
"Bugün." dedi. "Bugün güzel bir gün." Uyanır uyanmaz dikkat kesildi, bütün evi dinleme koyuldu. Kuşların cıvıltısını, köyün gürültüsünü ve düşüncelerini duymadan sadece evin içini dinledi. En ufak çıtırtı, bir ses, bir sesleniş onu mutlu etmek için fazlasıyla yeterli olacaktı. Yatağından biraz daha enerjik kalkacaktı, kahvaltısını ederken daha bir iştahlı olacaktı, duş alırken, dişini fırçalarken giyinirken. Susumu evde olsaydı ve bir ses verseydi gün olduğundan da güzel olacaktı ama olmamıştı. Susumu yine yoktu evde. Derin bir nefes alıp şikayet ede ede kalktı yatağından. Gönlünce sövüp sayıyordu, evde kimse yoktu sonuçta. Onu duyacak bir kardeşi, terbiyesiz diye yaftalayacak biri yoktu. Yatağınıda toplamadı o yüzden, battaniyeyi katlamadan attı dağınık yatağın üstüne. Kıçını kaşıya kaşıya banyonun yolunu tuttu. Bu sırada küçük bir umut etrafa bakınıyor kapalı kapıları aralıyordu, belki hala uyuyordur ümidiyle ama açılan her kapı abisinin yokluğunu yüzüne yüzüne vurmaktan hiç geri durmuyordu. Kim bilir neredeydi, kiminleydi? Banyoya girdi, soğuk fayansların yataktan yeni çıkmış sımsıcak ayaklarına teması hiç hoş olmadı. Lakin bir kaç adımdan sonra alıştı ona, her şeye alıştığı gibi. Tek alışamadığı Susumu'nun yokluğuydu. Tıpkı annesi gibi. Hayal meyal hatırlıyor olsada kadının eksik bir figür olduğunu hala cam gibi hatırlayabiliyordu. Çabucak yüzünü yıkadı, soğuk su sayesinde iyice ayılmıştı. Aynada şöyle bir kendine baktı. Güzeldi hala, kendine göz kırptı ve bir erkek olsa kesinlikle peşinden koşacağına dair yeminler etti. Bu aslında kendini iyi hissetmek için kendi kendisine çıkardığı garip bir rutin olmuştu. Susumu'nun yokluğunda can sıkıntısından bir sürü uğraş edinmişti kendine bu da onlardan biriydi.
Kahvaltıyı basit tuttu, biraz kilo almıştı çünkü. Eritmek istiyordu basenleri kalçaları. Kahvaltısını da toplamadı tıpkı yatağını toplamadığı gibi. Susumu gelsindi toplasındı. Bugün biraz talim yapmak istiyordu. Güzel cam bir şişeye buz gibi su doldurduktan sonra içine de bir kaç küp buz attı. Odasına çıkıp yayını askısından indirdi, sadağındaki okları sayıp sadakta olmayan bir iki tane oku sadağa koydu. Şöyle bir shinobi yeleğine, ekipman çantasına baktı ama onları giymekten vazgeçti. Üstüne beyaz rahat bir tişört giydi altına da siyah kot şortlarını. Saçlarını toplamakla uğraşmadı yayını ve sadağını sırtına astıktan sonra bir eline doldurduğu buz gibi su şişesini diğer eline de bir kunai alıp ormana doğru yollandı.
Kendine güzel bir açıklık buldu ormanda. Yirmi yirmi beş metre kadarlık bir açıklığın etrafı çeşit çeşit ağaçlarla çevriliydi. Çimler çok uzun değildi. Açıklığın hemen girişinde - en azından Fuu'ya göre giriş olan kısmında - geniş bir kaya vardı. Kayanın etrafında güzel güzel çiçekler bitmişti. Sadağını sırtından çıkarıp kayaya yasladı. Suyundan bir yudum alıp suyu da sadağın yanına koydu. Bir tane oku sadaktan çıkarıp yayına yerleştirdi. Derin bir nefes alıp yayı gerdi. Gözüyle hedef olarak görebileceği bir şey aradı ancak birbirinin kopyası olan ağaçlardan başka bir şey bulamamıştı. Tam karşısında duran üvez ağacının ortalarından sarkan meyvelere nişan alıp okunu bıraktı. Ok havayı dele dele yaydan çıktı ve dümdüz istikametine devam etti. Kırmızı üvezlerle buluştuğunda bir tutam üvez yere düştü, ok ise yapraklar ve ağaç dalları arasında kayboldu. Sadağından ikinci bir ok çekti ve çabucak yerleştirip yayını gerdi. Yine aynı ağacın daha yukarıdaki bir dalına nişan aldı. Okunu bıraktı ve ok bir fedai gibi hedefine doğru uçmaya başladı. Bu sefer meyveler yerine dalın kendisini hedeflemişti. Ok üvez ağacının dalına 'tak' diye saplandı. Dal sallandı, bir kaç yaprak yere düştü ve başka ağaçların dallarında oturan kuşlar uçarak uzaklaştılar. Başka bir ok taktı yayına ve sol ayağıyla kayaya basarak kendini yukarıya doğru fırlattı, havada küçük bir takla attı, ters bir şekilde yere dimdik pozisyondayken okunu serbest bıraktı ve okun gittiği yöne ters bir şekilde iki ayağının üzerine iniş yaptı. Mükemmel bir iniş olmamıştı ama ok güzel bir şekilde hedefini bulmuştu. Takla atarken saçları rüzgarın akışına kendini bırakmış vücudu güzel bir postür almıştı.
Yaklaşık bir saat kadar böyle devam etti Fuu. Bu sırada sabah güneşi sırasını öğlen güneşine devretmişti. Sıcak havanın altında talim yapacak kadar çalışkan birisi değildi. Güzel bir ağacın, geniş bir dalında gölgelerin arasına uzanıvermişti. Bacağını dalın üstünden sarkıtmış sallıyordu. Burası güzeldi, havası güzeldi, atmosferi güzeldi, kuş cıvıltıları, yaprakların hışırtısı, barış dolu bir ortamdı. İnsanlardan da uzaktı tabi. İnsanlarla bir derdi yoktu, onlardan uzaklaşıp kendi kendine takılmayı seven, düşünceleri içinde bir o yana bir bu yana savrulan tiplerden değildi kesinlikle. Aksine olabildiğine sosyal bir tipti. Yeni çehrelerle tanışmayı, onları tanımayı, en sevdikleri şeyleri öğrenip onlar hakkında bildiklerini onlara karşı kullanmayı severdi. İstemsizce güldü. Malum olaydan beri pek yanaşmıyordu insanların yanına. Akan giden hayata pek karışmamayı tercih ediyordu. Çünkü birilerinin yanına gittiğinde hep aynı şey yanaşıyordu. Bir kaç kişi, gözlerini kaçamak kaçamak Fuu'nun üzerine dikiyordu. Fısır fısır aralarında bir şeyler konuşuyorlardı. Tema hep aynıydı. Esir düşen kızın acaba köye nasıl döndüğü. Bilgi mi satmıştı? Belki bedenini. Şu omzundaki yarasına bakın! Bıkkınlık gelmişti. Esir düşen kendisi bile bu durumu atlatmışken -çoğunlukla- elalemin diline pelesenk olmuştu bu mevzu. Ama alışacaktı, buna da alışacaktı. Nasıl her akşam uyumaya alışabildiyse korkmadan, nasıl yaralarını artık görmezden gelebiliyorsa, nasıl hayatına devam edebiliyorsa bununla yaşamaya da alışabilirdi, bu güç vardı onda.
Bulunduğu ağaçtan kayarak indi aşağı. Ekipmanlarını çıktığı ağacın dibine taşımıştı. Beraberinde getirdiği kunaiyi alıp ağaca belli belirsiz çizikler atmaya çalıştı. Daha sonra bu çiziklerden bir yüz çizdi Fuu. İki tane daha çizikle bir çift göz ekledi, ardından orantısız bir burunun altına çok kızdığı her halinden belli olan birinin ağzını yerleştirdi. Saçlarını da yaptıktan sonra çizdiği kafaya oranla oldukça küçük bir gövdeyi ve o gövdeye de uzuvları ekledi. Eserine şöyle bir baktı ve Susumu'nun daha kötü bir çizimini yapmadığı kanaatine vardı. Sadağından iki tane ok alıp birini yayı tuttuğu eline tutturdu, hızlı bir adımla ağaçtan uzaklaştı, ikinci bir adımda açıklığın diğer ucuna kadar geldi ve durduğu gibi yayını gerip attı. Susumu'nun bacağına bir ok saplıydı artık. Diğer oku da vakit kaybetmeden gerdi, derin bir nefes aldı, iyice odaklandıktan sonra çöp adam Susumu'yu tam kafasından vurdu. "Bu evden zırt pırt gittiğin içindi Susu-chan." diye fısıldadı kendi kendine. Okları almak için hızlı adımlarla ağaca yönlendi, bu sırada sol tarafından gelen bir ses duydu. Aldırmadan yoluna devam etti, ormanın ortasında ses duymak kadar normal bir şey yoktu sonuçta. Bir kaç adım attıktan sonra sesin geldiği yerde duran bir şey gözüne çarptı, bir siluet. Yürümeye devam ederken bir yandan da göz ucuyla silueti kesiyordu. Güzel giyimli biriydi bu, sarı sarı saçları vardı. Tam bir zengin çocuğu gibi duruyordu. Geçip gideceğini umarak yoluna devam etti. Ağacın dibine geldi, biraz su içti ve gene bir tane ok aldı eline. Çocuğun olduğu yere baktı tekrar çaktırmadan, hala oradaydı, gitmemişti. Bıkkın bıkkın nefes alıp verdi Fuu. "Burada da mı rahat yok kardeşim? diye sitem etti yanından geçip giden sincaba sessizce. Yayını çocuğun durduğu ağacın tam zıttı yönde duran bir ağacın dalına çevirdi. Hızlıca gerdi ve nefes aldı. Oku tam yaydan çıkartıyorken bir anda çocuğun yönüne döndü ve fırlattı okunu. Ok bir zıpkın gibi gitti ve çocuğun ayaklarının sağına saplandı.
"N'apıyorsun orada sapık gibi?"
Kahvaltıyı basit tuttu, biraz kilo almıştı çünkü. Eritmek istiyordu basenleri kalçaları. Kahvaltısını da toplamadı tıpkı yatağını toplamadığı gibi. Susumu gelsindi toplasındı. Bugün biraz talim yapmak istiyordu. Güzel cam bir şişeye buz gibi su doldurduktan sonra içine de bir kaç küp buz attı. Odasına çıkıp yayını askısından indirdi, sadağındaki okları sayıp sadakta olmayan bir iki tane oku sadağa koydu. Şöyle bir shinobi yeleğine, ekipman çantasına baktı ama onları giymekten vazgeçti. Üstüne beyaz rahat bir tişört giydi altına da siyah kot şortlarını. Saçlarını toplamakla uğraşmadı yayını ve sadağını sırtına astıktan sonra bir eline doldurduğu buz gibi su şişesini diğer eline de bir kunai alıp ormana doğru yollandı.
Kendine güzel bir açıklık buldu ormanda. Yirmi yirmi beş metre kadarlık bir açıklığın etrafı çeşit çeşit ağaçlarla çevriliydi. Çimler çok uzun değildi. Açıklığın hemen girişinde - en azından Fuu'ya göre giriş olan kısmında - geniş bir kaya vardı. Kayanın etrafında güzel güzel çiçekler bitmişti. Sadağını sırtından çıkarıp kayaya yasladı. Suyundan bir yudum alıp suyu da sadağın yanına koydu. Bir tane oku sadaktan çıkarıp yayına yerleştirdi. Derin bir nefes alıp yayı gerdi. Gözüyle hedef olarak görebileceği bir şey aradı ancak birbirinin kopyası olan ağaçlardan başka bir şey bulamamıştı. Tam karşısında duran üvez ağacının ortalarından sarkan meyvelere nişan alıp okunu bıraktı. Ok havayı dele dele yaydan çıktı ve dümdüz istikametine devam etti. Kırmızı üvezlerle buluştuğunda bir tutam üvez yere düştü, ok ise yapraklar ve ağaç dalları arasında kayboldu. Sadağından ikinci bir ok çekti ve çabucak yerleştirip yayını gerdi. Yine aynı ağacın daha yukarıdaki bir dalına nişan aldı. Okunu bıraktı ve ok bir fedai gibi hedefine doğru uçmaya başladı. Bu sefer meyveler yerine dalın kendisini hedeflemişti. Ok üvez ağacının dalına 'tak' diye saplandı. Dal sallandı, bir kaç yaprak yere düştü ve başka ağaçların dallarında oturan kuşlar uçarak uzaklaştılar. Başka bir ok taktı yayına ve sol ayağıyla kayaya basarak kendini yukarıya doğru fırlattı, havada küçük bir takla attı, ters bir şekilde yere dimdik pozisyondayken okunu serbest bıraktı ve okun gittiği yöne ters bir şekilde iki ayağının üzerine iniş yaptı. Mükemmel bir iniş olmamıştı ama ok güzel bir şekilde hedefini bulmuştu. Takla atarken saçları rüzgarın akışına kendini bırakmış vücudu güzel bir postür almıştı.
Yaklaşık bir saat kadar böyle devam etti Fuu. Bu sırada sabah güneşi sırasını öğlen güneşine devretmişti. Sıcak havanın altında talim yapacak kadar çalışkan birisi değildi. Güzel bir ağacın, geniş bir dalında gölgelerin arasına uzanıvermişti. Bacağını dalın üstünden sarkıtmış sallıyordu. Burası güzeldi, havası güzeldi, atmosferi güzeldi, kuş cıvıltıları, yaprakların hışırtısı, barış dolu bir ortamdı. İnsanlardan da uzaktı tabi. İnsanlarla bir derdi yoktu, onlardan uzaklaşıp kendi kendine takılmayı seven, düşünceleri içinde bir o yana bir bu yana savrulan tiplerden değildi kesinlikle. Aksine olabildiğine sosyal bir tipti. Yeni çehrelerle tanışmayı, onları tanımayı, en sevdikleri şeyleri öğrenip onlar hakkında bildiklerini onlara karşı kullanmayı severdi. İstemsizce güldü. Malum olaydan beri pek yanaşmıyordu insanların yanına. Akan giden hayata pek karışmamayı tercih ediyordu. Çünkü birilerinin yanına gittiğinde hep aynı şey yanaşıyordu. Bir kaç kişi, gözlerini kaçamak kaçamak Fuu'nun üzerine dikiyordu. Fısır fısır aralarında bir şeyler konuşuyorlardı. Tema hep aynıydı. Esir düşen kızın acaba köye nasıl döndüğü. Bilgi mi satmıştı? Belki bedenini. Şu omzundaki yarasına bakın! Bıkkınlık gelmişti. Esir düşen kendisi bile bu durumu atlatmışken -çoğunlukla- elalemin diline pelesenk olmuştu bu mevzu. Ama alışacaktı, buna da alışacaktı. Nasıl her akşam uyumaya alışabildiyse korkmadan, nasıl yaralarını artık görmezden gelebiliyorsa, nasıl hayatına devam edebiliyorsa bununla yaşamaya da alışabilirdi, bu güç vardı onda.
Bulunduğu ağaçtan kayarak indi aşağı. Ekipmanlarını çıktığı ağacın dibine taşımıştı. Beraberinde getirdiği kunaiyi alıp ağaca belli belirsiz çizikler atmaya çalıştı. Daha sonra bu çiziklerden bir yüz çizdi Fuu. İki tane daha çizikle bir çift göz ekledi, ardından orantısız bir burunun altına çok kızdığı her halinden belli olan birinin ağzını yerleştirdi. Saçlarını da yaptıktan sonra çizdiği kafaya oranla oldukça küçük bir gövdeyi ve o gövdeye de uzuvları ekledi. Eserine şöyle bir baktı ve Susumu'nun daha kötü bir çizimini yapmadığı kanaatine vardı. Sadağından iki tane ok alıp birini yayı tuttuğu eline tutturdu, hızlı bir adımla ağaçtan uzaklaştı, ikinci bir adımda açıklığın diğer ucuna kadar geldi ve durduğu gibi yayını gerip attı. Susumu'nun bacağına bir ok saplıydı artık. Diğer oku da vakit kaybetmeden gerdi, derin bir nefes aldı, iyice odaklandıktan sonra çöp adam Susumu'yu tam kafasından vurdu. "Bu evden zırt pırt gittiğin içindi Susu-chan." diye fısıldadı kendi kendine. Okları almak için hızlı adımlarla ağaca yönlendi, bu sırada sol tarafından gelen bir ses duydu. Aldırmadan yoluna devam etti, ormanın ortasında ses duymak kadar normal bir şey yoktu sonuçta. Bir kaç adım attıktan sonra sesin geldiği yerde duran bir şey gözüne çarptı, bir siluet. Yürümeye devam ederken bir yandan da göz ucuyla silueti kesiyordu. Güzel giyimli biriydi bu, sarı sarı saçları vardı. Tam bir zengin çocuğu gibi duruyordu. Geçip gideceğini umarak yoluna devam etti. Ağacın dibine geldi, biraz su içti ve gene bir tane ok aldı eline. Çocuğun olduğu yere baktı tekrar çaktırmadan, hala oradaydı, gitmemişti. Bıkkın bıkkın nefes alıp verdi Fuu. "Burada da mı rahat yok kardeşim? diye sitem etti yanından geçip giden sincaba sessizce. Yayını çocuğun durduğu ağacın tam zıttı yönde duran bir ağacın dalına çevirdi. Hızlıca gerdi ve nefes aldı. Oku tam yaydan çıkartıyorken bir anda çocuğun yönüne döndü ve fırlattı okunu. Ok bir zıpkın gibi gitti ve çocuğun ayaklarının sağına saplandı.
"N'apıyorsun orada sapık gibi?"