Sol kolumun dış, dirseğe yakın bir kısmına saplanmış olan shurikene baktım göğsüme saplanmış olan bir başkasını çıkartırken. Kanlı shurikeni yere fırlatırken hâlâ dirseğimdekini inceliyordum gözlerimle. Halihazırda zaten saplıyken feci acıtıyordu, dirseğimi bükersem küçük bir kız çocuğu gibi bağırmaktan korkuyordum. Derin bir nefes aldım ve yaslandığım ağaç gövdesine iyice sindim elimi yana indirmeden. Usulca önümde karnıma yaklaştırdığım dizime koydum dirseğimin alt kısmını, ardından diğer bacağımı yere serdim.
Hafif hafif yağan yağmur dibinde bulunduğum ağacın yapraklarında birikiyor ve tane tane vücuduma damlıyordu. Tabii her bir damlada ıslaklık hissetme raddesini epey aşmıştım; zaten komple ıslanmış haldeydim. Sağanak bir on dakika önce falan kesilmiş olmalıydı. Saçlarım sırılsıklam olmuş, kıyafetlerim çamur içinde ve vücudum kesiklerle doluydu.
Başımı yasladığım ağaç kovuğundan çektim. Ufukta patlayan şimşeklere alıştığımdan dikkatimi bile çekmemişti loş havanın anlık aydınlanması. Benim odağım dirseğimdeki shurikendeydi. Usulca ortasındaki boşluğa elimi geçirdim, bu usulluğa tezatlık yapacak hızda da geri çektim onu.
"Hnng..."
Laflarımı yuttum yere fırlatırken shurikeni. Artık asıl sıkıntıya, karnımın sağ tarafındaki derin kesiğe odaklanabilirdim.
Evet, en büyük derdim shurikenler değildi. Karnımdaki bu lanet olasıca kesikti aslında. Giysimin o kısmı parçalandığından liğme liğme olmuş ipliklerin arasından kesildiği yerden pörtlemiş eti seçebiliyordum. Taze kan yarayı epey temiz gösteriyordu ancak bu yağmurda ve çamurda bir şeylerin bulaşmamış olması biraz şans olurdu sanki. Ya da olmaz mıydı? Ne bilirdim ki ben, Susumu bilirdi. "Bişey bulaşmış mıdır?" dedim sesimi yükselterek, gözlerimi yaradan çekmeden.
Susumu beş, on metre kadar ileride, açıklıktaydı. Yerde yatan bir shinobinin üzerine çökmüş ve ona ilk yardım yapıyordu. Az önce kılıcımla deştiğim bir shinobiye. Bana bu yarayı da o vermişti aslında. Misliyle karşılık vermem gerekir miydi? Konu ölüm kalım meselesi olunca mecbur kalmıştım. Yapabileceğim pek bir şey yoktu yani aslında, düşününce. "Öldür, ya da öl" ile özetlenen bir durumun içinde kaldığınızda yapabileceğiniz şeyler kısıtlanıyor epeyce aslında.
Sağımızda ve solumuzda, alanda ölü yatan diğerleri de hayatta olsa bunu onaylarlardı belki. Bilemiyordum. Bu hususta düşünmeyi bırakalı epey bir süre olmuştu açıkçası. Daha önceleri günler boyunca beynimi kurcalayan sorular artık zihnimde belirmiyordu bile. Bir cevap bulduğumdan da değil aslında. Sadece aynı soruları tekrar tekrar sormaktan yorulmuştum. Ben sorulara cevap aramayla uğraşırken hayat devam ediyor, görevler gelip geçiyor, kurtarılması gereken bir köylü, etkisiz hale getirilmesi gereken bir çete oluyordu her zaman.
Yarama dokunmamaya özen göstererek sıramı beklemeye başladım uslu bir çocuk gibi. Bir uslu çocuk gibi pek de düşünmemeye çalışmak faydama olacak gibiydi.
Teke Tek
- Tsujihara Iori
- Posts: 154
- Joined: August 30th, 2018, 10:53 pm
- Kitamura Susumu
- Kusagakure
- Posts: 273
- Joined: August 31st, 2018, 1:49 am
Re: Teke Tek
Birkaç dakikadir elimdeki adamla uğraşmayı kesmiş, boş boş suratını izliyordum çöktüğüm yerden. Bir tarafım yapabileceğimin en iyisi yaptığımı, hayatın içinde ölümün de mecburen olacağını söyleyip beni telkin etmeye çalışıyor, diğer yanım ise tam zıttı bir tavırla kendi kendimi sorgulamam için dürtükleyip duruyordu beni. Arsız olan tarafıma ses verip daldım gittim ben de. Atladığım bir şey mi vardı? Aklıma gelmeyen bir şey adamı hayata geri döndürmeme engel mi olmuştu? Belki de yeterince iyi bir seviyede değildim medikal anlamda ve yetmemiştim basbaya. Shousen'i bırakıp daha klasik yöntemlere başvursam? Adrenalin bassam? Kalp masajına başlasam? Bilmiyorum... Zaten ne biliyorum ki! Bu hale nasıl geldik, onu bile anlayıp sindiremedim daha!
Arkamdan gelen sesle düşüncelerimden sıyrılırak şu ana geri döndüm. Iori'nin sesi asıl sorumluluğumu hatırlatmıştı bana. Yavaşça arkama döndüm, yerimden kalkmadan önce dik dik baktım çocuğa bir süre. Bana bakmıyor, yarasıyla bakışıyor olsa da bakmaya devam ettim bu şekilde. Bir ikilemi geride bırakmış olsam da, laf dinlemeyen zihnim sağolsun bir başka ikileme düşüvermiştim hemen. Bir yanım yarasına iki parmağımı aniden sokup çevirerek çocuğu bağırtmak istiyor, diğer yanım ise bağrıma basıp bir an önce yaralarıyla ilgilenmek için can atıyordu. Adamı deşip geçtiği için delice azarlayacak gibi oluyor, hemen ardından ise bu düşüncemi geride bırakıp adam yerine kendisi hayatta kaldığı için minnettar olmakla yetiniyordum. Ne kadar futarsız, düşüncesiz, kaba davrandığına dair sertçe eleştirmeliydim, veyahut da hepsini bir kenara bırakıp ne kadar yetenekli olduğunu övmeliydim. Bilemiyorum, fakat sanırım Iori düşük tansiyondan bayılmadan önce tedavisine başlasam hepimiz için en hayırlısı olacaktı.
"Adam öldü Iori." dedim kalkmadan hemen önce. Kafatasımın içinde beyin yerine tatsız tuzsuz bir çorba taşıdığım için sesimin mutsuz bir çocuk gibi çıkmasına engel olamadım. "Ölmeseydi iyiydi." Elimle yerden destek alarak kalktım, acele adımlarla yanına yanaştım çocuğun. Aramızdaki mesafeyi kapatıp yanına çökene kadar sorusuna bir cevap vermemeyi tercih ettim. Şöyle bir süzdüm önce çocuğu, tipini falan iyi biliyoruz zaten de, gözümden kaçan başka bir yarası var mı emin olmak istedim. Karnındaki yaranın yanı sıra kolunda, orasında burasında nispeten daha ufak yaraları vardı. Karnındaki yara ise, eh, adamdan daha acil bir durumda olmadığı için şimdiye kalmıştı. "Sanmam, bulaştıysa da hallederiz. Sen önce iyice geriye yaslan." dedim ilk önce, kırdığı bacağını yere geri indirmesine yardım ederken. Belimdeki çantayı söküp yere bıraktım. Biraz gazlı bez, ufak bir şişe saf su, vesaire... Hazırladım bunları rahatça ulaşabileceğim bir noktaya. "Rahat ol." dedim, yarasını temizlemeye başlamadan hemen önce. "Biraz acıyabilir."
Arkamdan gelen sesle düşüncelerimden sıyrılırak şu ana geri döndüm. Iori'nin sesi asıl sorumluluğumu hatırlatmıştı bana. Yavaşça arkama döndüm, yerimden kalkmadan önce dik dik baktım çocuğa bir süre. Bana bakmıyor, yarasıyla bakışıyor olsa da bakmaya devam ettim bu şekilde. Bir ikilemi geride bırakmış olsam da, laf dinlemeyen zihnim sağolsun bir başka ikileme düşüvermiştim hemen. Bir yanım yarasına iki parmağımı aniden sokup çevirerek çocuğu bağırtmak istiyor, diğer yanım ise bağrıma basıp bir an önce yaralarıyla ilgilenmek için can atıyordu. Adamı deşip geçtiği için delice azarlayacak gibi oluyor, hemen ardından ise bu düşüncemi geride bırakıp adam yerine kendisi hayatta kaldığı için minnettar olmakla yetiniyordum. Ne kadar futarsız, düşüncesiz, kaba davrandığına dair sertçe eleştirmeliydim, veyahut da hepsini bir kenara bırakıp ne kadar yetenekli olduğunu övmeliydim. Bilemiyorum, fakat sanırım Iori düşük tansiyondan bayılmadan önce tedavisine başlasam hepimiz için en hayırlısı olacaktı.
"Adam öldü Iori." dedim kalkmadan hemen önce. Kafatasımın içinde beyin yerine tatsız tuzsuz bir çorba taşıdığım için sesimin mutsuz bir çocuk gibi çıkmasına engel olamadım. "Ölmeseydi iyiydi." Elimle yerden destek alarak kalktım, acele adımlarla yanına yanaştım çocuğun. Aramızdaki mesafeyi kapatıp yanına çökene kadar sorusuna bir cevap vermemeyi tercih ettim. Şöyle bir süzdüm önce çocuğu, tipini falan iyi biliyoruz zaten de, gözümden kaçan başka bir yarası var mı emin olmak istedim. Karnındaki yaranın yanı sıra kolunda, orasında burasında nispeten daha ufak yaraları vardı. Karnındaki yara ise, eh, adamdan daha acil bir durumda olmadığı için şimdiye kalmıştı. "Sanmam, bulaştıysa da hallederiz. Sen önce iyice geriye yaslan." dedim ilk önce, kırdığı bacağını yere geri indirmesine yardım ederken. Belimdeki çantayı söküp yere bıraktım. Biraz gazlı bez, ufak bir şişe saf su, vesaire... Hazırladım bunları rahatça ulaşabileceğim bir noktaya. "Rahat ol." dedim, yarasını temizlemeye başlamadan hemen önce. "Biraz acıyabilir."