Post
by Komaeda Togami » October 27th, 2018, 3:27 am
Söz öldürülen -öldürdüğüm- demirciden açıldığında, kızın suratında rahatsız bir ifade oluşmuştu. Pek çok duyguyu seçebiliyordum aynı anda; kızgınlık, korku, üzüntü, huzursuzluk. Sözkonusu duygulara ait yüz ifadelerinin birbirleri arasında geçişleri o kadar yumuşaktı ki, hangisinin baskın olduğunu anlamak oldukça zordu. Ancak bir şekilde, bu karmaşık ve yoğun duygu selinin yalnızca demirciyle alakalı olmadığını farkedebilmiştim. Karşımda oturan genç kızın ruh hali kasabanın içine düştüğü karanlık ve bilinmezlikten kaynaklanıyordu. Ancak tüm bu hislerine rağmen ince nüanslar olarak farkedebildiğim mimikleri, bazı göz ve kaş hareketleri bu konuları konuşmaya ihtiyacı olduğunu hissettirmişti bana. Bir şekilde içini dökmek, fazlalıklardan kurtulmak istiyor gibi bir hali vardı. İlginç olan şuydu ki, kızı dinlemek istediğimi farketmiştim. Garip, tarif edemediğim bir his oluşmaya başlamıştı içimde. Daha yeni yeni kendimi kurtarmaya çalışıyor olduğum dinginlik haline geri çekiliyordum istemsizce. Onu dinlemek, onunla konuşmak, onu yatıştırıp her şeyin düzeleceğini söylemek istiyordum. Bakışlarım odağını kaybetmeye başlamıştı yeniden; kızı izlemeye başlamıştım. Nefes alırken hafifçe titreşen vücudu; yukatasından yukarı doğru uzanan beyaz, narin boyun hatları; yüzündeki ifadeyle birlikte değişen mimikleri...
Gözlerimi kapattım ve sağ elimi baş hizama getirerek bir şeyler düşünüyormuş gibi sertçe alnıma sürttüm. Neler olduğunu anlayamıyordum. Ne zaman kendimi toplamaya çalışsam, dikkatimi dağıtmak için birkaç minik şey bile yeterli oluyordu. Ancak asıl sorun şuydu, bunu yalnızca kendi olası zaaflarıma bağlamakta güçlük çekiyordum. Evet, elbette çok uzun süredir içinde bulunduğum yalnızlık sebebiyle böyle ‘sıcak’ bir ortamda bir takım gelgitler yaşamam olasıydı. Ama kontrolü kaybetmeye başladığım anda iradem devreye girer, işime odaklanmam için beni uyarırdı. Bunun pek çok örneğine şahit olmuştum bu süreçte. Şuan ise, irademin yalnızca benden kaynaklı değil; dış bir etmen tarafından etkilendiğini sezinliyordum. Öyle miydi gerçekten? Yoksa beklediğimden, bildiğimden daha mı zayıftım aslında? Emin değildim, ancak buna bir çözüm getirmek için deneyebileceğim bir şey vardı. Yalnızca doğru anı kollamam gerekiyordu, biraz daha idare etmeliydim yalnızca. Elimi alnımdan çekip hiçbir şey olmamış gibi yeniden yüzüne odaklandım Chiyo’nun. Ancak bu kez, bakışlarımı sabitleme konusunda ekstra çaba sarfediyordum. Dikkatimi dağıtacak olası ayrıntılardan kaçınmamın en iyi yolu, toplu bir görsele sahip olmaktan geçiyordu şuan için.
Bu sırada, konuşmaya kız girmişti. Sakinliğin asıl kaynağının Satou olduğundan bahsediyordu. O kadarını tahmin edebilmiştim aslında. El işlemecisi bizzat kendisi ağzından kaçırmıştı bir şeyleri. ‘Benim hatam’ demişti, ancak insanları ikna etmeye çalıştığım yönün aksine objektif düşündüğüm zaman Satou’nun yaptığı bir hata gibi görünmüyordu. Gerçi olaya yalnızca yüzeysel olarak hakimdim, bana anlatılan şey Satou’nun bir çeteyle anlaştığı ve kasabaya koruma sağladığıydı. Ancak işin iç yüzünde neler olduğuna dair fikir bile yürütmekten acizdim. Yapbozun bu kısmında çok fazla eksik parçam vardı. Ve o parçaları bulmak şuana kadar yaptığım her şeyden daha zor görünüyordu gözümde. Özellikle de bu tuhaf ruh hali içerisindeyken. Kız sözlerini sürdürürken, bahsettiği her şey birer imge gibi zihnimde canlanmıştı. Sözsel iletişimden daha farklı gibiydi bu, söylediklerini tam anlamıyla beynime yerleştirmeyi başarıyordu bir şekilde. Dahası, temas edeceği noktaları bilinçli ya da bilinçsiz o kadar iyi seçiyordu ki; kelimeleri hareketleriyle birleşince beni en derin yerimden yakalamayı başarıyordu. Birkaç dakika önce de farketmiştim aynı şeyi aslında. Chiyo’nun kelimeleri çok iyi kullanıyor oluşu mu garipti, yoksa bunun benim dikkatimi çekmesi mi?
Chizuru’dan konu açıldığında, ilgim bir anda yükselmişti. Vergileri almaktan sorumlu kişiydi anladığım kadarıyla Chizuru. Ve beklemediğim bir şekilde, genç bir kızdan bahsediyordu Chiyo. Bir şeyleri düşünüp biraz hesap yaptıktan sonraysa birkaç gün sonra burada olacağını söylemişti. Sahi, ödemenin nasıl ve hangi şartlarda yapıldığını bilmiyordum. Chiyo bile kızın ne zaman geleceğini günü gününe hesap edebiliyorsa, oldukça aleni bir şekilde olup bitiyor olmalıydı her şey. ‘Hako’dan duymuştur belki?’ diye mırıldandı zihnimden gelen bir ses. ‘Peki ya Hako’dan duymadıysa?’ dedi bir diğeri hemen ardından. ‘Başka bir ihtimal, belki...’ Bir süredir kafam o kadar allak bullak olmuştu ki, zihnimin içinde kendi kendime konuşmaya başlamıştım. Ortada gerçekten şüpheli bir şeyler vardı. Bu esnada kızın sözlerinin seyrini kaybetmiş, kendi iç dünyama dalmıştım. Başımı hafifçe sağa sola sallayıp kendime geldiğimde, bana neden burada olduğumu soruyordu genç kız. Neden buradaydım? Pek çok neden söylemiştim farklı insanlara. Ancak bu kez, yalan söylemek gelmiyordu içimden. İçinde bulunduğum tuhaf ruh halinden miydi, yoksa bilmediğim başka bir sebebi var mıydı bilmiyorum ancak ağzımdan kontrolsüzce döküldü sözler: “Bir sorumluluğum var, Chiyo-san. Ve bir görevim. Terketmemeye kararlı olduğum bir görev.” Yalan söylememek, her şeyi alenen anlatmak anlamına gelmiyordu. Ancak istemsiz de olsa oldukça doğru şeyler ifade etmiştim. Ancak bu ruh haline daha fazla katlanabilecek gibi değildim. Bir süre önce beklemeye karar verdiğim doğru zaman, tam olarak buydu işte.
Sol elimi uzatarak, kızın yeni tazelediği çay kupasını aldım. Sıcaklık tenimi hafif hafif kavururken, bu kez yeniden konuşmaya başlayan bendim: “Dün bir kız gördüm Chiyo-san.” Kupayı kaldırdım ve sol bacağım hizasında tutarak konuşmayı sürdürdüm: “Demirci dükkanının önünde, kendini parçalarcasına ağlıyordu. Kimdi o?” Sorduğum soru, asıl merakımdan parçalar yansıtsa da asli olarak boş sözlerden ibaretti. Herhangi rastgele bir insan o kızın demircinin kızı ya da bir yakını olduğunu tahmin edebilirdi. Ancak şuanda, boşlukları doldurmak ve zaman kazanmak için bir şeylere ihtiyacım vardı. Çünkü bir yandan, olasılıkları hesaplıyordum. Hala yüzde yüz emin olmasam da ortada normal olmayan bir şeyler olduğu kanısına büyük oranda varmıştım. Evin garip aurası, kızın standardın çok dışında kalan tavır ve sözleri, en çok da içinde boğulmaya yüz tuttuğum tuhaf ruh hali beni buna ikna etmişti. Şuanki en olası şüphem ise, tüm bu yaşadıklarımın bir genjutsu tekniği olması ihtimaliydi. Kendim de bir genjutsu kullanıcısı olduğum için, basit şeylerin ne kadar etkileyici olduğunu tahmin etmem zor değildi. Akademideki temel eğitimleri geçiriyordum kafamdan. Chakra akışını durdurup yeniden başlatmak fazla kolaydı, ayrıca o kadar basit bir teknikle durdurulabilecek bir genjutsuyu şuana kadar net bir şekilde farketmiş olmam gerektiğini düşünüyordum. Ortamda başka bir shinobi olmadığına göre, yegane opsiyonum sol el parmaklarımı hafif hafif kavuran çay kupasından geçiyordu. Şiddetli fiziksel acı. Kupayı kaldırdım, sol bacağım hizasında tutarak ağzıma doğru yönlendirdim. Yanılıyorsam, ve ruh halim doğal sebeplerden kaynaklanıyorsa bir süre yanık bacakla seyahat etmek durumunda kalacaktım, ayrıca kas ağrılarımı bahane göstererek çayı dökmüş olmam oldukça anlaşılabilir bir sebepti. Chiyo’ya sarfedeceğim birkaç kelime yaptığım hamleyi sorun olmaktan çıkarabilirdi. Ağzımın hemen önünde, elimin kontrolünü kaybetmiş gibi yaparak kupanın içindeki sıcak çayı sol bacağımın üstüne boşalttım. Muhtemel acıya hazırlanırken gözlerim istemsizce kapanmıştı, hayatımda yanılmayı istediğim birkaç andan biriydi bu; ‘lütfen bu bir genjutsu olmasın’ diye geçirdim içimden. Chiyo’nun gerçekten de tüm samimiyetiyle kendini bana açtığına inanmak istiyordum. Dahası, buna ihtiyacım olduğuna dair sönük bir his belirmişti içimde.