[Tsujihara Iori | Kitamura Susumu] Ambar
- Tsujihara Iori
- Posts: 154
- Joined: August 30th, 2018, 10:53 pm
Re: [Tsujihara Iori | Kitamura Susumu] Ambar
Tekniğim toprak zeminde ince bir çizgi bırakarak elemana doğru ilerliyordu, ben kafamı doğru yere hedeflemeye çalışırken. Susumu'nun her ne tekniğinden etkilendiyse yere kapaklanan adam da bu hedefleme işimi rahatlatıyordu. Susumu'nun bir Genjutsu uyguladığından az çok emindim zira kendisinin o sanata yoğunlaşmak istediğini biliyordum. Dövüş sırasında teorik olarak ne kadar efektif olacağını az çok kestirmeye çalışmıştım zihnimde fakat direkt olarak deneyimlemem, gerçekten iyi bir avantaj yarattığı sonucuna ulaştırmıştı beni.
İnce su kütlesini rakibime hedeflediğimde ayak parmaklarından baldırına kadar olan kısmı çizip geçirmiştim. Acı ile inlemesi muhtemelen Genjutsu'yu kıracak kadar acı aldığının bir göstergesiydi fakat durmam için bir komut olamazdı. Devam ettim tekniğime. Eleman ise kurtulmak için temel bir tekniğe başvurmuş gibiydi. Susumu'nun da birden elemana atılması ile ortam toza ve dumana karıştı.
Tanıdık bir dumandı bu. Etrafa saçılan silahlar ve dumanın azalması ile görülen yırtık çuval, elemanın nereye gittiği hakkında büyük bir üpucu veriyordu. Tekniğimi aniden kestim ve bir kaç saniye önce farkettiğim elemana doğru odaklandım. Bir kişiyi muhtemelen bir kaç saniye kadar savaş dışı bırakmıştık. Fakat tam bu sırada, bir başka kişi karmaşaya dahil olmuştu.
Bir süredir durumu izlediği belliydi zira ortama daldığı gibi hedefini belirlemişti; yani beni. Bir şeyler söyledi, zihnime kelime ve sözcükleri kavraması için bir zaman veya enerji ayırmadım, tamamen önümde olan bitenlere odaklanacaktım. Bir teknik ismi duyurduğu ve odaklandığı belliydi. Elinde çevirdiği wakizashini tekrar kavradı ve omuzlarında ışık hüzmeleri belirdi. Ardından bu hüzmeler, birer wakizashiye dönüştüler havada.
Şaşkınlığımı gizlemeye çalışsam da, gözlerimin biraz büyüyüşü ve duruşumun daha da ciddileşmesi, birer ipucuydu resmen düşüncelerime. Uygulanan teknik hakkında herhangi bir çıkarım yapacak vaktim pek yok gibiydi. Fakat aklımda, bir çıkış yolu belirmişti.
Bana doğru fırlayan wakizashiler havada zigzaglar çizerek ilerliyordu. Bu da onların bana bir kaç saniyelik hareket şansı tanımalarını sağlayacaktı. Riskli bir hamle yapacaktım fakat eğer o adam öldürme meraklısı mavili yapabiliyorsa benim yapabilmem için de bir engel yoktu. Hiç vakit kaybetmeden Kawarimi için gerekli olan Tora mührünü yaptım ve chakrama odaklandım. Amacım, vagonun içindeki bir tane silah çuvalı ile yer değiştirmekti.
Eğer başarabilirsem, diğer elemanın yakınlarında bir yerde kendimi bulacaktım. O Kawarimi yapalı daha bir kaç saniyeden fazla olmamıştı ve fazla uzaklaşmış da olamazdı. Bu yüzden kendimi aniden ekipman çantamdan bir kunai çecek şekilde programladım Kawarimi'nin ardından. Her ne pozisyonda olursak olalım, Kawarimi bittiğinde yakınımda olacağını tahmin ettiğim mavilinin ölümcül bir yerine kunaiyi direkt saplamak istiyordum.
Tekniğin başarısız olma ihtimali vardı. Bunun için de, hem aynı anda tekniği hazırlayıp hem de bu ihtimale karşı bir şeyler yapamazdım. Ya biri, ya biri olacaktı. Zıplayıp veya hareketlenip odaklanma süremi milisaniye mertebesinde olsa bile uzatmak istemiyordum. Saf ve tek hamlede, olabilecek en kısa sürede yer değiştirmek istiyordum o çuvallarla. Eğer başaramazsam, büyük bir sıkıntı beni bekliyordu. Fakat mantığım sağlamdı; eleman yapabiliyorsa ben de yapabilmeliydim. Yerlerini ve uzaklıklarını gayet iyi biliyordum, buna uygun chakra aktarabilir ve odaklanabilirdim. Wakizashi'lerin zigzagları da bana ulaşma sürelerini uzatmıştı. Benim lehime olan çok şey mevcut görünüyordu. Sezgilerime güveniyorum, her zamanki gibi.
Taktiksel bir seçim ile adamı öldürmeye karar vermiş olmam, kawariminin çalışmaması ve wakizashiler tarafından delik deşik olma ihtimalinden daha çok korkutuyordu beni ya, neyse.
İnce su kütlesini rakibime hedeflediğimde ayak parmaklarından baldırına kadar olan kısmı çizip geçirmiştim. Acı ile inlemesi muhtemelen Genjutsu'yu kıracak kadar acı aldığının bir göstergesiydi fakat durmam için bir komut olamazdı. Devam ettim tekniğime. Eleman ise kurtulmak için temel bir tekniğe başvurmuş gibiydi. Susumu'nun da birden elemana atılması ile ortam toza ve dumana karıştı.
Tanıdık bir dumandı bu. Etrafa saçılan silahlar ve dumanın azalması ile görülen yırtık çuval, elemanın nereye gittiği hakkında büyük bir üpucu veriyordu. Tekniğimi aniden kestim ve bir kaç saniye önce farkettiğim elemana doğru odaklandım. Bir kişiyi muhtemelen bir kaç saniye kadar savaş dışı bırakmıştık. Fakat tam bu sırada, bir başka kişi karmaşaya dahil olmuştu.
Bir süredir durumu izlediği belliydi zira ortama daldığı gibi hedefini belirlemişti; yani beni. Bir şeyler söyledi, zihnime kelime ve sözcükleri kavraması için bir zaman veya enerji ayırmadım, tamamen önümde olan bitenlere odaklanacaktım. Bir teknik ismi duyurduğu ve odaklandığı belliydi. Elinde çevirdiği wakizashini tekrar kavradı ve omuzlarında ışık hüzmeleri belirdi. Ardından bu hüzmeler, birer wakizashiye dönüştüler havada.
Şaşkınlığımı gizlemeye çalışsam da, gözlerimin biraz büyüyüşü ve duruşumun daha da ciddileşmesi, birer ipucuydu resmen düşüncelerime. Uygulanan teknik hakkında herhangi bir çıkarım yapacak vaktim pek yok gibiydi. Fakat aklımda, bir çıkış yolu belirmişti.
Bana doğru fırlayan wakizashiler havada zigzaglar çizerek ilerliyordu. Bu da onların bana bir kaç saniyelik hareket şansı tanımalarını sağlayacaktı. Riskli bir hamle yapacaktım fakat eğer o adam öldürme meraklısı mavili yapabiliyorsa benim yapabilmem için de bir engel yoktu. Hiç vakit kaybetmeden Kawarimi için gerekli olan Tora mührünü yaptım ve chakrama odaklandım. Amacım, vagonun içindeki bir tane silah çuvalı ile yer değiştirmekti.
Eğer başarabilirsem, diğer elemanın yakınlarında bir yerde kendimi bulacaktım. O Kawarimi yapalı daha bir kaç saniyeden fazla olmamıştı ve fazla uzaklaşmış da olamazdı. Bu yüzden kendimi aniden ekipman çantamdan bir kunai çecek şekilde programladım Kawarimi'nin ardından. Her ne pozisyonda olursak olalım, Kawarimi bittiğinde yakınımda olacağını tahmin ettiğim mavilinin ölümcül bir yerine kunaiyi direkt saplamak istiyordum.
Tekniğin başarısız olma ihtimali vardı. Bunun için de, hem aynı anda tekniği hazırlayıp hem de bu ihtimale karşı bir şeyler yapamazdım. Ya biri, ya biri olacaktı. Zıplayıp veya hareketlenip odaklanma süremi milisaniye mertebesinde olsa bile uzatmak istemiyordum. Saf ve tek hamlede, olabilecek en kısa sürede yer değiştirmek istiyordum o çuvallarla. Eğer başaramazsam, büyük bir sıkıntı beni bekliyordu. Fakat mantığım sağlamdı; eleman yapabiliyorsa ben de yapabilmeliydim. Yerlerini ve uzaklıklarını gayet iyi biliyordum, buna uygun chakra aktarabilir ve odaklanabilirdim. Wakizashi'lerin zigzagları da bana ulaşma sürelerini uzatmıştı. Benim lehime olan çok şey mevcut görünüyordu. Sezgilerime güveniyorum, her zamanki gibi.
Taktiksel bir seçim ile adamı öldürmeye karar vermiş olmam, kawariminin çalışmaması ve wakizashiler tarafından delik deşik olma ihtimalinden daha çok korkutuyordu beni ya, neyse.
- GM - Naruto
- Game Master
- Posts: 2811
- Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm
Re: [Tsujihara Iori | Kitamura Susumu] Ambar
Off Topic
Iori, batırma hamlesinde kullandığı kunaiyi hangi eliyle aldığına dair birşey söylememiş. Esir konusunda hamlelerinde genel olarak sağ elini tercih ettiği için sağlak olduğunu, hamlesini sağ eliyle gerçekleştirme eğilimi gösterdiğini varsayıyor ve GM mesajını buna göre yazıyorum. İtirazınız varsa adres verin.
Görüşün değişiyor, kendini ayaklarının altındaki karavanın içinde buluyorsun. Karavanın giriş kısmının birkaç adım ötesi, ayakların zemine sağlamca yapışıyor ve kunaine davranıyorsun. Mavi giysili adam, karavanın karşı köşesindeki duvara dayalı bir çuvala yaslanmış. İki eli göğüs hizasında, Tora formunda birleşmiş. Katanasını yerde uzanırken görüyorsun.
Koluna aktardığın güç ile beraber kunaini adamın tam göğsünün ortasına doğru saplamak için indiriyorsun ! Beklemediği anda seni gören mavilinin gözleri fal taşı gibi açılırken karşı saldırı için pek de fırsatı olmuyor. Kunaini rahatça saplayabilmek için dizlerinin üzerine çökebilecek aralığı bile yakalayabiliyorsun. Mavili, kunai göğüs hizasında ilerlerken Tora mührünü oluşturan ellerini bozarak sol eli ile bileğine davranıyor. Düzensiz, yalpak bir hamle oluyor bu. Yine de elinin ilerleyiş yönünü az çok değiştirebiliyor. Bileğinin dışına dokunarak kunaiyi sağ omzuna doğru yönlendiriyor. Ancak bu yön değiştirme hamlesi, uyguladığın güçten birşey eksiltmiyor. Kunai, dibine kadar giriyor adamın omzuna. Yerinden iyice fırlayan gözleri, acı bir haykırmayla korkutucu bir izlenim oluşturuyor. Kunai ile daha fazla hareket sağlamaman için kunaiyi saplayan elinin bileğine yapışıyor yine sol eliyle.
Adam can havliyle sağ elini suratına doğru yöneltiyor. Zorlanmadan sol elinle, bileğinden yakalıyorsun elemanı. Elemanın yüzük parmağında ufak bir hareket yakalıyorsun. Bu hareketle birlikte bileğinin altındaki mekanizma çalışıyor ve yaklaşık 15 santimlik bir bıçak çıkarıyor buradan. Suratınla bıçak arasında da bir bu kadar aralık var. Ancak adam bunu sana saplayabilecek kuvvetten yoksun. Kilit durumdasınız. Belki adamı öldürme düşünceni perçinlerken... Sırtında birşey hissediyorsun.
Susumu: Klonlarını adamın üzerine salıyor ve bu sırada shurikenlerini hazır ediyorsun. Klonlarının her biri farklı amaçlar için adamın üzerine atılıp giderken adam tepki vermiyor. Saldırılar da sanki içinden geçip gidiyor adamın.
Hazırladığın shurikenleri fırlatırken ufak bir detay yakalıyor gözlerin. Adamın sağ göz bebeğinde ufak bir parıltı yakalıyorsun. Sabir bir ışıltı değil bu, sanki o gözbebeğinde türlü türlü hareketler yapıyor, kıvrılıyor, dans ediyor. Çok inceleme şansın olmuyor, zira adam shurikenleri fırlattığın anda onları gözardı ederek el mühürlerine başlıyor. Wakizashisinin ucu yere, kabzası ise tatsu pozisyonundaki avuçlarının arasında. "Unmei." Shurikenlerin adamın vücuduna saplanırken verdiği tek tepki gözlerinin acıyla kısılması oluyor.
Saplanma sesi. Sol yanına bakıyorsun. Yarısı zemine girmiş, siyah dumansı formdan oluşan bir wakizashi. Sağ yanına bir tane daha düşüyor. Önüne, arkana, uzakta gördüğün ağacın dibine, keza adamın da çevresine. Gökyüzüne kaldırıyorsun kafanı. Bulutların oluşturduğu grimsi atmosferin üzerinde yüzlerce, belki binlerce siyah nokta. Yaklaşıyorlar... Çevrendeki onlarca saplanma sesini duyuyorsun. Dumansı formdaki bu wakizashiler adeta bir yağmur gibi yağıyor zemine.
Iori: Sırtındaki his bir acıya dönüşürken, göğsünün ortasını birşey delip geçiyor. Işıltılı. Adamın oluşturduğu wakizashiler. Sakince, sanki acele etmesine gerek yokmuş gibi... Sen acıyla nefesini tutup dişlerini birbirine kenetlerken wakizashi girdikçe giriyor... Kulaklarında tiz bir ses yankılanıyor. Karşındaki maviliye bakıyorsun. Gözleri ne kadar acıyla açılmış olsa da, göğsünü delip geçmiş ışıltılı wakizashi bir o kadar da şaşkınlık yüklemiş ona.
Adamla kısa süren bakışman farklı ışıltılarla kesiliyor. Dört wakizashi, uçları sana bakacak şekilde üstünde dönmeye başlıyor. Mavilinin bileğindeki bıçak nedeniyle kilidi bozamıyorsun. Başının üzerinde dönen wakizashilerden biri sana doğru yöneliyor ve öncekinden farklı bir şekilde, bir tıpanın şişeye oturması gibi boynunun sol tarafından göğsünün ortasına çapraz bir şekilde saplanıp ilerliyor. Acıyla haykırıyor, hıncını çıkarırcasına adamın omzuna saplı kunaiye abanıyorsun. Gözlerin kararmaya başlıyor... Önüne inmeye başlayan karanlık perdenin üzerinde dans eden ışıltılar ise bir bir hareketleniyor vücuduna doğru...
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
- Kitamura Susumu
- Kusagakure
- Posts: 273
- Joined: August 31st, 2018, 1:49 am
Re: [Tsujihara Iori | Kitamura Susumu] Ambar
Iori ne alemdeydi, pek bir fikrim yoktu. Karşımdaki adamın bilmediğim yeni bir teknik hazırlığında oluşu ise Iori'yi kontrol etmeme yetecek vakti çalıyordu benden. Geriye bir adım atarak gardımı aldım fakat, bu sefer ne olacağına dair merakımı da yenemiyordum açıkçası. Wakizashi temalı yeni bir teknik... Sanırım bu ikili silah fetişistiydi. Hafif hafif çiseleyen yağmur damlaları hızlıca yerini wakizashilere bırakmış ve etrafıma yağmaya başlamıştı. Adamın da bu kara yağmurun içinde kalmış olması bende belli belirsiz bir kaç soru oluştursa da vakit kaybedemeyeceğim için sorgulamamı erteledim. Yağmurdan kaçabilecek durumda mıydım, ne kadarlık bir alanı etkiliyordu bu teknik? Pek bir fikrim yoktu. Tekrar Ikazuchi no Kiba uygulayacak kadar sabit durma gibi bir lüksüm de, niyetim de yoktu. Etrafıma yağan silahları umursamadan adama doğru hırsla koşmaya başladım.
Beni adama yollayan ilk adımımı daha yeni atmışken duyduğum acı dolu bir bağırış içimdeki hırsı daha da şiddetlendirdi. Kaşlarımı çattım yoldayken. Öyle ki bu çatış refleks olarak Rakumei no Jutsu'yu aktif etmeme de neden olmuştu. Duyduğum ses Iori'ye aitti, başına ne gelmişti? Mavili eleman mı bir şeyler yaptı, yoksa o ışıltılı silahlar korktuğum gibi kendisine mi ulaşmıştı? Nasıl bu durumdaydık, onu kurtarabilecek fırsata erişebilecek miydim? Her zamanki gibi kafamı meşgul eden sorular, fakat bu sefer daha kısalar, içime iyice dolan nefret sayesinde de savuşturması daha kolaydılar. Boştaki elime bir kunai çektim, diğer kolumda zaten, Inazuma vardı. Inazuma'ya bir şeyler olursa çantamda başka kunailerim, silahlarım biterse tekniklerim. Parmaklarım kırılırsa ayaklarım, onlar da koparsa inadım, iradem ve dişlerim. Gücümü gerekirse son damlasına kadar harcayacaktım tüm bu olanlara bir son vermek için çünkü arkadaşlarımı, sevdiklerimi korumaktan daha öte bir değer yoktu benim için. Arkadaşıma zarar veren senaryonun parçası olan bu adamı durdurmak için her şeyi yapacaktım. İyice yaklaşırken Inazuma'yla yem niyetine bir saplama hareketi deneyecektim adama, hızımı kesmezken. Ardından duruma ve adamın tepkisine, kaçtığı yöne göre eğilecek, elimde ters çevirdiğim kunainin sert tarafıyla bana en yakındaki ayak bileğine sertçe vurmaya çalışacağım stilimin getirilerini sömürerek.
- Tsujihara Iori
- Posts: 154
- Joined: August 30th, 2018, 10:53 pm
Re: [Tsujihara Iori | Kitamura Susumu] Ambar
Elimi Tora mührü boyunca tutup chakrama odaklandığım bir kaç an boyunca havadaki ışık hüzmelerini takip etmeye çalıştım keskin bakışlarım ile. Fakat bir sağa, bir sola aniden çevirdiğim gözlerim havadaki wakizashi silüetlerini yakalayamıyor, zihnimin yönlerini tayin edebilmesine engel oluyordu. İçten içe, karnımdan boğazıma doğru bir sıcak hava dalgası yükselmeye başladı. Eğer Kawarimi yapamayacaksam, onlardan kurtulma ihtimalim neredeyse sıfırdı. Yani, ben kendi kabiliyetlerimi düşünerek kurtulamayacağımı düşünüyordum.
Bir insanın kendi yeteneklerini sınava sokup 0 vermesi kadar depresif bir durum olamazdı muhtemelen.
Birden kendimi vagonun içinde bulmam ile bu sınavın sonuçlarını görmeyeceğim az çok kesinleşmişti. Derin bir nefes verdim ve daha Tora mührünü bozmamış olan rakibim ile göz göze geldim. Kılıcı yerde sereserpe, kendisi ise saldırıya açık. Eğer onu direkt olarak hesap dışı bırakmaz isem, ben hayat dışı kalacaktım muhtemelen. Bunun irdelemesini bir kaç saniye önce yapmıştım ve onu karşımda gördüğümde, zihnimdeki bütün tereddüt yokoldu. Derin bir nefes alarak bir kunai çektim ani bir şekilde çantamdan ve ona doğru, göğsüne savurdum.
Ona doğru ilerleyen elime karşı yapabileceği tek şey rotasını değiştirmek oldu. Tüm gücümle omzuna saplayabildim, kalbi yerine. İşler karışacaktı, evet. Acı ile inlemesine rağmen ona tepki verme şansı doğurmuştu bu son anda yaptığı kurtarma hamlesi. Bileğinde gizlediği bıçağı açığa çıkararak bu hamlesini kullanırken, ben de boştaki elimle suradıma 15 santim kala durduracak bir tepki sergileyebilmiştim. Karışıyordu herşey, hem de çok. Elemanın acı ile inleyişi sürerken olasılıkları zihnimde düşünmeye başladım fakat herşeyin git gide sarmaşık haline gelmesi durumun benim açımdan bir çıkar yol bulmayı zorlaştırıyordu.
Bunun üstüne bir de, sınavı veremeyişim suradıma bir kesilmiş ve kullanıma hazır dikdörtgen çivili kereste parçası gibi çarpmıştı. Sırtımda ani bir acı hissettim elemanla kilitlendiğim bu anda, acı ise aniden artmaya ve "içimde" ilerlemeye başladı. Göğsümün önünden, içimden geçerek baş veren wakizashileri gördüğümde feci bir bağırış da benim boğazımdan koptu. Garipti, daha önce hissetmediğim bir şeydi. Parçalayarak ilerleyen, aynı zamanda parçalamayan. Wakizashilerin ani çıkışı bana bir yıl kadar uzun gelmişti. Hıncımı alamayıp elemanın bileğimden kavramasını umursamadan omzuna resmen gömmüştüm kunaiyi. Fakat benim açımdan ise durum çok da farksız değildi.
Göğsümü delip geçen wakizashi silüetleri, parıltılarını kesmeden bana doğru döndü ve bir tanesi boğazımdan girerek göğsüme doğru ilerlemeye başladı. Acı, o kadar büyüktü ki. Eğer ölüme giden yol buysa, gerçekten insanların neden bu yoldan kaçtığını anlayabilmiştim. Bir çok defa burun buruna geldiğim bir şeydi, fakat bu kadar değil. Bu, resmen nefesini boynumda hissetmekten farksızdı. Yapabilecek bir şeyimin olmaması ise beni bitiren başka bir durumdu.
Fakat, irademin bir sonucuydu beni buralara getiren, başka bir şey değil. Hayatı yaşamamı sağlayan, beni yataktan çıkaran yegane şey dünyaya kendimi kanıtlamak ve parmakla gösterilen birisi olmaktı. Bunun için ise moralitenin iyi tarafında kalmak ve babamın izinden gitmeyi kendime tembihlemiştim. Burnumu bu işe sokmam, Ame'li olmalarına rağmen dışardaki neredeyse tamamı ölü shinobilere yardım etmeye çalışmam tamamen bunun sonucuydu. Ve bunun sonucunda bu ölüler kervanına 2 Kusagakure'li shinobi daha katılacaktı.
Evet, sadece kendimi değil bir başkasının da hayatını söndürecek gibiydim. Bunun aslında cinayetten de bir farkı yok muydu? Şu ana kadar canını aldığım 2 kişiden tek farkı, dolaylı olacaktı.
Bunu kabul edemezdim.
Kendi irademin sonuçlarıını çekmek benim için kabul edilebilir bir sondu. Fakat başkasını da yanımda sürüklemek, sanırım yapacağım son şey olmalıydı. Kendim için olmasa da, Susumu için buradan canlı çıkmak adına elimden geleni yapmalıydım. Gözlerimi iyice açtım ve acı ile haykırdım.
Görüşümün git gide bulanıklaşması bana çok kısa zamanım olduğunu söylüyordu. Bu herifin önünde bayılmak veya yardıma muhtaç kalacak kadar iç organlarıma hasar almak, ölüm ile arama sadece 3 saniye kadar fark koyacaktı. Onun hesabını kesme işlemine devam etmeliydim.
İçimde dolaşan wakizashi huzmelerini yoksaymak için bütün irademi topladım ve kunaiyi elemanın omzunda bırakarak elemanın beni bileğindeki bıçak ile kesememesi için göğsümü onun göğsü ile yapıştaracak şekilde içeriye doğru girdim. Bu sırada da, arkamda kalan boş alana saplama hareketi yapmasına izin verecek şekilde elini salacaktım. Eleman böyle bir pozisyonda bileğini kırmadan veya elini tamamen yukarı kaldırıp vakit kaybetmeden hamle yapamayacaktı, yapsa bile çok da başarılı olamayacaktı bu dar ortamda muhtemelen. Tam bu noktada, arkasındaki silah çuvalına uzanacak ve içinden çekebildiğim herhangi bir kesici aleti çekip adamın sırtına saplayacaktım, adamdan önce. Başarabilirsem, muhtemelen kendimi yere bırakıp bayılacaktım, ama en azından Susumu'nun hayatta kalması için elimden geleni yapabilmiş olacaktım. Bu şekilde karanlığa ilerlemek daha rahat olacaktı, sanırım.
Bir insanın kendi yeteneklerini sınava sokup 0 vermesi kadar depresif bir durum olamazdı muhtemelen.
Birden kendimi vagonun içinde bulmam ile bu sınavın sonuçlarını görmeyeceğim az çok kesinleşmişti. Derin bir nefes verdim ve daha Tora mührünü bozmamış olan rakibim ile göz göze geldim. Kılıcı yerde sereserpe, kendisi ise saldırıya açık. Eğer onu direkt olarak hesap dışı bırakmaz isem, ben hayat dışı kalacaktım muhtemelen. Bunun irdelemesini bir kaç saniye önce yapmıştım ve onu karşımda gördüğümde, zihnimdeki bütün tereddüt yokoldu. Derin bir nefes alarak bir kunai çektim ani bir şekilde çantamdan ve ona doğru, göğsüne savurdum.
Ona doğru ilerleyen elime karşı yapabileceği tek şey rotasını değiştirmek oldu. Tüm gücümle omzuna saplayabildim, kalbi yerine. İşler karışacaktı, evet. Acı ile inlemesine rağmen ona tepki verme şansı doğurmuştu bu son anda yaptığı kurtarma hamlesi. Bileğinde gizlediği bıçağı açığa çıkararak bu hamlesini kullanırken, ben de boştaki elimle suradıma 15 santim kala durduracak bir tepki sergileyebilmiştim. Karışıyordu herşey, hem de çok. Elemanın acı ile inleyişi sürerken olasılıkları zihnimde düşünmeye başladım fakat herşeyin git gide sarmaşık haline gelmesi durumun benim açımdan bir çıkar yol bulmayı zorlaştırıyordu.
Bunun üstüne bir de, sınavı veremeyişim suradıma bir kesilmiş ve kullanıma hazır dikdörtgen çivili kereste parçası gibi çarpmıştı. Sırtımda ani bir acı hissettim elemanla kilitlendiğim bu anda, acı ise aniden artmaya ve "içimde" ilerlemeye başladı. Göğsümün önünden, içimden geçerek baş veren wakizashileri gördüğümde feci bir bağırış da benim boğazımdan koptu. Garipti, daha önce hissetmediğim bir şeydi. Parçalayarak ilerleyen, aynı zamanda parçalamayan. Wakizashilerin ani çıkışı bana bir yıl kadar uzun gelmişti. Hıncımı alamayıp elemanın bileğimden kavramasını umursamadan omzuna resmen gömmüştüm kunaiyi. Fakat benim açımdan ise durum çok da farksız değildi.
Göğsümü delip geçen wakizashi silüetleri, parıltılarını kesmeden bana doğru döndü ve bir tanesi boğazımdan girerek göğsüme doğru ilerlemeye başladı. Acı, o kadar büyüktü ki. Eğer ölüme giden yol buysa, gerçekten insanların neden bu yoldan kaçtığını anlayabilmiştim. Bir çok defa burun buruna geldiğim bir şeydi, fakat bu kadar değil. Bu, resmen nefesini boynumda hissetmekten farksızdı. Yapabilecek bir şeyimin olmaması ise beni bitiren başka bir durumdu.
Fakat, irademin bir sonucuydu beni buralara getiren, başka bir şey değil. Hayatı yaşamamı sağlayan, beni yataktan çıkaran yegane şey dünyaya kendimi kanıtlamak ve parmakla gösterilen birisi olmaktı. Bunun için ise moralitenin iyi tarafında kalmak ve babamın izinden gitmeyi kendime tembihlemiştim. Burnumu bu işe sokmam, Ame'li olmalarına rağmen dışardaki neredeyse tamamı ölü shinobilere yardım etmeye çalışmam tamamen bunun sonucuydu. Ve bunun sonucunda bu ölüler kervanına 2 Kusagakure'li shinobi daha katılacaktı.
Evet, sadece kendimi değil bir başkasının da hayatını söndürecek gibiydim. Bunun aslında cinayetten de bir farkı yok muydu? Şu ana kadar canını aldığım 2 kişiden tek farkı, dolaylı olacaktı.
Bunu kabul edemezdim.
Kendi irademin sonuçlarıını çekmek benim için kabul edilebilir bir sondu. Fakat başkasını da yanımda sürüklemek, sanırım yapacağım son şey olmalıydı. Kendim için olmasa da, Susumu için buradan canlı çıkmak adına elimden geleni yapmalıydım. Gözlerimi iyice açtım ve acı ile haykırdım.
Görüşümün git gide bulanıklaşması bana çok kısa zamanım olduğunu söylüyordu. Bu herifin önünde bayılmak veya yardıma muhtaç kalacak kadar iç organlarıma hasar almak, ölüm ile arama sadece 3 saniye kadar fark koyacaktı. Onun hesabını kesme işlemine devam etmeliydim.
İçimde dolaşan wakizashi huzmelerini yoksaymak için bütün irademi topladım ve kunaiyi elemanın omzunda bırakarak elemanın beni bileğindeki bıçak ile kesememesi için göğsümü onun göğsü ile yapıştaracak şekilde içeriye doğru girdim. Bu sırada da, arkamda kalan boş alana saplama hareketi yapmasına izin verecek şekilde elini salacaktım. Eleman böyle bir pozisyonda bileğini kırmadan veya elini tamamen yukarı kaldırıp vakit kaybetmeden hamle yapamayacaktı, yapsa bile çok da başarılı olamayacaktı bu dar ortamda muhtemelen. Tam bu noktada, arkasındaki silah çuvalına uzanacak ve içinden çekebildiğim herhangi bir kesici aleti çekip adamın sırtına saplayacaktım, adamdan önce. Başarabilirsem, muhtemelen kendimi yere bırakıp bayılacaktım, ama en azından Susumu'nun hayatta kalması için elimden geleni yapabilmiş olacaktım. Bu şekilde karanlığa ilerlemek daha rahat olacaktı, sanırım.
- GM - Naruto
- Game Master
- Posts: 2811
- Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm
Re: [Tsujihara Iori | Kitamura Susumu] Ambar
Iori: Organların, hayatında ilk kez hissedebildiğin kadar somut. İçinde dolaşan wakizashi sanki bir bir hepsine dokunuyor. Deştiklerini, bir kenara ittiklerini tek tek tespit edebiliyorsun sanki. Kabza kısmı boynuna tam oturduğunda wakizashinin ilerleyişi duruyor. Sen ise son nefesleri için çırpınan bir ölüden farksız oluyorsun. Vücudundaki uyuşma artık gözlerindeki o incecik damarlara kadar taşınıyor. Gücünü topluyorsun. Deniyorsun.
Kunaiyi bırakarak adamın üzerine çullanmaya çalışıyorsun. Senin suratına yönelmiş elini yana doğru yönlendirmek güç bir hareket oluyor. Vücudunda bir yalpalama seziyorsun. Bedenin, bağımsızlığını ilan etmeye başlıyor. Bir wakizashi daha.
Boynunun ters tarafından, yine göğüs ortalarına doğru. Sanki bir ayin gibi.. Sanki vücuduna saplanan son iki wakizashi bir mesaj vermek istermiş gibi... Çapraz bir şekilde saplanıyor, sırtından saplanan wakizashi ile kesişerek ona bir selam çakıyor.
Gözlerin yuvalarından fırlayacak kadar açılırken bağıracak takati bulamıyorsun. Vücudun ileriye doğru kasılırken adam da son güçlerini harcıyor. Üzerine yığılıyorsun. Planladığın gibi olmasa da göğüslerinizi bir bütün haline getiriyorsun. Göğsünden çıkıp giden wakizashi... Adama da saplandı mı ? Adamda bir hareket göremiyorsun. Saldırmayı denemek yerine, can havliyle seni üzerinden atmaya çalışıyor. Sol kolunu hareket ettiremiyorsun. Asırlar gibi süren bir saniye geçiyor. Kolların bir kenara, vücudunu hareket ettirecek bilincine ulaşamıyorsun. Ruhunu bedeninden sökecek son vuruş da geliyor.
Ense kısmında dolu dolu hissettiğin bir acı beliriyor. Yavaş ve sakin bir şekilde boğazın deliniyor. Acı, ensenden başlıyor, boğazının ön kısımlarında bitiyor. Duruluyorsun. Acı da, yaşam da vücudundan yavaşça çekiliyor. Başın adamın omzunda. Hafif yaşlı gözlerinle vagonun tahta zeminini izliyorsun son anlarında. 18 yıllık kısa yaşamın, çok da hoş olmayan bir yerde sona eriyor.
Susumu: Vücudunda biriken hırs ile birlikte adama doğru depara kalkıyor, aynı zamanda Rakumei'yi aktif hale getiriyorsun. Adam ellerinin pozisyonunu bozmadan duruyor sadece. Sen adımlarına devam ettikçe zemine saplanan wakizashiler de çevreye hakim bir ses kirliliği oluşturuyor.
Wakizashi yağmurunun arasında koşmak ise... Parmakların kırılırsa ayakların, onlar da koparsa inadın hırsına fazlaca ters düşüyor. İlk darbeyi sol omzundan giriş yapan wakizashi ile yiyorsun. Vücudun acıyı henüz hissetmişken sırtın ve diğer omzundan devam ediyor yağmur. Yalpalıyor ve ve yere kapaklanıyorsun.
Sabit durmanın riskleri beyninde yankılanırken doğrulmaya çalışıyorsun. Kafifçe kafanı kaldırıyorsun gökyüzüne. Siyah noktalar bakışınla bütünleşiyor. Vücudunun farklı noktalarına hızla inerek zemine çiviliyor seni. Bacakların, kolların, sırtın... Sen bir kirpiye dönene dek devam ediyor yağmur. Acı ise bilincini vücudundan söküp alıyor.
Susumu: Karanlık. Belirsiz bir yerden vuran ay ışığı önce üzerine, senden ise tavana yansıyor. Ahşap. Zemin ise kıpır kıpır. Yeni uyanmana rağmen vücudun titremeden bıkmış gibi. Zihnini delip geçen bir ağrı bulunuyor. En son bulunduğun konumu hatırlıyorsun. Vücuduna saplanan onlarca wakizashi ile zeminle bütünleşmiştin. Yine zemine bütünleşiksin. Vücudunu hareket ettirmeyi deniyorsun. Ufak bir kıpırtı için bile ıkınmana sebep olacak bir efor harcaman gerekiyor. Sağ eline odaklanıyorsun. Kaldırmayı, yana doğru çekmeyi. Birşeyler engelliyor. Gözlerini çevirmeye çalışıyorsun. Göz bebeklerin köşelere kaydıkça başındaki ağrıyı harlıyor. Kumaş hissediyorsun. Tüm vücudunu sarıyor. Ayakların birbirine bitişik. Kolların ise göğsünün üzerinde çapraz şekilde bütünleşik. Rahat nefes alamıyorsun. Seni bağlayan bu kumaş ağız kısmını da örtmüş durumda.
Rahatlamaya çalışıyorsun. Zihnin gecenin sessizliğine ve sakinliğine rağmen savaş modunda. Görevini hatırlıyorsun. Gyaku'nun konuşmaları. Yanında da biri vardı. Işıkla kaplı wakizashiler geçiyor gözünün önünden. Ölümden uyanan zihnin, Iori'yi hatırlıyor. Zihnindeki ağrıyı umursamadan vücudunu sağ tarafa doğru yuvarlıyor, yan dönüyorsun. Sanki kokusunu almış gibi, refleks bir dönüş. Iori. 4-5 adım sağında yatıyor. Vücudu gözleri hariç tamamen kumaşlarla sarılı. Mumyadan farksız. Omuz bölgelerinden giden iki zincir örgüsü ise çapraz bir şekilde göğsünde birleşiyor. Yan döndüğünde hissettiğin çıkıntıya bakıyorsun. Aynı zincir senin üzerinde de bulunuyor. Omuzlarından başlıyor, çapraz bir şekilde ilerleyerek ayak kısmından dolanıyor. Bir süre Iori'ye kilitleniyor, nefes aldığından emin oluyorsun. Hemen yanı başında, çuvala yaslı katanasını görüyorsun.
Seslerden ve gördüklerinde anladığın kadarıyla bir vagondasınız. Savaş alanında gördüğünüz tahminen. Çevrenizde, dövüş esnasında kawarimi sonucu gördüğün çuvallarla kaplı. .Beş tane sayıyorsun. Ağzına kadar dolular, neyle dolu olduklarını da biliyorsun elbette. Sağ ve sol tarafında iki ufak pencere bulunuyor.
Vücuduna saplanan onlarca wakizashiye rağmen bir yara hissetmiyorsun. Tek sorun zihnindeki dayanılmaz ağrı. Iori' için net bir tespit yapamıyorsun. Zira kumaşlarla kaplı vücudu çıkarım yapmanı engelliyor.
Bir atın koşma ve vagonun sesi dışında birşey duymuyorsun.
Kunaiyi bırakarak adamın üzerine çullanmaya çalışıyorsun. Senin suratına yönelmiş elini yana doğru yönlendirmek güç bir hareket oluyor. Vücudunda bir yalpalama seziyorsun. Bedenin, bağımsızlığını ilan etmeye başlıyor. Bir wakizashi daha.
Boynunun ters tarafından, yine göğüs ortalarına doğru. Sanki bir ayin gibi.. Sanki vücuduna saplanan son iki wakizashi bir mesaj vermek istermiş gibi... Çapraz bir şekilde saplanıyor, sırtından saplanan wakizashi ile kesişerek ona bir selam çakıyor.
Gözlerin yuvalarından fırlayacak kadar açılırken bağıracak takati bulamıyorsun. Vücudun ileriye doğru kasılırken adam da son güçlerini harcıyor. Üzerine yığılıyorsun. Planladığın gibi olmasa da göğüslerinizi bir bütün haline getiriyorsun. Göğsünden çıkıp giden wakizashi... Adama da saplandı mı ? Adamda bir hareket göremiyorsun. Saldırmayı denemek yerine, can havliyle seni üzerinden atmaya çalışıyor. Sol kolunu hareket ettiremiyorsun. Asırlar gibi süren bir saniye geçiyor. Kolların bir kenara, vücudunu hareket ettirecek bilincine ulaşamıyorsun. Ruhunu bedeninden sökecek son vuruş da geliyor.
Ense kısmında dolu dolu hissettiğin bir acı beliriyor. Yavaş ve sakin bir şekilde boğazın deliniyor. Acı, ensenden başlıyor, boğazının ön kısımlarında bitiyor. Duruluyorsun. Acı da, yaşam da vücudundan yavaşça çekiliyor. Başın adamın omzunda. Hafif yaşlı gözlerinle vagonun tahta zeminini izliyorsun son anlarında. 18 yıllık kısa yaşamın, çok da hoş olmayan bir yerde sona eriyor.
Susumu: Vücudunda biriken hırs ile birlikte adama doğru depara kalkıyor, aynı zamanda Rakumei'yi aktif hale getiriyorsun. Adam ellerinin pozisyonunu bozmadan duruyor sadece. Sen adımlarına devam ettikçe zemine saplanan wakizashiler de çevreye hakim bir ses kirliliği oluşturuyor.
Wakizashi yağmurunun arasında koşmak ise... Parmakların kırılırsa ayakların, onlar da koparsa inadın hırsına fazlaca ters düşüyor. İlk darbeyi sol omzundan giriş yapan wakizashi ile yiyorsun. Vücudun acıyı henüz hissetmişken sırtın ve diğer omzundan devam ediyor yağmur. Yalpalıyor ve ve yere kapaklanıyorsun.
Sabit durmanın riskleri beyninde yankılanırken doğrulmaya çalışıyorsun. Kafifçe kafanı kaldırıyorsun gökyüzüne. Siyah noktalar bakışınla bütünleşiyor. Vücudunun farklı noktalarına hızla inerek zemine çiviliyor seni. Bacakların, kolların, sırtın... Sen bir kirpiye dönene dek devam ediyor yağmur. Acı ise bilincini vücudundan söküp alıyor.
Susumu: Karanlık. Belirsiz bir yerden vuran ay ışığı önce üzerine, senden ise tavana yansıyor. Ahşap. Zemin ise kıpır kıpır. Yeni uyanmana rağmen vücudun titremeden bıkmış gibi. Zihnini delip geçen bir ağrı bulunuyor. En son bulunduğun konumu hatırlıyorsun. Vücuduna saplanan onlarca wakizashi ile zeminle bütünleşmiştin. Yine zemine bütünleşiksin. Vücudunu hareket ettirmeyi deniyorsun. Ufak bir kıpırtı için bile ıkınmana sebep olacak bir efor harcaman gerekiyor. Sağ eline odaklanıyorsun. Kaldırmayı, yana doğru çekmeyi. Birşeyler engelliyor. Gözlerini çevirmeye çalışıyorsun. Göz bebeklerin köşelere kaydıkça başındaki ağrıyı harlıyor. Kumaş hissediyorsun. Tüm vücudunu sarıyor. Ayakların birbirine bitişik. Kolların ise göğsünün üzerinde çapraz şekilde bütünleşik. Rahat nefes alamıyorsun. Seni bağlayan bu kumaş ağız kısmını da örtmüş durumda.
Rahatlamaya çalışıyorsun. Zihnin gecenin sessizliğine ve sakinliğine rağmen savaş modunda. Görevini hatırlıyorsun. Gyaku'nun konuşmaları. Yanında da biri vardı. Işıkla kaplı wakizashiler geçiyor gözünün önünden. Ölümden uyanan zihnin, Iori'yi hatırlıyor. Zihnindeki ağrıyı umursamadan vücudunu sağ tarafa doğru yuvarlıyor, yan dönüyorsun. Sanki kokusunu almış gibi, refleks bir dönüş. Iori. 4-5 adım sağında yatıyor. Vücudu gözleri hariç tamamen kumaşlarla sarılı. Mumyadan farksız. Omuz bölgelerinden giden iki zincir örgüsü ise çapraz bir şekilde göğsünde birleşiyor. Yan döndüğünde hissettiğin çıkıntıya bakıyorsun. Aynı zincir senin üzerinde de bulunuyor. Omuzlarından başlıyor, çapraz bir şekilde ilerleyerek ayak kısmından dolanıyor. Bir süre Iori'ye kilitleniyor, nefes aldığından emin oluyorsun. Hemen yanı başında, çuvala yaslı katanasını görüyorsun.
Seslerden ve gördüklerinde anladığın kadarıyla bir vagondasınız. Savaş alanında gördüğünüz tahminen. Çevrenizde, dövüş esnasında kawarimi sonucu gördüğün çuvallarla kaplı. .Beş tane sayıyorsun. Ağzına kadar dolular, neyle dolu olduklarını da biliyorsun elbette. Sağ ve sol tarafında iki ufak pencere bulunuyor.
Vücuduna saplanan onlarca wakizashiye rağmen bir yara hissetmiyorsun. Tek sorun zihnindeki dayanılmaz ağrı. Iori' için net bir tespit yapamıyorsun. Zira kumaşlarla kaplı vücudu çıkarım yapmanı engelliyor.
Bir atın koşma ve vagonun sesi dışında birşey duymuyorsun.
Off Topic
Iori'nin cenazesi namazı ikindi vaktinde demek isterdim. Not yet. Ancak belirtilene kadar rp yapmasına 'gerek' yok. İstiyorsa baygın halde, kendi kafasında dönüp durabilir elbette.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
- Kitamura Susumu
- Kusagakure
- Posts: 273
- Joined: August 31st, 2018, 1:49 am
Re: [Tsujihara Iori | Kitamura Susumu] Ambar
Hırsım, koruma hissim, amaçlarım... Hepsi trajik bir acıyla son bulmuştu kısa denilebilecek bir sürede. Rakibim istifini hiç bozmasa da, uyguladığım genjutsu boşa çıksa da vücuduma saplanmaya başlamış silahları görmezden gelmeye çalışmak zorundaydım herkesi ve her şeyi korumak için. Fakat hayat bana ne kadar güçsüz olduğumu hatırlatır hatta dalga geçercesine tüm yaptıklarımı elinin tersiyle bir kenara itiyor, beni karanlığa gömüyordu yine. Hayır, bu kadar çabuk kaybedemezdim kendimi, düştüğüm yerden kalkmalı, acıyı umursamadan savaşmalıydım sevdiklerim, köyüm, korumaya yemin ettiğim her şey için! Gökyüzüne diktiğim bakışlarımı "Hayır, hayır..." diye hızlıca sayıklayarak kapattım aniden. Vücudumu delip geçen onlarca şey artık her şeyin nafile olduğunu söylüyordu bana. Bir şeyleri çok istesem de, sınırlarımın bu kadar dar oluşu beni burada, olmak istemediğim topraklarda sonuma getirmişti belki de.
Gerisi acıyı yavaşça söndürse de kulaklarımı delice tırmalayan bir çınlamaydı önce. Ondan daha ötesi ise korkunç bir sessizlik!
Bu kadar karanlık bir kavramın olabileceğini düşünmezdim dünyada. Fakat düşüncesi bile tüyler ürperten bu durumun tam ortasında başroldeydim şu anda. Şaşırtıcıydı ki, bu kadar korkutucu olmasına rağmen hissettirdiği tek şey, hiçbir şey hissettirmemesiydi. Hatta bir süre sonra cömertlik bile yapmaya başladı bana yeni arkadaşım. Ne kadar zamandır beraberdik bilmesem de geçirdiğimiz zamanın hatrına ufacık aralamıştı kendini, suratıma yumuşak bir ışık yansıtacak şekilde. Ama sonra ışıkla haşır neşir olduğumu görüp kıskandı mı ne olduysa, cömertliği kesip beni sertçe sarsmaya başlamıştı kıskançlığından. Kıskançlık da kendini tüm vücudumu tekrar ele geçiren bir acı dalgasına bırakmış, aslında iyi de yapmıştı zihnimi gerçekliğe tekrar açarken. Hayır, ölmemiştim ve/veya ölü olduğum süre içerisinde metafiziksel kavramlarla kanka olmamıştım. Sabit durmamaya yemin etmiş bir zeminde, kim bilir ne haldeydim!
Nasıl bu hale gelmiştim? En son milleti kurtaracağım diye gaza gelmiştim diye hatırlıyorum. Sonra ne oldu? Heh, yağmur yağmıştı. Ama durun lan... Normal yağmur değildi sanki. Baya baya on beş milyar milyon tane falan wakizashiden oluşma bir yağmurdu sanırım. Sanırımı ne? Öyleydi zaten! Ölmemiş miydim yani, bu muydu olay? Peki neredeydim şimdi, neler oluyordu? Orada parça pinçik ruhumu teslim etmeye bu kadar yaklaşmışken nasıl şimdi tek parçaydım ki? Gyaku dedi alın bunları dedi gidin orada ne yaparsanız yapın mı demişti neydi?
Nefes alış-verişlerim kontrolsüz bir şekilde haddimden fazla hızlanırken Iori geldi aklıma. Ben asıl Iori'yi kurtaracağım diye gaza gelmiştim. Bir saniye, olaya daha geç bir kısımdan girdim! Ben buralara direkt Iori'yle gelmiştim! Iori'yi hatırlamam zaten hızlanmış nefes alışverişlerimi daha kötü hale getirmişti zira çocuk en son çok kötü bağırmıştı, ben de çükleri tutmadan kısa bir süre önce. Daha ne yaptığımı kavrayamadan kendimi yan dönmüş bir şekilde buldum birden bire. Hangi içgüdümdü bunu bana yaptıran bilmiyorum ama bu zahmetli dönüş, yakınımda uzanan Iori'yi görmemiş sağlamıştı bana. Görebildiğim tek şey kumaşlar arasından kapalı gözleriydi, muhtemelen benim bir kaç dakika önceki halime eş değerdi. Sarılmış sarmalanmış, bir de üzerine zincirlenmişti benim gibi. Nefes alış-verişlerim iyice tepe noktasına ulaşırken yapabildiğim kadarıyla odaklanıp inceledim çocuğu. Yaşadığını gösteren nefesini görmemle, kendi nefesim de hızlıca düzenine girmişti en sonunda. "Tamam, tamam... Ölmedik. Henüz." diye düşünerek kendi kendimi sakinleştirmeye çalıştım sırtımı geri yere vermezken. Bu şekilde etrafı incelemeye başladım. Iori'nin katanası, silah dolu çuvallar, biraz daha çuval. Aaa, burada ne varmış? Bir çuval daha! Beş adet falanlar, ve muhtemelen Ame'lileri ilk gördüğümüz mekandaki vagonda bizimle beraber olmamaları gereken topraklara kaçırılıyorlar. Kim bilir, benim Inazuma nerelerdeydi şimdi...
Bir süre dinlendim bu şekilde, nasıl olsa acelemiz, benim de halim pek yoktu. Fakat bu dinlenme bir dakikayı geçmedi diyebilirim. Kendimi hazırladım yapacağım harekete. Gene başlıyorduk, hain yılanlık kariyerime kaldığım yerden tam gaz devam edecek, sessiz ve sakince Iori'ye doğru sürüne sürüne gidecektim. Yuvarlanabilirdim aslında, daha acı verici olacak olsa da daha kısa bir sürede biterdi belki de ama çok da gürültü çıkarma, aracı sallama riskim vardı o şekilde. Bu yüzden yılanlık yapacaktım işte, çok da hoşuma gittiğinden değil. Iori'ye iyice yanaşmaya çalışacaktım bu şekilde ve yapabilirsem dizlerimle falan, belki omzuna kafamla yavaşça dürtükleyerek bir uyaran vermeye çalışacaktım uyanması için. Fakat baktım uyanmıyor, veya yakından daha beter görünüyor, çok da kasmayacaktım uyanması için. Neticede benim de tekrar yerine koymam gereken bir gücüm, çakram, sakinleştirmem gereken bir zihnim vardı. Uyumadan sadece gözlerimi kapatarak kendimi toparlamaya, sakinleşmeye çalışacaktım burada bu şekilde, sessizce.
Gerisi acıyı yavaşça söndürse de kulaklarımı delice tırmalayan bir çınlamaydı önce. Ondan daha ötesi ise korkunç bir sessizlik!
Bu kadar karanlık bir kavramın olabileceğini düşünmezdim dünyada. Fakat düşüncesi bile tüyler ürperten bu durumun tam ortasında başroldeydim şu anda. Şaşırtıcıydı ki, bu kadar korkutucu olmasına rağmen hissettirdiği tek şey, hiçbir şey hissettirmemesiydi. Hatta bir süre sonra cömertlik bile yapmaya başladı bana yeni arkadaşım. Ne kadar zamandır beraberdik bilmesem de geçirdiğimiz zamanın hatrına ufacık aralamıştı kendini, suratıma yumuşak bir ışık yansıtacak şekilde. Ama sonra ışıkla haşır neşir olduğumu görüp kıskandı mı ne olduysa, cömertliği kesip beni sertçe sarsmaya başlamıştı kıskançlığından. Kıskançlık da kendini tüm vücudumu tekrar ele geçiren bir acı dalgasına bırakmış, aslında iyi de yapmıştı zihnimi gerçekliğe tekrar açarken. Hayır, ölmemiştim ve/veya ölü olduğum süre içerisinde metafiziksel kavramlarla kanka olmamıştım. Sabit durmamaya yemin etmiş bir zeminde, kim bilir ne haldeydim!
Nasıl bu hale gelmiştim? En son milleti kurtaracağım diye gaza gelmiştim diye hatırlıyorum. Sonra ne oldu? Heh, yağmur yağmıştı. Ama durun lan... Normal yağmur değildi sanki. Baya baya on beş milyar milyon tane falan wakizashiden oluşma bir yağmurdu sanırım. Sanırımı ne? Öyleydi zaten! Ölmemiş miydim yani, bu muydu olay? Peki neredeydim şimdi, neler oluyordu? Orada parça pinçik ruhumu teslim etmeye bu kadar yaklaşmışken nasıl şimdi tek parçaydım ki? Gyaku dedi alın bunları dedi gidin orada ne yaparsanız yapın mı demişti neydi?
Nefes alış-verişlerim kontrolsüz bir şekilde haddimden fazla hızlanırken Iori geldi aklıma. Ben asıl Iori'yi kurtaracağım diye gaza gelmiştim. Bir saniye, olaya daha geç bir kısımdan girdim! Ben buralara direkt Iori'yle gelmiştim! Iori'yi hatırlamam zaten hızlanmış nefes alışverişlerimi daha kötü hale getirmişti zira çocuk en son çok kötü bağırmıştı, ben de çükleri tutmadan kısa bir süre önce. Daha ne yaptığımı kavrayamadan kendimi yan dönmüş bir şekilde buldum birden bire. Hangi içgüdümdü bunu bana yaptıran bilmiyorum ama bu zahmetli dönüş, yakınımda uzanan Iori'yi görmemiş sağlamıştı bana. Görebildiğim tek şey kumaşlar arasından kapalı gözleriydi, muhtemelen benim bir kaç dakika önceki halime eş değerdi. Sarılmış sarmalanmış, bir de üzerine zincirlenmişti benim gibi. Nefes alış-verişlerim iyice tepe noktasına ulaşırken yapabildiğim kadarıyla odaklanıp inceledim çocuğu. Yaşadığını gösteren nefesini görmemle, kendi nefesim de hızlıca düzenine girmişti en sonunda. "Tamam, tamam... Ölmedik. Henüz." diye düşünerek kendi kendimi sakinleştirmeye çalıştım sırtımı geri yere vermezken. Bu şekilde etrafı incelemeye başladım. Iori'nin katanası, silah dolu çuvallar, biraz daha çuval. Aaa, burada ne varmış? Bir çuval daha! Beş adet falanlar, ve muhtemelen Ame'lileri ilk gördüğümüz mekandaki vagonda bizimle beraber olmamaları gereken topraklara kaçırılıyorlar. Kim bilir, benim Inazuma nerelerdeydi şimdi...
Bir süre dinlendim bu şekilde, nasıl olsa acelemiz, benim de halim pek yoktu. Fakat bu dinlenme bir dakikayı geçmedi diyebilirim. Kendimi hazırladım yapacağım harekete. Gene başlıyorduk, hain yılanlık kariyerime kaldığım yerden tam gaz devam edecek, sessiz ve sakince Iori'ye doğru sürüne sürüne gidecektim. Yuvarlanabilirdim aslında, daha acı verici olacak olsa da daha kısa bir sürede biterdi belki de ama çok da gürültü çıkarma, aracı sallama riskim vardı o şekilde. Bu yüzden yılanlık yapacaktım işte, çok da hoşuma gittiğinden değil. Iori'ye iyice yanaşmaya çalışacaktım bu şekilde ve yapabilirsem dizlerimle falan, belki omzuna kafamla yavaşça dürtükleyerek bir uyaran vermeye çalışacaktım uyanması için. Fakat baktım uyanmıyor, veya yakından daha beter görünüyor, çok da kasmayacaktım uyanması için. Neticede benim de tekrar yerine koymam gereken bir gücüm, çakram, sakinleştirmem gereken bir zihnim vardı. Uyumadan sadece gözlerimi kapatarak kendimi toparlamaya, sakinleşmeye çalışacaktım burada bu şekilde, sessizce.
- GM - Naruto
- Game Master
- Posts: 2811
- Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm
Re: [Tsujihara Iori | Kitamura Susumu] Ambar
Vücudunu hareket etmeye zorluyor, kıvrılıyor, Iori'ye doğru sürünüyorsun. Bir ceset misali yatıyor yerde. Beti benzi atmış, tepki vermiyor. Başınla omzundan dürtüyorsun, hareket yok. Biraz daha sert davranıyor, onu sarsacak bir kuvvet uyguluyorsun. Yine hareket yok. Nefes alıyor. Bununla yetinmek zorunda kalıyorsun.
Seriliyorsun sende yere. Kumaşın ardından aldığın nefes çok da ferahlatmıyor içini. Ciğerlerini de zihnini de sakinleştirmeye çalışıyorsun. Akşamın serinliği rahatlatıcı. Pencereden görebildiğin gökyüzünü izlemekle yetiniyorsun. Bulut yok. Yağmur yok. Hala Ame topraklarında mısınız ? Öyleyse garipsediğin bir iklim bu.
Saatler geçiyor. Vagonun tıkırtısı titremesi rahatsız edici yanını da yitiriyor artık. Sallanan bir beşik. Kapattığın gözlerinle birlikte uykuya sürükleniyorsun.
Haykırışlar. Zafer nâraları. Böğürtüler. Gözlerini açıyorsun. Ay ışığını bastıran başka bir ışık kaynağı. Sarı, kırmızı, turuncu. Ateş. Metal sesleri. Sanki bir savaşın ortasındasınız. Ani bir tepki olarak kalkmaya çalışıyor, yerine çullanıyorsun. Vagon ise tüm bu karmaşanın ortasında aynı hızla, aynı yavaşlıkla ilerliyor. "Sıradaki ! Sıradaki tur Urwa ile Kiyo arasında !" Belki yüzlerce kişinin ağzından heyecanlı bir bağırış. Birkaç kadın sesi yakalıyorsun arada.
İlerledikçe ateşlerin ulaştırdığı ışık artıyor, yol bozuk bir hal alıyor. Metal sesleri artıyor. Bir dövüş. Bir savaş. Gerçek bir niyet mi taşıyor bilmiyorsun şayet tüm bu bağırışlar, konuşmalar, hönkürmeler heyecanla çıkıyor ağızlardan.
Vagon duruyor. Birkaç saniye sonra vagonun iki tarafındaki kapı da açılıyor. Yüzlerini seçemediğin iki kişi. Biri sağ taraftan Iori'ye bağlı zinciri yakalıyor, diğeri sol taraftan senin bilek kısmındaki zincire yapışıyor ve çekiyor sanki çuval sürükler gibi. Vagondan düşerek sert toprağa yapışıyorsun. Islak. Çamur. Gökyüzü ise dipsiz bir karanlık. Kafanı hafifçe kaldırıyor, bu iki kişinin seni sürüklediği yere bakıyorsun. Taştan, tek katlı bir bina. Giriş kapısının iki yanında parmaklıklı pencereler bulunuyor. Ve kapı ile bu iki pencere arasında ikişer uzun bayrak var. Göreve başladığınızda yanınıza aldığınız kumaş parçaları ile aynı işaretler.
Sağ tarafına baktığında ise zemin bir tepeye doğru ilerliyor. Yaklaşık yüz metre ötenizde devasa bir ateş var. Çevresinde ise kalabalık bir insan güruhu. Kalabalıktan öte, yüzlerce kişi görüyorsun... İçen, yiyen, dövüşen, konuşan, uyuyan.. Ateşe yakın bir yerde, bir masanın üzerine çıkmış bir silüet. "Bu dövüşün bahisleri... Elbette olmayacak !" Hin bir sesle bağırıyor. Çekilmeye devam ediyorsun.
Kapıdan içeriye sürükleniyorsunuz. Yaklaşık 20 metrekarelik bir alan. Sağ tarafta yan yana toplamda dört adet hücre var. Parmaklıklarla kapatılmış, kapılar zincirlenmiş. Seni taşıyan cüsseli ve cüppeli bir adam. Kapı zincirlerini söktükten sonra yine vücuduna bağlı zinciri bilek kısmından kavrayarak çekiyor ve içeriye bir nevi fırlatıyor. Odanın en sonundaki hücre. Yanına eğiliyor ve seni bağlayan zincirleri de çözüyor. Vücudundaki sıkılığın gevşediğini hissediyorsun, biraz kıpırdanarak rahatlamaya çalışıyorsun. İkinci bir adam giriyor odaya. Ardında yerde sürüklediği Iori. Hemen yanındaki hücreye fırlatılıyor. Adam Iori'yi yerde birkaç kez dürtüklüyor ayağıyla. Tepki alamayınca zincirlerini çözmeye dahi yeltenmiyor. Kapılarınız kilitleniyor.
Hücrelerin içerisinde hiçbir şey yok. Duvarlarınızda cam da bulunmuyor. Odanın diğer tarafında, tüm bu hücreleri ortalamış bir sandalye var. Biri oturuyor. Siyah bir cüppe. Kapşonu suratının büyük kısmını gizliyor. Elleri göğsünde birleşik, hücrelere bakacak şekilde oturuyor. Yahut uyuyor. Ölü gibi.
Vücudunu sarmalayan kumaşın çözüldüğünü hissediyorsun. Biraz zorlarsan tamamen kurtulabilirsin.
Seriliyorsun sende yere. Kumaşın ardından aldığın nefes çok da ferahlatmıyor içini. Ciğerlerini de zihnini de sakinleştirmeye çalışıyorsun. Akşamın serinliği rahatlatıcı. Pencereden görebildiğin gökyüzünü izlemekle yetiniyorsun. Bulut yok. Yağmur yok. Hala Ame topraklarında mısınız ? Öyleyse garipsediğin bir iklim bu.
Saatler geçiyor. Vagonun tıkırtısı titremesi rahatsız edici yanını da yitiriyor artık. Sallanan bir beşik. Kapattığın gözlerinle birlikte uykuya sürükleniyorsun.
Haykırışlar. Zafer nâraları. Böğürtüler. Gözlerini açıyorsun. Ay ışığını bastıran başka bir ışık kaynağı. Sarı, kırmızı, turuncu. Ateş. Metal sesleri. Sanki bir savaşın ortasındasınız. Ani bir tepki olarak kalkmaya çalışıyor, yerine çullanıyorsun. Vagon ise tüm bu karmaşanın ortasında aynı hızla, aynı yavaşlıkla ilerliyor. "Sıradaki ! Sıradaki tur Urwa ile Kiyo arasında !" Belki yüzlerce kişinin ağzından heyecanlı bir bağırış. Birkaç kadın sesi yakalıyorsun arada.
İlerledikçe ateşlerin ulaştırdığı ışık artıyor, yol bozuk bir hal alıyor. Metal sesleri artıyor. Bir dövüş. Bir savaş. Gerçek bir niyet mi taşıyor bilmiyorsun şayet tüm bu bağırışlar, konuşmalar, hönkürmeler heyecanla çıkıyor ağızlardan.
Vagon duruyor. Birkaç saniye sonra vagonun iki tarafındaki kapı da açılıyor. Yüzlerini seçemediğin iki kişi. Biri sağ taraftan Iori'ye bağlı zinciri yakalıyor, diğeri sol taraftan senin bilek kısmındaki zincire yapışıyor ve çekiyor sanki çuval sürükler gibi. Vagondan düşerek sert toprağa yapışıyorsun. Islak. Çamur. Gökyüzü ise dipsiz bir karanlık. Kafanı hafifçe kaldırıyor, bu iki kişinin seni sürüklediği yere bakıyorsun. Taştan, tek katlı bir bina. Giriş kapısının iki yanında parmaklıklı pencereler bulunuyor. Ve kapı ile bu iki pencere arasında ikişer uzun bayrak var. Göreve başladığınızda yanınıza aldığınız kumaş parçaları ile aynı işaretler.
Sağ tarafına baktığında ise zemin bir tepeye doğru ilerliyor. Yaklaşık yüz metre ötenizde devasa bir ateş var. Çevresinde ise kalabalık bir insan güruhu. Kalabalıktan öte, yüzlerce kişi görüyorsun... İçen, yiyen, dövüşen, konuşan, uyuyan.. Ateşe yakın bir yerde, bir masanın üzerine çıkmış bir silüet. "Bu dövüşün bahisleri... Elbette olmayacak !" Hin bir sesle bağırıyor. Çekilmeye devam ediyorsun.
Kapıdan içeriye sürükleniyorsunuz. Yaklaşık 20 metrekarelik bir alan. Sağ tarafta yan yana toplamda dört adet hücre var. Parmaklıklarla kapatılmış, kapılar zincirlenmiş. Seni taşıyan cüsseli ve cüppeli bir adam. Kapı zincirlerini söktükten sonra yine vücuduna bağlı zinciri bilek kısmından kavrayarak çekiyor ve içeriye bir nevi fırlatıyor. Odanın en sonundaki hücre. Yanına eğiliyor ve seni bağlayan zincirleri de çözüyor. Vücudundaki sıkılığın gevşediğini hissediyorsun, biraz kıpırdanarak rahatlamaya çalışıyorsun. İkinci bir adam giriyor odaya. Ardında yerde sürüklediği Iori. Hemen yanındaki hücreye fırlatılıyor. Adam Iori'yi yerde birkaç kez dürtüklüyor ayağıyla. Tepki alamayınca zincirlerini çözmeye dahi yeltenmiyor. Kapılarınız kilitleniyor.
Hücrelerin içerisinde hiçbir şey yok. Duvarlarınızda cam da bulunmuyor. Odanın diğer tarafında, tüm bu hücreleri ortalamış bir sandalye var. Biri oturuyor. Siyah bir cüppe. Kapşonu suratının büyük kısmını gizliyor. Elleri göğsünde birleşik, hücrelere bakacak şekilde oturuyor. Yahut uyuyor. Ölü gibi.
Vücudunu sarmalayan kumaşın çözüldüğünü hissediyorsun. Biraz zorlarsan tamamen kurtulabilirsin.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
- Kitamura Susumu
- Kusagakure
- Posts: 273
- Joined: August 31st, 2018, 1:49 am
Re: [Tsujihara Iori | Kitamura Susumu] Ambar
Uyumamak için dirensem de yolculuğun bir süre sonra sıradanlaşması bu direncimi kırmıştı. Belki biraz daha Amegakure'ye pek benzemeyen bu coğrafyaya yoğunlaşsaydım daha uyanık kalabilirdim ama yapamadım. İyice gevşeyip, sırtımı yere geri bıraktım ve camdan giren taze havanın kumaşlardan geçerken çürüyen nefesimi biraz olsun rahatlatmasına izin verdim. Gerisi çorap söküğü gibi gelmişti zaten, vücudumdaki kırgınlığın da etkisiyle hızlıca uykuya dalmış, bir o kadar da hızlıca geri uyanmıştım sanki?
Rüyalarımı genellikle unutmam. Bu yüzden de kendimi bağırış çağırışın ortasında bulduğum ilk anda kötü bir rüyayı sonlandırmak istercesine yerimden sıçramış, seslerin yok olmayışıyla da gerçeklikte olduğumu fark etmiştim. Uyumadan önce olanları, son durumumuzu hatırlarken anksiyete de yavaş yavaş geri dönmeye başlamıştı benim için. Nereye gelmiştik, bizi nereye sürüklüyorlardı? Direnme, bağırıp çağırma gereği bile duymamıştım Riaru'nun sembolünü dev bir şekilde karşımda görene kadar. Karargahına ya da karargahlarından "birine" getirilmiş olabilirdik. Sonuç olarak Riaru'nun kuyruğunu kıstırıp saklandığı düşünülen süre boyunca kendine bir yerleşke kurduğu bilinenler arasındaydı, o yüzden şaşırılacak bir yer değildi burası. Seslere ve ateş etrafında toplanan kalabalığa bakılırsa da, bolca fanatiği vardı. Bahis, tur, tezahüratlar... Bir arena? Eğlence anlayışlarına alet olmamayı umduğumu belirtmeme gerek yok sanırım. Bu halimle, köylerini satmış ciğersiz yüzlerce kişinin karşısına atılma fikri bile tüylerimi ürpertiyor.
Taş binaya sokulup hücreye atıldığımız süre boyunca da pek sesimi çıkarmadım. Zaten, beni taşıyan cüsseli herifin de pek bir şeyler demeye niyeti yoktu ama un çuvalı gibi beni içeri fırlatmasaydı iyiydi sanki be. Hatta beni geçtim, şu yaralı çocuktan ne istiyorsunuz oğlum? Zaten nefes almak dışında bir bok yapamıyor, bari ona nazik olun lan. Hiç! Benim zincirlerimi çözdüler ama Iori ölülük kariyerine tam gaz devam ettiği için onu çözme gereği duymadılar. Çözselerdi elbette daha iyiydi ama daha ötesinde de yorumlamadım bu durumu. İyice gevşemiş kumaş parçalarımdan kurtulmak için debelendim biraz. Dümdüz, bir insanı hapsetmekten başka bir şeye yaramayacak klasik bir zindandı burası, daha fazlası değil. İyice kendimi özgür bırakmışken kalktım ayağa ve hücreyi arşınlamaya başladım, bir yandan Iori'nin hücresini ve kendisini yoklarken. Benim hücremden bir farkı yoktu, Iori'nin durumu da keza öyleydi, uykuya dalmadan önce nasıl bulduysam, hala aynı haldeydi. Bakışlarım kızgınlık dolu bir hal aldı çocuğu incelerken, ancak bu kızgınlık Iori'ye değil, kendimeydi daha çok. Sevdiklerimi korumak, sadece onlar için kendimi siper etmekten, feda olmaktan mı ibaretti sanki? Hayır, onları korumak aptalca fikirlerini hayata geçirmelerini engellemekten de geçerdi. Çekirdek çitletir gibi Ame'li çitleten adamlara dalmasını engelleyebilirdim, onu savaş alanına atlamadan durdurabilirdim. En basitinden, bir bok yediyse daha ileriye gitmeden kaçmasına yardım edebilirdim ama hiçbirini becerememiştim. Ayak bileklerim açılırken kendimi şöyle bir yoklamaya da başladım tüm bu pişmanlık ve kızgınlık dolu fikirlerim aklımdan geçerken. Fazla hayıflanmanın bir anlamı yoktu, olan olmuştu.
Ağrıyan bir bileğim, eklemim falan var mı şöyle bir bakacaktım odada volta atmaya devam ederken, varsa bir yerlerimde ağrı veya tutulma, açmalık hareketler falan yapacaktım basitçe. Odaların ortasında oturan adama ise elleşmeyecektim. Hem bir anlamı yoktu, hem de bulaşmamamız gereken insanlara el kol çekmenin cezasındaydık şu an sonuç olarak. Elimi cebime attım, ekipmanlarım zaten yoktu ama cebimde hala kızkardeşimin resmi duruyor muydu, merak etmiştim. Ardından, kapıdaki parmaklıklara yanaşarak diğer hücrelerde de birileri var mı, koridor nasıl bir mekan, bu adam neyin nesi şöyle bir bakacaktım. Sonrasında odaya geri dönüp volta atarak "beklemekten" başka bir şey yapmayacaktım.
- GM - Naruto
- Game Master
- Posts: 2811
- Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm
Re: [Tsujihara Iori | Kitamura Susumu] Ambar
Kıvrılıyor, vücudunu köşelere doğru sağlamca gerdiriyorsun. Kumaş ensenin arka kısmından gevşeyerek çözülmeye başlıyor. Ellerini kurtardığında ise rahatça söküp atıyorsun hepsini. Vücudunda ağrı sayılabilecek birşey yok. Bütünlüğü bozulmamış, herhangi bir yaralanma yok. Ekipmanların ise alınmış. Elini cebine atıyorsun kardeşinin fotoğrafını kontrol etmek için. Orada. Islanmış ve kısmen deforme olmuş. Hücrenin kapısına yaklaşarak odanın ortasına konuşlanmış adama bakıyorsun. İnce ince nefes alıyor. Elleri göğüs hizasında birleşmiş, kafası öne eğik. Sandalye üzerinde başarabildiği kadar yatmış. Muhtemelen uyuyor. Dışarıdan içeriye dolan sesleri düşününce büyük bir iş başarmış.
Volta atmaya başlıyorsun. Bir saat, iki saat. Dışarıdaki gürültü ise ilk geldiğin andaki tazeliğinde. Biri susuyorsa diğeri konuşuyor. Başına saplanan ufak bir ağrı ise getirisi oluyor. Saatlerin sonunda, birkaç dakikalığına da bir değişim yakalıyorsun. Sesin uzaktan gelen kısmı sonlanıyor. Bu sessizlik yakınlaşıyor. Kitleler parça parça susuyor. En sonunda sadece rüzgarın uğultusunu duyabileceğin bir sükunet hakim oluyor. Ayak sesleri duyuyorsun. Çamur zeminde çap çap yaklaşıyor. Bulunduğunuz binanın kapısı açılıyor. Savaştığınız, savaşmaya çalıştığınız siyahlı adam. Hemen ardında uzun saçlı birinin gölgesini yakalıyorsun.
Adamın binaya girişiyle birlikte, sandalyede uyuklayan sanki hiç uyumuyormuş gibi dikiliyor yerinde. Elektrik direğinden farksız. "Tesuri-sama." Göğsü yere paralel duracak kadar eğiliyor öne doğru. Tesuri odanın ortalarına doğru ilerliyor, adamın omzuna dokunarak tekrar doğrulmasını sağlıyor.
"Yatağında dinlenebilirsin. Ben göz kulak olurum."
"Tesuri-sama ! Böyleleri için yorulma-"
Tesuri, adamın sözlerini eliyle keserek kapıyı işaret ediyor. Adam daha fazla itiraz etmeden dışarıya çıkıyor. Bu sırada kapıdaki silüet de odaya giriş yapıyor. Karşılaştığınız, mavi kıyafetli adam. Sağ omzundan başlayan sargılar sağ kolunu tamamen kaplamış. Ve yine kafası, sağ gözünü kapatacak şekilde sargılanmış. Odanın uzak köşesindeki duvara doğru ilerleyerek yaslanıyor. Bakışlarındaki öfkeyi yakalıyorsun. Bu öfke sana değil, yerde çuval gibi yatan Iori'ye odaklı oluyor.
Tesuri odanın ortasındaki sandalyeyi kavrayarak senin hücrenin tam karşısına, parmaklıklardan birkaç adım uzağa yerleştiriyor. Üzerindeki siyah, kürklü paltomsu cüppemsi şeyi de çıkarıp asıyor sandalyeye. Siyah düz bir kazak. İki omzuna bakıyorsun. Sağ omzunda Riaru'yu temsil eden sembole sahip kumaş bağlanmış, sol omzunda ise Amegakure alın bandı. Fazlasıyla eski ancak üzeri çizik değil. Dövüş sırasında kullandığı wakizashiler ise üzerinde değil.
Sandalyeye oturuyor sakince. Beyaz teni, kömür rengi gözleri seni ürperttiği kadar rahatlatıyor da. Adamın bir tehdit olmaktan ziyade, farklı bir amaç taşıdığını hissedebiliyorsun. Gözlerindeki ışık hüzmeleri de olmayınca, canına minnetlik bir durum oluyor. İster istemez vücuduna bakıyorsun adamın. Fırlattığın shurikenler. Bir iz yok.
Tesuri sandalyeye oturduktan sonra sağ cebine sokuyor elini ve iki tane kumaş parçası çıkarıyor. Mavi. Noktalı. Saldırmadan önce gizlediğiniz kumaşlar. Birini senin hücrene, diğerini ise Iori'nin hücresine yavaşça bırakıyor parmaklıklar arasından. "Nice insanlar sadece bu sembolü taşıdığı için öldü. Kusalısının, İshilisinin, sahipsizlerin ellerinde." Sol eliyle sağ omzundaki sembole dokunuyor. "Kendi topraklarında, burada olmaması gereken kişilerce." Gevşiyor. Sandalyede öne doğru eğilerek ellerini birleştiriyor. "Ancak bugüne dek hiç yaşanmayan şey bu sembolü taşıyanların arasında kavgaya tutuşmamasıydı." Fazla mimiksiz suratıyla sana odaklanıyor. Bir açıklama bekliyor. Kuru dudakları, kömür gözleri, ezici duruşuyla kelime havuzundan doğru şeyleri çekip almakta zorlanıyorsun. "Kim olduğunuzdan başlayabilirsin." Adam sanki içindeki karmaşayı okuyabiliyor gibi bir yardım eli uzatıyor sana. Bu sırada sessizliğe gömülen kalabalık tekrar eski formuna dönüyor. Eskisi kadar gür olmasa da haykırışlar, dövüş sesleri yayılıyor çevreye.
Iori: Gözlerin aralanıyor. Beton bir tavan. Sırtından vücuduna yayılan rahatsız edici bir soğukluk hissediyorsun. Nefes alışın ise.. Fazlasıyla güç. Ağzını kapatan birşeyler var. Ellerini, delik deşik olan vücuduna götürmek için çabalıyorsun. Ellerin hareket etmiyor. Zorluyorsun. Kaslarını harekete geçirmeye çalıştıkça beynine sancılar saplanıyor.
Biraz daha aralıyorsun gözlerini. Kafanı yana çeviriyorsun elinden geldiğince. Parmaklıklar. Hemen ardında Susumu. Dümdüz dikilmiş, karşıya bakıyor. Gözlerini hareketlendiriyorsun. Susumu'nun bulunduğu hücrenin tam karşısında biri oturuyor. Dövüş esnasında göz ucuyla gördüğün kişi.
Kafanı eğdiğin vakit, vücudunu saran kumaş sargıları görüyorsun. Hareketini büyük ölçüde engelleyen şey. Onu da sarmalayan metal zincirler de üzerindeki krema. Hareket edebilecek, kumaşları zorlayabilecek kadar hakim değilsin vücuduna. Ancak teninin sana yolladığı dürtülerde hala tek parça olduğunu anlayabiliyorsun. İç orgaların ise hala nefes alabildiğine göre hala seninle.
Volta atmaya başlıyorsun. Bir saat, iki saat. Dışarıdaki gürültü ise ilk geldiğin andaki tazeliğinde. Biri susuyorsa diğeri konuşuyor. Başına saplanan ufak bir ağrı ise getirisi oluyor. Saatlerin sonunda, birkaç dakikalığına da bir değişim yakalıyorsun. Sesin uzaktan gelen kısmı sonlanıyor. Bu sessizlik yakınlaşıyor. Kitleler parça parça susuyor. En sonunda sadece rüzgarın uğultusunu duyabileceğin bir sükunet hakim oluyor. Ayak sesleri duyuyorsun. Çamur zeminde çap çap yaklaşıyor. Bulunduğunuz binanın kapısı açılıyor. Savaştığınız, savaşmaya çalıştığınız siyahlı adam. Hemen ardında uzun saçlı birinin gölgesini yakalıyorsun.
Adamın binaya girişiyle birlikte, sandalyede uyuklayan sanki hiç uyumuyormuş gibi dikiliyor yerinde. Elektrik direğinden farksız. "Tesuri-sama." Göğsü yere paralel duracak kadar eğiliyor öne doğru. Tesuri odanın ortalarına doğru ilerliyor, adamın omzuna dokunarak tekrar doğrulmasını sağlıyor.
"Yatağında dinlenebilirsin. Ben göz kulak olurum."
"Tesuri-sama ! Böyleleri için yorulma-"
Tesuri, adamın sözlerini eliyle keserek kapıyı işaret ediyor. Adam daha fazla itiraz etmeden dışarıya çıkıyor. Bu sırada kapıdaki silüet de odaya giriş yapıyor. Karşılaştığınız, mavi kıyafetli adam. Sağ omzundan başlayan sargılar sağ kolunu tamamen kaplamış. Ve yine kafası, sağ gözünü kapatacak şekilde sargılanmış. Odanın uzak köşesindeki duvara doğru ilerleyerek yaslanıyor. Bakışlarındaki öfkeyi yakalıyorsun. Bu öfke sana değil, yerde çuval gibi yatan Iori'ye odaklı oluyor.
Tesuri odanın ortasındaki sandalyeyi kavrayarak senin hücrenin tam karşısına, parmaklıklardan birkaç adım uzağa yerleştiriyor. Üzerindeki siyah, kürklü paltomsu cüppemsi şeyi de çıkarıp asıyor sandalyeye. Siyah düz bir kazak. İki omzuna bakıyorsun. Sağ omzunda Riaru'yu temsil eden sembole sahip kumaş bağlanmış, sol omzunda ise Amegakure alın bandı. Fazlasıyla eski ancak üzeri çizik değil. Dövüş sırasında kullandığı wakizashiler ise üzerinde değil.
Sandalyeye oturuyor sakince. Beyaz teni, kömür rengi gözleri seni ürperttiği kadar rahatlatıyor da. Adamın bir tehdit olmaktan ziyade, farklı bir amaç taşıdığını hissedebiliyorsun. Gözlerindeki ışık hüzmeleri de olmayınca, canına minnetlik bir durum oluyor. İster istemez vücuduna bakıyorsun adamın. Fırlattığın shurikenler. Bir iz yok.
Tesuri sandalyeye oturduktan sonra sağ cebine sokuyor elini ve iki tane kumaş parçası çıkarıyor. Mavi. Noktalı. Saldırmadan önce gizlediğiniz kumaşlar. Birini senin hücrene, diğerini ise Iori'nin hücresine yavaşça bırakıyor parmaklıklar arasından. "Nice insanlar sadece bu sembolü taşıdığı için öldü. Kusalısının, İshilisinin, sahipsizlerin ellerinde." Sol eliyle sağ omzundaki sembole dokunuyor. "Kendi topraklarında, burada olmaması gereken kişilerce." Gevşiyor. Sandalyede öne doğru eğilerek ellerini birleştiriyor. "Ancak bugüne dek hiç yaşanmayan şey bu sembolü taşıyanların arasında kavgaya tutuşmamasıydı." Fazla mimiksiz suratıyla sana odaklanıyor. Bir açıklama bekliyor. Kuru dudakları, kömür gözleri, ezici duruşuyla kelime havuzundan doğru şeyleri çekip almakta zorlanıyorsun. "Kim olduğunuzdan başlayabilirsin." Adam sanki içindeki karmaşayı okuyabiliyor gibi bir yardım eli uzatıyor sana. Bu sırada sessizliğe gömülen kalabalık tekrar eski formuna dönüyor. Eskisi kadar gür olmasa da haykırışlar, dövüş sesleri yayılıyor çevreye.
Iori: Gözlerin aralanıyor. Beton bir tavan. Sırtından vücuduna yayılan rahatsız edici bir soğukluk hissediyorsun. Nefes alışın ise.. Fazlasıyla güç. Ağzını kapatan birşeyler var. Ellerini, delik deşik olan vücuduna götürmek için çabalıyorsun. Ellerin hareket etmiyor. Zorluyorsun. Kaslarını harekete geçirmeye çalıştıkça beynine sancılar saplanıyor.
Biraz daha aralıyorsun gözlerini. Kafanı yana çeviriyorsun elinden geldiğince. Parmaklıklar. Hemen ardında Susumu. Dümdüz dikilmiş, karşıya bakıyor. Gözlerini hareketlendiriyorsun. Susumu'nun bulunduğu hücrenin tam karşısında biri oturuyor. Dövüş esnasında göz ucuyla gördüğün kişi.
Kafanı eğdiğin vakit, vücudunu saran kumaş sargıları görüyorsun. Hareketini büyük ölçüde engelleyen şey. Onu da sarmalayan metal zincirler de üzerindeki krema. Hareket edebilecek, kumaşları zorlayabilecek kadar hakim değilsin vücuduna. Ancak teninin sana yolladığı dürtülerde hala tek parça olduğunu anlayabiliyorsun. İç orgaların ise hala nefes alabildiğine göre hala seninle.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
- Kitamura Susumu
- Kusagakure
- Posts: 273
- Joined: August 31st, 2018, 1:49 am
Re: [Tsujihara Iori | Kitamura Susumu] Ambar
Yaram berem yok, bir yerlerim yırtılmamış. Genjutsu muydu lan hepsi? Hayvan gibi teknik şey yapmışlar oğlum resmen. Herif bölücü bir pislik olmasa idolüm kıvamına bile gelebilirdi aslında. O değil de, Iori uyuyor, gardiyan uyuyor... Dışardakiler uyanık içerisi tam gaz uykuya devam resmen. Hadi Iori yarraklara karşı tam teçhizatla koştu ondan ağır uyuyor da bu abi neden uyanmıyor? Sıkıntı bastı be! Daralıyorum, içim içime sığmıyor. Bağırsam mı acaba? Kalk ibne diye tüm gücümle? Ama hangi ibneye, Iori'ye mi, gardiyana mı? Ooof! Cidden sıkıntı bastı lan! ÇIKARIN BENİ LAN? NE YAPACAKSINIZ OĞLUM BİZE? NEREDEYİM LAN? Uyusam mı? Yeni uyandım, uyumayayım. Ama sıkıldım. Sıkılıyorum. Şarkı mı söylesem? Bence uyanmaz kimse, söyleyeyim. "İnadı bırak yanıma yanaşıve...." Ööf. Hayır, hayır, hayır!
Kaç saat geçti böyle emin değilim. Yok lan, iki saat geçti işte, o kadar da ezik değiliz. Ama sıkıldım yani. Aşırı sıkıldım. Bayaa iyi sıkıldım. Resmen Gyaku-san beni buraya sıkılayım diye göndermiş o derece. Ben sıkılarak, Iori de yatarak para kazanacak buradan çıkarsak. Niye gelen giden yok? Yani, illa birileri gelir değil mi? Bizi Ame'leler gibi kesip bırakabilirlerdi orada yani, taa buraya taşıdıklarına göre diyecekler bize hşşş siz ne ayak? Ne diyeceğim lan o zaman? O zamana kadar Iori uyanır mı ki? Keşke uyansa çünkü. Mal bebe ağzımdan iki laf çıkmasını beklemeden keşiş dedi devriye dedi sen halledersin hadi koçum dedi gitti. Ondan önce de taa köydeyken gezgin kılığına gireriz demişti. Uyanınca da kesin kimlik bunalımına girmiş ergenler gibi başka bir şey olmak isteyecek. O değil de... Harbiden... Ben ne diyeceğim bu adamlara. Götümden ya kan alırlarsa? Daha da kötüsü, sikerler oğlum beni. Acımadan sikerler. Keşke sikmeseler ama bir plan uydurmazsam ilk açılışı buralarda bırakacağım. Sakin ol Susumu, sakin ol... Derin nefes al. Sakinleş.
Her zamanki gibi kafama doluşan tonla düşünceyle kavgaya tutuşmuştum zihnimde bir yerlerde. Bu, son zamanlarda sıklıkla başıma gelen bir şeydi, zihnimde ardı kesilmez bir monologa takılmak. Derin derin nefesler alarak sakinleştirdim kendimi bol vaktimin arasında bir yerlerde, ve düşünmeye başladım. En başından, sıfırdan. Nobio'da olabilirdik. Olmasak bile, Riaru'nun ele geçirdiği her noktanın kendine has bir önemi olduğu düşünülürse en az Nobio kadar kilit bir noktadaydık. Buraya kadar, tamam. Riaru'nun sembolleri... Gyaku kullanmamızı önermişti. Şu raddede yürüyebilir miydim bu fikirden acaba? Hala ölü gibi yatan Iori'ye baktım göz ucuyla. Bu fikir, özünde mantıklı olsa da durumumuz düşünüldüğünde mantığını yitiriyordu, bir nevi. Düşün Susumu, düşün... Riaru "topraklarından" geçenlere asla tahammül edemiyor. Kusa'lı ya da Ishi'li olmak çok ofsayt. Diğer köylerden olmak da. Aklıma... Aklıma bir kaç fikir geliyor aslında. Riskli olsalar da cumburlop bir şekilde "Biz sizden bilgi toplamaya gönderilmiş Kusa'lılarız." demek kadar riskli olacak değillerdi.
Düşüncelerimi iyice toparlamışken bir sessizlik sonrası, buralara düşmemizin asıl sebebi olan adam geldi. Sahalara giriş yapmasıyla tezahüratları susturmasına bakılırsa da, önemli birisiydi. Sanki bizi zaptetmek için kıçını yırtmışmış gibi triplere giren gardiyanı yollayıp, karşıma oturdu arkasında ekürisiyle. O değil de, Iori iyi benzetmiş çocuğu resmen. En son çocuk kaçmadan önce bacağını kesmişti ancak, vagonun içinde koluyla gözünü de şişlemeyi becermiş belli ki. Başlıyorduk, korktuğum sorgulama sekansına giriş yapmıştık. Bilmediğim topraklarda, iki cillop gibi adam tarafından sorup soruşturulacaktım şimdi. Düştüğümüz durumun ortasında aklımdan geçen ahlaksız düşüncelere kızarak son bir derin nefes alıp, konuşma sırasının bana gelmesini beklemeye başladım. Şaşırtıcıydı, ikimizi birden kısa sürede alt edebilen bu insan şu an beni korkutmaktan ziyade, rahatlatıyordu. Saldırgan bir tavır kesinlikle sergilemiyordu fakat hücrelerimize bıraktığı kollukları da göz önünde bulundurmalıydım. Onlardan olduğumuzu düşündüğü için de saldırganlaşmıyor olabilirdi, dikkatli olmalıydım. Bunlardan ziyade, adam hem Amegakure bandını, hem Riaru kolluğunu takıyordu. Bu, çift taraflı bir ajan olduğunun bir göstergesi miydi? Yoksa, en Amegakure'li milliyetçinin kendisi olduğunu ifade etmenin ilginç bir yöntemi mi?
Konuşma sırası en sonunda bana geldiğinde gerçekler hakkında ekonomik davranmak bazlı fikirlerimi de gerçekleştirmeye başladım. Buna ek olarak, aşırı fazla yalan söyleyerek dikkat çekmemeliydim. Aldatma yeteneğim pek yoktu ancak, varlıklı bir insan olduğumu, laflarımın insanlarda iz bırakabildiğini düşünüyordum. Bu özelliğime güvenerek başladım konuşmaya. Olabildiğince sakin, nötr bir sesle "Ne yazık ki sizlerden biri değiliz. Hatta bir yerlere bağlı olduğumuz bile söylenemez diyebilirim. Ha şu an yerde yatan şu dingil çok güzel bağlı ama neyse." diye başladım önce ardımda yatan Iori'yi baş parmağımla işaret ederek. Ardından adamın bıraktığı kolluğu alıp, incelemeye koyuldum konuşmaya devam ederken. "Bu sembolleri bir cesedin üzerinde bulmuştuk, belki beladan uzak durmamıza yardımcı olur diye yanımıza aldık fakat..." ellerimi iki yana açtık halimize bakmalarını ister gibi. "Biz uzun zamandır yollarda olan iki kardeşiz. Diğer kardeşimizi arıyoruz." İşte bu, fikrimin en çok yalan barındıran kısmıydı. "Genellikle kimseye bulaşmaz etmez, işimize ve arayışımıza bakarız ancak... 3-4 tane yemek hapımız kalınca kaçak hayatının gerektirdiklerine de başvurmak zorunda kaldık. Arkadaki elemanı ikiye karşı tek görünce, onu alt edip kervanı kaçırabilir ve ihtiyaçlarımızı karşılayabiliriz diye düşündük ancak, yanıldık." Duraksadım. Tek nefeste bir sürü şey anlatmak istemiyordum keko gibi.
"Aracın silahla dolu olduğunu bilseydik, işimize bakmaya devam eder geçer giderdik. Dediğim gibi, beladan genellikle uzak duruyoruz. Silahtan ziyade, yemeğe, ilaca, bu gibi şeylere ihtiyacımız vardı." diye laflarımı toparlayıp, bitirdim. Ardından elimi cebime atarak ıslanmış fotoğrafı çıkararak adamlara uzattım. Bunu yavaşça bir şekilde ve adamla göz temasımı bozmadan yapacaktım ki, yamuk bir hareket yapacağımı düşünüp, dellenmesinler. Fotoğrafı çıkarıp, adamlara uzatacaktım.
"Kardeşimiz buradaki kız. Size saldırımızın karşılığı olarak yapabileceğim tek şey kendisini size göstermek olur. Hem, belki olur ya bir yerlerde görmüşsünüzdür." diye bitirdim laflarımı. Yerler miydi? Keşke yeselerdi çünkü.
Kaç saat geçti böyle emin değilim. Yok lan, iki saat geçti işte, o kadar da ezik değiliz. Ama sıkıldım yani. Aşırı sıkıldım. Bayaa iyi sıkıldım. Resmen Gyaku-san beni buraya sıkılayım diye göndermiş o derece. Ben sıkılarak, Iori de yatarak para kazanacak buradan çıkarsak. Niye gelen giden yok? Yani, illa birileri gelir değil mi? Bizi Ame'leler gibi kesip bırakabilirlerdi orada yani, taa buraya taşıdıklarına göre diyecekler bize hşşş siz ne ayak? Ne diyeceğim lan o zaman? O zamana kadar Iori uyanır mı ki? Keşke uyansa çünkü. Mal bebe ağzımdan iki laf çıkmasını beklemeden keşiş dedi devriye dedi sen halledersin hadi koçum dedi gitti. Ondan önce de taa köydeyken gezgin kılığına gireriz demişti. Uyanınca da kesin kimlik bunalımına girmiş ergenler gibi başka bir şey olmak isteyecek. O değil de... Harbiden... Ben ne diyeceğim bu adamlara. Götümden ya kan alırlarsa? Daha da kötüsü, sikerler oğlum beni. Acımadan sikerler. Keşke sikmeseler ama bir plan uydurmazsam ilk açılışı buralarda bırakacağım. Sakin ol Susumu, sakin ol... Derin nefes al. Sakinleş.
Her zamanki gibi kafama doluşan tonla düşünceyle kavgaya tutuşmuştum zihnimde bir yerlerde. Bu, son zamanlarda sıklıkla başıma gelen bir şeydi, zihnimde ardı kesilmez bir monologa takılmak. Derin derin nefesler alarak sakinleştirdim kendimi bol vaktimin arasında bir yerlerde, ve düşünmeye başladım. En başından, sıfırdan. Nobio'da olabilirdik. Olmasak bile, Riaru'nun ele geçirdiği her noktanın kendine has bir önemi olduğu düşünülürse en az Nobio kadar kilit bir noktadaydık. Buraya kadar, tamam. Riaru'nun sembolleri... Gyaku kullanmamızı önermişti. Şu raddede yürüyebilir miydim bu fikirden acaba? Hala ölü gibi yatan Iori'ye baktım göz ucuyla. Bu fikir, özünde mantıklı olsa da durumumuz düşünüldüğünde mantığını yitiriyordu, bir nevi. Düşün Susumu, düşün... Riaru "topraklarından" geçenlere asla tahammül edemiyor. Kusa'lı ya da Ishi'li olmak çok ofsayt. Diğer köylerden olmak da. Aklıma... Aklıma bir kaç fikir geliyor aslında. Riskli olsalar da cumburlop bir şekilde "Biz sizden bilgi toplamaya gönderilmiş Kusa'lılarız." demek kadar riskli olacak değillerdi.
Düşüncelerimi iyice toparlamışken bir sessizlik sonrası, buralara düşmemizin asıl sebebi olan adam geldi. Sahalara giriş yapmasıyla tezahüratları susturmasına bakılırsa da, önemli birisiydi. Sanki bizi zaptetmek için kıçını yırtmışmış gibi triplere giren gardiyanı yollayıp, karşıma oturdu arkasında ekürisiyle. O değil de, Iori iyi benzetmiş çocuğu resmen. En son çocuk kaçmadan önce bacağını kesmişti ancak, vagonun içinde koluyla gözünü de şişlemeyi becermiş belli ki. Başlıyorduk, korktuğum sorgulama sekansına giriş yapmıştık. Bilmediğim topraklarda, iki cillop gibi adam tarafından sorup soruşturulacaktım şimdi. Düştüğümüz durumun ortasında aklımdan geçen ahlaksız düşüncelere kızarak son bir derin nefes alıp, konuşma sırasının bana gelmesini beklemeye başladım. Şaşırtıcıydı, ikimizi birden kısa sürede alt edebilen bu insan şu an beni korkutmaktan ziyade, rahatlatıyordu. Saldırgan bir tavır kesinlikle sergilemiyordu fakat hücrelerimize bıraktığı kollukları da göz önünde bulundurmalıydım. Onlardan olduğumuzu düşündüğü için de saldırganlaşmıyor olabilirdi, dikkatli olmalıydım. Bunlardan ziyade, adam hem Amegakure bandını, hem Riaru kolluğunu takıyordu. Bu, çift taraflı bir ajan olduğunun bir göstergesi miydi? Yoksa, en Amegakure'li milliyetçinin kendisi olduğunu ifade etmenin ilginç bir yöntemi mi?
Konuşma sırası en sonunda bana geldiğinde gerçekler hakkında ekonomik davranmak bazlı fikirlerimi de gerçekleştirmeye başladım. Buna ek olarak, aşırı fazla yalan söyleyerek dikkat çekmemeliydim. Aldatma yeteneğim pek yoktu ancak, varlıklı bir insan olduğumu, laflarımın insanlarda iz bırakabildiğini düşünüyordum. Bu özelliğime güvenerek başladım konuşmaya. Olabildiğince sakin, nötr bir sesle "Ne yazık ki sizlerden biri değiliz. Hatta bir yerlere bağlı olduğumuz bile söylenemez diyebilirim. Ha şu an yerde yatan şu dingil çok güzel bağlı ama neyse." diye başladım önce ardımda yatan Iori'yi baş parmağımla işaret ederek. Ardından adamın bıraktığı kolluğu alıp, incelemeye koyuldum konuşmaya devam ederken. "Bu sembolleri bir cesedin üzerinde bulmuştuk, belki beladan uzak durmamıza yardımcı olur diye yanımıza aldık fakat..." ellerimi iki yana açtık halimize bakmalarını ister gibi. "Biz uzun zamandır yollarda olan iki kardeşiz. Diğer kardeşimizi arıyoruz." İşte bu, fikrimin en çok yalan barındıran kısmıydı. "Genellikle kimseye bulaşmaz etmez, işimize ve arayışımıza bakarız ancak... 3-4 tane yemek hapımız kalınca kaçak hayatının gerektirdiklerine de başvurmak zorunda kaldık. Arkadaki elemanı ikiye karşı tek görünce, onu alt edip kervanı kaçırabilir ve ihtiyaçlarımızı karşılayabiliriz diye düşündük ancak, yanıldık." Duraksadım. Tek nefeste bir sürü şey anlatmak istemiyordum keko gibi.
"Aracın silahla dolu olduğunu bilseydik, işimize bakmaya devam eder geçer giderdik. Dediğim gibi, beladan genellikle uzak duruyoruz. Silahtan ziyade, yemeğe, ilaca, bu gibi şeylere ihtiyacımız vardı." diye laflarımı toparlayıp, bitirdim. Ardından elimi cebime atarak ıslanmış fotoğrafı çıkararak adamlara uzattım. Bunu yavaşça bir şekilde ve adamla göz temasımı bozmadan yapacaktım ki, yamuk bir hareket yapacağımı düşünüp, dellenmesinler. Fotoğrafı çıkarıp, adamlara uzatacaktım.
"Kardeşimiz buradaki kız. Size saldırımızın karşılığı olarak yapabileceğim tek şey kendisini size göstermek olur. Hem, belki olur ya bir yerlerde görmüşsünüzdür." diye bitirdim laflarımı. Yerler miydi? Keşke yeselerdi çünkü.