir şeylerin beni bırakmasına o kadar alışmıştım ki, aynısını ben yapmamalıymışım gibi geliyordu, olmazdı.
Kaderim buydu heralde. Yalnız gecelerde mütevazi arabamın tavan desenleriyle garip bir muhabbete dalmak, bu iki tarafın kavgasına kulak kesilmek. Çoğu zaman bu kavgalarına bir katkı sunamamak ve seslerin arasında bir şekilde uykuya dalmayı ummak… Bu gece uykuya dalabildiğim gecelerden olmayacaktı belli ki. Sağa döndüm, sola döndüm. Kafamdaki yastık sıcak gelmeye başladı ve çevirdim. Pozisyonumu beğenmeyip bir kez daha döndüm ve dizimi arabanın tahtasına vurdum. Ağzımdan ani bir küfür döküldü ayak ucumda yatan kediyi kaçıran. Sonra, lambayı devirdim. Kendimi aşağı sarkıtarak lambayı yerden almaya çalışırken kafamı dolaba geçirdim, ve bir küfür daha. Derin bir nefes alarak sabır dilendim geri uzanırken, lambayı da yerde bıraktım. Geri dönen kedinin mırıltıları kafamdaki seslere karışırken, uyuyamayacağımı bildiğim halde gözlerimi sımsıkı kapattım. Bu gece, öyle ya da böyle, bir şekilde geçmeliydi.