
Sabah antrenmanlarım için ormana geliyor olmam, zamanımı oldukça kısıtlı bir hale getiriyordu. Bu da Amami ve Mio’yla, ayrıca diğer köydaşlarımla kahvaltıda denk gelmemi zorlaştırıyordu. Koşa koşa geldiğim ormandan koşa koşa geri dönüyor ve hızlı bir duş aldıktan sonra görevli shinobilere ayrılmış olan yemekhaneye uğruyordum. Çoktan sonlanmış olan kahvaltıdan geriye kalan birkaç parça şeyi mideme yuvarladıktan sonraysa görev bölgeme gidiyordum. Bu düzene oldukça alışmıştım, ve burada kaldığım süre boyunca vazgeçmeye pek niyetim de yoktu. Kendimi ormanın güzelliğinden alıkoymakta zorlanıyordum. Her zamanki gibi bize ayrılmış olan yatakhanelere ulaştığımda Amami odadan çoktan çıkmıştı bile. Şu sıralar kahvaltıda olmalıydı. Her sabah onu uyandırmadan çıkıyordum, bu sebeple akşama kadar denk gelmediğimiz takdirde görüşemiyorduk ama uyandırılmamayı tercih edeceğini adım kadar iyi biliyordum ikizimin. Gelgelelim, bir gün önce öğle arasında tanıştığım Kusa'lı shinobiler bu düzenimi sorgulamama sebep olmuşlardı. Hayatıma tam performansla devam etmem gerektiğini biliyordum, ancak bu performansa kardeşim ve takımımla daha uzun süre beraber olmak için ihtiyacım vardı. İronik olan şey ise, beni onlardan uzaklaştıran yegane sebep de buydu. Tam olarak bu nedenden, dün akşam Amami ve Mio'yu zorla geç saatlere kadar ayakta tutmuş ve doyasıya sohbet etmiştim ikisiyle de. Dünkü konuşma hakkında hiçbir şey söylememiştim, ne söyleyebilirdim ki zaten? Başta biraz garipsemiş olsalar da benden görmeye alışık olmadıkları bu eyleme hızlı adapte olmuşlardı. Güzel birkaç saat geçirmeyi başarabilmiştik.
Hızlı bir duşun ardından, saçım bile kurumadan son hızla dışarı attım kendimi yeniden. Yemekhaneye uğrayıp dokunulmamış kavunlu ekmeklerden birkaç tanesini ağzıma tıkıştırdım ve görevlilere neşeli bir selam vererek dışarı çıktım. Sürekli geç gelen, gözüne kestirdiği en temiz şeyi ağzına tıkıştırıp oturmaya bile tenezzül etmeden giden garip Ishigakure’li çocuğa alışmışlardı. Kendimi Konohagakure’nin sokaklarına atıp, devasa arenaya yöneldim. Diğer günlerden farklı olarak, daha büyük bir heyecan vardı içimde. Bugün, o gündü. Sınavın son aşaması. Herkesin merakla ve heyecanla beklediği, shinobi geleneğinin en keyifli ve en rekabetçi unsurlarından biri olan arena dövüşleri. Yarışmacı geninleri Konohagakure'ye geldiğimiz günden beri takip ediyordum ve aralarında gerçekten çok güçlü çocuklar olduğu barizdi. Keyifli dövüşler olacağını şimdiden öngörebiliyordum.
Sınav öğlen saatlerinde başlayacaktı ve o zamana kadar son kontrolleri yapacak olan ekibin bir üyesiydim. Giriş ve çıkışların yapılacağı bölgeleri kontrol et, yarışmacıların bekleme odalarını kontrol et, tribünleri kontrol et, seyyar satıcılara ayrılmış bölgeleri kontrol et. Herhangi bir sorunla karşılaşman durumunda çözebiliyorsan çöz, çözemiyorsan rapor et. Biraz angarya bir iş olduğu doğruydu, ancak herkesten önce stadyumu pek çok açıdan inceleyebilecek ve dövüşler başladığında izlenecek en doğru yeri bilen kişiler arasında olacaktım. Genel manada bakılırsa, buna değerdi. Hızlı adımlarla katettiğim yolun sonunda devasa arenaya ulaştım ve kapıda beklemekte olan shinobilere selam verdikten sonra içeri girdim. İlk olarak tribünlere gidip o bölgeyi kontrol edecek, içten dışa yönelerek sırayla tribünlere giden koridorları inceleyecektim. Devamını bundan sonra düşünebilirdim. Ayrıca benim gibi stadyumda görevlendirilmiş pek çok shinobi vardı, bu sebeple her yere yetişmek gibi bir derdim olmayacaktı muhtemelen. Binanın içinde ilerlediğim süreçte kendi chuunin sınavımı hatırladım, ve bugün aynı heyecanı yaşayacak olan geninleri düşünerek hafifçe gülümsedim. Güzel bir gün olacaktı. Koridoru aşıp yeniden güneşe çıktığımda, çevredeki shinobileri süzdüm öncelikle. Pek çoğu simaen tanıdığım, ancak çalışma temposundan dolayı uzun uzun sohbet etmeye fırsat bulamadığım kişilerden oluşuyordu. Gelgelelim, dün yemekhanede tanışmış olduğum bir başka Kusa'lı shinobi takıldı gözlerime. Yüzüme bir gülümseme takınarak ilerledim ve selam verdim: “Günaydın Susumu-san!”