[Komaeda Togami] İlk Adımlar (Part 1)
- Komaeda Togami
- Kaçak
- Posts: 169
- Joined: September 3rd, 2018, 11:12 pm
[Komaeda Togami] İlk Adımlar (Part 1)
Tanyeri ağarırken, büyük bir sükunetle yürümekteydim. Ayağımın altında nemli çimenler hafif hafif çatırdıyordu her adımımda. Çevreden duyulabilecek tek sesti bu. Günün bu saatleri, bir süredir en sevdiğim saatler haline gelmişti. Ne akşam vakti gibi yorgun, ne de gündüz vakti gibi boğucuydu. Yeni bir günün ferahlığını en iyi hissedebileceğiniz zamandı işte bu, tüm doğa uykudan uyanmak üzere ve tazeleniyorken. Belki de asıl tazelenmesi gereken, uyanma vakti gelen bendim. 6 ay öncesine kadar hiçbir şey yapmam gerekmiyorken, şimdi çok şey yapmam gerekiyordu. Kendime dair her şeyi emanet edebileceğim bir insan varken, şuan onun emanetini taşıyor olmanın sorumluluğu vardı üzerimde. Kendime bazı sözler vermiştim, ancak bu sözleri tutmaya başlamak söz vermekten çok daha zordu.
Son 9 ay, avare gibi gezmekle geçmişti. Tanıdığım hiç bir yüzü görmemiş, onlar hakkında olabildiğince düşünmemeye çalışmıştım. Yalnızca hayatımı idame ettirmem, ve yalnızlığa alışmam gerekiyordu. Onlarca kez yüzleşmiştim kendimle bu süreçte. Varoluşsal krizlerim sürekli nüksedip durmuştu. Neden anlam ifade etmeyen şeyler için bu kadar çok uğraşıyordum ki? Hayattan hiçbir beklentisi olmayan ben değil miydim? Peki neden, durduk yere bu kadar nefret ettiğim hayatta bir şeyler başarmam gerektiğini hissetmeye başlamıştım? Bildiğim tek şey yaşamaya devam ettiğimdi. Bu yaşadığım anların bir anlam ifade etmesi için miydi her şey? Bu kadar tantanaya gerek yoktu oysa ki, bileklerime birkaç saniye içinde atacağım iki kesikle bu ikilemden kurtulabilirdim. Peki ne için uğraşıyordum hala? Cevabı biliyor, ancak kabullenemiyor olmaktı zaten asıl sorun.
Olduğum yerde durup, mataramdan birkaç yudum su içtim. Neyse ki yağmur ülkesinde olduğum için temiz su bulmakta sorun yaşamıyordum. Yemekle hiçbir zaman pek aram olmamıştı, basit öğünlerle geçiştirebiliyordum. Ne kadar fiziksel aktivite ihtiyacım vardı ki zaten? Yemek benim için bir ihtiyaçtan ziyade lüks haline gelmişti. Matarada kalan az miktarda suyu kendime gelmek için başımdan aşağı boşalttım, hava iyiden iyiye aydınlanmaya başlamıştı, ve şuan düşünmek için doğru bir zaman değildi. Geceler ne güne duruyordu hem? Yağmur ülkesinde, ateş ülkesinin sınırlarına yakın bir noktadaydım. Yağmur ülkesinin pek çok noktasında haydutların ve hazine avcılarının kol gezdiğini, yerli kasaba halkları üzerinden geçindikleri söylentilerini duymuştum. Şuanda aradığım şey ise haydutlardan bıkmış, kendilerine öyle yahut böyle bir kurtarıcı arayan bir kasabaydı. Bir yandan yürümeye devam ederken, diğer yandan çevremi kolluyordum. Amacım olası saldırılara karşı tetikte olmak, bununla birlikte bir yerleşim yeri tespit edebilmekti.
Son 9 ay, avare gibi gezmekle geçmişti. Tanıdığım hiç bir yüzü görmemiş, onlar hakkında olabildiğince düşünmemeye çalışmıştım. Yalnızca hayatımı idame ettirmem, ve yalnızlığa alışmam gerekiyordu. Onlarca kez yüzleşmiştim kendimle bu süreçte. Varoluşsal krizlerim sürekli nüksedip durmuştu. Neden anlam ifade etmeyen şeyler için bu kadar çok uğraşıyordum ki? Hayattan hiçbir beklentisi olmayan ben değil miydim? Peki neden, durduk yere bu kadar nefret ettiğim hayatta bir şeyler başarmam gerektiğini hissetmeye başlamıştım? Bildiğim tek şey yaşamaya devam ettiğimdi. Bu yaşadığım anların bir anlam ifade etmesi için miydi her şey? Bu kadar tantanaya gerek yoktu oysa ki, bileklerime birkaç saniye içinde atacağım iki kesikle bu ikilemden kurtulabilirdim. Peki ne için uğraşıyordum hala? Cevabı biliyor, ancak kabullenemiyor olmaktı zaten asıl sorun.
Olduğum yerde durup, mataramdan birkaç yudum su içtim. Neyse ki yağmur ülkesinde olduğum için temiz su bulmakta sorun yaşamıyordum. Yemekle hiçbir zaman pek aram olmamıştı, basit öğünlerle geçiştirebiliyordum. Ne kadar fiziksel aktivite ihtiyacım vardı ki zaten? Yemek benim için bir ihtiyaçtan ziyade lüks haline gelmişti. Matarada kalan az miktarda suyu kendime gelmek için başımdan aşağı boşalttım, hava iyiden iyiye aydınlanmaya başlamıştı, ve şuan düşünmek için doğru bir zaman değildi. Geceler ne güne duruyordu hem? Yağmur ülkesinde, ateş ülkesinin sınırlarına yakın bir noktadaydım. Yağmur ülkesinin pek çok noktasında haydutların ve hazine avcılarının kol gezdiğini, yerli kasaba halkları üzerinden geçindikleri söylentilerini duymuştum. Şuanda aradığım şey ise haydutlardan bıkmış, kendilerine öyle yahut böyle bir kurtarıcı arayan bir kasabaydı. Bir yandan yürümeye devam ederken, diğer yandan çevremi kolluyordum. Amacım olası saldırılara karşı tetikte olmak, bununla birlikte bir yerleşim yeri tespit edebilmekti.

- GM - Naruto
- Game Master
- Posts: 2811
- Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm
Re: İlk Adımlar
Suyu başından aşağı dökmenle beraber ferahladığını hissediyorsun. Bir sonraki adımların hızlanıyor yeni edindiğin enerji ile, fakat güneşin yükselmesi ile vücudundaki nemin ısınıp buharlaşması ile yapış yapış kalacağını tahmin ediyorsun. Yine de, civarda seni tekrar rahatlatacak bir su kaynağı bulman pek zor olmasa gerek.
Yakınlarda bir kasaba olduğundan eminsin... Buralarda bir yerlerde sanki. İzcilik senin hiç bir zaman kuvvetli yönün olmadı, lâkin haritaları zihnine az çok kazıyabilmiş durumdasın. Önündeki koruluğu aşabilirsen ve önünde sere serpe yatan ovayı tamamen gözlemleyebilirsen, belki gitmen gereken yeri tayin edebilirsin. Öyle de yapıyorsun, hızlıca koruluğa ilerliyor, ağaçların gölgesi altında ilerliyor ve ovanın bir ucuna çıkıyorsun.
Önündeki boş arazide gözlerini gezdiriyorsun. Solunda, ufukta Ishigakure sıradağlarını ve hayal meyal Shinano-yama'yı seçebiliyorsun. Sağına doğru o dağlar devam ediyor ve Toprak Ülkesi ile doğal bir sınır oluşturuyor. Tabii, o sınırları gözle görmeni engelleyen ormanlar, tepeler, tam karşındaki ufukta Amegakure'nin yönünü az çok tayin etmeni sağlayan kara bulutlar var. Yer yer koruluklar da boy gösteriyor.
Haklı çıkıyorsun; çok uzakta olmayan bir yerlerde, tek tük ahşap binalar da seçebiliyorsun. Hafif de bir duman tütüyor sanki birinden, yangın gibi değil, ocak gibi görünüyor sana buradan. Yolun hemen hemen yarım saat, bir saat kadar uzaklıkta.
Yakınlarda bir kasaba olduğundan eminsin... Buralarda bir yerlerde sanki. İzcilik senin hiç bir zaman kuvvetli yönün olmadı, lâkin haritaları zihnine az çok kazıyabilmiş durumdasın. Önündeki koruluğu aşabilirsen ve önünde sere serpe yatan ovayı tamamen gözlemleyebilirsen, belki gitmen gereken yeri tayin edebilirsin. Öyle de yapıyorsun, hızlıca koruluğa ilerliyor, ağaçların gölgesi altında ilerliyor ve ovanın bir ucuna çıkıyorsun.
Önündeki boş arazide gözlerini gezdiriyorsun. Solunda, ufukta Ishigakure sıradağlarını ve hayal meyal Shinano-yama'yı seçebiliyorsun. Sağına doğru o dağlar devam ediyor ve Toprak Ülkesi ile doğal bir sınır oluşturuyor. Tabii, o sınırları gözle görmeni engelleyen ormanlar, tepeler, tam karşındaki ufukta Amegakure'nin yönünü az çok tayin etmeni sağlayan kara bulutlar var. Yer yer koruluklar da boy gösteriyor.
Haklı çıkıyorsun; çok uzakta olmayan bir yerlerde, tek tük ahşap binalar da seçebiliyorsun. Hafif de bir duman tütüyor sanki birinden, yangın gibi değil, ocak gibi görünüyor sana buradan. Yolun hemen hemen yarım saat, bir saat kadar uzaklıkta.
Off Topic
Pasiflik süresi şimdilik yok.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
- Komaeda Togami
- Kaçak
- Posts: 169
- Joined: September 3rd, 2018, 11:12 pm
Re: İlk Adımlar
Biraz kendime gelmiş, adımlarımı hızlandırmıştım. Sırada, hedefimi tespit edip net bir rotada ilerlemek vardı. Bir seneye yakın bir zamandır şehir ve kasaba hayatından uzaktaydım. Çoğunlukta rastgeldiğim ormanlık alanlarda, ağaç kovuklarında ve hava şartları müsaitse yüksek bir ağacın yüksek dallarında uyuyarak idame ettiriyordum yaşamımı. Ancak gidiyor olduğum yeri hemen hemen hiç planlamadığım ve buna uygun hareket etmediğim için yol bulma becerim pek gelişmemişti. Yalnızca akademide verilen basit eğitimleri hatırlıyordum. Kuzey nasıl bulunur, basit bir ateş nasıl yakılır gibi. Birkaç gün önce şans eseri gördüğüm bölge haritasından, ve biraz da Shinano-yama’nın nerede olduğunu net olarak bilmemden faydalanarak lokasyonumu tahmin edebiliyordum. Gerisi için, gözlerime ihtiyacım vardı. Gözlerimi kullanmam içinse bir yükseltiye ihtiyacım vardı ki, az ilerideki koruluğu geçtiğim takdirde uygun bir pozisyona geçebileceğimi düşünüyordum. İlerlediğim düz yol hafif hafif yokuş yukarı olmaya başlarken, günışığıyla arama giren ağaçların arasında daha güvende hissettiğimi farkettim. İyiden iyiye ormanları, karanlığı, herkesten uzak olabileceğime emin olduğum yerleri evim olarak bellemeye başlıyor olmalıydım.
Ağaçlar seyrelmeye başlarken, yokuş yol yeniden düzleşmeye başlamış ve nispeten tepe sayılabilecek bir yüksekliğe ulaşmıştım. Biraz daha ilerlediğimde ise, geniş ova önüme çarşaf gibi serilmişti. Senelerce evim olarak bellediğim Kaya ülkesini temsilen Shinano-yama’yı ve takip eden sıradağları bir silüet olarak seçebiliyor, sınır komşusu Toprak ülkesinin lokasyonunu tahmin edebiliyordum. En azından şuan, nerede olduğuma dair kabataslak bir fikrim vardı. Hafifçe gözlerimi kısarak geniş araziyi incelemeyi sürdürdüm. İlerideki kara bulutlar, Amegakure’nin alametifarikasıydı. En azından şimdilik, oradan uzak durmam gerektiğinin farkındayım. Her şeyin bir sırası ve zamanı vardı. Son zamanlarda öğrendiğim belki de en önemli şeydi bu. Hedefim, daha küçük bir yerdi. Belki bir mezra. Büyük balıkların bakmaya değer görmediği, küçük balıkların ise acımasızca başına üşüştüğü bir yer.
Bakışlarım nihayetinde bir noktaya sabitlendi. Hafif hafif yükselen bir duman vardı, ve birbirinden çok da uzak olmayan üç-beş ahşap bina. Havanın henüz tam olarak aydınlanmadığını göze alırsak, sayıları daha fazla olabilirdi ancak bu kadarı bile bana gördüğüm yerin minik bir kasaba olduğunu işaret etmeye yetiyordu. Yeniden ilerlemeye başladım, bir yandan da sağ omzumdan belimin soluna doğru ilerleyen basit zincire takılmış kuşağı kavramıştım istemsizce. Üzerinde, artık oranın bir üyesi olmadığımı hatırlamak için çizdiğim Ishigakure alınbandım vardı. Senelerce gururla takmıştım bu bandı, ancak artık benim için yalnızca bir uyarı niteliği görüyordu. Dönemeyeceğimin, dahası dönmemem gerektiğinin bir işareti. Alınbandı olan tarafı içe, üzerimdeki cübbeye doğru çevirdim. Şuanda yalnızca basit bir kuşak gibi görünüyordu. Halihazırda kaçak ninjalardan bıkmış olduğunu tahmin ettiğim bir kasaba halkının karşısına bu şekilde çıkmak, kafamdaki planı daha başlamadan sona erdirebilirdi. Adımlarımı hızlandırdım, yürüyüş mesafesiyle kırkbeş dakika kadar bir yolum vardı. Mezraya ulaştığımda havanın tamamen aydınlık olacağını işaret ediyordu bu. Kasabaya ulaştığımda ilk işim, halktan birini bulmak olacaktı. Bir yandan yürürken, diğer yandan kafamda planın ayrıntılarını tekrar etmekteydim.
Ağaçlar seyrelmeye başlarken, yokuş yol yeniden düzleşmeye başlamış ve nispeten tepe sayılabilecek bir yüksekliğe ulaşmıştım. Biraz daha ilerlediğimde ise, geniş ova önüme çarşaf gibi serilmişti. Senelerce evim olarak bellediğim Kaya ülkesini temsilen Shinano-yama’yı ve takip eden sıradağları bir silüet olarak seçebiliyor, sınır komşusu Toprak ülkesinin lokasyonunu tahmin edebiliyordum. En azından şuan, nerede olduğuma dair kabataslak bir fikrim vardı. Hafifçe gözlerimi kısarak geniş araziyi incelemeyi sürdürdüm. İlerideki kara bulutlar, Amegakure’nin alametifarikasıydı. En azından şimdilik, oradan uzak durmam gerektiğinin farkındayım. Her şeyin bir sırası ve zamanı vardı. Son zamanlarda öğrendiğim belki de en önemli şeydi bu. Hedefim, daha küçük bir yerdi. Belki bir mezra. Büyük balıkların bakmaya değer görmediği, küçük balıkların ise acımasızca başına üşüştüğü bir yer.
Bakışlarım nihayetinde bir noktaya sabitlendi. Hafif hafif yükselen bir duman vardı, ve birbirinden çok da uzak olmayan üç-beş ahşap bina. Havanın henüz tam olarak aydınlanmadığını göze alırsak, sayıları daha fazla olabilirdi ancak bu kadarı bile bana gördüğüm yerin minik bir kasaba olduğunu işaret etmeye yetiyordu. Yeniden ilerlemeye başladım, bir yandan da sağ omzumdan belimin soluna doğru ilerleyen basit zincire takılmış kuşağı kavramıştım istemsizce. Üzerinde, artık oranın bir üyesi olmadığımı hatırlamak için çizdiğim Ishigakure alınbandım vardı. Senelerce gururla takmıştım bu bandı, ancak artık benim için yalnızca bir uyarı niteliği görüyordu. Dönemeyeceğimin, dahası dönmemem gerektiğinin bir işareti. Alınbandı olan tarafı içe, üzerimdeki cübbeye doğru çevirdim. Şuanda yalnızca basit bir kuşak gibi görünüyordu. Halihazırda kaçak ninjalardan bıkmış olduğunu tahmin ettiğim bir kasaba halkının karşısına bu şekilde çıkmak, kafamdaki planı daha başlamadan sona erdirebilirdi. Adımlarımı hızlandırdım, yürüyüş mesafesiyle kırkbeş dakika kadar bir yolum vardı. Mezraya ulaştığımda havanın tamamen aydınlık olacağını işaret ediyordu bu. Kasabaya ulaştığımda ilk işim, halktan birini bulmak olacaktı. Bir yandan yürürken, diğer yandan kafamda planın ayrıntılarını tekrar etmekteydim.

- GM - Naruto
- Game Master
- Posts: 2811
- Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm
Re: İlk Adımlar
Ovaya doğru yollanıyorsun, yönünü kasabaya çevirerek. Yürüdüğün zemin zor yürünen çamurdan, en azından yürünebilir çamura dönüşüyor sen ilerledikçe. Yaylaya ayak basmanla beraber otların uzunluğu bilek boyunu aşmaya başlıyor. Serin bir yel esiyor, terini okşuyor ve bütün vücudunu serinletiyor. Pirinç yetiştirmek için harika bir yer olmalı burası.
Tahminin az çok doğru çıkıyor. Uzaktaki binalar yavaş yavaş gözlerinin önünde büyürken, ortadan dışarıya doğru yayılan ve seyrekleşen bir yerleşime sahip olduğunu kavrıyorsun köyün. Dış kısımlarda pirinç tarlaları ve tarla evleri, iç kısımlara doğru aile evleri ve zanaatkar dükkanları olacaktır herhalde. Ortada belki bir büyükçe kuyu, milletin su çektiği. Köyün yakınlarından akan bir ırmak da olmalı, dar da olsa, zira pirinç tarlaları suyu sever.
Yaklaştığın ilk baraka, bir tarla evi. Tarlanın ortasına kurulmuş, etrafına pirinç ekilmiş bir ev. Fakat tek sıkıntı, ev yanmış, tarla kurumuş. Yakınlardan bir yerlerden bir nehir akıyorsa da bambular ile ona yön vermek için hazırlanan setler dışında etrafta suya dair bir kalıntıya rastlamıyorsun. Bir süredir bu halde olduğu belli. Etrafta bir yaşam izi yok.
Sen köye doğru ilerlemeye devam ettikçe etrafındaki tarla sayısı artıyor. Kimi işlev görünüyor, sulu ve diri pirinç ekili. Kimi ise kurumuş, kurumamışsa bile yabani otlarla kaplanmış. Uzaklarda çalışan bir kaç çiftçi görüyorsun fakat yaklaşmaya pek ihtiyaç hissetmiyorsun, zira köy daha yakınında.
Standart japon evleri seyrek bir şekilde kıvrılarak önünde sere serpe ilerliyor. Git gide sıklaşıyorlar bir noktadan sonra ve bir sokağa dönüşüyor önündeki açıklık. Sokağın sonunda da köy meydanı gibi bir yer görebiliyorsun. Evler ahşap, eski ve bakımsız. Amegakure'deki beton ve metal çılgınlığının buraya uğramadığı bariz belli. Etrafta bir çok insan seçiyorsun, genç, yaşlı, çoluk, çocuk. Çiftçi, zanaatkar, esnaf.
Sokakta seni görenler yollarını değiştirmiyor ama olabildiğince uzaklaşarak yollarına devam ediyorlar. Bir grup seni geçerek tarlalara doğru ilerliyor. İçinde pirinç olduğunu düşündüğün bir kaç çuvalla dolu ufak bir yük arabası çeken, kafasında hasır şapka olan biri göz ucuyla seni kesiyor ve yoluna devam ediyor. Bastonlu bir dede sarkmış göz kapaklarının altından seni izliyor, hissediyorsun. Çocuklar ise umursamazca etrafta birbirlerini kovalıyorlar.
Tahminin az çok doğru çıkıyor. Uzaktaki binalar yavaş yavaş gözlerinin önünde büyürken, ortadan dışarıya doğru yayılan ve seyrekleşen bir yerleşime sahip olduğunu kavrıyorsun köyün. Dış kısımlarda pirinç tarlaları ve tarla evleri, iç kısımlara doğru aile evleri ve zanaatkar dükkanları olacaktır herhalde. Ortada belki bir büyükçe kuyu, milletin su çektiği. Köyün yakınlarından akan bir ırmak da olmalı, dar da olsa, zira pirinç tarlaları suyu sever.
Yaklaştığın ilk baraka, bir tarla evi. Tarlanın ortasına kurulmuş, etrafına pirinç ekilmiş bir ev. Fakat tek sıkıntı, ev yanmış, tarla kurumuş. Yakınlardan bir yerlerden bir nehir akıyorsa da bambular ile ona yön vermek için hazırlanan setler dışında etrafta suya dair bir kalıntıya rastlamıyorsun. Bir süredir bu halde olduğu belli. Etrafta bir yaşam izi yok.
Sen köye doğru ilerlemeye devam ettikçe etrafındaki tarla sayısı artıyor. Kimi işlev görünüyor, sulu ve diri pirinç ekili. Kimi ise kurumuş, kurumamışsa bile yabani otlarla kaplanmış. Uzaklarda çalışan bir kaç çiftçi görüyorsun fakat yaklaşmaya pek ihtiyaç hissetmiyorsun, zira köy daha yakınında.
Standart japon evleri seyrek bir şekilde kıvrılarak önünde sere serpe ilerliyor. Git gide sıklaşıyorlar bir noktadan sonra ve bir sokağa dönüşüyor önündeki açıklık. Sokağın sonunda da köy meydanı gibi bir yer görebiliyorsun. Evler ahşap, eski ve bakımsız. Amegakure'deki beton ve metal çılgınlığının buraya uğramadığı bariz belli. Etrafta bir çok insan seçiyorsun, genç, yaşlı, çoluk, çocuk. Çiftçi, zanaatkar, esnaf.
Sokakta seni görenler yollarını değiştirmiyor ama olabildiğince uzaklaşarak yollarına devam ediyorlar. Bir grup seni geçerek tarlalara doğru ilerliyor. İçinde pirinç olduğunu düşündüğün bir kaç çuvalla dolu ufak bir yük arabası çeken, kafasında hasır şapka olan biri göz ucuyla seni kesiyor ve yoluna devam ediyor. Bastonlu bir dede sarkmış göz kapaklarının altından seni izliyor, hissediyorsun. Çocuklar ise umursamazca etrafta birbirlerini kovalıyorlar.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
- Komaeda Togami
- Kaçak
- Posts: 169
- Joined: September 3rd, 2018, 11:12 pm
Re: İlk Adımlar
Kısa sayılabilecek, bol bol gözlem ve planlamayla geçen bir yürüyüşün ardından kasabanın eteklerine ulaşmıştım. Kafamda tilkiler dönüp duruyordu, ancak ne yapacağımı ve nasıl bir yol izleyeceğimi az çok belirlemiştim. Şöyle ki, şuanda yağmur ülkesinin neredeyse her noktasında bir kaos durumu mevcuttu. Sık sık yer değiştiriyor olsam da uzun sayılabilecek bir süredir bu ülkenin sınırları içerisindeydim ve gerek kulaktan dolma bilgilerle, gerekse de bizzat şahit olduğum şeylerle bunu rahatlıkla söyleyebilirdim. İnsanlarda büyük bir güven problemi mevcuttu. Herkese karşı önyargılı davranıyorlardı en başta. Ancak güvenebilecekleri, kendilerine yardım edebileceğine inandıkları ilk insana dört kolla sarılma eğilimindeydiler. Bu genel insan psikolojisinin bir getirisiydi, ve ben bundan faydalanmayı planlıyordum. Halkın tarafında görünüp adeta kanlarını emen akbaba sürüsünden kurtaracaktım onları. Ancak sonuca baktığımızda, bu kez kendi istekleriyle bana sunmaya başlayacaklardı bir şeyleri. Belki farklı karlar da elde ederdim bu sırada, kim bilir? Bazı şeylerin artık sınırı aştığını, yalnızca bir kıvılcıma ihtiyaçları olduğunu biliyordum. Ben bu kıvılcım olacaktım işte. Yükselmek için, birilerinin üzerine basmak gerekiyordu; ve basacağım ilk kişileri bu civar köylede dadanan haydutların arasından seçecektim.
Mezranın merkezine doğru ilerledikçe, gözüme çarpan pek çok şey olmuştu. Genel iklim koşulları -ve pektabii halihazırda görüyor olduğum tarlalar- bu kasabanın pirinç yetiştirmek için çok elverişli olduğuna işaret ediyordu. Ancak bu kadar verimli bir bölgede kurumuş ve yabani otlarla kaplanmış tarlalar görmek çok olası değildi. Üstüne yanmış ev tablosunu eklediğimizde 2+2=4 kadar basit bir matematikle burasının tam da tahmin ettiğim ve umduğum gibi bir yerleşim alanı olduğunu anlayabilmiştim. Birkaç çiftçi, uzakta bir yerlerde çalışmakla meşguldüler. Ancak kafası nispeten daha boş biriyle temas kurmak çok daha mantıklı geliyordu şuan için. Stres altında olan insanların rahatlamak için yaptığı tekdüze şeyler vardır. Örgü örmek, bulaşık yıkamak, tarlada çalışmak gibi. Ancak bu insanların yaptığı işleri bölerseniz, ters tepme ihtimali çok daha yüksektir. Bu yüzden iyiden iyiye sıklaşan bakımsız ahşap evlerin arasındaki genişçe sayılabilecek köy merkezine yönelmeyi tercih ettim. Nihayetinde uygun bir hedef bulmak daha kolay olacaktı orada.
Özellikle kimsenin yüzüne dik dik bakmamaya dikkat ederek adımlamayı sürdürdüm. Ancak yarım gözle de olsa, çevredekilerin tutumlarını izliyordum. Gözlem, her zaman iyi olduğum bir nokta olmuştur. İnsanların basit hareketleri bile size pek çok şeyi farketmenizde yardımcı olur. Bu yeteneğim, şuan için oldukça işe yarayan bir şeydi. İnsanlar direkt olarak olmasa bile, dolaylı yoldan kaçıyorlardı benden. Bu da iyiye işaretti. Yabancılara karşı böylesi bir tutum güveni sağlanmış bir toplumda kolay kolay görülebilecek bir hareket tarzı değildi. Yanımdan geçen işçileri, yük arabası taşıyan hasır şapkalı bir adamı ve sağda solda oynayan çocuklar dikkatimi çekmişti. Ancak hepsinden çok, beni izlediğini farkettiğim yaşlı bir adam. Normal şartlar altında, daha genç ve toy biriyle konuşmayı tercih ederdim. Daha tezcanlı ve inanmaya meyilliydiler. Ancak doğru bir yaklaşımla, bu yaşlı adamı da uygun bir kıvama getirip beni doğru insanlarla tanıştırabileceğine emindim. Sakin, ancak kendimden emin adımlarla adama doğru yaklaştım ve iki elimi selam verircesine göğsümün önünde birleştirdim. Aslında, yılan mührünü aktifleştiriyordum. Adama yaklaştığımda ellerim hala birleşik şekilde adab-ı muaşeret gereği üst vücudumu öne doğru eğdim. Az önceki gibi, aslında bunun da ikinci bir amacı vardı. Eğildiğimde, yaşlı adamın ağız hareketlerimi görme ihtimalinin daha düşük olduğunu düşünüyordum. Hafifçe fısıldadım: “Teishi no Jutsu” Başımı kaldırırken, tekniğimi aktifleştirerek adamın gözlerinin içine baktım: “Merhaba, Ojisan. Benim adım Togami. Sana en azından şuan için her şeyi açıklayamam, ancak bana güvenmelisin. Genç bir adam arıyorum. Bir süre önce bizden yardım isteyen birinden bir mektup aldık. Köyünün sürekli yağma edildiğinden, hasadın neredeyse tamamının çalındığından ve sürekli kan akıtıldığından bahsediyordu. Burayı tarif edip kendisini bulmamızı istedi. Bir şey yapmadan duramazdık...” Olabildiğince samimi bir ifadeyle söylemiştim bunları. Az önce aktifleştirdiğim tekniğimin ve aldatma konusundaki becerilerimin de yardımcı olacağını umut ediyordum. Ortada bir mektup, ya da yardım isteyen bir genç yoktu tabii. Ancak amcanın bunu bilmesi gerekmiyordu.
Mezranın merkezine doğru ilerledikçe, gözüme çarpan pek çok şey olmuştu. Genel iklim koşulları -ve pektabii halihazırda görüyor olduğum tarlalar- bu kasabanın pirinç yetiştirmek için çok elverişli olduğuna işaret ediyordu. Ancak bu kadar verimli bir bölgede kurumuş ve yabani otlarla kaplanmış tarlalar görmek çok olası değildi. Üstüne yanmış ev tablosunu eklediğimizde 2+2=4 kadar basit bir matematikle burasının tam da tahmin ettiğim ve umduğum gibi bir yerleşim alanı olduğunu anlayabilmiştim. Birkaç çiftçi, uzakta bir yerlerde çalışmakla meşguldüler. Ancak kafası nispeten daha boş biriyle temas kurmak çok daha mantıklı geliyordu şuan için. Stres altında olan insanların rahatlamak için yaptığı tekdüze şeyler vardır. Örgü örmek, bulaşık yıkamak, tarlada çalışmak gibi. Ancak bu insanların yaptığı işleri bölerseniz, ters tepme ihtimali çok daha yüksektir. Bu yüzden iyiden iyiye sıklaşan bakımsız ahşap evlerin arasındaki genişçe sayılabilecek köy merkezine yönelmeyi tercih ettim. Nihayetinde uygun bir hedef bulmak daha kolay olacaktı orada.
Özellikle kimsenin yüzüne dik dik bakmamaya dikkat ederek adımlamayı sürdürdüm. Ancak yarım gözle de olsa, çevredekilerin tutumlarını izliyordum. Gözlem, her zaman iyi olduğum bir nokta olmuştur. İnsanların basit hareketleri bile size pek çok şeyi farketmenizde yardımcı olur. Bu yeteneğim, şuan için oldukça işe yarayan bir şeydi. İnsanlar direkt olarak olmasa bile, dolaylı yoldan kaçıyorlardı benden. Bu da iyiye işaretti. Yabancılara karşı böylesi bir tutum güveni sağlanmış bir toplumda kolay kolay görülebilecek bir hareket tarzı değildi. Yanımdan geçen işçileri, yük arabası taşıyan hasır şapkalı bir adamı ve sağda solda oynayan çocuklar dikkatimi çekmişti. Ancak hepsinden çok, beni izlediğini farkettiğim yaşlı bir adam. Normal şartlar altında, daha genç ve toy biriyle konuşmayı tercih ederdim. Daha tezcanlı ve inanmaya meyilliydiler. Ancak doğru bir yaklaşımla, bu yaşlı adamı da uygun bir kıvama getirip beni doğru insanlarla tanıştırabileceğine emindim. Sakin, ancak kendimden emin adımlarla adama doğru yaklaştım ve iki elimi selam verircesine göğsümün önünde birleştirdim. Aslında, yılan mührünü aktifleştiriyordum. Adama yaklaştığımda ellerim hala birleşik şekilde adab-ı muaşeret gereği üst vücudumu öne doğru eğdim. Az önceki gibi, aslında bunun da ikinci bir amacı vardı. Eğildiğimde, yaşlı adamın ağız hareketlerimi görme ihtimalinin daha düşük olduğunu düşünüyordum. Hafifçe fısıldadım: “Teishi no Jutsu” Başımı kaldırırken, tekniğimi aktifleştirerek adamın gözlerinin içine baktım: “Merhaba, Ojisan. Benim adım Togami. Sana en azından şuan için her şeyi açıklayamam, ancak bana güvenmelisin. Genç bir adam arıyorum. Bir süre önce bizden yardım isteyen birinden bir mektup aldık. Köyünün sürekli yağma edildiğinden, hasadın neredeyse tamamının çalındığından ve sürekli kan akıtıldığından bahsediyordu. Burayı tarif edip kendisini bulmamızı istedi. Bir şey yapmadan duramazdık...” Olabildiğince samimi bir ifadeyle söylemiştim bunları. Az önce aktifleştirdiğim tekniğimin ve aldatma konusundaki becerilerimin de yardımcı olacağını umut ediyordum. Ortada bir mektup, ya da yardım isteyen bir genç yoktu tabii. Ancak amcanın bunu bilmesi gerekmiyordu.

- GM - Naruto
- Game Master
- Posts: 2811
- Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm
Re: İlk Adımlar
Senin yaklaşmanla beraber yaşlı amca ayaklanmak için kendini toparlar gibi oluyor, fakat sen varana kadar kalkıp gidememiş olacağını kestirdiği için oturuşunu düzeltmekle yetiniyor, bastonunu yatay bir şekilde kucağına koyuyor. Yanına vardığında kafasını hafifçe kaldırıp sana bakıyor, yakından yeşil gözlerini ve kısa ama beyaz sakalını rahatça görebiliyorsun. Kafasının sadece arka tarafında kalan saçlar da yaşının epey ilerlediğini temsil eder cinsten.
Sen konuşmaya başlayınca önce yaşlının yüzü ekşiyor ve gözlerini kaçırıyor, fakat sen konuşmaya devam ettikçe yüzündeki ekşime rahatlıyor ve gözlerini seninkilerle kitliyor. Tekniğinin işe yaradığını hissedebiliyorsun. Öksürüyor önce, ardından kasti bir şekilde sesinin tonunu düşürdüğünü anlayabileceğin bir şekilde konuşuyor; "Biraz abartmış sanki kim ne dediyse size..." Yalan söylüyor gibi değil fakat tedirgin olduğunu anlıyorsun empati yeteneklerinle. Fakat bu tedirginlik sana değil başka bir şeye. "Zorluk çektiğimiz aşikar evladım. Benim oğlan güz gelince tarlasının hasadının yarısını bizi 'koruyan' kişilere ödeme olarak verecek. Burada kan döküldüğü doğru ama daha fazla kan dökülmesini de engelleyenler onlar." Ardından soluklanıyor biraz, derin bir nefes veriyor ve kafasına elini götürüyor. "Bu arada... Siz kimsiniz evladım?" Amcanın senin sanki olaylar hakkında bilgin varmış gibi konuşması bilgi almanı zorlaştıracak gibi. Sonuçta bunlar yöre dışından insanlarla pek muhabbet eden kişiler değiller.
Sen konuşmaya başlayınca önce yaşlının yüzü ekşiyor ve gözlerini kaçırıyor, fakat sen konuşmaya devam ettikçe yüzündeki ekşime rahatlıyor ve gözlerini seninkilerle kitliyor. Tekniğinin işe yaradığını hissedebiliyorsun. Öksürüyor önce, ardından kasti bir şekilde sesinin tonunu düşürdüğünü anlayabileceğin bir şekilde konuşuyor; "Biraz abartmış sanki kim ne dediyse size..." Yalan söylüyor gibi değil fakat tedirgin olduğunu anlıyorsun empati yeteneklerinle. Fakat bu tedirginlik sana değil başka bir şeye. "Zorluk çektiğimiz aşikar evladım. Benim oğlan güz gelince tarlasının hasadının yarısını bizi 'koruyan' kişilere ödeme olarak verecek. Burada kan döküldüğü doğru ama daha fazla kan dökülmesini de engelleyenler onlar." Ardından soluklanıyor biraz, derin bir nefes veriyor ve kafasına elini götürüyor. "Bu arada... Siz kimsiniz evladım?" Amcanın senin sanki olaylar hakkında bilgin varmış gibi konuşması bilgi almanı zorlaştıracak gibi. Sonuçta bunlar yöre dışından insanlarla pek muhabbet eden kişiler değiller.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
- Komaeda Togami
- Kaçak
- Posts: 169
- Joined: September 3rd, 2018, 11:12 pm
Re: İlk Adımlar
Tekniğimin işe yaradığını, adamın yumuşayan yüz ifadesinden anlamıştım. Başta pek dinlemeye niyetli gibi gözükmese de söylediklerim ilgisini çekmiş gibi görünüyordu. Ben ise bu sırada bana yararı dokunabilecek birkaç bilgi elde etmiştim. Öncelikle, durum varsaydığım kadar kaotik değildi. Yani oturmuş bir düzen mevcuttu. Civardaki haydutlar burayı vergiye bağlamış gibi görünüyorlardı, bu sayede halk biraz da olsa rahat etmişti. Bu, ölümü gösterip sıtmaya razı etmek tabirini tam anlamıyla karşılayan bir durumdu. Ortamın biraz daha karışık olacağını umut ediyordum aslında. Şuanki vaziyet işlerimi biraz zorlaştıracaktı. Ancak bu zorluğun karşılığı olarak, organize olabilmiş bir haydut grubundan nemalanmanın getireceği kar, yalnızca ortalığı dağıtıp giden vasataltı bir gruptan çok daha fazla olacaktı tahminlerime göre. Yalnızca doğru zamanlarda doğru adımlar atmam gerekiyordu, ve bu tamamen kafamı kullanıp işleri yürütme şeklime göre belirlenecek bir husustu. Çok dikkatli olmalı, adımlarımı akıllıca atmalıydım.
Bu sırada yaşlı adam, benim kimliğimi sorgulamaya başlamıştı. Yürüttüğüm taktiğin, en olası riski buydu zaten. Başarılı bir giriş yapmış, adamın ilgisini çekebilmiş ve az da olsa bilgi almayı başarmıştım. Sıra, bir sonraki aşamadaydı. Ve onu da başarıyla tamamladığım takdirde en azından işin bu kısmını büyük oranda halletmiş olacaktım. Neyse ki, aklımda bir plan vardı. Bu, köye yürürken tekrar ettiğim olası ihtimallerden biriydi. Geninliğim yıllarında; hastalığımı kabullenme aşamasındayken önümdeki yıllar için bir takım planlamalar yapmıştım. Fiziki olarak güçten düşeceğimi zaten biliyordum, bu sebeple beynimi ön plana çıkarıp diğer shinobilerin genelde fizikleriyle yapmayı tercih ettikleri şeyi akıl oyunlarıyla yapmaya odaklanmıştım. Aldatma, benim büyük silahlarımdan biri olacaktı. O günlerde, insan mantalitesine yaklaşımı anlatan bir kitap okuduğumu hatırlıyorum. Akademi kütüphanesinde tozlu bir rafta, eskice görünen bir parşomende işliydi şuanda kullanacağım şeyler. İknanın 8 yönteminden bahsediyordu, bunlardan biriyse köklere hitap etmekti. Karşımdaki adam, oldukça yaşlı görünüyordu. Yaşlı insanlarda ileriye dönük olasılıklar çok azaldığı için, geçmişe saplantılı olma durumu çok yaygındır. Oynayacağım kumar büyüktü, ancak tuttuğu takdirde sonuçları benim beklediğimden bile iyi olabilirdi.
Yüzüme endişeli bir ifade yükleyerek sağa sola göz attım ve yutkundum. Bu, adamın söyleyeceğim şeyden çekindiğimi düşünmesini sağlamak içindi. Bu sayede kendisini durumda avantajlı görmeye başlayacaktı. Karşılıklı diyaloglarda avantajlı olduğunu hisseden taraf gücün verdiği hazla kendini koyvermeye meyillenir. Bununla birlikte söylememin çok doğru olmadığı bir şeyden bahsettiğimi düşünecekti. Bu da olayın inandırıcılığını arttıracaktı. Ona bir adım yaklaştım ve mırıldandım: “Ojisan, yaşına hürmeten sana güvenmek istiyorum. Ve senden de bana güvenmeni bekliyorum. Bu söyleyeceklerim gerçekten önemli.” Eski yerime dönerek birkaç el mührü yaptım ve fısıldadım: “Magen: Henge.” Amacım sağ omzumdan sarkan kuşağın üstünde bir Amegakure sembolü oluşturmaktı. “Ojisan, ben Amegakure için çalışan gizli bir topluluğun üyelerindenim. Bu topraklar yıllardır ağlıyor. Büyük ülkeler ve basiretsiz liderler halkımızı bu acı çemberinden çıkarmamıza her zaman engel oldular.” Yüzümdeki ifadeyi ciddileştirdim, adamı ikna etmek zorundaydım. “Kullandığım teknik, bu sembolü gizlemek için. Ancak serbest bıraktığımda orijinal haline dönüyor.” Aslında, adama gösterdiğim alınbandının arkasında kaçtığım köy olan Ishigakure’nin sembolü vardı ama bunu onun bilmesine gerek yoktu. “Kendi ülkemde, kendi topraklarımda bu sembolü gizlemek zorunda kalmaktan utanıyorum. Ancak bu davaya kendimizi adamış az sayıda kişi olarak ülkeyi kurtarıp yeniden güçlü bir hale getireceğimize and içtik ve birimizin kaybını bile göze alamayız.” Yeniden bir adım yaklaştım yaşlı adama. İşte asıl sıkıntı bu noktada başlıyordu. Bahsettiğim gibi, adamın köklerine oynamak zorundaydım. Yaşlı insanlar her zaman eskilerin daha iyi olduğuna inanırlardı. Zamanında halihazırdan daha kötü durumda olsalar bile. Yüzüme bu kez, yalvarırcasına bir ifade yükledim. “Ojisan. Bir ülke, ancak vatandaşları o ülke için çarpışmaya hazır olduğunda güçlenebilir ve büyüyebilir. Bu lanet olası haydutlardan sıkılmadınız mı? Kazancınızın yarısını yalnızca silahları olduğu için sizi ezmekten hiç çekinmeyen heriflere vermekten? Bana yardımcı ol, ve buradan başlayarak Amegakure’yi güvenli bir hale getirelim. Güçlü bir hale.”
Bu sırada yaşlı adam, benim kimliğimi sorgulamaya başlamıştı. Yürüttüğüm taktiğin, en olası riski buydu zaten. Başarılı bir giriş yapmış, adamın ilgisini çekebilmiş ve az da olsa bilgi almayı başarmıştım. Sıra, bir sonraki aşamadaydı. Ve onu da başarıyla tamamladığım takdirde en azından işin bu kısmını büyük oranda halletmiş olacaktım. Neyse ki, aklımda bir plan vardı. Bu, köye yürürken tekrar ettiğim olası ihtimallerden biriydi. Geninliğim yıllarında; hastalığımı kabullenme aşamasındayken önümdeki yıllar için bir takım planlamalar yapmıştım. Fiziki olarak güçten düşeceğimi zaten biliyordum, bu sebeple beynimi ön plana çıkarıp diğer shinobilerin genelde fizikleriyle yapmayı tercih ettikleri şeyi akıl oyunlarıyla yapmaya odaklanmıştım. Aldatma, benim büyük silahlarımdan biri olacaktı. O günlerde, insan mantalitesine yaklaşımı anlatan bir kitap okuduğumu hatırlıyorum. Akademi kütüphanesinde tozlu bir rafta, eskice görünen bir parşomende işliydi şuanda kullanacağım şeyler. İknanın 8 yönteminden bahsediyordu, bunlardan biriyse köklere hitap etmekti. Karşımdaki adam, oldukça yaşlı görünüyordu. Yaşlı insanlarda ileriye dönük olasılıklar çok azaldığı için, geçmişe saplantılı olma durumu çok yaygındır. Oynayacağım kumar büyüktü, ancak tuttuğu takdirde sonuçları benim beklediğimden bile iyi olabilirdi.
Yüzüme endişeli bir ifade yükleyerek sağa sola göz attım ve yutkundum. Bu, adamın söyleyeceğim şeyden çekindiğimi düşünmesini sağlamak içindi. Bu sayede kendisini durumda avantajlı görmeye başlayacaktı. Karşılıklı diyaloglarda avantajlı olduğunu hisseden taraf gücün verdiği hazla kendini koyvermeye meyillenir. Bununla birlikte söylememin çok doğru olmadığı bir şeyden bahsettiğimi düşünecekti. Bu da olayın inandırıcılığını arttıracaktı. Ona bir adım yaklaştım ve mırıldandım: “Ojisan, yaşına hürmeten sana güvenmek istiyorum. Ve senden de bana güvenmeni bekliyorum. Bu söyleyeceklerim gerçekten önemli.” Eski yerime dönerek birkaç el mührü yaptım ve fısıldadım: “Magen: Henge.” Amacım sağ omzumdan sarkan kuşağın üstünde bir Amegakure sembolü oluşturmaktı. “Ojisan, ben Amegakure için çalışan gizli bir topluluğun üyelerindenim. Bu topraklar yıllardır ağlıyor. Büyük ülkeler ve basiretsiz liderler halkımızı bu acı çemberinden çıkarmamıza her zaman engel oldular.” Yüzümdeki ifadeyi ciddileştirdim, adamı ikna etmek zorundaydım. “Kullandığım teknik, bu sembolü gizlemek için. Ancak serbest bıraktığımda orijinal haline dönüyor.” Aslında, adama gösterdiğim alınbandının arkasında kaçtığım köy olan Ishigakure’nin sembolü vardı ama bunu onun bilmesine gerek yoktu. “Kendi ülkemde, kendi topraklarımda bu sembolü gizlemek zorunda kalmaktan utanıyorum. Ancak bu davaya kendimizi adamış az sayıda kişi olarak ülkeyi kurtarıp yeniden güçlü bir hale getireceğimize and içtik ve birimizin kaybını bile göze alamayız.” Yeniden bir adım yaklaştım yaşlı adama. İşte asıl sıkıntı bu noktada başlıyordu. Bahsettiğim gibi, adamın köklerine oynamak zorundaydım. Yaşlı insanlar her zaman eskilerin daha iyi olduğuna inanırlardı. Zamanında halihazırdan daha kötü durumda olsalar bile. Yüzüme bu kez, yalvarırcasına bir ifade yükledim. “Ojisan. Bir ülke, ancak vatandaşları o ülke için çarpışmaya hazır olduğunda güçlenebilir ve büyüyebilir. Bu lanet olası haydutlardan sıkılmadınız mı? Kazancınızın yarısını yalnızca silahları olduğu için sizi ezmekten hiç çekinmeyen heriflere vermekten? Bana yardımcı ol, ve buradan başlayarak Amegakure’yi güvenli bir hale getirelim. Güçlü bir hale.”

- GM - Naruto
- Game Master
- Posts: 2811
- Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm
Re: İlk Adımlar
Mühür yapmaya başlamanla beraber ihtiyarın yüzüne bir korku ifadesi oturuyor fakat Genjutsu etkisini gösterip Amegakure sembolünü koluna işlediği an rahatlıyor. Laflarını iyice dinlediğini farkediyorsun, kapalı gözleri biraz açılıyor. "İçeri gel evladım. Oğlum ile görüşsen daha iyi." diyor, ardından ayağı kalkarak ufak kapıdan içeri giriyor.
Çok ufak, tek kişinin sığacağı bir verandaya giriyorsun amcanın arkasından. Amca ayakkabılarını girişte çıkartıyor ve evin sürgülü kapısını açarak içeri giriyor, ardından karanlık eve seni davet ediyor. Sen de onun ardından içeri giriyorsun. Amca sakin adımlarla sol tarafa doğru yürüyor ve bir gaz lambasının altını yakıyor ve etraf aydınlanıyor.
Ufak bir japon evi. Yer hasır kaplama, duvarlar tahta, tavan da aynı şekilde. Duvarda bir kaç el çizimi manzara mevcut. Kare bir oda. Sol tarafta bir sürgülü kapı daha görüyorsun. Mutfak ise tam karşında olmalı. Odanın tam ortasında sönmüş bir ocak ve etrafında temiz kap kacak var. Sağ köşede 4-5 tane düzenli bir şekilde duvara yaslanmış kitap ve minder seçiyorsun. Yan sokağa bakan bir pencere onun üstünde duruyor. Tabii ki pencerede cam yok; o kadar lükse daha her yer ulaşmadı, bu teknolojik devrimde bile.
Amca ocağın etrafındaki minderleri işaret ederek "Otur evladım, ben çay suyu koyayım. Shin'ichi birazdan burada olur, dönmesi lazım artık tarladan." diyor. Ocağa yaklaşıp içine bir kaç odun atıyor nereden çıkardığını anlamadığın, ardından bir kav ile onu yakıyor. Ocağın yanındaki bir çaydanlığı alıyor ve mutfak olduğunu düşündüğün yere gidiyor. Bir kaç dakika sonra geri geliyor ve yanan ocağın üstüne yerleştiriyor. "Birazdan demlenir evladım. Eee, Amegakure'den haberler var mı? Veya başkentten? Daimyo'nun durumu nedir?" İstekli ama yorgun gözlerle diyeceğin söyleri bekliyor.
Teishi hala aktif, aynı şekilde Magen: Henge'de. Şu an hissedilebilir bir chakra yediklerini düşünmüyorsun ama yine de aklının bir kenarındalar.
Çok ufak, tek kişinin sığacağı bir verandaya giriyorsun amcanın arkasından. Amca ayakkabılarını girişte çıkartıyor ve evin sürgülü kapısını açarak içeri giriyor, ardından karanlık eve seni davet ediyor. Sen de onun ardından içeri giriyorsun. Amca sakin adımlarla sol tarafa doğru yürüyor ve bir gaz lambasının altını yakıyor ve etraf aydınlanıyor.
Ufak bir japon evi. Yer hasır kaplama, duvarlar tahta, tavan da aynı şekilde. Duvarda bir kaç el çizimi manzara mevcut. Kare bir oda. Sol tarafta bir sürgülü kapı daha görüyorsun. Mutfak ise tam karşında olmalı. Odanın tam ortasında sönmüş bir ocak ve etrafında temiz kap kacak var. Sağ köşede 4-5 tane düzenli bir şekilde duvara yaslanmış kitap ve minder seçiyorsun. Yan sokağa bakan bir pencere onun üstünde duruyor. Tabii ki pencerede cam yok; o kadar lükse daha her yer ulaşmadı, bu teknolojik devrimde bile.
Amca ocağın etrafındaki minderleri işaret ederek "Otur evladım, ben çay suyu koyayım. Shin'ichi birazdan burada olur, dönmesi lazım artık tarladan." diyor. Ocağa yaklaşıp içine bir kaç odun atıyor nereden çıkardığını anlamadığın, ardından bir kav ile onu yakıyor. Ocağın yanındaki bir çaydanlığı alıyor ve mutfak olduğunu düşündüğün yere gidiyor. Bir kaç dakika sonra geri geliyor ve yanan ocağın üstüne yerleştiriyor. "Birazdan demlenir evladım. Eee, Amegakure'den haberler var mı? Veya başkentten? Daimyo'nun durumu nedir?" İstekli ama yorgun gözlerle diyeceğin söyleri bekliyor.
Teishi hala aktif, aynı şekilde Magen: Henge'de. Şu an hissedilebilir bir chakra yediklerini düşünmüyorsun ama yine de aklının bir kenarındalar.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
- Komaeda Togami
- Kaçak
- Posts: 169
- Joined: September 3rd, 2018, 11:12 pm
Re: [Komaeda Togami] İlk Adımlar
Genjutsumun işe yaradığını, yaşlı adamın rahatlayıp gözlerinin büyümesiyle anlamıştım. Ben omzuma asılı kuşağın üzerindeki plakaya baktığımda yalnızca boşluk görüyordum, ancak yaşlı adam orada bir Amegakure sembolü görüyordu. Ardından beklemediğim bir şekilde ayağa kalktı yaşlı adam, devamındaysa beni evine davet etti. Bu hareket, adamın tamamıyla bana inandığını gösteriyordu ve planımın ilk aşamasının başarılı olduğuna işaretti. Şimdilik fena gitmiyordum, riskli hareketler yaptığım doğruydu ancak hiçbiri alamayacağım riskler değildi. Tam aksine, almam gereken riskler bu şekilde olmalıydı zaten. Oğluyla görüşmemin daha iyi olacağını söylemişti. Şimdiki aşamada işim büyük bir terslik olmazsa daha kolay olacaktı. Halihazırda bana tamamen güvenen bir müttefiğe sahiptim, ve kartlarımı doğru oynarsam müttefiğimin de desteğiyle bu kez daha güçlü birini safıma çekebilecektim. Yaşlıların aksine gençler her zaman daha tezcanlı ve değişime açık olurlardı. Bu, ikna konusunda hareket alanımı biraz genişletmemi sağlayacaktı. Ona hazırladığım birkaç numara vardı elbet.
Adamın yönlendirmesiyle küçük kapıya doğru yöneldim ve arkasından içeri girdim. Oldukça ufak bir veranda karşılamıştı beni. Yaşlı adamın yaptığı gibi, sandaletlerimi çıkardım ve sürgüsü açılan kapıdan içeri doğru süzüldüm. Yaşlı adam gaz lambasını yaktığında, gayet sıradan bir japon eviyle karşılaştım. Her şey normal görünüyordu. Sade, basit bir ev. Yaşlı adam beni minderlere yöneltip çay koyacağını söyledi ve oğlunun gelme zamanının yakın olduğundan bahsetti. Dediğini yapıp minderlere çöktüm. Bir yandan duvarlardaki çizimlere göz atıyor, diğer yandan yaşlı adamıi izliyordum. Ateşi yaktıktan sonra, gelip benimle birlikte oturdu ve soru sormaya başladı. En azından yaşlı adam için, bana güvenmesinden mütevellit bu saatten sonra pot kırmam zor görünüyordu ancak tedbiri elden bırakmamakta fayda vardı. Ancak öncelikle Henge’yi bozmalıydım. Oğlu geldiğinde tekniğim onun üzerinde açık olmadığı için babası Ame sembolü görürken oğlunun boş plaka görmesi hoş bir izlenim yaratmazdı. Pencereye doğru şüpheli bakışlar atarak: “Müsadenizle, pencereden görülme ihtimalimize karşı.” dedim ve Magen: Henge tekniğimi sonlandırdım. Aslında orada olmayan bir görüntüyü yoketmiştim, ancak yaşlı adam için bu orada olan bir şeyi yeniden sakladığım manasına geliyordu.
Sorularına nasıl cevap vermem gerektiğini ise biraz düşünmeliydim. Hafifçe duraksayarak gözlerimi kıstım. Bunlar, hem düşünmeme yardımcı oluyor hem de yaşlı adama inandırıcı görünmemde fayda sağlıyordu. Öyle umuyordum en azından. “Durumlar pek iyi değil, Ojisan.” dedim ve yeniden duraksadım. "Politik zayıflığımızı bir kenara bırakırsak, askeri olarak da zayıf durumdayız. Bu kasaba gibi pek çok mezra var yağmur ülkesinin dört bir yanında. Yağmacılar her yerde.” Duyduklarım ve gördüklerim bunlardı, yalan sayılmazlardı en azından. “Kontrolümüz altında olan çok az toprak kaldı. Amegakurede durumlar iyi, ancak eski gücümüze kavuşmamız için sınırlarımızın tamamına yeniden hakim olmalıyız. Daimyo-Sama ise güvende, size söyleyebileceğim tek şey ne yazık ki bu.” Konuşmamı biraz gizemli bir şekilde bitirmeyi tercih etmiştim. Bilmediğim bir şeyden bahsediyorken, çok biliyormuş ancak söylemem doğru olmazmış gibi konuşmak genelde işe yarardı. Şuanda da ona güveniyordum.
Adamın yönlendirmesiyle küçük kapıya doğru yöneldim ve arkasından içeri girdim. Oldukça ufak bir veranda karşılamıştı beni. Yaşlı adamın yaptığı gibi, sandaletlerimi çıkardım ve sürgüsü açılan kapıdan içeri doğru süzüldüm. Yaşlı adam gaz lambasını yaktığında, gayet sıradan bir japon eviyle karşılaştım. Her şey normal görünüyordu. Sade, basit bir ev. Yaşlı adam beni minderlere yöneltip çay koyacağını söyledi ve oğlunun gelme zamanının yakın olduğundan bahsetti. Dediğini yapıp minderlere çöktüm. Bir yandan duvarlardaki çizimlere göz atıyor, diğer yandan yaşlı adamıi izliyordum. Ateşi yaktıktan sonra, gelip benimle birlikte oturdu ve soru sormaya başladı. En azından yaşlı adam için, bana güvenmesinden mütevellit bu saatten sonra pot kırmam zor görünüyordu ancak tedbiri elden bırakmamakta fayda vardı. Ancak öncelikle Henge’yi bozmalıydım. Oğlu geldiğinde tekniğim onun üzerinde açık olmadığı için babası Ame sembolü görürken oğlunun boş plaka görmesi hoş bir izlenim yaratmazdı. Pencereye doğru şüpheli bakışlar atarak: “Müsadenizle, pencereden görülme ihtimalimize karşı.” dedim ve Magen: Henge tekniğimi sonlandırdım. Aslında orada olmayan bir görüntüyü yoketmiştim, ancak yaşlı adam için bu orada olan bir şeyi yeniden sakladığım manasına geliyordu.
Sorularına nasıl cevap vermem gerektiğini ise biraz düşünmeliydim. Hafifçe duraksayarak gözlerimi kıstım. Bunlar, hem düşünmeme yardımcı oluyor hem de yaşlı adama inandırıcı görünmemde fayda sağlıyordu. Öyle umuyordum en azından. “Durumlar pek iyi değil, Ojisan.” dedim ve yeniden duraksadım. "Politik zayıflığımızı bir kenara bırakırsak, askeri olarak da zayıf durumdayız. Bu kasaba gibi pek çok mezra var yağmur ülkesinin dört bir yanında. Yağmacılar her yerde.” Duyduklarım ve gördüklerim bunlardı, yalan sayılmazlardı en azından. “Kontrolümüz altında olan çok az toprak kaldı. Amegakurede durumlar iyi, ancak eski gücümüze kavuşmamız için sınırlarımızın tamamına yeniden hakim olmalıyız. Daimyo-Sama ise güvende, size söyleyebileceğim tek şey ne yazık ki bu.” Konuşmamı biraz gizemli bir şekilde bitirmeyi tercih etmiştim. Bilmediğim bir şeyden bahsediyorken, çok biliyormuş ancak söylemem doğru olmazmış gibi konuşmak genelde işe yarardı. Şuanda da ona güveniyordum.

- GM - Naruto
- Game Master
- Posts: 2811
- Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm
Re: [Komaeda Togami] İlk Adımlar
Sen konuşurken amcanın suradı çöküyor biraz. Ufak bir bardak alıp demlenen çaydan koyuyor sana, ardından biraz da kendine. "Şekerimiz bir süredir yok evladım." diyor kırık bir sesle. Sen konuşmanı bitirince derin bir nefes veriyor. "Liderimizin güvende olması yüreğime su serpti evladım, ama bundan fazlasına ihtiyacımız var. Kardeşin kardeşe kıyımı... Hiç doğru değil." Sessizlik oluyor bir süre, hafiften başlayan yağmurun patırtıları ile çaylarınızı içiyorsunuz.
Ardından kapı sürgüsü aniden açılıyor ve içeri birisi giriyor. Kafanı çevirip baktığında, gömleğinin kolları kesilmiş, geniş çiftçi pantolonu giyen, siyah gür saçları geriye atılmış, hafif uzun boylu ama zayıf ve atletik bir genç görüyorsun. Elindeki bir orak ve omzunda taşıdığı tırpanı evin girişine bırakıyor. Gür sesiyle konuşuyor ayakkabılarını çıkarıp eve girerken "Hasat beklediğimizden geç olacak baba. Ekstra iş yapmamız gereke..." Seni görüyor, adımlarını yavaşlatıyor. Babası bir sıkıntı yok dermişçesine kafasını sallıyor, Shin'ichi'de temkinli bir şekilde ateşin yanına oturuyor. Babası ona da bir çay koyuyor.
"Shin'ichi, bu evlat bir Amegakure ninjası. Daimyo'nun tarafından. Aslında ona 'Yağmur ülkesi ninjası' desek daha doğru olacak." Eleman oturduğu yerde sırtını düzleştiriyor, keskin bakan sert gözleri iyice sertleşiyor. Fakat senin bu güçten düşmüş halinle sana sorun çıkartabilecek biri olduğundan şüphelisin. Maksimum 20-22 yaşlarında falandır. "Gençmiş. Amegakure ninjalarının daha yaşlı olmasını beklerdim. Ama savaş herkesi içine çekiyor, değil mi?" Kafasını sana döndürüyor ve sana bakıyor. Babası ise tekrar konuşuyor, fakat Shin'ichi gözlerini senden ayırmıyor; "Ben ona yardımcı olamadım, belki sen olursun."
Ardından kapı sürgüsü aniden açılıyor ve içeri birisi giriyor. Kafanı çevirip baktığında, gömleğinin kolları kesilmiş, geniş çiftçi pantolonu giyen, siyah gür saçları geriye atılmış, hafif uzun boylu ama zayıf ve atletik bir genç görüyorsun. Elindeki bir orak ve omzunda taşıdığı tırpanı evin girişine bırakıyor. Gür sesiyle konuşuyor ayakkabılarını çıkarıp eve girerken "Hasat beklediğimizden geç olacak baba. Ekstra iş yapmamız gereke..." Seni görüyor, adımlarını yavaşlatıyor. Babası bir sıkıntı yok dermişçesine kafasını sallıyor, Shin'ichi'de temkinli bir şekilde ateşin yanına oturuyor. Babası ona da bir çay koyuyor.
"Shin'ichi, bu evlat bir Amegakure ninjası. Daimyo'nun tarafından. Aslında ona 'Yağmur ülkesi ninjası' desek daha doğru olacak." Eleman oturduğu yerde sırtını düzleştiriyor, keskin bakan sert gözleri iyice sertleşiyor. Fakat senin bu güçten düşmüş halinle sana sorun çıkartabilecek biri olduğundan şüphelisin. Maksimum 20-22 yaşlarında falandır. "Gençmiş. Amegakure ninjalarının daha yaşlı olmasını beklerdim. Ama savaş herkesi içine çekiyor, değil mi?" Kafasını sana döndürüyor ve sana bakıyor. Babası ise tekrar konuşuyor, fakat Shin'ichi gözlerini senden ayırmıyor; "Ben ona yardımcı olamadım, belki sen olursun."
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.