[Geçmiş] Cerrah

Kimsenin kontrolünde olmayan ve hiç bir kayıtlı yerleşim yerinin bulunmadığı bölge.
Post Reply
User avatar
Hagane Shinji
Amegakure
Amegakure
Posts: 34
Joined: March 16th, 2025, 10:04 pm
Künye:

[Geçmiş] Cerrah

Post by Hagane Shinji » March 22nd, 2025, 3:54 pm

Off Topic
Geçmişe yönelik, Shinji'nin chuunin döneminde suratının yüzülmesine neden olan olayları anlatan bir dizidir.
Kapıyı araladığımda karşımda duran karanlık, kapüşonlu silüeti bu güne dek hiç sorgulamamıştım. Ame alınbandına sahip herhangi birinin de bu görüntüyü artık garipsediğini düşünmüyorum. Chou Haiki fazlasıyla yoğun olduğu için mesajların bu şekilde iletilmesine alışmıştım. Başımla hafifçe selamlayarak uzattığı parşömeni aldım. Muhtemelen vakit kaybetmeden buraya getirilmişti. Zira soğuk yüzeyin üzerinde içindeki mürekkebin yarattığı ıslaklığı hala hissedebiliyordum. Parşömen chouya ait özel mühür ile mühürlenmişti. Bir görev emri. Muhtemelen sıkıcı olacağını düşündüğüm bugün için bir ödül gibiydi. Uzun zamandır aktif bir dinlenme durumundaydım. Küçük shinobi dünyamız bir çok farklı haberle çalkalanıyordu. Büyük shinobi savaşı kadar komplike durumlar yoktu elbette, ancak Yağmur ülkesi artık her gözün odağındaydı. Topraklarımızda yaşayan insanların diktatörler veya zalimler karşısında baş eğmemesi için savaşıyorduk. Bu aktif dinlenme döneminde boş durmaktan kaçınarak akademideki genç shinobilerle vakit geçirmeye çalışsam da bu resmi bir görevin yerini tutmuyordu haliyle. Daha doğrusu bu kadar çok şey yaşanırken ilerleme hissiyatı yaratmıyordu. Daichou Haiki'nin ardında dururken bu hissiyat ile ona ihanet etmiş gibiydim.

Gözümü kaçırmamla yok olan silüetin yerini yine, her zamanki gibi, siyah beyazlı kedi almıştı. Bir ismi yoktu, bu denli bağlanmanın gereği olmadığını düşünmüştüm. Onun ise tam tersi düşündüğünden eminim. Sabah akşam önüne koyduğum yemek-su, bazen kafasını okşamam dışında bir sevgi göstermememe rağmen her zaman kapımın yanında yatıyordu. Uzun kuleden kovulduğunda ise bu sefer kulenin giriş kapısında. Her zaman dönebileceği ve güvende olacağı bir yer olarak belirlemişti burayı. Ziyanı yoktu. Onu eve alma konusunda dürtülerimi bastırıyordum hep. Duyduğu karşılıksız güvene karşılık ona sıcak bir yatak vermek ikimizi de memnun ederdi muhtemelen. Fakat uzun görev süreçlerinde onunla ilgilenecek birini bulmak zordu. Babamın çalışma saatleri zaten düzensizdi. Kaito? Onun bir kedi ile geçinebileceğini düşünmek absürt bir düşünceydi. Zaten birkaç ay önce jounin olmuştu ve o zamandan beri yüzünü dahi görememiştim. Bir süre görmemek de iyi olurdu aslında. Benden önce terfii almış olmasına gönülden sevinsem de zihnimin bir köşesinde beni gıdıklayan burukluğu atamamıştım. Kaito, bu rütbeyi kesinlikle haketmişti. Benden daha aktifti, daha atılgandı. Yeteneklerimiz arasında bir uçurum olmadığından emindim, sadece fazla çekingendim. Belki Yuki. Onunla senelerdir konuşmamıştım ve birden evimin anahtarını vermek çıkarcı bir hareket olurdu. Kedi için en uygun yer, özgürlüğünü yaşayabileceği dışarısıydı. Belki emekli olunca.

Çıplak ayaklarımla soğuk zeminden kaçarcasına yemek masasının başına geçtim. Masanın üzeri henüz temizlemeyi tamamladığım ekipmanlarla doluydu. Bu, babamdan aldığım bir alışkanlıktı. Serbest zamanlarımı bir sonraki göreve hazır olmak için çabalamakla geçirmemi öğütlerdi. Masada duran hazır ekipmanlar ve yeni görev emri ile birlikte ne kadar haklı olduğunu tekrar anlamıştım. Boş birkaç bardağı tezgaha aldıktan sonra parşömenin üzerindeki mühürü kırdım ve açtım. Direk olarak adıma yazılmıştı. Standart taslak bir metin olduğunu biliyorum, yine de parşömenin en başında kendi ismimi görmek beni moda sokmaya yetmişti. Kısa ancak fazlasıyla açıklayıcı bir özet bulunuyordu. Birkaç ay önce terkedilmiş bölgeye düzenlenen bir görevden bahsediyordu. Bir jounin ve ona atanmış ufak bir birlik terkedilmiş bölgedeki Riaru mevzilenmesini araştırmak için görevlendirilmişti. Bu ekipten ise görev için köyden ayrılmalarından beri haber alınamıyordu.

Ekip mevzilenmeyi araştırmanın yanında medikal gereçlerin bulunduğu bir vagonu yine o civardaki kasabaya bırakmakla görevlendirilmişti. Parşömen bu vagonun bırakılma amacına dair bir bilgi barındırmasa da değerli ekipmanların varlığından ötürü görev ekibinin saldırıya uğramış olma ihtimalinden bahsediliyordu. Gaz lambasının ışığında yazılanları daha net görebilmek için parşömeni biraz kaldırdım. Standart el yazısı her bir harfi aynı ölçülerde yazmıştı. Sadece son cümle, biraz daha aceleyle yazılmış gibiydi. "Göreve önderlik eden jounin Shimizu Kaito olduğu için bu göreve uygun görüldünüz. Amacınız grubun akıbetine dair herhangi bir ipucu edinmek ve geri dönmek. Mevzilenmeye veya vagonun iletilmesine dair herhangi bir araştırma görev tanımınızda bulunmamakta."

Kaito. Onun zıpçıktı hareketlerini bildiğim için mevcut durumu hakkında en ufak bir endişem dahi yoktu. Küçüklüğünden beri kafası sadece saldırmaya, üstünlük kurmaya odaklıydı. Geçen seneler boyunca ona ne zaman saklanılması gerektiğini öğretebildiğimi düşünüyorum. Kaito yaşıyordu. Sadece bulunduğu delikten çıkarmam gerekiyordu. Aylardır onunla görüşmüyorduk. Zaten görüşmek için ek bir çaba da harcamazdık. Basit devriyelerde, yemek yerken, içerken elbet onunla buluşurduk. Bu artık zihinlerimize işlemiş bir refleksti. Aylardır onunla denkleşmiyor olmamı ise az önce okuduklarım açıklıyordu.

Ekipmanlarımı çantama özenle yerleştirdim. Acil durumlarda doğru zamanda doğru ekipmana ulaşabilmek için kendimce bir düzen kurmuştum. Bir kısmı çantamda, bir kısmı ise annemin ölmeden önce benim için hazırladığı üniformamda yerini aldı. Dikkatli baktığımda üniformanın ceket kısmında bir çok yama gözüküyordu. Fakat genel bakışta bu yamalar gerçekten büyük bir ustalıkla yapılmıştı. Annem ölmeden önce onun biriminde çalışan yaşlı bir kadının el emeğiydi bunlar. Yenisini almaktansa üzerine anıların dikilmiş olduğu bu ceketi giymek beni dünyanın her yerinde evimde hissettiriyordu.

Babamdan kalan bir alışkanlıkla parşömeni gaz lambasının içine tuttum ve yaktım. Babama nereye gittiğime dair haber vermeme gerek yoktu. Eminim ki bir istihbarat üyesi olarak zaten benim her adımımı biliyordur. Üzerime geçirdiğim üniforma, ekipman çantam. Çekmeceden son kalan, bayatlamış mamayı alarak evden çıktım. Kedi her zamanki yerindeydi. Onu uyandırabilecek tek ses ise mamanın kapta yarattığı tıkırtılardı. "Birkaç gün yokum." Kedi sanki dediğimi anlamış gibi sırtını kaldırarak sürtündü ve hayattaki en büyük amacı için kabın başına geçti.

İhtiyacım olan gerçekten de birkaç gündü. Kaito'yu ve ekibini bulacak, ardından kaybettiğimiz tüm aylar için onunla arayı kapatacaktım.

Image
► Show Spoiler
User avatar
Hagane Shinji
Amegakure
Amegakure
Posts: 34
Joined: March 16th, 2025, 10:04 pm
Künye:

Re: [Geçmiş] Cerrah

Post by Hagane Shinji » March 29th, 2025, 12:55 am

...

Yağmur altında üçüncü günüm. Ömrüm boyunca tenimi okşayan yağmur damlaları artık sürekli sırtıma isabet eden bıçaklar gibiydi. Cübbem artık daha fazla suyu ememeyecek hale gelmişti, sırılsıklamdı. Yanımda getirdiğim son öğünü de sabah tükettim. Neyse ki su gibi bir sıkıntım yoktu. Tüm kaynaklar parça parça tükenirken elle tutulur bir şeyle karşılaşmadım. Bir izci değildim, bu gerçek yüzüme sert bir şekilde çarpmıştı. Shinobiliğin doğasında yön bulmaya dair bazı dürtüler olduğuna eminim. Yağmur'da bu hissiyat yoktu. Yıkılmış, yakılmış topraklar toprağa gömülenler hariç her birimiz için yabancıydı artık. Diğer yandan istihbarat benim işim olmalıydı. Bazı refleksler, dürtüler babamdan bana aktarılmış olmalıydı. Bilginin beni bulacağını düşünmüştüm fakat savaştan başka bir şeyle karşılaşmamıştım. Yıkılmış kasabalar, sahipsiz mezarlar.

Bulabildiğim yegane çatının altına sığınmıştım. Bir dere yatağına kurulmuş, 7-8 ahşap binadan oluşmuş ufak bir yerdi. Harabe. Gördüğüm en yoğun mezarlığa sahip yaşam alanı da burası olmuştu. Evlerin çoğu terkedilmiş, bütünlüğünü koruyan bir kaç bina kalmıştı. İşe yarar bir şey bulabilme adına sağlam evlerin kapısını itelesem de açılmamıştı. Zorlamadım. Bu evlere girmek, geride bırakılan eşyaların düzenini bozmak yaşayan ve ölülere saygısızlık gibi gelmişti. Olduğum yer ise Yağmur'a saygısızlıktı. İki oda, tek duvarı yıkılmış, içerisi ufak bir gölete dönüşmüş bir evdeydim. İlerlemem gerekiyordu ancak saatlerdir karşımdaki duvarda yer alan çizime dalmıştım. Ölüme alışmıştım, bunu reddetmeyeceğim. Ölenlerle birlikte yitip giden hayaller ise beni hala zorlayan bir durumdu. Eskiden salon olan yerde ileride yakmak için toplanmış birkaç parça odun. Mutfakta hazırlığı yarım kalmış, artık küflü atıklara dönen yemek. Kuruması için duvar asılan kıyafetler. Geçirdiğim saatler bunları kabullenmeme yardımcı olmuştu. Anılar dikilmiş, ölümler normalleşmiş, savaş haklı çıkmıştı. Ölümler birer sayıya dönüşebilirdi. Her bir can için savaşsak da her bir cana karşı da savaşabilirdik.

Karşımdaki görüntü hiç bir anıya dikilemiyordu. Yatağın hemen başında, kirli bir sayfaya çizilmiş ve duvara bir çivi ile sabitlenmiş alınbandı görseli. Üzerine yamukça atılmış dört çizgi. Amegakure. Yatağın hemen yanındaki iskemlenin üzerinde duran ahşaptan oyulmuş kunai. Bu anı, hiçbir senaryoya dikilemiyordu. Normal insanlara göre daha sınırlı bir çevrede yaşıyorduk. Etrafımızda gündelik dertlerine koşturan insanlar da mevcuttu elbette ama çoğunluk, bu odada yaşayan çocuğun hayalini kuran ve bunu yaşayan kişilerdi. Shinobiliği belirli bir aile düsturu olarak belirlemiştik belki de çoğumuz. Peki bu çocuk neyin hayaliyle o alınbandını çizmişti? Efsanevi bir savaşçı olmak? Sevdiklerini korumak veya buradaki fakirliklerinden kurtulmak? Her ne ise hepimizden daha fazla haketmişti shinobi olmayı. İdealler ve siyasi amaçlar için değil hayatla mücadele etmeyi istemişti. Filler tepişti, çimenler ezildi. Şu anda hangi sahipsiz mezardaydı? Onu öldüren daimyo'nun diktatörlüğün destekleyenler miydi yoksa Riaru'nun azgın takipçileri mi? Koluna mavi bandı takan kimi öldürmezdi ki Ame shinobileri? Riaru'yu destekleyenleri masum, suçlu olarak ayırır mıydım? Bilmiyorum. Biz gerçekten tepişmiştik. Kendi adıma konuşmam gerekirse ilk kez neyi ezdiğimi görmek için ayaklarımın altına bakmıştım.

Haiki-sama bunun için vardı. Fillerin artık tepişmemesi için, tepişenin kellesinin alınması için. Adaletin dayak yemiş boynu bükük çocuk olmaktan çıkarmak için.

"Yürü!" Uzaklardan gelen ses sanki yağmur damlaları tarafından kulaklarıma taşınmıştı. Uzun süredir hareketsizdim. Dişlerimin zangırdadığını, tenimin buz kestiğini henüz farkediyordum. Bu sefer ne ben, ne anılar ne de doğrular dikiş tutmamıştı. Oturduğum sandalyeden hafifçe kalktım. Sahipsiz topraklarda herkes sahipsizdi. Ame alınbandı taşıyan birini görsem dahi sadakat sorgulanmadan kimseye güvenemezdim. Sağlam kalan, pencereli duvara yaslandım. Kan akışımı hızlandırmak için birkaç saniyeye ihtiyacım vardı. "Hangi ev dedin? Burası mı?" Bir sorudan ziyade bir tehditti bu. Ardından gelen tene yapışan darbenin sesi. Islak tende basit bir darbe bile fazlasıyla sesli olabiliyordu. "Evet! Evet! Burada, kilere sakladık!" Başımı hafifçe pencereden uzattım. Siyah pançoya sahip iki kişi. Vücutları görüşümü engellese de önlerinde çamura bulanmış, yerlerde sürünen birini daha görüyordum. Ayakları çıplaktı. Umduğum gibi bilgi bana mı gelmişti yoksa sahipsiz topraklardaki onlarca acı olaydan birine mi tanıklık ediyordum? Adam yerde süründükçe pançolulardan biri yeni bir darbeyle adama yön veriyordu. Kapısını denediğim ancak girmeyi saygısızlık gördüğüm terkedilmiş eve. "Tesuri-sama'nın vereceği ödülleri düşün Yara! Neler elde edeceğimizi düşün." Yeni bir darbe. Yerdeki adam çoktan teslim olmasına rağmen sanki ona eziyet etmekten zevk alıyorlardı.

Unutmuştum. Sahipsiz topraklarda saygı ve acıma yoktu. Sahipsiz, terkedilmiş bu bölgede tek gerçek olan kimin hayatta kalacağıydı. Vücudumun ideal ısıya geldiğini hissediyordum. Dişlerim durmuştu, tenimdeki uyuşma hissiyatı gitmişti. Sağ elim. Titremesi durmuyordu.
Image
► Show Spoiler
User avatar
Hagane Shinji
Amegakure
Amegakure
Posts: 34
Joined: March 16th, 2025, 10:04 pm
Künye:

Re: [Geçmiş] Cerrah

Post by Hagane Shinji » July 13th, 2025, 9:54 pm

Başımı pencerenin önüne hafifçe uzatarak ilerleyişlerini izledim. Yerde sürüklenen adamı adımlarıyla takip ediyor, her yetiştirdiklerinde yeni bir darbe ile sağlam olan eve iteliyorlardı. Düşene vurmanın ahlaki bir açıklaması yoktu. Yerde eziyet gören adamın ölümü çoktan kabul ettiğiniyse koklayabiliyordum. Bir umut, belki bir umut o evde neyi bulmayı arzu ediyorlarsa onlara verecekti. Sonrasında ise merhametli bir ölüm dileyecekti. Yağmur topraklarında kaç kişi bu çaresizlikle yüzleşmişti? Taşta, çimende, yaprakta veya kumda insanlar böyle yaşamıyordu. Biz de bunu haketmiyorduk. Ancak günün sonunda shinobi dünyasının bok çukuru olabilmeyi başarmıştık. Topraklarımız kanunsuzlarca terörize ediliyor, farklı köylerin pisliklerini de barındıran bir karanlık bölgeye dönüşüyordu. Sadece Riaru güçleri miydi halkıma zulmeden? Çimenin kaçaklarının bu topraklarda saklandığını kim reddedebilirdi? Taştan kaçanların buradaki fırsatları değerlendirmediğini kim söyleyebilirdi? Yağmur birbirini yerken herkes koparabildiğinin peşine düşmüştü. Kimle savaştığımı bilmek dahi güçtü artık. Adamı yerde döve döve götürenlerin hangi köyün alınbandını taşıdığını tahmin edemiyordum; her ülkeden, köyden, kasabadan olabilirlerdi. Bir shinobi olmalarına dahi gerek yoktu. Halkımızı terkettiğimiz yokluk onları, kendilerini tükettikleri bir açlık oyununa sürüklemiş olabilirdi. Komşu komşunun ekmeğine göz diktiyse Haiki-sama'nın diplomasisi ne işe yarardı ki? Adamı yerde dövenler komşularıysa eğer, Riaru çoktan kazanmış demekti.

Ahşap kapıyı büyük bir güçle kırarak eve girdiklerinde vücudum ihtiyaç duyduğu sıcaklığa ulaşmıştı. Sağ elimin titremesi hafiflerken içimde yükselen tedirginlik hareket etmemi güçleştiriyordu. Saatlerdir izlediğim tahtadan yontulmuş kunaiyi bir avcuma, ekipman çantamdan aldığım kunaiyi ise diğer avcuma yerleştirerek yıkık duvardan dışarı çıktım. Çamurlaşmış zemin her adımımın sesini katlarca şiddetle yayıyordu. Yağmur bana yardım etmek istercesine şiddetini arttırdı. Evin içinden gelen sesler ise bir yağmalamanın işaretleriydi. Kırılan camlar, parçalanan ahşaplar, insan tenine inen darbeler. "Kilerde işte kilerde! Kilerde dedim, bırak!" Kulaklarıma çalınan bu teslimiyet, girmek üzere olduğum savaşa dair hissettiğim tedirginliğe yardımcı olmuyordu. Görevim sadece bilgi toplamaktı. Herhangi bir aksiyona girmememe dair uyarılar da bulunuyordu. Bir masuma yardım etmemeyi de öğütler miydi Haiki-sama? Hayır. Her adımımın peşine 2-3 saniye bekleyerek ilerleyişimi daha 'doğal' hale getirmeye çalıştım. Hem geriye, az önce saklandığım harabeye dönmek istiyor hem de masum adamın sonuna geç kalmamak için hızlanmak istiyordum.

Yağmalama sesleri artarak devam ederken evi çevreleyen ahşap platforma ulaşabilmiştim. Evin kabaca girişinin sağ tarafındaki duvara yaslanarak nefeslenmeye başladım. Sol tarafa, köşeden kafamı uzattığımda evin parçalanmış kapısını görebiliyordum. Hemen sağımda ise binanın ufak bir penceresi bulunuyordu. Pencereden içeriyi gözlemek istesem de çekilmiş perde içerideki manzarayı gizliyordu. Yeni bir tokat, adamın kesilen nefesi. "Sadece tek bir sandık mı lan! Koca vagon geçti buradan, bir sandık mı bıraktılar!" Yeni bir tekme, devam eden yağlama.

Harekete geçmek için çok fazla zamanım olmadığını biliyordum. İstedikleri şeye erişmişlerdi. Üstelik bu onların istedikleri kadar değerli de değildi. Adamın yalvarırcasına istediği merhametli bir ölüm artık çok uzaktaydı. Derin bir nefes verdikten sonra sol elimdeki tahta kunaiyi evin duvarına sertçe vurdum. Ne olduğu belli olan bir sesten ziyade şüphe uyandırmaktı amacım. "Kontrol et, ben biraz daha bakınacağım. Hepsinin bu olmadığına eminim." Kafamı duvara yaslayarak gözlerimi kapattım ve gelen ayak seslerini dinlemeye başladım. Ayak sesleri evin diğer ucundan başlayarak benim olduğum hizaya kadar hızlıca ulaştı. Ardından yağmurdan ıslanmış verandaya ulaştığında sağ elimdeki kunaiyi hiç olmadığı kadar sıkıca kavradım. Birkaç saniye sonra adam saklandığım köşeyi dönecek ve geri dönüşü olmayan savaşı başlatacaktı.

Şüphe dolu sesler bulunduğum konuma yaklaştıkça sağ elimi kafa hizama getirerek bir akrebin dikenini hazırladığı gibi kunaimi hazırladım. Gözlerim köşeyi dönecek olan adamı süzmek için hazırdı. Çılgınca yağan yağmur manzarası önce genişçe bir omuzla engellendi. Benim için yıllar süren saliselerde bakışlarım alınbandına kaymak için çabalıyordu. Gerek kalmamıştı. Adamın omzunda yer alan mavi kumaş parçası tüm denklemi çözmeme yeterliydi. İçinden kurtulduğum o donuk an ise bakışlarımızın kesişmesi ile sona erdi. İkimizin de fal taşı gibi açılan gözleri kaslarımın tüm kontrolünü kaybetmemle sonuçlandı. Hazırladığım kunai benden bağımsız bir hareketle adamın boğazını delip geçti. Nefes borusuna dolan kan ile çıkan boğulma seslerini, koca adamı kendi vücudumun üzerine yığarak bastırmayı denedim. Boşalan kan cübbemin ve üniformamın içinden vücuduma doğru akarak iğrenç bir sıcaklık yaşatıyordu bana. Öldürmem gereken birinin canını, kendime ait olmayan bir refleks ile almıştım. Aceleci davranmıştım. Vagondan bahsediyorlardı. Günün sonunda yağmur yüzüme gülmüştü belki de. İhtiyacım olan istihbarat bana gelmişti.

Image
► Show Spoiler
Post Reply

Return to “Terkedilmiş Bölge”