[Geçmiş] Cerrah

Kimsenin kontrolünde olmayan ve hiç bir kayıtlı yerleşim yerinin bulunmadığı bölge.
Post Reply
User avatar
Hagane Shinji
Amegakure
Amegakure
Posts: 23
Joined: March 16th, 2025, 10:04 pm
Künye:

[Geçmiş] Cerrah

Post by Hagane Shinji » March 22nd, 2025, 3:54 pm

Off Topic
Geçmişe yönelik, Shinji'nin chuunin döneminde suratının yüzülmesine neden olan olayları anlatan bir dizidir.
Kapıyı araladığımda karşımda duran karanlık, kapüşonlu silüeti bu güne dek hiç sorgulamamıştım. Ame alınbandına sahip herhangi birinin de bu görüntüyü artık garipsediğini düşünmüyorum. Chou Haiki fazlasıyla yoğun olduğu için mesajların bu şekilde iletilmesine alışmıştım. Başımla hafifçe selamlayarak uzattığı parşömeni aldım. Muhtemelen vakit kaybetmeden buraya getirilmişti. Zira soğuk yüzeyin üzerinde içindeki mürekkebin yarattığı ıslaklığı hala hissedebiliyordum. Parşömen chouya ait özel mühür ile mühürlenmişti. Bir görev emri. Muhtemelen sıkıcı olacağını düşündüğüm bugün için bir ödül gibiydi. Uzun zamandır aktif bir dinlenme durumundaydım. Küçük shinobi dünyamız bir çok farklı haberle çalkalanıyordu. Büyük shinobi savaşı kadar komplike durumlar yoktu elbette, ancak Yağmur ülkesi artık her gözün odağındaydı. Topraklarımızda yaşayan insanların diktatörler veya zalimler karşısında baş eğmemesi için savaşıyorduk. Bu aktif dinlenme döneminde boş durmaktan kaçınarak akademideki genç shinobilerle vakit geçirmeye çalışsam da bu resmi bir görevin yerini tutmuyordu haliyle. Daha doğrusu bu kadar çok şey yaşanırken ilerleme hissiyatı yaratmıyordu. Daichou Haiki'nin ardında dururken bu hissiyat ile ona ihanet etmiş gibiydim.

Gözümü kaçırmamla yok olan silüetin yerini yine, her zamanki gibi, siyah beyazlı kedi almıştı. Bir ismi yoktu, bu denli bağlanmanın gereği olmadığını düşünmüştüm. Onun ise tam tersi düşündüğünden eminim. Sabah akşam önüne koyduğum yemek-su, bazen kafasını okşamam dışında bir sevgi göstermememe rağmen her zaman kapımın yanında yatıyordu. Uzun kuleden kovulduğunda ise bu sefer kulenin giriş kapısında. Her zaman dönebileceği ve güvende olacağı bir yer olarak belirlemişti burayı. Ziyanı yoktu. Onu eve alma konusunda dürtülerimi bastırıyordum hep. Duyduğu karşılıksız güvene karşılık ona sıcak bir yatak vermek ikimizi de memnun ederdi muhtemelen. Fakat uzun görev süreçlerinde onunla ilgilenecek birini bulmak zordu. Babamın çalışma saatleri zaten düzensizdi. Kaito? Onun bir kedi ile geçinebileceğini düşünmek absürt bir düşünceydi. Zaten birkaç ay önce jounin olmuştu ve o zamandan beri yüzünü dahi görememiştim. Bir süre görmemek de iyi olurdu aslında. Benden önce terfii almış olmasına gönülden sevinsem de zihnimin bir köşesinde beni gıdıklayan burukluğu atamamıştım. Kaito, bu rütbeyi kesinlikle haketmişti. Benden daha aktifti, daha atılgandı. Yeteneklerimiz arasında bir uçurum olmadığından emindim, sadece fazla çekingendim. Belki Yuki. Onunla senelerdir konuşmamıştım ve birden evimin anahtarını vermek çıkarcı bir hareket olurdu. Kedi için en uygun yer, özgürlüğünü yaşayabileceği dışarısıydı. Belki emekli olunca.

Çıplak ayaklarımla soğuk zeminden kaçarcasına yemek masasının başına geçtim. Masanın üzeri henüz temizlemeyi tamamladığım ekipmanlarla doluydu. Bu, babamdan aldığım bir alışkanlıktı. Serbest zamanlarımı bir sonraki göreve hazır olmak için çabalamakla geçirmemi öğütlerdi. Masada duran hazır ekipmanlar ve yeni görev emri ile birlikte ne kadar haklı olduğunu tekrar anlamıştım. Boş birkaç bardağı tezgaha aldıktan sonra parşömenin üzerindeki mühürü kırdım ve açtım. Direk olarak adıma yazılmıştı. Standart taslak bir metin olduğunu biliyorum, yine de parşömenin en başında kendi ismimi görmek beni moda sokmaya yetmişti. Kısa ancak fazlasıyla açıklayıcı bir özet bulunuyordu. Birkaç ay önce terkedilmiş bölgeye düzenlenen bir görevden bahsediyordu. Bir jounin ve ona atanmış ufak bir birlik terkedilmiş bölgedeki Riaru mevzilenmesini araştırmak için görevlendirilmişti. Bu ekipten ise görev için köyden ayrılmalarından beri haber alınamıyordu.

Ekip mevzilenmeyi araştırmanın yanında medikal gereçlerin bulunduğu bir vagonu yine o civardaki kasabaya bırakmakla görevlendirilmişti. Parşömen bu vagonun bırakılma amacına dair bir bilgi barındırmasa da değerli ekipmanların varlığından ötürü görev ekibinin saldırıya uğramış olma ihtimalinden bahsediliyordu. Gaz lambasının ışığında yazılanları daha net görebilmek için parşömeni biraz kaldırdım. Standart el yazısı her bir harfi aynı ölçülerde yazmıştı. Sadece son cümle, biraz daha aceleyle yazılmış gibiydi. "Göreve önderlik eden jounin Shimizu Kaito olduğu için bu göreve uygun görüldünüz. Amacınız grubun akıbetine dair herhangi bir ipucu edinmek ve geri dönmek. Mevzilenmeye veya vagonun iletilmesine dair herhangi bir araştırma görev tanımınızda bulunmamakta."

Kaito. Onun zıpçıktı hareketlerini bildiğim için mevcut durumu hakkında en ufak bir endişem dahi yoktu. Küçüklüğünden beri kafası sadece saldırmaya, üstünlük kurmaya odaklıydı. Geçen seneler boyunca ona ne zaman saklanılması gerektiğini öğretebildiğimi düşünüyorum. Kaito yaşıyordu. Sadece bulunduğu delikten çıkarmam gerekiyordu. Aylardır onunla görüşmüyorduk. Zaten görüşmek için ek bir çaba da harcamazdık. Basit devriyelerde, yemek yerken, içerken elbet onunla buluşurduk. Bu artık zihinlerimize işlemiş bir refleksti. Aylardır onunla denkleşmiyor olmamı ise az önce okuduklarım açıklıyordu.

Ekipmanlarımı çantama özenle yerleştirdim. Acil durumlarda doğru zamanda doğru ekipmana ulaşabilmek için kendimce bir düzen kurmuştum. Bir kısmı çantamda, bir kısmı ise annemin ölmeden önce benim için hazırladığı üniformamda yerini aldı. Dikkatli baktığımda üniformanın ceket kısmında bir çok yama gözüküyordu. Fakat genel bakışta bu yamalar gerçekten büyük bir ustalıkla yapılmıştı. Annem ölmeden önce onun biriminde çalışan yaşlı bir kadının el emeğiydi bunlar. Yenisini almaktansa üzerine anıların dikilmiş olduğu bu ceketi giymek beni dünyanın her yerinde evimde hissettiriyordu.

Babamdan kalan bir alışkanlıkla parşömeni gaz lambasının içine tuttum ve yaktım. Babama nereye gittiğime dair haber vermeme gerek yoktu. Eminim ki bir istihbarat üyesi olarak zaten benim her adımımı biliyordur. Üzerime geçirdiğim üniforma, ekipman çantam. Çekmeceden son kalan, bayatlamış mamayı alarak evden çıktım. Kedi her zamanki yerindeydi. Onu uyandırabilecek tek ses ise mamanın kapta yarattığı tıkırtılardı. "Birkaç gün yokum." Kedi sanki dediğimi anlamış gibi sırtını kaldırarak sürtündü ve hayattaki en büyük amacı için kabın başına geçti.

İhtiyacım olan gerçekten de birkaç gündü. Kaito'yu ve ekibini bulacak, ardından kaybettiğimiz tüm aylar için onunla arayı kapatacaktım.

Image
► Show Spoiler
User avatar
Hagane Shinji
Amegakure
Amegakure
Posts: 23
Joined: March 16th, 2025, 10:04 pm
Künye:

Re: [Geçmiş] Cerrah

Post by Hagane Shinji » March 29th, 2025, 12:55 am

...

Yağmur altında üçüncü günüm. Ömrüm boyunca tenimi okşayan yağmur damlaları artık sürekli sırtıma isabet eden bıçaklar gibiydi. Cübbem artık daha fazla suyu ememeyecek hale gelmişti, sırılsıklamdı. Yanımda getirdiğim son öğünü de sabah tükettim. Neyse ki su gibi bir sıkıntım yoktu. Tüm kaynaklar parça parça tükenirken elle tutulur bir şeyle karşılaşmadım. Bir izci değildim, bu gerçek yüzüme sert bir şekilde çarpmıştı. Shinobiliğin doğasında yön bulmaya dair bazı dürtüler olduğuna eminim. Yağmur'da bu hissiyat yoktu. Yıkılmış, yakılmış topraklar toprağa gömülenler hariç her birimiz için yabancıydı artık. Diğer yandan istihbarat benim işim olmalıydı. Bazı refleksler, dürtüler babamdan bana aktarılmış olmalıydı. Bilginin beni bulacağını düşünmüştüm fakat savaştan başka bir şeyle karşılaşmamıştım. Yıkılmış kasabalar, sahipsiz mezarlar.

Bulabildiğim yegane çatının altına sığınmıştım. Bir dere yatağına kurulmuş, 7-8 ahşap binadan oluşmuş ufak bir yerdi. Harabe. Gördüğüm en yoğun mezarlığa sahip yaşam alanı da burası olmuştu. Evlerin çoğu terkedilmiş, bütünlüğünü koruyan bir kaç bina kalmıştı. İşe yarar bir şey bulabilme adına sağlam evlerin kapısını itelesem de açılmamıştı. Zorlamadım. Bu evlere girmek, geride bırakılan eşyaların düzenini bozmak yaşayan ve ölülere saygısızlık gibi gelmişti. Olduğum yer ise Yağmur'a saygısızlıktı. İki oda, tek duvarı yıkılmış, içerisi ufak bir gölete dönüşmüş bir evdeydim. İlerlemem gerekiyordu ancak saatlerdir karşımdaki duvarda yer alan çizime dalmıştım. Ölüme alışmıştım, bunu reddetmeyeceğim. Ölenlerle birlikte yitip giden hayaller ise beni hala zorlayan bir durumdu. Eskiden salon olan yerde ileride yakmak için toplanmış birkaç parça odun. Mutfakta hazırlığı yarım kalmış, artık küflü atıklara dönen yemek. Kuruması için duvar asılan kıyafetler. Geçirdiğim saatler bunları kabullenmeme yardımcı olmuştu. Anılar dikilmiş, ölümler normalleşmiş, savaş haklı çıkmıştı. Ölümler birer sayıya dönüşebilirdi. Her bir can için savaşsak da her bir cana karşı da savaşabilirdik.

Karşımdaki görüntü hiç bir anıya dikilemiyordu. Yatağın hemen başında, kirli bir sayfaya çizilmiş ve duvara bir çivi ile sabitlenmiş alınbandı görseli. Üzerine yamukça atılmış dört çizgi. Amegakure. Yatağın hemen yanındaki iskemlenin üzerinde duran ahşaptan oyulmuş kunai. Bu anı, hiçbir senaryoya dikilemiyordu. Normal insanlara göre daha sınırlı bir çevrede yaşıyorduk. Etrafımızda gündelik dertlerine koşturan insanlar da mevcuttu elbette ama çoğunluk, bu odada yaşayan çocuğun hayalini kuran ve bunu yaşayan kişilerdi. Shinobiliği belirli bir aile düsturu olarak belirlemiştik belki de çoğumuz. Peki bu çocuk neyin hayaliyle o alınbandını çizmişti? Efsanevi bir savaşçı olmak? Sevdiklerini korumak veya buradaki fakirliklerinden kurtulmak? Her ne ise hepimizden daha fazla haketmişti shinobi olmayı. İdealler ve siyasi amaçlar için değil hayatla mücadele etmeyi istemişti. Filler tepişti, çimenler ezildi. Şu anda hangi sahipsiz mezardaydı? Onu öldüren daimyo'nun diktatörlüğün destekleyenler miydi yoksa Riaru'nun azgın takipçileri mi? Koluna mavi bandı takan kimi öldürmezdi ki Ame shinobileri? Riaru'yu destekleyenleri masum, suçlu olarak ayırır mıydım? Bilmiyorum. Biz gerçekten tepişmiştik. Kendi adıma konuşmam gerekirse ilk kez neyi ezdiğimi görmek için ayaklarımın altına bakmıştım.

Haiki-sama bunun için vardı. Fillerin artık tepişmemesi için, tepişenin kellesinin alınması için. Adaletin dayak yemiş boynu bükük çocuk olmaktan çıkarmak için.

"Yürü!" Uzaklardan gelen ses sanki yağmur damlaları tarafından kulaklarıma taşınmıştı. Uzun süredir hareketsizdim. Dişlerimin zangırdadığını, tenimin buz kestiğini henüz farkediyordum. Bu sefer ne ben, ne anılar ne de doğrular dikiş tutmamıştı. Oturduğum sandalyeden hafifçe kalktım. Sahipsiz topraklarda herkes sahipsizdi. Ame alınbandı taşıyan birini görsem dahi sadakat sorgulanmadan kimseye güvenemezdim. Sağlam kalan, pencereli duvara yaslandım. Kan akışımı hızlandırmak için birkaç saniyeye ihtiyacım vardı. "Hangi ev dedin? Burası mı?" Bir sorudan ziyade bir tehditti bu. Ardından gelen tene yapışan darbenin sesi. Islak tende basit bir darbe bile fazlasıyla sesli olabiliyordu. "Evet! Evet! Burada, kilere sakladık!" Başımı hafifçe pencereden uzattım. Siyah pançoya sahip iki kişi. Vücutları görüşümü engellese de önlerinde çamura bulanmış, yerlerde sürünen birini daha görüyordum. Ayakları çıplaktı. Umduğum gibi bilgi bana mı gelmişti yoksa sahipsiz topraklardaki onlarca acı olaydan birine mi tanıklık ediyordum? Adam yerde süründükçe pançolulardan biri yeni bir darbeyle adama yön veriyordu. Kapısını denediğim ancak girmeyi saygısızlık gördüğüm terkedilmiş eve. "Tesuri-sama'nın vereceği ödülleri düşün Yara! Neler elde edeceğimizi düşün." Yeni bir darbe. Yerdeki adam çoktan teslim olmasına rağmen sanki ona eziyet etmekten zevk alıyorlardı.

Unutmuştum. Sahipsiz topraklarda saygı ve acıma yoktu. Sahipsiz, terkedilmiş bu bölgede tek gerçek olan kimin hayatta kalacağıydı. Vücudumun ideal ısıya geldiğini hissediyordum. Dişlerim durmuştu, tenimdeki uyuşma hissiyatı gitmişti. Sağ elim. Titremesi durmuyordu.
Image
► Show Spoiler
Post Reply

Return to “Terkedilmiş Bölge”