Elimde düz konuma getirdiğim tantouyu mavi saçlıya saplamak adına harekete geçmek için tüm kaslarımı hazırlamıştım. Çöktüğüm yerde, acıdan ve kan kaybından kendinden geçmiş bir çapulcunun üzerinden ona doğru sıçramak için harekete geçtim. Fakat daha bir santim kadar hareket etmiştim ki, Elemanın birden havaya, geriye doğru zıplaması bir olmuştu. Shinobi idi, bunu az çok tahmin etmiştim zaten.
Geriye doğru zıplamasıyla beraber, boş bir hareket yaptım artık bulunmadığı yere doğru. Basit bir saplama hamlesiydi bu ancak yetişememiştim. Anlık bir gafil avlanma durumunun içerisinde kalmıştım bununla beraber; havadayken elinde oluşturduğu tüyümsü şeyleri üzerime fırlatmıştı. İleriye doğru olan minik sendelememle beraber bunları üzerime yiyecek gibi görünüyordum. Acıyacaktı. Gerçekten işlevsiz kalacağımı düşünmüyordum ama, acıyacaktı. Dişlerimi kıstım ve kollarımı suratımın önünde siper ettim aniden. Sanırım tek yapabileceğim şey buydu.
Üzerimden zıplayıp geçen karanlığı farketmemle, bu hareketim de yarım kalmıştı. Susumu benden önce davranıp havaya sıçramıştı. Havadayken eline aldığı kunai ile de üzerine gelen altı kadar tüyü de savuşturmayı başarmıştı. Tabii iki tanesini de vücudu ile siper etmiş gibi görünüyordu. Havadaki süzülmesi bittiğinde mavi saçlı ile karşı karşıya kalacak şekilde yere konacaklar gibi görünüyordu. Sırıttım; fakat içimin burkulmadığını söylersem yalan olurdu. Gerçekten acıtmış olmalıydı o iki tüy. Kısık ve keskin gözlerimdeki minik gevşeme ile beraber, Susumu'nun yanına doğru sıçradım.
Bir kaç saniye havada süzüldükten sonra, Susumu'nun arkasına, sağ tarafında kalacak şekilde indim. Beklemenin pek bir esprisi yoktu, karşımızdaki elemanın ne yapacağını da kestirebildiğimi söyleyemezdim. Ancak Susumu herifi az çok tanıyor gibiydi, ancak bu onun gitmesine izin vereceğimiz anlamına gelmiyordu. Eğer Susumu'ya kalsa sanırım ilk o kendi elleriyle bu mavi saçlıyı boğazlayacak gibiydi, fakat bunu yapabilecek iradeyi toparlayana kadar iş işten geçmiş olabilirdi. Sanırım bu işi en iyi çözecek olan kişi konumunda ben vardım.
Susumu'nun sağ omzuna sol elimle dokundum, bir adım ileri atarken. Hızlı bir şekilde, ancak sakin bir ses tonunda, gözlerimi mavi saçlıdan ayırmadan konuştum; "Arabalarda kalanları hallet sen. Maviliyle ben ilgilenirim." Bir anlığına göz göz e geldiğimizde minimal oranda da olsa yumuşamış bakışlarımla ona seri bir şekilde göz kırpacaktım herşeyin yolunda olduğunu belirtmek adına, ardından elimdeki tantouyu kılıfına sokacaktım koşmaya başlarken. Ardından sağ elimi kılıcımın kabzasına doğru götürecektim.
Susumu'ya cevap verme fırsatı sunmamıştım. Protesto etmeyecekti muhtemelen zaten, fakat etme ihtimaline karşı işleri "oldu, bitti" gibi kapatmaya çalışmıştım. Elemanın kaçmaya devam edeceğini tahmin ediyordum, böyle bir durumda onu takip edersem Susumu da arabada kalması gerektiğine karar verecekti zaten otomatik olarak. Kervanın tamamen kaybedilmesini göze alamayacağımızın bilinciydeydi. Kaldı ki diğerleri Shinobi değildi, sayı fazlalığı olsa bile bunun altından kalkabilirdi.
Biraz kötü hissetmiştim aslında, ona seçme şansı sunmadan harekete geçmiştim. Fakat lüksümüz yoktu, en ufak hatanın bedelini hayatımızla ödeyebilirdik ve açıkçası Susumu'nun hayatını kendiminkine göre bir kaç gram daha ağır, daha değerli görüyordum. Onun için en iyisi, bu mavilinin işini bitirişimi görmemesi olacaktı.
Geriye doğru zıplamasıyla beraber, boş bir hareket yaptım artık bulunmadığı yere doğru. Basit bir saplama hamlesiydi bu ancak yetişememiştim. Anlık bir gafil avlanma durumunun içerisinde kalmıştım bununla beraber; havadayken elinde oluşturduğu tüyümsü şeyleri üzerime fırlatmıştı. İleriye doğru olan minik sendelememle beraber bunları üzerime yiyecek gibi görünüyordum. Acıyacaktı. Gerçekten işlevsiz kalacağımı düşünmüyordum ama, acıyacaktı. Dişlerimi kıstım ve kollarımı suratımın önünde siper ettim aniden. Sanırım tek yapabileceğim şey buydu.
Üzerimden zıplayıp geçen karanlığı farketmemle, bu hareketim de yarım kalmıştı. Susumu benden önce davranıp havaya sıçramıştı. Havadayken eline aldığı kunai ile de üzerine gelen altı kadar tüyü de savuşturmayı başarmıştı. Tabii iki tanesini de vücudu ile siper etmiş gibi görünüyordu. Havadaki süzülmesi bittiğinde mavi saçlı ile karşı karşıya kalacak şekilde yere konacaklar gibi görünüyordu. Sırıttım; fakat içimin burkulmadığını söylersem yalan olurdu. Gerçekten acıtmış olmalıydı o iki tüy. Kısık ve keskin gözlerimdeki minik gevşeme ile beraber, Susumu'nun yanına doğru sıçradım.
Bir kaç saniye havada süzüldükten sonra, Susumu'nun arkasına, sağ tarafında kalacak şekilde indim. Beklemenin pek bir esprisi yoktu, karşımızdaki elemanın ne yapacağını da kestirebildiğimi söyleyemezdim. Ancak Susumu herifi az çok tanıyor gibiydi, ancak bu onun gitmesine izin vereceğimiz anlamına gelmiyordu. Eğer Susumu'ya kalsa sanırım ilk o kendi elleriyle bu mavi saçlıyı boğazlayacak gibiydi, fakat bunu yapabilecek iradeyi toparlayana kadar iş işten geçmiş olabilirdi. Sanırım bu işi en iyi çözecek olan kişi konumunda ben vardım.
Susumu'nun sağ omzuna sol elimle dokundum, bir adım ileri atarken. Hızlı bir şekilde, ancak sakin bir ses tonunda, gözlerimi mavi saçlıdan ayırmadan konuştum; "Arabalarda kalanları hallet sen. Maviliyle ben ilgilenirim." Bir anlığına göz göz e geldiğimizde minimal oranda da olsa yumuşamış bakışlarımla ona seri bir şekilde göz kırpacaktım herşeyin yolunda olduğunu belirtmek adına, ardından elimdeki tantouyu kılıfına sokacaktım koşmaya başlarken. Ardından sağ elimi kılıcımın kabzasına doğru götürecektim.
Susumu'ya cevap verme fırsatı sunmamıştım. Protesto etmeyecekti muhtemelen zaten, fakat etme ihtimaline karşı işleri "oldu, bitti" gibi kapatmaya çalışmıştım. Elemanın kaçmaya devam edeceğini tahmin ediyordum, böyle bir durumda onu takip edersem Susumu da arabada kalması gerektiğine karar verecekti zaten otomatik olarak. Kervanın tamamen kaybedilmesini göze alamayacağımızın bilinciydeydi. Kaldı ki diğerleri Shinobi değildi, sayı fazlalığı olsa bile bunun altından kalkabilirdi.
Biraz kötü hissetmiştim aslında, ona seçme şansı sunmadan harekete geçmiştim. Fakat lüksümüz yoktu, en ufak hatanın bedelini hayatımızla ödeyebilirdik ve açıkçası Susumu'nun hayatını kendiminkine göre bir kaç gram daha ağır, daha değerli görüyordum. Onun için en iyisi, bu mavilinin işini bitirişimi görmemesi olacaktı.