Chou'nun en doğru olanı bileceği. Bazen, Ishichou'yu insanların neden sorgulamadığını düşünüyorum. Aslında, aldığı kararları şuana kadar sorgulamamıştım ancak Kaoru olayını sorguluyordum. Neden doğru olanı yaptığına inanayım ki? Önümde doğru olanı yaptığına dair bir kanıt yoktu, sadece müttefik olmuşlardı. Bir köyün başında olsam ve shinobilerimden birisinin kolunu koparsalardı ne yapardım? Kendime bu soruyu sorduğum zaman bir yanıt alamıyordum, ancak onunla müttefik olmayacağımı kesinlikle söyleyebilirdim. Doğru olanı gizliyorsa eğer, gün yüzüne çıktığında tüm düşüncelerimi kenara atıp kendi içimde ondan özrümü dileyebilirim. Şimdilik, onun bu kararını sorgulayan bir shinobiyim, maalesef.
Yukiko konusunu açınca, Ringo'nun bu konuda biraz yaralı olduğunu tekrardan hatırlamıştım. O küçük kızı kurtaramamış olmak, onda daha büyük yara açmıştı sanırım. Ben, olaya bir deney olarak bakarken, Ringo bir can olarak bakıyordu. Küçük kızı bende umursamıştım, hatta imkanım olsa onu kurtarabilirdim ancak Ringo kadar umursadığımı söyleyemem. En azından, onu sadece gözlemlerimde haklı çıktığım bir deney tahtası olarak görüyordum. Ringo içkisini biraz abartıyor gibiydi bu sırada, genede bu duruma gülümsedim. Alkol, efkarlı bir surat ifadesi oluşturuyordu Ringo'nun suratında. Bardağımı dikip, ikinci bardağımı istedim Ringo'yla birlikte. Ringo alkol konusunda benden önde gidiyordu, ben çok hızlı içmeyi veya çok içmeyi sevmiyordum.
İnsanın kendi zihniyle bile zor anlaştığını söylediği anda aklıma abim geldi. Gözlerim bir anlığına korkuyla dolmuş olsa bile kendimi toparladım hızlıca. Benimde zihnimde çok zor anlaştığım, zincirleri kıramadığım bir nokta vardı. O da ağabeyime olan korkumdu. Ağabeyime olan korkumu attığım zaman, kendi zihnimde tamamen özgür olacağımı düşünüyordum. En azından, onunla görüşmediğim sürece özgürdüm. Ancak, bir gün karşıma gelirse zihnim bütün özgürlüğümü kısıtlayacaktı. Bundan tamamen kurtulmam gerekiyordu.
"Nereden başlayacağım konusu meçhul. Bir kaç araştırma yapacağım. Öncelikle Ishichou-sama'nın yanına uğrarım diye düşünüyorum, kendisinden bu konuda bilgi isteyeceğim. Beni yüksek rütbeli shinobilerin yanına göndermesi bile yeterli. Okumam gerekiyorsa okurum, haftalarca aylarca antrenman yapmam gerekiyorsa yaparım. Kısacası, bu konuda bilgili birilerini bulmalı, bilgi içeren parşomenler bulmalıyım sanırım. Sonrasında, kendimi geliştirmek kalıyor geriye. Öğrendiklerimin üstüne kendimden bir şeyler katmalıyım."
Dedim. İçkimden bir yudum aldıktan sonra tekrar konuşmaya devam ettim.
"Dediğin gibi, zihin dipsiz bir kuyu. Benimde zihnimde mührünü kıramadığım, büyük bir engel var. İnsanların da öyle. Bu durumları, köyüm için kullanabileceğimi düşünüyorum. Düşmanlarımıza karşı, bilgi almamız gereken kişilere karşı. Dipsiz kuyular, beni kendine çekiyor."
Dedim. Köyüm için mi? Hayır hayır, bu benim uydurduğum küçük bir yalan. Tamamen kendim için istiyorum ancak bir perde gibi bu yalanı kullanıyorum. Tabi ki kendime kattığım güçleri köyüm için kullanacağım, ancak ilk sebebim bu değil.
Derinlerde Bir Yerde
- Jin Ryoken
- Ishigakure
- Posts: 421
- Joined: August 31st, 2018, 5:11 am
Re: Derinlerde Bir Yerde

► Show Spoiler
- Okawa Ringo
- Ishigakure
- Posts: 309
- Joined: February 25th, 2019, 1:04 am
Re: Derinlerde Bir Yerde
"Tam bir ineksin Ryoken-san!"
Balgamla dolu boğazımı temizlemek adına bir yudum daha almış, yudumlarımı artık fondip kıvamında; sanki bardağı vakumluyormuşcasına almaya başlamıştım. Fazla içtiğimin farkına vardım tam da bu an. Yine de alkole karşı dirençli ve alışıktım. Sanırım çok küçük yaşlarda yaşadığım yalnızlık krizleri ve depresyonların bunda büyük etkisi vardı. Hiç bir zaman sevmediğim, ancak hep yanımda olan bir yoldaş gibiydi içki. Kudretli hissettiriyor, konuşmamı kolaylaştırıyor; benden bir şeyler çalmak konusunda ise aceleci davranmıyordu. Ben ise sözlerine şakayla karşılık verdiğim dostumun surat ifadesini izliyordum.
"Gerekli yardımı alacağına eminim. Bu konuya dalan insanların kafası uçuyordur bence. Senin delirmeyeceğin ne malum?" dedikten sonra biraz daha duraksadım. Yüzümdeki gülümsemein dozunu daha samimi bir seviyeye çektim. Onu şaşırtmayacak, dediklerimi garipsetme uğraşında değildim. Ya da onu ciddiyet almadığımı düşünmesini istemedim sanırım. Çünkü o da, benim gibi az önceki konuşmalardan fazlasını düşünüyor; takıyordu. Ishichou ve köy hakkındaki düşüncelerinin tam tersine bir temel oluşturacak sözleri, hoşuma gitmişti. Güçlenmeyi her ne kadar kendi arzuları için hırsla istiyor da olsa, bu köyün bir shinobisi olduğunun da bilincindeydi. Ryoken ve gücü, benim ve köyümün gücüydü aslında. Bunun bilinciyle başarılı olmasını istiyordum, sanırım.
"Benim de bir hayalim var. İz bırakan, insanların örnek aldığı biri olmayı istiyorum. Ancak bu, saf güçle olabilecek bir şey midir, emin değilim. Senin yürümeyi seçtiğin yola göre, daha farklı adımlar atmamı gerektiriyor sanırım."
Sözlerimden sonra biraz daha düşünmeyi sürdürmüştüm. Önümdeki bardaktan koca bir yudum alayım dedim, yarısında kaldı. Çünkü çoktan dibi görmüştüm. Vücudumda bir gevşeklik, rahatlık hissediyordum. Kafam iyiydi aslında. Kederlenmek veya üzülmek adına çok iyi bir zaman da olsa, dostumun fikirlerine arka çıkıp ona en azından yanında olduğumu hissettirebilmek daha iyiydi. Sanırım kendim için değil de, Ryoken-san için içiyordum. Aklıma gelen kişi ise Ishichou-sama idi. Ona karşı hissettiklerimin, günün birinde bu kadar alevlenebileceği; yaşam arzum haline gelebileceğini hiç tahmin edememiştim. Küçük bir çocuk değildim artık. Büyümek ve hislerimin olgunluğuna şaşırtmak... Ürkütücü ve gelişigüzel her hisse kapalı bir kapının ardındaydım. Ne olursa olsun, shinobi olduğum için mesafeli olmak zorunda kalışımı düşündüm. Sanırım bazen bu formalitelerin hayatımı yönlendirişinden çok mutsuzum. Ama bildiğim tek şey, Kurumi-sama'nın bir gün tekrar gülümseyebileceği. Tek istediğimin bu olduğuna karar verdim. Bunun olması için ise yapmamız gereken tek şeyin belki de Ryoken-san'ın söylediklerinden farksız olmadığını anladım. Güçlenmemiz gerekiyordu. Kendi kıçımızı kurtarıp, bize verilen her şeyi yapabilecek kadar güçlenirsek; o bizi bu kadar çok düşünmek zorunda kalmayacaktı.
"Belki de bu diyarın gördüğü en büyük Genjutsu ustası olursun. Ama belki diyorum! Senden olacağını söylemedim gene de... Yarın ilk işin bu olsun. Git ve istediğini al Ryoken-san."
Balgamla dolu boğazımı temizlemek adına bir yudum daha almış, yudumlarımı artık fondip kıvamında; sanki bardağı vakumluyormuşcasına almaya başlamıştım. Fazla içtiğimin farkına vardım tam da bu an. Yine de alkole karşı dirençli ve alışıktım. Sanırım çok küçük yaşlarda yaşadığım yalnızlık krizleri ve depresyonların bunda büyük etkisi vardı. Hiç bir zaman sevmediğim, ancak hep yanımda olan bir yoldaş gibiydi içki. Kudretli hissettiriyor, konuşmamı kolaylaştırıyor; benden bir şeyler çalmak konusunda ise aceleci davranmıyordu. Ben ise sözlerine şakayla karşılık verdiğim dostumun surat ifadesini izliyordum.
"Gerekli yardımı alacağına eminim. Bu konuya dalan insanların kafası uçuyordur bence. Senin delirmeyeceğin ne malum?" dedikten sonra biraz daha duraksadım. Yüzümdeki gülümsemein dozunu daha samimi bir seviyeye çektim. Onu şaşırtmayacak, dediklerimi garipsetme uğraşında değildim. Ya da onu ciddiyet almadığımı düşünmesini istemedim sanırım. Çünkü o da, benim gibi az önceki konuşmalardan fazlasını düşünüyor; takıyordu. Ishichou ve köy hakkındaki düşüncelerinin tam tersine bir temel oluşturacak sözleri, hoşuma gitmişti. Güçlenmeyi her ne kadar kendi arzuları için hırsla istiyor da olsa, bu köyün bir shinobisi olduğunun da bilincindeydi. Ryoken ve gücü, benim ve köyümün gücüydü aslında. Bunun bilinciyle başarılı olmasını istiyordum, sanırım.
"Benim de bir hayalim var. İz bırakan, insanların örnek aldığı biri olmayı istiyorum. Ancak bu, saf güçle olabilecek bir şey midir, emin değilim. Senin yürümeyi seçtiğin yola göre, daha farklı adımlar atmamı gerektiriyor sanırım."
Sözlerimden sonra biraz daha düşünmeyi sürdürmüştüm. Önümdeki bardaktan koca bir yudum alayım dedim, yarısında kaldı. Çünkü çoktan dibi görmüştüm. Vücudumda bir gevşeklik, rahatlık hissediyordum. Kafam iyiydi aslında. Kederlenmek veya üzülmek adına çok iyi bir zaman da olsa, dostumun fikirlerine arka çıkıp ona en azından yanında olduğumu hissettirebilmek daha iyiydi. Sanırım kendim için değil de, Ryoken-san için içiyordum. Aklıma gelen kişi ise Ishichou-sama idi. Ona karşı hissettiklerimin, günün birinde bu kadar alevlenebileceği; yaşam arzum haline gelebileceğini hiç tahmin edememiştim. Küçük bir çocuk değildim artık. Büyümek ve hislerimin olgunluğuna şaşırtmak... Ürkütücü ve gelişigüzel her hisse kapalı bir kapının ardındaydım. Ne olursa olsun, shinobi olduğum için mesafeli olmak zorunda kalışımı düşündüm. Sanırım bazen bu formalitelerin hayatımı yönlendirişinden çok mutsuzum. Ama bildiğim tek şey, Kurumi-sama'nın bir gün tekrar gülümseyebileceği. Tek istediğimin bu olduğuna karar verdim. Bunun olması için ise yapmamız gereken tek şeyin belki de Ryoken-san'ın söylediklerinden farksız olmadığını anladım. Güçlenmemiz gerekiyordu. Kendi kıçımızı kurtarıp, bize verilen her şeyi yapabilecek kadar güçlenirsek; o bizi bu kadar çok düşünmek zorunda kalmayacaktı.
"Belki de bu diyarın gördüğü en büyük Genjutsu ustası olursun. Ama belki diyorum! Senden olacağını söylemedim gene de... Yarın ilk işin bu olsun. Git ve istediğini al Ryoken-san."

- Jin Ryoken
- Ishigakure
- Posts: 421
- Joined: August 31st, 2018, 5:11 am
Re: Derinlerde Bir Yerde
Tam bir ineksin dediğinde hafifçe gülümsedim. İnek değildim, sadece merak ettiğim şeyleri daha çok araştırmak istiyordum. Sonrasında ise gerekli yardımı alabileceğimi ve bu konuyla uğraşanların kafasının uçtuğunu düşündüğünü söyledi. Yüzündeki gülümseme oldukça samimi bir hal aldı. Sonrasında ise, sorusuyla birlikte bir kahkaha attım. Doğru, delirmeyeceğimin bir garantisi yoktu. Ancak her türlü riski göğüslemeye hazırdım. Benim için amacım birinci sırada, riskler ise ikinci sıradaydı. Hatta öyle bir durum ki, ne tür risklerle karşılacağımı direk karşılaştığım zaman görmek istiyordum.
Kendi hayallerinden bahsetmeye başladığında, bakışlarımı biraz daha keskinleştirdim. Ringo hakkında daha fazla şey öğreniyordum. Benim yoluma göre, hayalleri daha farklı şeyler yapmasını gerektiriyordu. O, ön planda olan biri olmayı seçiyordu. Bense arka planda işleyen, gizli bir silah olmayı tercih ediyordum. Kimse tarafından takdir görmeye ihtiyacım yoktu, kimsenin beni fark etmesine gerek yoktu. Beni tanıması gerekenler, ya korkuyla anacak ya da tedirgin olacaklardı. Benim istediğim kesinlikle buydu, örnek alınmak gibi hayallere ihtiyacım yoktu. Hepsi birer saçmalıktan ibaretti.
Düşünceli yüz ifadesinin ardından, belki de bu diyarın en güçlü genjutsu ustası olabileceğimi söyledi. Aslında, bir nevi şaka yapıyordu. Yarın ilk işimin bu olması gerektiğini söylerek hafif bir gaz verdi, kafamla onayladım. Ringo'nun dediği gibi, gidip istediğimi elde etmeliydim. Bardağımda, bitmemiş olan içkimi hafifçe yudumladım, ardından samimi bir gülümsemeyle, şaka yaptığımı belirtir bir tonda konuşmaya başladım.
"Usta mı? Ben tanrı olacağım."
İlk kez bu kadar samimi gülümsüyordum sanırım. Şakayla karışık, ciddiydim bu konuda. Ancak bu düşüncemi bilmesi, sıkıntı çıkarabilirdi. Bu yüzden şaka yapmış gibi davrandım. Ardından bardağımı Ringo'ya doğru kaldırdım. İnsanların bardaklarını tokuşturduklarını görmüştüm daha önce. Böyle anlarda yaptıklarını biliyordum.
"İz bırakan ve örnek alınan biri olmak kolay olmayacak Ringo-san. Saf güç, saf gücün üstüne kattığın daha büyük güçler. Yeteneklerin seni zirveye çıkaracak eminim. Hatta bunu biliyorum. Bu konuda, her zaman bir destekçin olacağımı bilmeni isterim. Sen bir ışık gibi parlarken, ben ışığının parlamasını sağlayan bir karanlık olarak her zaman arkanda olacağım."
Işık, karanlıkta çok daha iyi parlar. Daha büyük bir karanlık, daha iyi parıldamasını sağlar. Gökteki yıldızlar gibi. Ringo, gökyüzünde parıldayan bir yıldız olduğunda, ben etrafı saran bir karanlık olarak dostuma destek olacağım. Bardağını kaldırıp tokuşturmasını beklerken, son bir cümle daha kurdum.
"Hayallerimizin şerefine, Ringo-san."
Kendi hayallerinden bahsetmeye başladığında, bakışlarımı biraz daha keskinleştirdim. Ringo hakkında daha fazla şey öğreniyordum. Benim yoluma göre, hayalleri daha farklı şeyler yapmasını gerektiriyordu. O, ön planda olan biri olmayı seçiyordu. Bense arka planda işleyen, gizli bir silah olmayı tercih ediyordum. Kimse tarafından takdir görmeye ihtiyacım yoktu, kimsenin beni fark etmesine gerek yoktu. Beni tanıması gerekenler, ya korkuyla anacak ya da tedirgin olacaklardı. Benim istediğim kesinlikle buydu, örnek alınmak gibi hayallere ihtiyacım yoktu. Hepsi birer saçmalıktan ibaretti.
Düşünceli yüz ifadesinin ardından, belki de bu diyarın en güçlü genjutsu ustası olabileceğimi söyledi. Aslında, bir nevi şaka yapıyordu. Yarın ilk işimin bu olması gerektiğini söylerek hafif bir gaz verdi, kafamla onayladım. Ringo'nun dediği gibi, gidip istediğimi elde etmeliydim. Bardağımda, bitmemiş olan içkimi hafifçe yudumladım, ardından samimi bir gülümsemeyle, şaka yaptığımı belirtir bir tonda konuşmaya başladım.
"Usta mı? Ben tanrı olacağım."
İlk kez bu kadar samimi gülümsüyordum sanırım. Şakayla karışık, ciddiydim bu konuda. Ancak bu düşüncemi bilmesi, sıkıntı çıkarabilirdi. Bu yüzden şaka yapmış gibi davrandım. Ardından bardağımı Ringo'ya doğru kaldırdım. İnsanların bardaklarını tokuşturduklarını görmüştüm daha önce. Böyle anlarda yaptıklarını biliyordum.
"İz bırakan ve örnek alınan biri olmak kolay olmayacak Ringo-san. Saf güç, saf gücün üstüne kattığın daha büyük güçler. Yeteneklerin seni zirveye çıkaracak eminim. Hatta bunu biliyorum. Bu konuda, her zaman bir destekçin olacağımı bilmeni isterim. Sen bir ışık gibi parlarken, ben ışığının parlamasını sağlayan bir karanlık olarak her zaman arkanda olacağım."
Işık, karanlıkta çok daha iyi parlar. Daha büyük bir karanlık, daha iyi parıldamasını sağlar. Gökteki yıldızlar gibi. Ringo, gökyüzünde parıldayan bir yıldız olduğunda, ben etrafı saran bir karanlık olarak dostuma destek olacağım. Bardağını kaldırıp tokuşturmasını beklerken, son bir cümle daha kurdum.
"Hayallerimizin şerefine, Ringo-san."

► Show Spoiler
- Okawa Ringo
- Ishigakure
- Posts: 309
- Joined: February 25th, 2019, 1:04 am
Re: Derinlerde Bir Yerde
Ryoken düşünceli gözüküyordu.
Onu rahatsız edici bir şeyler söylemek istemedim. Belli ki dediklerimi biraz olsun anlamış, sindirmiş ve kendi içinde hesaplaşmasını sürdürüyordu. Bu benim hala yaptığım, konuşmanın başında dertlerimi anlatıp ağlarken, Yukiko'yu düşünürken, hayallerimden bahsederken yaptığım gibi. Fikirlerin ardında yatan derin dehlizler, dehlizlerde ağaçlar, ağaçlarda fikirlerin tohumları duruyor. Bir mahkeme kuruluyor beynin en ücra, fakat geniş kuyusunda. Orada hesabını görüyorsun işte. Konuşmalar, cümleler.. Ne kadarını dışa vurabilirdik ki? Sosyal açıdan özürlü iki insan olarak beynimizin ne kadar derinlerine inebilirdik? Ryoken bu konuda başarılı olacaktı. Ona usta benzetmesini yaparken fazla düşünmemiştim. Fakat o daha da kararlıydı. Tanrı olmak? İşte bu egodan ziyade, anlamlı bir motivasyon olmalı.
"Ringo bile tanrı değilken... Ryoken-san, çok yolun var! Biraz üzüldüm sana." demiş, diğer kelimelerini dinlemeye başlamıştım. Biten bardağımı artık aramıyordum. Sanırım içki, vazifesini yerine getirmişti. Fazlası, zarardı.
Son cümleleri, gururumu okşayan cümlelerdi. İki ibne gibiydik şu an aslında. Herhalde sosyalleşmekten bu kadar uzak iki insan olarak biz, bu tarz bir diyalogda komik gözükürdük başkalarına. Arkadaşlarımla en azından sıradan sohbetler gerçekleştirebiliyordum. Önemli bir nokta vardı. Hepsine çok değer vermesem bile, bir kaç arkadaşa sahiptim. Sanırım Ryoken-san daha zor durumdaydı. Başka arkadaşı yoktu ve bu cümleleri söyleyebileceği tek insan bendim. Kendimi önemli hissetmiştim. Aslında gerçek buydu, önemliydim ve arkadaşım için önem arz etmenin kıvancını yaşıyordum.
"İçmek sana yaramıyor bence! Biraz daha böyle konuşursan bardaki herkes ağlayacakmış gibi hissediyorum."
Söylediklerimden sonra boş bardağımda en azından bir kaç yudum kaldığını farkettim. Sevindiriciydi. Son yudumumu, benimle kadeh tokuşturmak için bekleyen arkadaşımla paylaşacaktım. Ona karşı kırıcı veya dalgaya alıcı bir şaka yapmak yerine, hassas bir tonla; naif şekilde konuştum. Bardağımı onunla kadeh tokuşturmak üzere kaldırdım.
"Şerefe Ryoken-san."
Onu rahatsız edici bir şeyler söylemek istemedim. Belli ki dediklerimi biraz olsun anlamış, sindirmiş ve kendi içinde hesaplaşmasını sürdürüyordu. Bu benim hala yaptığım, konuşmanın başında dertlerimi anlatıp ağlarken, Yukiko'yu düşünürken, hayallerimden bahsederken yaptığım gibi. Fikirlerin ardında yatan derin dehlizler, dehlizlerde ağaçlar, ağaçlarda fikirlerin tohumları duruyor. Bir mahkeme kuruluyor beynin en ücra, fakat geniş kuyusunda. Orada hesabını görüyorsun işte. Konuşmalar, cümleler.. Ne kadarını dışa vurabilirdik ki? Sosyal açıdan özürlü iki insan olarak beynimizin ne kadar derinlerine inebilirdik? Ryoken bu konuda başarılı olacaktı. Ona usta benzetmesini yaparken fazla düşünmemiştim. Fakat o daha da kararlıydı. Tanrı olmak? İşte bu egodan ziyade, anlamlı bir motivasyon olmalı.
"Ringo bile tanrı değilken... Ryoken-san, çok yolun var! Biraz üzüldüm sana." demiş, diğer kelimelerini dinlemeye başlamıştım. Biten bardağımı artık aramıyordum. Sanırım içki, vazifesini yerine getirmişti. Fazlası, zarardı.
Son cümleleri, gururumu okşayan cümlelerdi. İki ibne gibiydik şu an aslında. Herhalde sosyalleşmekten bu kadar uzak iki insan olarak biz, bu tarz bir diyalogda komik gözükürdük başkalarına. Arkadaşlarımla en azından sıradan sohbetler gerçekleştirebiliyordum. Önemli bir nokta vardı. Hepsine çok değer vermesem bile, bir kaç arkadaşa sahiptim. Sanırım Ryoken-san daha zor durumdaydı. Başka arkadaşı yoktu ve bu cümleleri söyleyebileceği tek insan bendim. Kendimi önemli hissetmiştim. Aslında gerçek buydu, önemliydim ve arkadaşım için önem arz etmenin kıvancını yaşıyordum.
"İçmek sana yaramıyor bence! Biraz daha böyle konuşursan bardaki herkes ağlayacakmış gibi hissediyorum."
Söylediklerimden sonra boş bardağımda en azından bir kaç yudum kaldığını farkettim. Sevindiriciydi. Son yudumumu, benimle kadeh tokuşturmak için bekleyen arkadaşımla paylaşacaktım. Ona karşı kırıcı veya dalgaya alıcı bir şaka yapmak yerine, hassas bir tonla; naif şekilde konuştum. Bardağımı onunla kadeh tokuşturmak üzere kaldırdım.
"Şerefe Ryoken-san."
