Cehennemden Bir Gece
Posted: April 18th, 2025, 9:24 pm
Toprağın ağırlığı her nefes alışverişimde sırtımı biraz daha sıkıştırırken kaburgalarımın da teker teker çatladıklarını hissedebiliyordum. Ortama dolan toz bulutu genzime doluyor, her bir zerre bu müşkül durumumu daha da zor bir hale getirmek için özel bir çaba sarf ediyordu. Patlamanın yankısı hala kulaklarımdaydı, çevremdekilerin bağırtıları ise bu çınlamaya karışıyordu. Yarı bulanık görüşüme takılan ise bir el vardı karşımdaki toprak yığınının altında. Parmakları hafif hafif seyiriyor, yaşam her geçen saniye biraz daha çekiliyordu teninden. İşaret parmağında Nariko’ya ait olan nergis şeklindeki yüzüğü görmemle kaburgalarımın zaten zorladığı kalp atışlarım biraz daha sızılı bir hale dönüştü. Çok değil, 2-3 saat önce kendi aramızda laflarken bu yüzüğü Kusagakure’de bıraktığı sevgilisinin hediye ettiğini, bazı milletlerde bunun bir evlilik teklifi anlamına geldiğini, belki de gerçekten onunla yaşamaya başlamasının iyi bir fikir olabileceğini anlatıyordu. Sevdiğini sürekli hatırlatacak bir parça taşımanın ne kadar güzel bir his olduğunu düşünüyordum ben de, dalgın dalgın etrafıma bakıp anlattığı şeyler ilgimi çekmiyormuş gibi davranırken.
Vücudumda dolaşan chakraya zor da olsa odaklanıp kollarıma ve bacaklarıma güç verdim. Toprak yığıntısı beni bırakmamaya yemin etmiş olacaktı ki, altından sürünüp çıkana kadar epey bir çırpınıp çabalamam gerekti. Birkaç dakika süren ancak saatler gibi hissettiren bu gayretimin sonunda ise her bir noktası sızlayan derbeden vücudumu dinleyemeden Nariko’ya emeklemek zorunda kaldım. Bir bekleyeni varken, hayır, bir bekleyeni olmasa bile onu burada bırakamaz, bütün tanrıların unuttuğu bu lanet mağarada ölmesine, unutulmasına izin veremezdim. Önce irili ufaklı taş yığınlarını öteledim beceriksizce. Tırnaklarımı toprağa geçirerek var gücümle itelemeye, kızın nefes alabileceği bir boşluk yaratmaya çalıştım. Bu sırada on on beş metre ötemde çökmüş tahkimat kirişlerinin ardından Shun inatla ismimi sayıklıyor, kızın toprak altından gelen basık seslerini duymamı engelliyordu. “Ne var? NE?!” diye başımı kaldırıp çığlık attım adama doğru. Parmak uçlarımın yanmasına, bacaklarımdaki hissizliğe bir de boğazımdaki kanlı ve testeremsi his katılmıştı şimdi. Sinir seviyemin hızla yükselmeye ve bütün kanın beynime doğru ilerlemeye başladığını hissettim. Shun, iyi sayılırdı. Bilinci açıktı, oturabiliyordu. Bacağı iğrenç bir biçimde katlanmış ve kaval kemiği dışarı çıkmıştı. Saniyelerin önemini fark etse, Nariko’dan daha iyi bir durumda olduğunu anlayıp sabredebilse, birkaç saniyede halledebileceğim bir durumdaydı yani. Fakat çenesi kapanmıyor, sürekli bana sesleniyor, cevap vermediğimde ise tepkisiz kalamayacağımı bildiği için “Kitamura!” diye bağırıp duruyordu. “Nariko’yu çıkarmam lazım. Bekle biraz!” diye seslendikten sonra gözlerimi devirip toprağı eşeleme çabama devam ettim. Shun’un söylenmeleri ise “Ama, bir dinlesen…” şeklindeki ufak mırıltılarla sonlandı.
Gittikçe zayıflamaya başlayan kol kaslarıma içimden ettiğim küfürler eşliğinde Nariko’nun bedenini toprak altından çıkardım. Chakramı bir an önce yoğurma isteğimi bastırarak seri hareketlerle kızı muayene etmeye, problemlerin en önemlilerini tespit etmeye başladım. Kafatasının sol arka tarafında kötü bir şişlik vardı, bilinci gidip geliyor, anlamsız sesler çıkarıyordu. Ağzına doluşmuş toprağı parmağımla çıkarıp, kafasını yana çevirdim. Birkaç saniye sonra bu anlamsız mırıldanışları “Anne…"ye dönüştü, sonra da gözleri tamamen kapandı. Hızlı hızlı nefes alıp veriyor fakat sol göğsü kalkmıyordu. Toprak yığını muhtemelen akciğerinin sönmesine sebep olmuştu ve ellerindeki morluklara bakılırsa oksijen seviyesi de epey düşmeye başlamıştı. Sabrıma daha fazla devam edemeyerek ellerimi göğsünde birleştirip chakrama yoğunlaştım. Yeşil ışık salındıkça nefes alışverişleri daha da dolgunlaşıyor, ben ise hayatın bir miktar daha parmaklarımdan çekildiğini hissediyordum. Garipti, daha önce de yaralı bir şekilde insanları iyileştirdiğim olmuştu ama böyle müşkül bir hale bu kadar çabuk düşmemiştim. Chakramı uzun süre kullandıktan sonra bunu yaptığım anlarda bile böyle bir yorgunluk bastırmamıştı fakat şimdi ruhum gitgide daha da siliniyor, chakramı bir türlü istediğim gibi yoğuramıyordum. Nariko ise ona verebileceğim şifanın bir damlasını bile heba etmemeye karar vermiş olacaktı ki benim bu zayıf performansıma rağmen her geçen saniye daha da iyi bir tepki veriyor, daha düzenli bir şekilde nefes alıp veriyordu. Bir noktada gözlerini bile geri açtı. Toz toprağın kuruttuğu sesiyle “Teşekkür ederim.” diye fısıldayarak, geri bayıldı.
Kafamı göğsüne yaslayarak ciğerlerinden gelen sesleri dinledim. İki taraf da artık eşit havalanıyordu. Kalp atışları ise düzenli, uyuyan birine uygun bir hızda atıyor ve herhangi bir baskıya maruz kalmıyormuş gibi sesler çıkarıyordu. Kafasındaki şişliğe yapabileceğim ekstra bir şey yoktu, az önce uyguladığım Shousen, herhangi bir hasar vardıysa oraya da etki edecekti zaten. Geriye yapmam gereken tek şey dizlerimin etrafına göllenmeye başlayan kanın kaynağını bulup, kızın durumu tekrar kötüleşmeden orayı da kapatmaktı. Derin bir nefes aldım. Kararmaya başlayan odağımı geri kazanmak için kaşlarımı çatarak alnımın ortasını ovalamam gerekti ama bu bir işe yaramadı. Gözlerimin önünde adeta karıncalar geziyor, kulaklarımda beynimi patlatacak şiddette bir uğultu kopuyordu. Sanırım patlamanın etkisi ve üstüme o kadar şeyin yığılması beni cidden tüketmişti. Devam etmeden önce bir chakra hapı almaya karar verip elimi belimdeki çantama doğru uzattım. Fakat yolda çarptığım sert cisim ve vücuduma yayılan şiddetli acıyla o an fark ettim ki kanamanın kaynağı kızdaki herhangi bir yara değildi. Karnımın sağ tarafında, muhtemelen böbreğimden geçmekte olan büyükçe bir demir çubuk saplı olduğu yerden bana bakmaktaydı.
Vücudumda dolaşan chakraya zor da olsa odaklanıp kollarıma ve bacaklarıma güç verdim. Toprak yığıntısı beni bırakmamaya yemin etmiş olacaktı ki, altından sürünüp çıkana kadar epey bir çırpınıp çabalamam gerekti. Birkaç dakika süren ancak saatler gibi hissettiren bu gayretimin sonunda ise her bir noktası sızlayan derbeden vücudumu dinleyemeden Nariko’ya emeklemek zorunda kaldım. Bir bekleyeni varken, hayır, bir bekleyeni olmasa bile onu burada bırakamaz, bütün tanrıların unuttuğu bu lanet mağarada ölmesine, unutulmasına izin veremezdim. Önce irili ufaklı taş yığınlarını öteledim beceriksizce. Tırnaklarımı toprağa geçirerek var gücümle itelemeye, kızın nefes alabileceği bir boşluk yaratmaya çalıştım. Bu sırada on on beş metre ötemde çökmüş tahkimat kirişlerinin ardından Shun inatla ismimi sayıklıyor, kızın toprak altından gelen basık seslerini duymamı engelliyordu. “Ne var? NE?!” diye başımı kaldırıp çığlık attım adama doğru. Parmak uçlarımın yanmasına, bacaklarımdaki hissizliğe bir de boğazımdaki kanlı ve testeremsi his katılmıştı şimdi. Sinir seviyemin hızla yükselmeye ve bütün kanın beynime doğru ilerlemeye başladığını hissettim. Shun, iyi sayılırdı. Bilinci açıktı, oturabiliyordu. Bacağı iğrenç bir biçimde katlanmış ve kaval kemiği dışarı çıkmıştı. Saniyelerin önemini fark etse, Nariko’dan daha iyi bir durumda olduğunu anlayıp sabredebilse, birkaç saniyede halledebileceğim bir durumdaydı yani. Fakat çenesi kapanmıyor, sürekli bana sesleniyor, cevap vermediğimde ise tepkisiz kalamayacağımı bildiği için “Kitamura!” diye bağırıp duruyordu. “Nariko’yu çıkarmam lazım. Bekle biraz!” diye seslendikten sonra gözlerimi devirip toprağı eşeleme çabama devam ettim. Shun’un söylenmeleri ise “Ama, bir dinlesen…” şeklindeki ufak mırıltılarla sonlandı.
Gittikçe zayıflamaya başlayan kol kaslarıma içimden ettiğim küfürler eşliğinde Nariko’nun bedenini toprak altından çıkardım. Chakramı bir an önce yoğurma isteğimi bastırarak seri hareketlerle kızı muayene etmeye, problemlerin en önemlilerini tespit etmeye başladım. Kafatasının sol arka tarafında kötü bir şişlik vardı, bilinci gidip geliyor, anlamsız sesler çıkarıyordu. Ağzına doluşmuş toprağı parmağımla çıkarıp, kafasını yana çevirdim. Birkaç saniye sonra bu anlamsız mırıldanışları “Anne…"ye dönüştü, sonra da gözleri tamamen kapandı. Hızlı hızlı nefes alıp veriyor fakat sol göğsü kalkmıyordu. Toprak yığını muhtemelen akciğerinin sönmesine sebep olmuştu ve ellerindeki morluklara bakılırsa oksijen seviyesi de epey düşmeye başlamıştı. Sabrıma daha fazla devam edemeyerek ellerimi göğsünde birleştirip chakrama yoğunlaştım. Yeşil ışık salındıkça nefes alışverişleri daha da dolgunlaşıyor, ben ise hayatın bir miktar daha parmaklarımdan çekildiğini hissediyordum. Garipti, daha önce de yaralı bir şekilde insanları iyileştirdiğim olmuştu ama böyle müşkül bir hale bu kadar çabuk düşmemiştim. Chakramı uzun süre kullandıktan sonra bunu yaptığım anlarda bile böyle bir yorgunluk bastırmamıştı fakat şimdi ruhum gitgide daha da siliniyor, chakramı bir türlü istediğim gibi yoğuramıyordum. Nariko ise ona verebileceğim şifanın bir damlasını bile heba etmemeye karar vermiş olacaktı ki benim bu zayıf performansıma rağmen her geçen saniye daha da iyi bir tepki veriyor, daha düzenli bir şekilde nefes alıp veriyordu. Bir noktada gözlerini bile geri açtı. Toz toprağın kuruttuğu sesiyle “Teşekkür ederim.” diye fısıldayarak, geri bayıldı.
Kafamı göğsüne yaslayarak ciğerlerinden gelen sesleri dinledim. İki taraf da artık eşit havalanıyordu. Kalp atışları ise düzenli, uyuyan birine uygun bir hızda atıyor ve herhangi bir baskıya maruz kalmıyormuş gibi sesler çıkarıyordu. Kafasındaki şişliğe yapabileceğim ekstra bir şey yoktu, az önce uyguladığım Shousen, herhangi bir hasar vardıysa oraya da etki edecekti zaten. Geriye yapmam gereken tek şey dizlerimin etrafına göllenmeye başlayan kanın kaynağını bulup, kızın durumu tekrar kötüleşmeden orayı da kapatmaktı. Derin bir nefes aldım. Kararmaya başlayan odağımı geri kazanmak için kaşlarımı çatarak alnımın ortasını ovalamam gerekti ama bu bir işe yaramadı. Gözlerimin önünde adeta karıncalar geziyor, kulaklarımda beynimi patlatacak şiddette bir uğultu kopuyordu. Sanırım patlamanın etkisi ve üstüme o kadar şeyin yığılması beni cidden tüketmişti. Devam etmeden önce bir chakra hapı almaya karar verip elimi belimdeki çantama doğru uzattım. Fakat yolda çarptığım sert cisim ve vücuduma yayılan şiddetli acıyla o an fark ettim ki kanamanın kaynağı kızdaki herhangi bir yara değildi. Karnımın sağ tarafında, muhtemelen böbreğimden geçmekte olan büyükçe bir demir çubuk saplı olduğu yerden bana bakmaktaydı.