[Komaeda Togami] İlk Adımlar (Part 1)
- Komaeda Togami
- Kaçak
- Posts: 169
- Joined: September 3rd, 2018, 11:12 pm
Re: [Komaeda Togami] İlk Adımlar
Sırtımdan boşalan soğuk terle birlikte, vücudum bana iyiden iyiye sinyal vermeye başlamıştı. Kasabaya geldiğimden beri pek çok kez, pek çok farklı teknik uygulamıştım ve bunun chakrasal boyuttaki yansımalarını hissedebiliyordum. Bununla birlikte kaslarım da ağrımaya başlamıştı. Hastalığım acımasız tavrıyla yeniden karşımdaydı işte. Derin nefesler alıp kendimi dengelemeye çalıştım. Yalnızca biraz daha dayanmak zorundaydım. Oynanacak bir perdem daha kalmıştı, ve devamında bir süre dinlenip yenilenmek için zamanım olacaktı. Biraz daha dayanmalıydım, yalnızca biraz daha. Bu kadar yol katettikten sonra büyük bir başarısızlıkla sonuçlansın istemiyordum her şey.
Siyah giyimli haydut görünümüyle gencin önüne sıçradığımda, bir kapıyı açmak üzereydi. Beni görmesiyle birlikte gözleri faltaşı gibi açılan gencin vücudunda çok sayıda şok emaresi farkedebilmiştim. Teni hafifçe soluklaşmış, nefes alış verişi hızlanmıştı. Boğazı adrenalinin verdiği etkiyle ani olarak kurumuş olacak ki; yutkunma ihtiyacı hissetmiş ve kapı kolunu tutan parmaklarının tutuşu güçlenmişti. Bakışları hala sert olsa da, duruşunun zayıfladığını görebiliyordum. Ancak bu tepki, normalin biraz dışındaydı. Korkma kavramını, korkulunca ne olduğunu genel olarak biliyordum. Ancak bu korkudan bir tık da olsa farklı bir tepkiydi. Gençte korumacı bir içgüdü hissedebiliyordum. Evin içinden gelen genç kadının sesiyle gencin neden bu şekilde davrandığını da anlamış oldum. Korku ve korumacılık. İkisi sıklıkla yan yana görülebilen tutumlardı. Neyse ki oyunu farklı bir şekilde kurmuştum, ve bu korumacı içgüdüye karşı çarpışmak zorunda kalmayacaktım. işlerim en azından şuan için tıkırında gidiyordu. Yalnızca biraz daha dayanmalıydım.
Yüzüme pis bir sırıtış yerleştirerek hafif adımlarla yürümeye başladım. Eğer korumacı davranmak istiyorsa, geri çekilip kaçmayacak ya da evin içine girmeye çalışmayacaktı. Ancak korkusu bana karşı ani bir saldırı yapması ihtimalini de zayıflatıyordu. Zaten klonum, böyle bir ihtimale karşı hazırda bekliyordu. Gencin hamle yapmasına fırsat vermeden olaya müdahil olup onu yalnızca bir gözlemci statüsünde bırakacaktım. Elimdeki kunaiyi, daha doğrusu genç adamın gözünden görüldüğü şekliyle tanto’yu gence doğru çapraz bir yarma hamlesiyle savurdum. Kasti olarak biraz yavaş yapmıştım hareketi, bir terslik olması planlarımı suya düşürebilirdi. Ben savurma hamleme başladığım anda klonum, gencin önüne sıçrayarak elindeki kunaisiyle tantomu karşılayacaktı. Bu oyunumun ilk hamlesiydi. Metaller birbirine çarptığı anda boştaki elimle klonumun yakasına yapıştım. Gencin tam tuttuğu yerden. "Sen de kimsin lanet olası!" Bu hamlemle birlikte klonum cevap vermeden bir metre kadar geriye sıçrayıp, fiziksel kontağımızı sonlandırdı. Yüzünde oldukça soğuk bir ifade vardı. Tam bir profesyonel gibi. Ben de aynı şekilde birkaç adım geriledim. Klonuma karşı aşırı sert bir hamle yapmamak için kendimi zorluyordum. Karasu bunshin klonları oldukça dayanıklıydı, ancak chakramın şuanki seviyesiyle ters bir şey olması ihtimali de yok değildi.
Fiziksel temasımız sonlandığında, az önce klonumun yakasına yapıştığım boştaki elimi gencin içini görmeyeceği şekilde yüzümün önüne getirerek yüzüme tuhaf bir ifade takındım: “Kan mı?” Bu sırada klonum, yüzüne kendinden memnun bir ifade takınmıştı. Yüzümdeki ifade şaşkınlıktan hafif bir korkuya doğru yönelirken konuşmamı sürdürdüm: “Siz shinobiler ve tuhaf oyunlarınız.” Birkaç adım geri çekildim, hafif tırsmış gibi görünmek istiyordum: “Shinobisin demek. Tuhaf bir ninjutsu, sana dokunanları korkutmak için mi?” Bu sırada klonum, bana doğru yürümeye başlamıştı. Gence dönerek tısladım: “Vergi zamanı görüşürüz velet, dua et ki bu kez seni korumak için bir shinobin var!” Ardından arkamı dönüp koşmaya başladım. Klonum hemen arkamdan beni kovalıyordu. Fena bir oyun sergilediğimizi düşünmüyordum, ancak şuan aceleyle kasabadan çıkmalı ve etraftan görülmeyeceğim korunaklı, ağaçlık bir yere ulaşmalıydım. Her an genjutsum durabilir, klonum yokolabilirdi. Bir çift istenmeyen gözün bunları görmesi, tüm bu yaptıklarımı boşa çıkarabilirdi.
Siyah giyimli haydut görünümüyle gencin önüne sıçradığımda, bir kapıyı açmak üzereydi. Beni görmesiyle birlikte gözleri faltaşı gibi açılan gencin vücudunda çok sayıda şok emaresi farkedebilmiştim. Teni hafifçe soluklaşmış, nefes alış verişi hızlanmıştı. Boğazı adrenalinin verdiği etkiyle ani olarak kurumuş olacak ki; yutkunma ihtiyacı hissetmiş ve kapı kolunu tutan parmaklarının tutuşu güçlenmişti. Bakışları hala sert olsa da, duruşunun zayıfladığını görebiliyordum. Ancak bu tepki, normalin biraz dışındaydı. Korkma kavramını, korkulunca ne olduğunu genel olarak biliyordum. Ancak bu korkudan bir tık da olsa farklı bir tepkiydi. Gençte korumacı bir içgüdü hissedebiliyordum. Evin içinden gelen genç kadının sesiyle gencin neden bu şekilde davrandığını da anlamış oldum. Korku ve korumacılık. İkisi sıklıkla yan yana görülebilen tutumlardı. Neyse ki oyunu farklı bir şekilde kurmuştum, ve bu korumacı içgüdüye karşı çarpışmak zorunda kalmayacaktım. işlerim en azından şuan için tıkırında gidiyordu. Yalnızca biraz daha dayanmalıydım.
Yüzüme pis bir sırıtış yerleştirerek hafif adımlarla yürümeye başladım. Eğer korumacı davranmak istiyorsa, geri çekilip kaçmayacak ya da evin içine girmeye çalışmayacaktı. Ancak korkusu bana karşı ani bir saldırı yapması ihtimalini de zayıflatıyordu. Zaten klonum, böyle bir ihtimale karşı hazırda bekliyordu. Gencin hamle yapmasına fırsat vermeden olaya müdahil olup onu yalnızca bir gözlemci statüsünde bırakacaktım. Elimdeki kunaiyi, daha doğrusu genç adamın gözünden görüldüğü şekliyle tanto’yu gence doğru çapraz bir yarma hamlesiyle savurdum. Kasti olarak biraz yavaş yapmıştım hareketi, bir terslik olması planlarımı suya düşürebilirdi. Ben savurma hamleme başladığım anda klonum, gencin önüne sıçrayarak elindeki kunaisiyle tantomu karşılayacaktı. Bu oyunumun ilk hamlesiydi. Metaller birbirine çarptığı anda boştaki elimle klonumun yakasına yapıştım. Gencin tam tuttuğu yerden. "Sen de kimsin lanet olası!" Bu hamlemle birlikte klonum cevap vermeden bir metre kadar geriye sıçrayıp, fiziksel kontağımızı sonlandırdı. Yüzünde oldukça soğuk bir ifade vardı. Tam bir profesyonel gibi. Ben de aynı şekilde birkaç adım geriledim. Klonuma karşı aşırı sert bir hamle yapmamak için kendimi zorluyordum. Karasu bunshin klonları oldukça dayanıklıydı, ancak chakramın şuanki seviyesiyle ters bir şey olması ihtimali de yok değildi.
Fiziksel temasımız sonlandığında, az önce klonumun yakasına yapıştığım boştaki elimi gencin içini görmeyeceği şekilde yüzümün önüne getirerek yüzüme tuhaf bir ifade takındım: “Kan mı?” Bu sırada klonum, yüzüne kendinden memnun bir ifade takınmıştı. Yüzümdeki ifade şaşkınlıktan hafif bir korkuya doğru yönelirken konuşmamı sürdürdüm: “Siz shinobiler ve tuhaf oyunlarınız.” Birkaç adım geri çekildim, hafif tırsmış gibi görünmek istiyordum: “Shinobisin demek. Tuhaf bir ninjutsu, sana dokunanları korkutmak için mi?” Bu sırada klonum, bana doğru yürümeye başlamıştı. Gence dönerek tısladım: “Vergi zamanı görüşürüz velet, dua et ki bu kez seni korumak için bir shinobin var!” Ardından arkamı dönüp koşmaya başladım. Klonum hemen arkamdan beni kovalıyordu. Fena bir oyun sergilediğimizi düşünmüyordum, ancak şuan aceleyle kasabadan çıkmalı ve etraftan görülmeyeceğim korunaklı, ağaçlık bir yere ulaşmalıydım. Her an genjutsum durabilir, klonum yokolabilirdi. Bir çift istenmeyen gözün bunları görmesi, tüm bu yaptıklarımı boşa çıkarabilirdi.

- GM - Naruto
- Game Master
- Posts: 2811
- Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm
Re: [Komaeda Togami] İlk Adımlar
Planını işlemeye başlıyorsun dikiş diker gibi. Elini savuruyorsun gence karşı, genç olduğu yere çivileniyor ve kafasını korumak için ellerini kaldırıyor, bağıracak gibi oluyor. Fakat beklediği hamle hiç ona ulaşmayınca, usulca gözlerini açıyor. İkinizi önünde görünce, afallamışa dönüyor. Kan kelimesi ise daha da beynini yakıyor resmen. "Ninjutsu?" diye sayıklıyor. Ne anlama geldiğini az çok biliyor gibi, fakat olayın şoku daha ön planda şu anda.
Ardından sen laflarını edip, tekrar kareografidene devam ediyorsun. Sen koşmaya başlıyorsun ve klonun da seni takip ediyor. Eleman ise derin bir nefes veriyor ve olabildiğince hızlı bir şekilde evin içine giriyor.
Dörtlü evleri aşıyorsunuz ve düzensiz aralıklarla inşa edilmiş tarlalar ve tarla evlerinin arasına dalıyorsunuz. Hava tekrar kapanmaya başlıyor ama yağmur yağacak gibi değil.
Tarlaları aşıyorsun ve bir koruluğa geliyorsun, şöyle bir kilometre kadar dışında köyün. Vardığın gibi, klonunun bir işi kalmadığı için yokoluyor. Sen de Genjutsu'yu kapatıyorsun. Ardından derin bir nefes alıyorsun. Soğuk terler ensenin arkasından sırtına akıyor.
Pek iyi durumda değilsin. Ayak kasların ağrıyor. Dizlerin titriyor hatta, senin bu cılız vücudunu bile ayakta tutabilecek gibi değil şu an. Anlamsız titremeler ve ara ara kasılmalar seni bir ağacın dibine çökmeye zorluyor. Nefes nefese kalmış olduğun gerçeğini de alnındaki teri silerken farkediyorsun.
Ter içindesin. Üstün başın kan, paslanmış demir kokuyorsun. Saçların yapış yapış ve seni dehşet irite ediyor. Ayaklarından sıcak hava kalkıyor yorulan kasların soğutmaya çalışırken kendini. Hala istemsizce titremekteler.
Öksürüyorsun.
Hareket edebilirsin ve istersen teknik de uygulayabilir, fiziksel aktivite de yapabilirsin. Fakat vücudun daha seni ne kadar taşır, onu kestiremiyorsun. Baş ağrın ense kökünden hafif hafif yükselmeye başlıyor fakat hala birileri omurgandan çekiyor gibi hissediyorsun. Belki Genjutsu'larını etkileyecektir bu durum. Bilinmezlik sinirini bozan yegane şey.
Ardından sen laflarını edip, tekrar kareografidene devam ediyorsun. Sen koşmaya başlıyorsun ve klonun da seni takip ediyor. Eleman ise derin bir nefes veriyor ve olabildiğince hızlı bir şekilde evin içine giriyor.
Dörtlü evleri aşıyorsunuz ve düzensiz aralıklarla inşa edilmiş tarlalar ve tarla evlerinin arasına dalıyorsunuz. Hava tekrar kapanmaya başlıyor ama yağmur yağacak gibi değil.
Tarlaları aşıyorsun ve bir koruluğa geliyorsun, şöyle bir kilometre kadar dışında köyün. Vardığın gibi, klonunun bir işi kalmadığı için yokoluyor. Sen de Genjutsu'yu kapatıyorsun. Ardından derin bir nefes alıyorsun. Soğuk terler ensenin arkasından sırtına akıyor.
Pek iyi durumda değilsin. Ayak kasların ağrıyor. Dizlerin titriyor hatta, senin bu cılız vücudunu bile ayakta tutabilecek gibi değil şu an. Anlamsız titremeler ve ara ara kasılmalar seni bir ağacın dibine çökmeye zorluyor. Nefes nefese kalmış olduğun gerçeğini de alnındaki teri silerken farkediyorsun.
Ter içindesin. Üstün başın kan, paslanmış demir kokuyorsun. Saçların yapış yapış ve seni dehşet irite ediyor. Ayaklarından sıcak hava kalkıyor yorulan kasların soğutmaya çalışırken kendini. Hala istemsizce titremekteler.
Öksürüyorsun.
Hareket edebilirsin ve istersen teknik de uygulayabilir, fiziksel aktivite de yapabilirsin. Fakat vücudun daha seni ne kadar taşır, onu kestiremiyorsun. Baş ağrın ense kökünden hafif hafif yükselmeye başlıyor fakat hala birileri omurgandan çekiyor gibi hissediyorsun. Belki Genjutsu'larını etkileyecektir bu durum. Bilinmezlik sinirini bozan yegane şey.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
- Komaeda Togami
- Kaçak
- Posts: 169
- Joined: September 3rd, 2018, 11:12 pm
Re: [Komaeda Togami] İlk Adımlar
Savurma hamlemle gencin kendini koruma refleksiyle ellerini kafasının üstüne getirmesi bir olmuştu. Bir an için kafamdan “temel ninja eğitimi” kalıbını geçirdim. Gelen kesici bir darbeye karşı darbeyi sektirebileceğin bir şeyin yoksa, daima kaçınmaya çalışmalıydın. Gözlerimi devirecek gibi olsam da, oyuna devam etmek zorunda olduğum için kendimi rolüme odakladım. Klonum, elindeki kunaisiyle planlandığı şekilde duruma müdahil olmuş ve tantoumu karşılamıştı. Asıl odağım klonum olması gerektiği için gözlerimi “sözde” rakibimden ayırmıyordum ancak hafif hareketlilikten gencin kafasını kaldırıp durumu farkettiğini anlayabilmiştim. Perde devam ederken, planım kusursuz işlemeyi sürdürmüştü. Kan repliği ve ninjutsu repliği gencin duyabileceği şekilde özel olarak seçilmiş ve yerleştirilmişti diyaloğuma. Ya da daha doğru bir ifadeyle; monoloğuma. Genç köylünün bana dair şüphelerini yoketmeyi başarırsam, önümde planlarıma dair bir engel kalmamış olacaktı ve başarmış gibi görünüyordum. Gerçi şüpheci bir akıl, bu kadar bariz olarak ifade edilen şeylerin altında bir hinlik arardı ancak gençte o tecrübe ve soğukkanlılık yok gibi görünüyordu. Dediğim gibi, temel ninja eğitimi.
Klonumla karşılıklı gösterimiz sonlandıktan sonra arkamı dönüp koşmaya başlamıştım. Klonum tam arkamdan beni takip ediyordu. Sürgülü kapının kapanma sesini duyduktan sonra bir miktar rahatladım. Şuan yalnızca biraz daha dayanmam gerekiyordu, ardından dilediğimce dinlenip kendimi toparlayabilirdim. Sırasıyla dört evi birleştiren bahçeyi, birkaç sokağı, tarlaları ve içlerindeki tarla evlerini geçtikten sonra kasabayı arkamda bırakmayı başarmıştım. Ancak zonklayan bacaklarım ne zaman bir adım daha atamayacaklarına dair bir ileti gönderseler, duymazlıktan gelip koşuma devam ediyordum. Her şeyi bu kadar güzel planladıktan sonra sahne kapanışında batırma lüksüm yoktu. Normalde yürümekten bile imtina eden ben, durmadan koşuyordum. Köyün bir kilometre kadar dışında bir koruluğa vardım. klonum artık herhangi bir görülme riski olmadığından dolayı kayboldu ve genjutsu tekniğimi iptal ettim. Hava yeniden bulutlanmaya, kararmaya başlamıştı. Bu benim için iyiydi, ne kadar az görüntü o kadar az risk demekti.
Koruluğa vardığımda yalpalayarak durdum ve öne doğru eğilerek ellerimi dizlerime götürdüm. Vücudumun her yerinden ter boşalırken yaralı hayvanlar gibi nefes alıp vermekle meşguldüm. Çok fazla chakra harcamış, halihazırda sakat ve sıska olan bedenime olağanın çok üstünde bir yük yüklemiştim. Bacaklarım adeta kırılacakmışçasına titriyorlardı. Tüm vücudum ve bilincim acıyla doluydu. Sendeleyerek en yakındaki ağacın dibine çöktüm. “Yıkıldım” daha doğru kelime olabilirdi belki de. Bir yandan nefes almaya çalışıyor, diğer yandan öksürüyordum. Bir süredir adrenalin ayakta tutuyor olmalıydı zavallı vücudumu. Rahatladığım anda her şeyi koyvermiştim. İğrenç görünüyordum, ve muhtemelen iğrenç kokuyordum. Burnum bir süredir alıştığım için kan ve paslanmış demir kokusunu az biraz duyabiliyordu, ancak orada olduğunu biliyordum. Kendime nefesimi düzenlemek için beş dakika verdikten sonra yavaşça ayaklandım. Yapmam gereken birkaç iş daha vardı.
Hızlıca üzerimdeki kanla kaplı cübbemi çıkardım ve birkaç metre ileri doğru fırlattıktan sonra çevrede temiz görünen bir su birikintisi aramaya başladım. Saçlarımı, yüzümü, ellerimi yıkamalı ve su ihtiyacımı gidermeliydim. Özellikle saçlarımın yapış yapış olması şuan beni en çok huzursuz eden şeydi. Yağmur ülkesinin iyi yanı, sürekli su bulabiliyor olmanızdı. Koruluğun içlerine doğru biraz yürüdükten sonra bulduğum su birikintisine doğru eğildim ve direkt olarak kafamı soktum ve içmeye başladım. Soğuktu. Ve bu beni oldukça rahatlatmıştı. Kendimi sürekli sıkıntı olmadığına dair telkin edip duruyordum. Hata yapmamıştım. Hata yapmamıştım. Hata yapmamıştım. Dizlerimin üstünde, bir elim yerden destek alırken diğeriyle saçlarımı diplerine kadar iyice yıkadım ve kandan temizledim. Ardından yüzümü, ellerimi, cübbemden içeri kan kaçan minik kısımları iyice temizledim. Ardından ekipman çantama uzanarak kanlı kunaiyi çıkardım ve onu da kandan arındırdım. Cübbem kurtarılabilir seviyeden oldukça uzaktı, zaten başka bir iş için kullanacaktım onu da. Suyla işim bittikten sonra az önceki konumuma geri döndüm ve akademide öğrettikleri şekliyle, minik bir ateş yaktım ve cübbemi içine fırlattım. Karanlık havada yaktığım minik bir ateş bile uzaklardan görünebileceği için özellikle köy tarafından görülemeyeceğini düşündüğüm bir noktaya kurmuştum düzeneğimi. Ateş pek çok açıdan iyiydi. Kanlı cübbemi yakmak ve delillerden kurtulmak için kullanabilirdim ateşi. Ve tabi cübbem olmadığı için -fileli tişörtüm esnek ve kullanışlı olsa da soğuğa karşı pek dayanıklı değildi- ısınmaya biraz daha fazla ihtiyaç duyuyordum.
İşlerim bittikten sonra ateşe yakın bir şekilde, bir ağaç dibine oturdum ve her şeyi yapıp yapmadığımı kontrol ettim. Kimseye görünmeden buraya kadar gelmiştim, kandan komple kurtulmuştum, kunaimi temizlemiştim, ateşi köy tarafından görülemeyecek bir şekilde yakmıştım. Şimdilik fena görünmüyordu. Gözlerimi kapattım. Birkaç saat dinlenmeyi planlıyordum, bu istirahat uyanınca beni bir süre idare ederdi. Planlarım doğru işlediyse, köy bir isyana hazır halde beni bekliyor olacaktı. Onlara haydutla bir süre dövüştüğümüzü, ancak bir şeytanlık yapıp yaralı bir şekilde kaçmayı başardığına dair bir hikaye anlatacaktım. Yapmam gereken tek şey biraz uyumaktı. Uykuya uzun zamandır bu kadar ihtiyacım olduğunu hatırlamıyordum. Birkaç saat uyuduktan sonra ateşi söndürüp köye geri dönecek, el işlemecisi ustasının dükkanına gidecektim istediği gibi.
Klonumla karşılıklı gösterimiz sonlandıktan sonra arkamı dönüp koşmaya başlamıştım. Klonum tam arkamdan beni takip ediyordu. Sürgülü kapının kapanma sesini duyduktan sonra bir miktar rahatladım. Şuan yalnızca biraz daha dayanmam gerekiyordu, ardından dilediğimce dinlenip kendimi toparlayabilirdim. Sırasıyla dört evi birleştiren bahçeyi, birkaç sokağı, tarlaları ve içlerindeki tarla evlerini geçtikten sonra kasabayı arkamda bırakmayı başarmıştım. Ancak zonklayan bacaklarım ne zaman bir adım daha atamayacaklarına dair bir ileti gönderseler, duymazlıktan gelip koşuma devam ediyordum. Her şeyi bu kadar güzel planladıktan sonra sahne kapanışında batırma lüksüm yoktu. Normalde yürümekten bile imtina eden ben, durmadan koşuyordum. Köyün bir kilometre kadar dışında bir koruluğa vardım. klonum artık herhangi bir görülme riski olmadığından dolayı kayboldu ve genjutsu tekniğimi iptal ettim. Hava yeniden bulutlanmaya, kararmaya başlamıştı. Bu benim için iyiydi, ne kadar az görüntü o kadar az risk demekti.
Koruluğa vardığımda yalpalayarak durdum ve öne doğru eğilerek ellerimi dizlerime götürdüm. Vücudumun her yerinden ter boşalırken yaralı hayvanlar gibi nefes alıp vermekle meşguldüm. Çok fazla chakra harcamış, halihazırda sakat ve sıska olan bedenime olağanın çok üstünde bir yük yüklemiştim. Bacaklarım adeta kırılacakmışçasına titriyorlardı. Tüm vücudum ve bilincim acıyla doluydu. Sendeleyerek en yakındaki ağacın dibine çöktüm. “Yıkıldım” daha doğru kelime olabilirdi belki de. Bir yandan nefes almaya çalışıyor, diğer yandan öksürüyordum. Bir süredir adrenalin ayakta tutuyor olmalıydı zavallı vücudumu. Rahatladığım anda her şeyi koyvermiştim. İğrenç görünüyordum, ve muhtemelen iğrenç kokuyordum. Burnum bir süredir alıştığım için kan ve paslanmış demir kokusunu az biraz duyabiliyordu, ancak orada olduğunu biliyordum. Kendime nefesimi düzenlemek için beş dakika verdikten sonra yavaşça ayaklandım. Yapmam gereken birkaç iş daha vardı.
Hızlıca üzerimdeki kanla kaplı cübbemi çıkardım ve birkaç metre ileri doğru fırlattıktan sonra çevrede temiz görünen bir su birikintisi aramaya başladım. Saçlarımı, yüzümü, ellerimi yıkamalı ve su ihtiyacımı gidermeliydim. Özellikle saçlarımın yapış yapış olması şuan beni en çok huzursuz eden şeydi. Yağmur ülkesinin iyi yanı, sürekli su bulabiliyor olmanızdı. Koruluğun içlerine doğru biraz yürüdükten sonra bulduğum su birikintisine doğru eğildim ve direkt olarak kafamı soktum ve içmeye başladım. Soğuktu. Ve bu beni oldukça rahatlatmıştı. Kendimi sürekli sıkıntı olmadığına dair telkin edip duruyordum. Hata yapmamıştım. Hata yapmamıştım. Hata yapmamıştım. Dizlerimin üstünde, bir elim yerden destek alırken diğeriyle saçlarımı diplerine kadar iyice yıkadım ve kandan temizledim. Ardından yüzümü, ellerimi, cübbemden içeri kan kaçan minik kısımları iyice temizledim. Ardından ekipman çantama uzanarak kanlı kunaiyi çıkardım ve onu da kandan arındırdım. Cübbem kurtarılabilir seviyeden oldukça uzaktı, zaten başka bir iş için kullanacaktım onu da. Suyla işim bittikten sonra az önceki konumuma geri döndüm ve akademide öğrettikleri şekliyle, minik bir ateş yaktım ve cübbemi içine fırlattım. Karanlık havada yaktığım minik bir ateş bile uzaklardan görünebileceği için özellikle köy tarafından görülemeyeceğini düşündüğüm bir noktaya kurmuştum düzeneğimi. Ateş pek çok açıdan iyiydi. Kanlı cübbemi yakmak ve delillerden kurtulmak için kullanabilirdim ateşi. Ve tabi cübbem olmadığı için -fileli tişörtüm esnek ve kullanışlı olsa da soğuğa karşı pek dayanıklı değildi- ısınmaya biraz daha fazla ihtiyaç duyuyordum.
İşlerim bittikten sonra ateşe yakın bir şekilde, bir ağaç dibine oturdum ve her şeyi yapıp yapmadığımı kontrol ettim. Kimseye görünmeden buraya kadar gelmiştim, kandan komple kurtulmuştum, kunaimi temizlemiştim, ateşi köy tarafından görülemeyecek bir şekilde yakmıştım. Şimdilik fena görünmüyordu. Gözlerimi kapattım. Birkaç saat dinlenmeyi planlıyordum, bu istirahat uyanınca beni bir süre idare ederdi. Planlarım doğru işlediyse, köy bir isyana hazır halde beni bekliyor olacaktı. Onlara haydutla bir süre dövüştüğümüzü, ancak bir şeytanlık yapıp yaralı bir şekilde kaçmayı başardığına dair bir hikaye anlatacaktım. Yapmam gereken tek şey biraz uyumaktı. Uykuya uzun zamandır bu kadar ihtiyacım olduğunu hatırlamıyordum. Birkaç saat uyuduktan sonra ateşi söndürüp köye geri dönecek, el işlemecisi ustasının dükkanına gidecektim istediği gibi.

- GM - Naruto
- Game Master
- Posts: 2811
- Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm
Re: [Komaeda Togami] İlk Adımlar
Koruluğun yakınında bir su birikintisi buluyorsun fakat tam olarak istediğin kadar derin değil. Sadece giysilerini ve saçının bir kısmını yıkıyorsun, gerisini değil. Ardınan başka bir birikinti buluyorsun ve tekrar kalan eşyalarını ve saçını yıkıyorsun. Bir kaç su birikintisi ile işini hallediyorsun tamamen.
Üzerine çok bir şey bulaşmadığı için cübbeni yakmanla aslında delillerin neredeyse tamamından kurtulmuş oluyorsun. Bir tanesi hariç; kanlı kunai, kanın bir kısmını çantana bulaştırmış durumda. Dışarıdan tam olarak belli olmuyor ama olur da birisi çok yakından bakarsa farkedebilir. İçini açarsan zaten bariz farkediliyor. Yıkayıp çıkarabileceğin bir leke değil, en azından bu imkanlarla yapamazsın
Su seni biraz rahatlatıyor fiziksel olarak, en azından moral oluyor. Kendini bir gram daha iyi hissediyorsun en azından. Fakat çöküntü gerçek bir sıkıntı senin için. Bir kaç saat dinleniyorsun, çantan ile ne yapacağına karar veriyorsun, ardından yola koyuluyorsun.
Uyku seni biraz kendine getirir gibi olmuş, fakat ne kadar rahat uyuduğun tartışılır. Başını koyacak bir yerin yok, yerler ıslak, nemli ve soğuk, ateş ise bir noktadan sonra sönüyor. Ayakların yürüyüşünü engelleyecek kadar sıkıntı çıkarmıyor belki ama gerçekten ve gerçekten iyi bir yatakta uyumaya ihtiyacın var. Yakın zamanda bunu yapamazsan, vücudunun ve moralinin düşeceği durumdan şüphelisin.
Köye varıyorsun, çok bir şey değişmemiş, en azından fiziki olarak. Etrafta çok fazla insan görmüyorsun, aslında kimseyi görmüyorsun. Sadece demirci dükkanının olduğu tarafa doğru kafanı uzatınca, 3-4 kişiden oluşan bir kalabalık görüyorsun, köy gençlerinden. Ağlayan birisini teselli ediyorlar. Bir kız. 17, 18 yaşlarında. Uzun, siyah saçları kendini paralamaktan birbirine girmiş, sen kafanı işlemeci dükkanına çevirirken göz ucuyla kendini yere attığını görüyorsun perişanlıktan.
İşlemeci dükkanına giriyorsun. Ufak bir yer. Çeşitli biblolar, yatak başları için süslemeler, Japon fenerleri görüyorsun. Dükkanın zemini talaş dolu, en arka duvarı ise işleme aletleri ile. Bir yerde geniş bir masa var, üzeri çeşitli minyatür figürlerle dolu. Hemen hemen hepsi boyanmamış, bir kaçı ise boyalı. Dükkanda ise boya görmüyorsun. Satou ise, arkalarda bir yerlerde, bir gaz lambasının aydınlattığı köşede masada oturuyor. Bir işleme ile uğraşıyor, ufak bir insan figürü olduğunu görebiliyorsun. Ne olduğunu söylemek için ise fazla ham, daha çok işlenmesi lazım. Çok soğuk kanlı görünüyor.
Senin geldiğini farkedince, sana dönmeden konuşuyor; "Geçen seferki gibi susup etrafa bakacaksan hiç gelmeseydin." Ardından sana dönüyor işlerini bırakıp. Gözüde bir gözlük var. Yaşlı suradı ve beyaz saçları ile eski bir ağacın gövdesini andıran bir tipi var. Döküntü tipini farketmişe benziyor, zira seni yavaşça süzüyor, sanki ilk defa görmüş gibi. "Gitmen lazım buralardan. Cinayeti senin işlediğini düşünmüyorum ama dışarıda hıncını senden çıkartmak isteyen bir kaç kişi var. Senin sağlığın için değil, onların sağlığı için diyorum bunu."
Üzerine çok bir şey bulaşmadığı için cübbeni yakmanla aslında delillerin neredeyse tamamından kurtulmuş oluyorsun. Bir tanesi hariç; kanlı kunai, kanın bir kısmını çantana bulaştırmış durumda. Dışarıdan tam olarak belli olmuyor ama olur da birisi çok yakından bakarsa farkedebilir. İçini açarsan zaten bariz farkediliyor. Yıkayıp çıkarabileceğin bir leke değil, en azından bu imkanlarla yapamazsın
Su seni biraz rahatlatıyor fiziksel olarak, en azından moral oluyor. Kendini bir gram daha iyi hissediyorsun en azından. Fakat çöküntü gerçek bir sıkıntı senin için. Bir kaç saat dinleniyorsun, çantan ile ne yapacağına karar veriyorsun, ardından yola koyuluyorsun.
Uyku seni biraz kendine getirir gibi olmuş, fakat ne kadar rahat uyuduğun tartışılır. Başını koyacak bir yerin yok, yerler ıslak, nemli ve soğuk, ateş ise bir noktadan sonra sönüyor. Ayakların yürüyüşünü engelleyecek kadar sıkıntı çıkarmıyor belki ama gerçekten ve gerçekten iyi bir yatakta uyumaya ihtiyacın var. Yakın zamanda bunu yapamazsan, vücudunun ve moralinin düşeceği durumdan şüphelisin.
Köye varıyorsun, çok bir şey değişmemiş, en azından fiziki olarak. Etrafta çok fazla insan görmüyorsun, aslında kimseyi görmüyorsun. Sadece demirci dükkanının olduğu tarafa doğru kafanı uzatınca, 3-4 kişiden oluşan bir kalabalık görüyorsun, köy gençlerinden. Ağlayan birisini teselli ediyorlar. Bir kız. 17, 18 yaşlarında. Uzun, siyah saçları kendini paralamaktan birbirine girmiş, sen kafanı işlemeci dükkanına çevirirken göz ucuyla kendini yere attığını görüyorsun perişanlıktan.
İşlemeci dükkanına giriyorsun. Ufak bir yer. Çeşitli biblolar, yatak başları için süslemeler, Japon fenerleri görüyorsun. Dükkanın zemini talaş dolu, en arka duvarı ise işleme aletleri ile. Bir yerde geniş bir masa var, üzeri çeşitli minyatür figürlerle dolu. Hemen hemen hepsi boyanmamış, bir kaçı ise boyalı. Dükkanda ise boya görmüyorsun. Satou ise, arkalarda bir yerlerde, bir gaz lambasının aydınlattığı köşede masada oturuyor. Bir işleme ile uğraşıyor, ufak bir insan figürü olduğunu görebiliyorsun. Ne olduğunu söylemek için ise fazla ham, daha çok işlenmesi lazım. Çok soğuk kanlı görünüyor.
Senin geldiğini farkedince, sana dönmeden konuşuyor; "Geçen seferki gibi susup etrafa bakacaksan hiç gelmeseydin." Ardından sana dönüyor işlerini bırakıp. Gözüde bir gözlük var. Yaşlı suradı ve beyaz saçları ile eski bir ağacın gövdesini andıran bir tipi var. Döküntü tipini farketmişe benziyor, zira seni yavaşça süzüyor, sanki ilk defa görmüş gibi. "Gitmen lazım buralardan. Cinayeti senin işlediğini düşünmüyorum ama dışarıda hıncını senden çıkartmak isteyen bir kaç kişi var. Senin sağlığın için değil, onların sağlığı için diyorum bunu."
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
- Komaeda Togami
- Kaçak
- Posts: 169
- Joined: September 3rd, 2018, 11:12 pm
Re: [Komaeda Togami] İlk Adımlar
Tüm yıkama işlemlerimi birkaç farklı su birikintisinde halletmiş, büyük oranda temizlenmiştim. Uzun siyah cübbemi ısınmak için yaktığım minik kamp ateşine attığımdaysa bana karşı kullanılabilecek olası tüm deliller yokolmuştu. Biri dışında. Demircinin boğazını kesmek için kullandığım ve ardından hızla ekipman çantama tıkıştırdığım kanlı kunai minik çantayı lekelemişti. Ancak onu yıkamak için herhangi bir opsiyonum yoktu ne yazık ki. Yine de kasabada beni görenlerin hepsi siyah cübbemle gördüğü için ekipman çantama kimsenin dikkatli bir şekilde bakma fırsatı olduğunu düşünmüyordum. Hafiften kararmaya başlamış kan lekesini görseler dahi bunun eskiden oluşan bir leke olduğuna dair insanları ikna edebileceğime pek şüphem yoktu. Daha fazla zaman kaybetmeden, uyumak üzere dibine çöktüğüm ağacın altında sızıp kaldım. Neredeyse 9 aydır yağmur ülkesinin çeşitli noktalarında bu tarz şekillerde uyuyordum, ancak böylesi bir konforsuzluğa alışamıyordu insan. Gerçi son 9 aydır hem fiziksel hem de chakra yönünden bu derece yoran hiçbir şey yapmamıştım, bu sebeple yattığım yerin falsosu olması gerekenden çok daha fazla rahatsız ediyordu beni.
Uyandığımda hala pek iyi hissetmiyordum. Ateş ben uyurken sönmüş gibi görünüyordu, üşüyerek uyanmıştım. Ancak yinede bir her zaman sıfırdan büyüktü. Bundan sonra güzel ve kuru bir yerde, huzurlu bir uyku çekmem gerekecekti ancak bir süre daha idare edecek kadar enerji toplamayı başarmıştım. Planımı ilmek ilmek işlemiştim, ve ardı ardına gelişen olayları sindirebilmeleri için zaman vermiştim kasaba halkına bir süre ortalıkta görünmeyerek. Şuandan itibaren pek fazla teknik kullanma gereksinimi duyacağımı sanmıyordum, işler kafamda kurduğum gibi ilerlemeye devam ederse tabii. Ayağa kalkınarak sağ elimi göğsümün sağ tarafına, sol elimi ise tam tersine götürerek ovalamaya başladım. Normal insanlar üşüdükleri zaman kollarını ovalayıp ısınmayı beklerlerdi, ancak Goku-sensei’nin geninliğim sırasında söylediği şeyi unutmuyordum bir türlü; sen vücudunu ısıtmaya bak, kolların kendi çaresine bakar. Bir yandan ayaklarımı yavaş yavaş yere vuruyor, minik de olsa bir devinimle vücudumu ısıtmaya çalışıyordum. Kendimi nispeten daha iyi hissettiğimde sağda solda herhangi bir şey bırakıp bırakmadığımı kontrol ettim ve birkaç saat önce terkettiğim kasabaya doğru yürümeye başladım.
Kasabada pek bir şey değişmemiş gibi görünüyordu. Ortalıkta pek kimse yoktu. Belki hala olayın şokundaydılar, belki de korku içinde evlerine sığınmışlardı. Bilmiyordum, ancak yakında öğrenecektim. Dar sokaklarda ilerlemeye devam ederken demirci dükkanının, yani cinayet maalinin önünde toplanmış minik bir grup çekti dikkatimi. Derbeder olmuş genç bir kızı teselli etmeye çalışıyorlardı. Görüntüye karşı ne hissedeceğimi bilememiştim. Aslına bakarsanız birkaç saat önce soğukkanlılıkla işlediğim ve suçtan yırtmak için çeşitli dalavereler çevirdiğim bir cinayet söz konusuydu ortada. Ancak herhangi bir duydu hissetmiyordum. Zevk almıyordum bu durumdan, ancak vicdanım beni rahatsız da etmiyordu. Gerçi artık bir vicdanım olup olmadığından da pek emin değilim ya, neyse. Yalnızca hedefime odaklanmış durumdaydım. Kaybedecek zamanım yoktu, içten içe kendime tekrar edip duruyordum bunu.
Yoluma devam edip işlemeci dükkanına girdim, ve dükkana daha önce gelmiş gibi davranmak adına pek etrafa bakınmamaya çalıştım. Yine de çeşitli biblolar, süslemeler gözüme çarpmıştı. Dükkanın diplerine doğru, gaz lambası altında çalışan yaşlı adama doğru ilerledim. Elinde bir şeylerle uğraşıyordu, ancak tam olarak ne olduğunu çözebilmiş değildim. Bir insanı andırıyordu, ancak ayrıntıları bundan ibaretti yalnızca. Önce işine devam ederek, sonrasındaysa bana kurduğu cümlelere karşı başta cevapsız kaldım. Beni süzme şeklinde bakacak olursa halim dikkatini çekmişti. Kendimi kısa bir açıklama yapma ihtiyacı içinde buldum. Ancak direkt olarak bu konuda bir soru sorulmadığı için onu ikinci plana atmayı tercih etmiştim. Çok ayrıntılı olamazdı, çünkü daha önce de dediğim gibi; o kadar ayrıntıya yalnızca yalanlar sahipti: “Buna katlanmayı planlıyor olamazsınız değil mi Satou-san?” Sol kaşımı hafifçe yukarı kaldırdım ve yüzüme meraklı bir ifade takındım. Adama karşı herhangi bir teknik kullanmamıştım, bu sebeple en azından şimdilik yalnızca kendime güvenmek durumundaydım: “Bugün yalnızca halka gözdağı vermek için bir adam öldü. Dükkanının önündeki kızı mıydı? O böyle sessiz kalmanıza ne diyecek?” Cümlemin sonlarına doğru, sesim hiddetlenmişti. Gerçekten kızgınmış gibi davranmak istiyordum. “Sizi bilmiyorum Satou-san, ancak benim aldığım eğitim ve etik kurallarım buna katlanmanıza tahammül etmeyecek. Siz sesinizi çıkarmamayı sürdürdükçe daha çok isteyecekler. Vermediğinizde öldürmeye devam edecekler.” Vücudum hafifçe öne doğru eğilmiş, iki elim yumruk şeklinde sıkılmıştı. Kendini kaptırmış, öfkeli bir insanın genel portresini çiziyordum. Hıncımı bir şeylerden çıkarmak istermiş gibi arkamı döndüm ve dükkanın çıkışına doğru yürümeye başladım. Dükkanın kapısına gelmişken aniden durdum ve sakinleşmek ister gibi derin bir nefes aldım. Bu sırada ellerimi önümde birleştirmiştim. Amacım, yılan mührünü yapıp "Teishi no jutsu" diye fısıldamaktı. Yaşlı adama sırtım dönüktü, başımı da hafifçe öne eğerek bir şey düşünüyormuş gibi bir görünüm vermek istiyordum, aynı zamanda adamın fısıltımı duymaması için yapmıştım bunu. Fısıldamamın ardından ellerimi ayırdım ve arkamı dönerek adama doğru yöneldim yeniden: “Satou-san. İzin verin bir süre bu kasabada kalayım. Ben eğitimli bir shinobiyim, ve biraz halkın yardımı, biraz da doğru hamlelerle haydutlar geldiği zaman burada cehennemleriyle karşılaşmalarını sağlayabilirim. Halkın bana karşı öfkeli olması umrumda değil. Bu kasabayı, burada yaşayan insanları terk etmeyeceğim!”
Uyandığımda hala pek iyi hissetmiyordum. Ateş ben uyurken sönmüş gibi görünüyordu, üşüyerek uyanmıştım. Ancak yinede bir her zaman sıfırdan büyüktü. Bundan sonra güzel ve kuru bir yerde, huzurlu bir uyku çekmem gerekecekti ancak bir süre daha idare edecek kadar enerji toplamayı başarmıştım. Planımı ilmek ilmek işlemiştim, ve ardı ardına gelişen olayları sindirebilmeleri için zaman vermiştim kasaba halkına bir süre ortalıkta görünmeyerek. Şuandan itibaren pek fazla teknik kullanma gereksinimi duyacağımı sanmıyordum, işler kafamda kurduğum gibi ilerlemeye devam ederse tabii. Ayağa kalkınarak sağ elimi göğsümün sağ tarafına, sol elimi ise tam tersine götürerek ovalamaya başladım. Normal insanlar üşüdükleri zaman kollarını ovalayıp ısınmayı beklerlerdi, ancak Goku-sensei’nin geninliğim sırasında söylediği şeyi unutmuyordum bir türlü; sen vücudunu ısıtmaya bak, kolların kendi çaresine bakar. Bir yandan ayaklarımı yavaş yavaş yere vuruyor, minik de olsa bir devinimle vücudumu ısıtmaya çalışıyordum. Kendimi nispeten daha iyi hissettiğimde sağda solda herhangi bir şey bırakıp bırakmadığımı kontrol ettim ve birkaç saat önce terkettiğim kasabaya doğru yürümeye başladım.
Kasabada pek bir şey değişmemiş gibi görünüyordu. Ortalıkta pek kimse yoktu. Belki hala olayın şokundaydılar, belki de korku içinde evlerine sığınmışlardı. Bilmiyordum, ancak yakında öğrenecektim. Dar sokaklarda ilerlemeye devam ederken demirci dükkanının, yani cinayet maalinin önünde toplanmış minik bir grup çekti dikkatimi. Derbeder olmuş genç bir kızı teselli etmeye çalışıyorlardı. Görüntüye karşı ne hissedeceğimi bilememiştim. Aslına bakarsanız birkaç saat önce soğukkanlılıkla işlediğim ve suçtan yırtmak için çeşitli dalavereler çevirdiğim bir cinayet söz konusuydu ortada. Ancak herhangi bir duydu hissetmiyordum. Zevk almıyordum bu durumdan, ancak vicdanım beni rahatsız da etmiyordu. Gerçi artık bir vicdanım olup olmadığından da pek emin değilim ya, neyse. Yalnızca hedefime odaklanmış durumdaydım. Kaybedecek zamanım yoktu, içten içe kendime tekrar edip duruyordum bunu.
Yoluma devam edip işlemeci dükkanına girdim, ve dükkana daha önce gelmiş gibi davranmak adına pek etrafa bakınmamaya çalıştım. Yine de çeşitli biblolar, süslemeler gözüme çarpmıştı. Dükkanın diplerine doğru, gaz lambası altında çalışan yaşlı adama doğru ilerledim. Elinde bir şeylerle uğraşıyordu, ancak tam olarak ne olduğunu çözebilmiş değildim. Bir insanı andırıyordu, ancak ayrıntıları bundan ibaretti yalnızca. Önce işine devam ederek, sonrasındaysa bana kurduğu cümlelere karşı başta cevapsız kaldım. Beni süzme şeklinde bakacak olursa halim dikkatini çekmişti. Kendimi kısa bir açıklama yapma ihtiyacı içinde buldum. Ancak direkt olarak bu konuda bir soru sorulmadığı için onu ikinci plana atmayı tercih etmiştim. Çok ayrıntılı olamazdı, çünkü daha önce de dediğim gibi; o kadar ayrıntıya yalnızca yalanlar sahipti: “Buna katlanmayı planlıyor olamazsınız değil mi Satou-san?” Sol kaşımı hafifçe yukarı kaldırdım ve yüzüme meraklı bir ifade takındım. Adama karşı herhangi bir teknik kullanmamıştım, bu sebeple en azından şimdilik yalnızca kendime güvenmek durumundaydım: “Bugün yalnızca halka gözdağı vermek için bir adam öldü. Dükkanının önündeki kızı mıydı? O böyle sessiz kalmanıza ne diyecek?” Cümlemin sonlarına doğru, sesim hiddetlenmişti. Gerçekten kızgınmış gibi davranmak istiyordum. “Sizi bilmiyorum Satou-san, ancak benim aldığım eğitim ve etik kurallarım buna katlanmanıza tahammül etmeyecek. Siz sesinizi çıkarmamayı sürdürdükçe daha çok isteyecekler. Vermediğinizde öldürmeye devam edecekler.” Vücudum hafifçe öne doğru eğilmiş, iki elim yumruk şeklinde sıkılmıştı. Kendini kaptırmış, öfkeli bir insanın genel portresini çiziyordum. Hıncımı bir şeylerden çıkarmak istermiş gibi arkamı döndüm ve dükkanın çıkışına doğru yürümeye başladım. Dükkanın kapısına gelmişken aniden durdum ve sakinleşmek ister gibi derin bir nefes aldım. Bu sırada ellerimi önümde birleştirmiştim. Amacım, yılan mührünü yapıp "Teishi no jutsu" diye fısıldamaktı. Yaşlı adama sırtım dönüktü, başımı da hafifçe öne eğerek bir şey düşünüyormuş gibi bir görünüm vermek istiyordum, aynı zamanda adamın fısıltımı duymaması için yapmıştım bunu. Fısıldamamın ardından ellerimi ayırdım ve arkamı dönerek adama doğru yöneldim yeniden: “Satou-san. İzin verin bir süre bu kasabada kalayım. Ben eğitimli bir shinobiyim, ve biraz halkın yardımı, biraz da doğru hamlelerle haydutlar geldiği zaman burada cehennemleriyle karşılaşmalarını sağlayabilirim. Halkın bana karşı öfkeli olması umrumda değil. Bu kasabayı, burada yaşayan insanları terk etmeyeceğim!”

- GM - Naruto
- Game Master
- Posts: 2811
- Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm
Re: [Komaeda Togami] İlk Adımlar
Sen sırtını dönmeden önceki ilk laflarını ederken, Satou ayağı kalkıyor. Hiddetlenmeye başlayınca ise yorgun bir şekilde gözlerini kapatıyor ve gözlüğünü çıkarıyor, gözlerini açıyor, ardından onu arkasında kalmış masaya bırakıyor. Laflarını bitirmeni bekliyor. Rolünü yemiş gibi bir hali var, yüz mimikleri ve hareketleri sanki sakinleştirmesi gereken bir ergenle uğraşıyormuş gibi.
Sen arkanı dönüyorsun. Bu sırada derin bir nefes alıyor Satou. Tekniğini aktif ediyorsun.
Tekniğini aktif ettiğin gibi bir kaya fırlatılıyor sanki omuzlarına. Resmen çöküyorsun, kemiklerin sanki yerlerinden çıkacak da bir oyuncak bebek gibi dağılacaksın. Görüşünün sağdan sola dönüyor gibi görünüyor, fakat dönmüyor da gibi. Baş dönmesi? Belki. Denge kaybı? Sanmıyorsun. Chakran hücum ediyor senin beyninden etrafına ve Satou'ya ilerliyor.
Yorgunsun.
Satou'nun önünde laflarını saydırıyorsun rolünden ödün vermeden. Onun ne anladığı hakkında pek bir fikrin yok fakat çökmüşlüğünü anladığından eminsin. "Bak, anlamadığın ve bilmediğin şeyler var yeğenim. Burada durmak istiyorsan seni engelleyemem, yaşlı bir ihtiyardan öte değilim sonuçta. Fakat şunu diyeceğim; Yorgun düştüğün belli. Konaklayacak bir yer bulamazsın bu köyde. Sana kapısını kimse açmaz. Benim dışımda, ama benim de bir şartım var."
Tekrar derin bir nefes alıyor ve ellerini önünde birleştiriyor. "Bende kaldığın sürece dışarı çıkamazsın. Çıktığını görürsem veya duyarsam seni kapı dışarı ederim. Tamam mı?"
Tekniğin etkisiyle mi, yoksa sana gerçekten acıdığından mı, bilemiyorsun.
Sen arkanı dönüyorsun. Bu sırada derin bir nefes alıyor Satou. Tekniğini aktif ediyorsun.
Tekniğini aktif ettiğin gibi bir kaya fırlatılıyor sanki omuzlarına. Resmen çöküyorsun, kemiklerin sanki yerlerinden çıkacak da bir oyuncak bebek gibi dağılacaksın. Görüşünün sağdan sola dönüyor gibi görünüyor, fakat dönmüyor da gibi. Baş dönmesi? Belki. Denge kaybı? Sanmıyorsun. Chakran hücum ediyor senin beyninden etrafına ve Satou'ya ilerliyor.
Yorgunsun.
Satou'nun önünde laflarını saydırıyorsun rolünden ödün vermeden. Onun ne anladığı hakkında pek bir fikrin yok fakat çökmüşlüğünü anladığından eminsin. "Bak, anlamadığın ve bilmediğin şeyler var yeğenim. Burada durmak istiyorsan seni engelleyemem, yaşlı bir ihtiyardan öte değilim sonuçta. Fakat şunu diyeceğim; Yorgun düştüğün belli. Konaklayacak bir yer bulamazsın bu köyde. Sana kapısını kimse açmaz. Benim dışımda, ama benim de bir şartım var."
Tekrar derin bir nefes alıyor ve ellerini önünde birleştiriyor. "Bende kaldığın sürece dışarı çıkamazsın. Çıktığını görürsem veya duyarsam seni kapı dışarı ederim. Tamam mı?"
Tekniğin etkisiyle mi, yoksa sana gerçekten acıdığından mı, bilemiyorsun.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
- Komaeda Togami
- Kaçak
- Posts: 169
- Joined: September 3rd, 2018, 11:12 pm
Re: [Komaeda Togami] İlk Adımlar
Kelimelerim hınçla sertleşirken, yaşlı adam yavaşça ayağa kalkmış ve devamında gözlüğünü çıkarıp gözlerini kapatmıştı. Üzgün olduğunu görebiliyordum, ancak benim bilmediğim pek çok şey olduğunu düşünüyor olmalıydı içten içe. Genel olarak belli bir yaş üstündeki insanların asıl sorunu buydu zaten. Çoğu zaman haklı olurlardı bu konuda, ancak haklı olmadıkları nadir durumlar kendileri için en kötü sonuçları doğururdu. Fazla tezcanlı olduğumu, böyle bir işe kalkışmama izin vermesi halinde işlerin kasaba adına çok daha kötü biteceğini düşünüyor olmalıydı. Pektabii bunun ben de farkındaydım. Farazi olarak, gerçekten de köyü kurtarmak için gelmiş bir shinobi olsaydım ve bu köye dananan haydutları bir takım kayıplarla defedebilmiş olsaydık bile sürekli yeni bir grup gelmeye devam edecekti. Kasabada yaşanan olayları muhtemelen duymuş olan, çok daha hazırlıklı ve çok daha zalim olan gruplar. Yaşlı adam bunları düşünemediğimi sanıyor olmalıydı. Aslında kendisinin bilmediği o kadar çok şey vardı ki. Tüm bu plan, yaptığım her şey tek bir amaç içindi. Ve bu yolda verilecek kayıplar benim için yalnızca “kabul edilebilir” kategorisi altında yer alıyordu.
Arkamı dönüp tekniğimi başlattığım anda, aniden vücuduma büyük bir darbe inmiş gibi hissettim. Göz hareketlerim düzensizleşti ve başım dönmeye başladı. Planlarım arasında iyi bir uyku çekene kadar teknik kullanmak yoktu ancak adamın tavrı bunu bir anlamda zorunlu hale getirmişti. Belki de dükkana hiç gelmeden gençlerin yanına gitmeliydim, ancak olan çoktan olmuştu ve şuan yapabileceğim tek şey rolüme devam etmekti. Vücudumun kontrolünü yeniden sağladıktan sonra adama döndüm ve yapmak istediğim şeylerden bahsettim. Cevabı beklediğim gibi olmuştu; bilmediğim şeyler, anlamadığım şeyler. Normalde olsaydı gözlerimi devirebilirdim; ancak hem kendimi role fazla kaptırmıştım, hem de kendimi o kadar yorgun hissediyordum ki ironi yapacak havamda bile değildim. Ancak tecrübeli gözleri, yorgunluğumu farketmiş olmalıydı. Bu konuyla alakalı bir soru sormamıştı, ancak ben de acele ederek bilgi kirliliği yapmaktan ve şüpheden uzak durmaya çalışmıştım. Yine de hayali haydutla kapışmamdan şuan bahsetmemde bir sakınca olmazdı herhalde.
“Satou-san, teşekkür ederim. Şartlarını kabul ediyorum. Gerçekten de dinlenmeye ihtiyacım var, lanet haydut beni biraz fazla yordu.” Kendi kendime tekniği sonlandırdım ve olduğum yere çökerek bağdaş kurma pozisyonunda oturuverdim. Ayakta kalmaya daha fazla direnecek gibi durmuyordu vücudum. Bir yandan konuşmaya devam ediyordum: “Bir sonraki teslimat tarihini öğrenmem gerekiyor. Ayrıca köyün bir planına ihtiyacım var, basit bir kroki bile iş görür.” Sağ elimi saçlarımın üstünde gezdirerek gözlerimi kapattım ve köyü nasıl savunabileceğime dair plan kurmaya başladım. Bu kez rol kesmiyordum, gerçekten bir plana ihtiyacım vardı: “Demirci hala yaşıyor olsaydı işe yarar bir şeyler yapmasını isteyebilirdik ondan.” Sessizleştim, kendi öldürdüğüm adama üzülmüş rolü yapmak tuhaf hissettiriyordu. “Ancak yine de basit birkaç eşyayla işe yarar şeyler çıkarabiliriz ortaya.” Gerçekten de yapılabilecek bir şeydi bu. Sürpriz faktörü çoğu zaman iş görürdü. Yorgunluğun iyiden iyiye çöktüğünü hissettiğimde başımı iki yana salladım ve kafamı kaldırarak yaşlı adama doğru baktım: “Dışarı çıkmamamı istedin, senin bilgin dışında dışarı çıkmayacağım ama bunu kendi başıma kolay kolay başaramayacağımı anlaman gerekiyor. En azından bana yardım etmek isteyen gençlerin yardımcı olmasına izin ver.” Gözlerime yalvarırcasına bir bakış yükledim, ardından biraz sahte, biraz gerçek bir şekilde iç geçirdim: “Biraz uyumama izin verir misin Satou-san? Çok hızlı gittiğimi biliyorum, uyanınca ve kafamı toparlayınca daha sakin bir şekilde konuşabiliriz.”
Arkamı dönüp tekniğimi başlattığım anda, aniden vücuduma büyük bir darbe inmiş gibi hissettim. Göz hareketlerim düzensizleşti ve başım dönmeye başladı. Planlarım arasında iyi bir uyku çekene kadar teknik kullanmak yoktu ancak adamın tavrı bunu bir anlamda zorunlu hale getirmişti. Belki de dükkana hiç gelmeden gençlerin yanına gitmeliydim, ancak olan çoktan olmuştu ve şuan yapabileceğim tek şey rolüme devam etmekti. Vücudumun kontrolünü yeniden sağladıktan sonra adama döndüm ve yapmak istediğim şeylerden bahsettim. Cevabı beklediğim gibi olmuştu; bilmediğim şeyler, anlamadığım şeyler. Normalde olsaydı gözlerimi devirebilirdim; ancak hem kendimi role fazla kaptırmıştım, hem de kendimi o kadar yorgun hissediyordum ki ironi yapacak havamda bile değildim. Ancak tecrübeli gözleri, yorgunluğumu farketmiş olmalıydı. Bu konuyla alakalı bir soru sormamıştı, ancak ben de acele ederek bilgi kirliliği yapmaktan ve şüpheden uzak durmaya çalışmıştım. Yine de hayali haydutla kapışmamdan şuan bahsetmemde bir sakınca olmazdı herhalde.
“Satou-san, teşekkür ederim. Şartlarını kabul ediyorum. Gerçekten de dinlenmeye ihtiyacım var, lanet haydut beni biraz fazla yordu.” Kendi kendime tekniği sonlandırdım ve olduğum yere çökerek bağdaş kurma pozisyonunda oturuverdim. Ayakta kalmaya daha fazla direnecek gibi durmuyordu vücudum. Bir yandan konuşmaya devam ediyordum: “Bir sonraki teslimat tarihini öğrenmem gerekiyor. Ayrıca köyün bir planına ihtiyacım var, basit bir kroki bile iş görür.” Sağ elimi saçlarımın üstünde gezdirerek gözlerimi kapattım ve köyü nasıl savunabileceğime dair plan kurmaya başladım. Bu kez rol kesmiyordum, gerçekten bir plana ihtiyacım vardı: “Demirci hala yaşıyor olsaydı işe yarar bir şeyler yapmasını isteyebilirdik ondan.” Sessizleştim, kendi öldürdüğüm adama üzülmüş rolü yapmak tuhaf hissettiriyordu. “Ancak yine de basit birkaç eşyayla işe yarar şeyler çıkarabiliriz ortaya.” Gerçekten de yapılabilecek bir şeydi bu. Sürpriz faktörü çoğu zaman iş görürdü. Yorgunluğun iyiden iyiye çöktüğünü hissettiğimde başımı iki yana salladım ve kafamı kaldırarak yaşlı adama doğru baktım: “Dışarı çıkmamamı istedin, senin bilgin dışında dışarı çıkmayacağım ama bunu kendi başıma kolay kolay başaramayacağımı anlaman gerekiyor. En azından bana yardım etmek isteyen gençlerin yardımcı olmasına izin ver.” Gözlerime yalvarırcasına bir bakış yükledim, ardından biraz sahte, biraz gerçek bir şekilde iç geçirdim: “Biraz uyumama izin verir misin Satou-san? Çok hızlı gittiğimi biliyorum, uyanınca ve kafamı toparlayınca daha sakin bir şekilde konuşabiliriz.”

- GM - Naruto
- Game Master
- Posts: 2811
- Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm
Re: [Komaeda Togami] İlk Adımlar
Laflarını dinliyor Satou. Yere oturmandan rahatsız olmuşçasına bir ifade var ama saygısızlıktan ziyade, seni düşünen bir rahatsızlık gibi. "Üşüteceksin evladım" dermişçesine, yani.
Sen konuşurken gözlerini kapatıyor ve kafasını sallıyor. "Evde kalacaksın lafının neyi ima ettiğini anlamamış olamazsın genç." Ardından arkasını dönüyor ve gözlüğünü takıyor. "Kimseyle kontak kurmak yok. Plan yok. Kroki yok. Sadece köşene geçip dinleneceksin. Sen gücüne kavuşunca seni evimden atacağım. Ondan sonra yapacakların sana kamış." Derin bir nefes alıyor. "Ayrıca, gençlerle ne yapacaksın? Demirciye olanları görmedin mi? Ishiki'ye bunu yapanlara karşı hangi genç önlerinde durabilir ki sence? Gerçekten yardım etmek istiyorsan, iyileştikten sonra gidersin. Elinde çapadan başka bir şey tutmayan gençleri gereksiz ve tamamen önlenebilir bir savaşa sürüklemek benim kitabımda yardım sayılmaz. Bu sorunu kendimiz, hayır, ben, çözeceğim. Sorumlusu benim sonuçta..." Son kelimelerini söylerken sesi azalıyor ve sönüyor, gözleri dalıyor bir anlığına, ardından tekrar sana bakıyor.
"Seçim senin genç."
Sen konuşurken gözlerini kapatıyor ve kafasını sallıyor. "Evde kalacaksın lafının neyi ima ettiğini anlamamış olamazsın genç." Ardından arkasını dönüyor ve gözlüğünü takıyor. "Kimseyle kontak kurmak yok. Plan yok. Kroki yok. Sadece köşene geçip dinleneceksin. Sen gücüne kavuşunca seni evimden atacağım. Ondan sonra yapacakların sana kamış." Derin bir nefes alıyor. "Ayrıca, gençlerle ne yapacaksın? Demirciye olanları görmedin mi? Ishiki'ye bunu yapanlara karşı hangi genç önlerinde durabilir ki sence? Gerçekten yardım etmek istiyorsan, iyileştikten sonra gidersin. Elinde çapadan başka bir şey tutmayan gençleri gereksiz ve tamamen önlenebilir bir savaşa sürüklemek benim kitabımda yardım sayılmaz. Bu sorunu kendimiz, hayır, ben, çözeceğim. Sorumlusu benim sonuçta..." Son kelimelerini söylerken sesi azalıyor ve sönüyor, gözleri dalıyor bir anlığına, ardından tekrar sana bakıyor.
"Seçim senin genç."
Off Topic
Birinci bölüm burada sonlanacak, fakat üç seçim hakkın var. Hangisini seçtiğine dair son bir RP yap ve bitirelim.
- Satou ile kalmak: Üç - beş gün Satou ile geçirirsin. Bu süre boyunca kimseyle görüşemez ve planlarını uygulayamazsın, tüm vaktini iyileşmeye harcarsın. Satou'nun seni sokağa koyduğu günden itibaren 2. bölüm başlar.
- Yalnız geceyi geçirmek: Köyden uzaklaşıp sessiz, sakin ve güvenli bir yerde geceni geçirirsin. Karnını doyurur, gücünü toplarsın. Sabah olduğu gibi 2. bölüm başlar.
- Yabana geri dönmek: Köyü ardında bırakır ve bir sonraki macerana yelken açarsın. 2. bölüm açılmaz, bu konu burada sonlanır, ödülünü alır ve yoluna devam edersin. Tekrar bir konu açıp GM isteyebilirsin, fakat bu köye yakın bir zaman diliminde dönemezsin.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
- Komaeda Togami
- Kaçak
- Posts: 169
- Joined: September 3rd, 2018, 11:12 pm
Re: [Komaeda Togami] İlk Adımlar
Yere çökmemle birlikte, yaşlı adamın yüzünde memnuniyetsiz bir ifade oluşmuştu. Bunun saygısızca dükkanın ortasına oturmamdan mı, yoksa başka bir şeyden mi kaynaklandığını tam olarak çözememiştim ancak beni düşünür bir hali var gibiydi adamın. Ancak kendimi dinlendirmek için gerçekten de oturmaya ihtiyacım vardı, bu sebeple bu konu üzerinde çok kafa yormamaya karar vermiştim. Ta ki yaşlı adamın ağzından dökülen sözcükleri duyana kadar. Harıl harıl çalışmakta olan beynim bir anda durmuştu. Birkaç saniye önce kasabayı nasıl savunabileceğime dair planlarla dolu olan beynimde şuan yalnızca adamın söyledikleri çınlıyordu. Plan yok, kroki yok, yalnızca dinleneceğim ha? Aslına bakarsanız kasabayı kurtarmak gibi ulu bir amacım yoktu, ancak asıl amacım olan haydutlar ve haydut liderleriyle iletişim kurabilmek için iddialı hareketlerle kendimi kanıtlamam ve bir miktar ismimi duyurmam gerekiyordu. Bunu yapabilmek içinse bu kasaba benim için adeta biçilmiş kaftandı. Ezilmiş, kendilerini savunacak kimseye sahip olmayan bir halkın acı dramı. Her şey tam yerine oturuyordu aslında. Ancak bir takım normalde düşünmeleri gerekenden fazlasını düşünebilen insanlar tarafından önüme konulan engeller bitmemişti bir türlü.
Demirciden bahsetmişti yaşlı adam. Demirciye bunu yapabilenlerin önünde kimin durabileceğini soruyordu bana. İşin bilmediği yüzü ise oldukça acıydı. Gerçekten de, bu kadar soğukkanlı ve planlı bir cinayet işleyen “benim” önümde kim durabilirdi? Yalnızca kendilerince akıllı davranmaya çalışarak yer işgal ediyorlardı. Önce Shin’İchi, sonra da lanet olası amcası. Gerçekten de ailelerinde bir sıkıntı vardı bunların. Yaşlı adamın haklı oluşu, benim açımdan bir şeyi değiştirmezdi. Gerçekten de yalnızca çapa ve orak tutmayı bilen bir grup ateşli gencin acımasız katillere karşı bir şansı yoktu. Ancak yaşlı adam inatla işin içinde benim ve planlarımın olduğunu yoksaymakta kararlı görünüyordu. Onu ikna etmeye uğraşabilirdim, ancak ne işe yarardı ki? Her şeyin kaybedildiğine çoktan inanmıştı. Beni asıl meraka düşüren şey ise, yaşlı adamın son sözleri olmuştu. Bir süredir çalışmayan beynim, son cümleyle birlikte buhar çıkaracak kadar hızlı çalışmaya başlamıştı. “Onun sorumluluğu. Onun sorumluluğu mu? Bir kasabanın haydutlara vergi vermesinde yaşlı bir el işleme ustasının nasıl bir sorumluluğu olabilirdi? Yapılması gereken bir şeyi yapmamış? Nasıl? Savaşabilir miydi? Belki. Eski bir shinobi? Siyasi olarak güçlü bir figür?” Kafamda bu sorular hızlı hızlı dönerken, kendime sakinleşmek için birkaç saniye ayırdım. Bunu daha sonra, daha ayrıntılı olarak düşünebilirdim. Öncelikle yapmam gereken bir şey vardı.
Yavaş yavaş, ellerimle yerden destek alarak dikeldim ve yaşlı adamın gözlerine kenetledim gözlerimi. Yüzümde nasıl bir ifade vardı pek emin değildim. Ancak uzun süredir hissetmediğim bir şekilde hissediyordum kendimi. Kızgın mıydım? Herhangi bir duyguya sahip olduğumu sanmıyordum. Uzun süredir değildim en azından. Ancak bu normal değildi. Ve rol yapmıyordum. Sarfedeceğim sözlerin bir kısmında gerçek düşüncelerim bile vardı aslında. “Korkak.” diye mırıldandım. “Yaşlılıktan geberene kadar dükkanında otur ve kasaba halkının ölmesini izlemeye devam et.” Hayatımda bu kadar sert konuştuğumu hatırlamıyordum aslında. Ancak ilginç bir şekilde, kelimeler ağzımdan dökülmeye devam ediyordu: “Ama bugün ağlamaktan perişan olan o kızı unutma. Ben kovalamamış olsaydım kasabadan çıkmadan önce çerez niyetine birkaç kişiyi daha öldürmeye niyetlenen haydutu unutma.” Shin’İchi de, bu yaşlı adam da sürekli yoluma çıkıp durmuşlardı. Ancak sözlerim yalnızca planlarımın baltalanmasına karşı duyduğum hislerden kaynaklanmıyordu. “Kasabanın girişindeki yanan tarlaları unutma. Canları sıkılınca vergileri ikiye katlamaya karar veren, yalnızca gözdağı vermek için cinayet işlemekten çekinmeyen haydutlara boyun eğdiğini unutma.” Sağ işaret parmağımı kaldırıp adamın yüzüne doğru tuttum: “Sen, kimsin bilmiyorum. Yaşlı ve bilge bir adamsın belki de. Ancak insanların şartlar ne olursa olsun mücadele etmeye devam etmeleri gerektiğini unutmuşsun. Önlenebilir bir savaş mı? Önleyebildiğin bir şey var mı ki bunu önleyebilesin?” Uzun, çok uzun bir süredir içimde biriken hislerin dışa vurumu muydu bunlar? Kendimle mi hesaplaşıyordum bir yandan? Sakattım, defoluydum, ve on yıl sonra yürüyebilmek planlarım arasında yoktu. Çok uzun olmayan bir zaman önce kardeşimi ve senseimi kaybetmiştim. Benim suçumdu üstelik. Ancak bu halimle bile -öyle ya da böyle- “bir şeyler” için mücadele etmeyi sürdürüyordum. Bir amaca ulaşmak için yırtınıyordum adeta. "Sen dükkanında geberene kadar oturmaya ve bir şeyleri önlemeye devam et. Halk bir noktadan sonra dayanamayıp kontrolden çıkacak. İnsanoğlunu değiştiremezsin. Ve şuan veriyor olduğun bu karar yüzünden o an geldiğinde "gerçekten" önlenebilir bir şey olsa bile korkaklığın yüzünden seni dinleyen kimseyi bulamayacaksın." Sözlerim yalnızca planlarımın önünde engel oldukları için değildi. Yeni farkediyordum, öfkeliydim yaşlı adama karşı. Sözlerim bittikten sonra birkaç saniye boyunca daha baktım adamın gözlerine, ardından hiçbir şey demeden arkamı dönüp çıktım. Bugün uyuduğum koruluğa gidiyordum. Yarın, kasabaya geri dönecektim ve farklı bir gün olacaktı.
Out: Rp-in olarak anlattım ancak netleştirmek açısından yine de yazayım dedim. İkinci şıkkı seçiyorum.
Demirciden bahsetmişti yaşlı adam. Demirciye bunu yapabilenlerin önünde kimin durabileceğini soruyordu bana. İşin bilmediği yüzü ise oldukça acıydı. Gerçekten de, bu kadar soğukkanlı ve planlı bir cinayet işleyen “benim” önümde kim durabilirdi? Yalnızca kendilerince akıllı davranmaya çalışarak yer işgal ediyorlardı. Önce Shin’İchi, sonra da lanet olası amcası. Gerçekten de ailelerinde bir sıkıntı vardı bunların. Yaşlı adamın haklı oluşu, benim açımdan bir şeyi değiştirmezdi. Gerçekten de yalnızca çapa ve orak tutmayı bilen bir grup ateşli gencin acımasız katillere karşı bir şansı yoktu. Ancak yaşlı adam inatla işin içinde benim ve planlarımın olduğunu yoksaymakta kararlı görünüyordu. Onu ikna etmeye uğraşabilirdim, ancak ne işe yarardı ki? Her şeyin kaybedildiğine çoktan inanmıştı. Beni asıl meraka düşüren şey ise, yaşlı adamın son sözleri olmuştu. Bir süredir çalışmayan beynim, son cümleyle birlikte buhar çıkaracak kadar hızlı çalışmaya başlamıştı. “Onun sorumluluğu. Onun sorumluluğu mu? Bir kasabanın haydutlara vergi vermesinde yaşlı bir el işleme ustasının nasıl bir sorumluluğu olabilirdi? Yapılması gereken bir şeyi yapmamış? Nasıl? Savaşabilir miydi? Belki. Eski bir shinobi? Siyasi olarak güçlü bir figür?” Kafamda bu sorular hızlı hızlı dönerken, kendime sakinleşmek için birkaç saniye ayırdım. Bunu daha sonra, daha ayrıntılı olarak düşünebilirdim. Öncelikle yapmam gereken bir şey vardı.
Yavaş yavaş, ellerimle yerden destek alarak dikeldim ve yaşlı adamın gözlerine kenetledim gözlerimi. Yüzümde nasıl bir ifade vardı pek emin değildim. Ancak uzun süredir hissetmediğim bir şekilde hissediyordum kendimi. Kızgın mıydım? Herhangi bir duyguya sahip olduğumu sanmıyordum. Uzun süredir değildim en azından. Ancak bu normal değildi. Ve rol yapmıyordum. Sarfedeceğim sözlerin bir kısmında gerçek düşüncelerim bile vardı aslında. “Korkak.” diye mırıldandım. “Yaşlılıktan geberene kadar dükkanında otur ve kasaba halkının ölmesini izlemeye devam et.” Hayatımda bu kadar sert konuştuğumu hatırlamıyordum aslında. Ancak ilginç bir şekilde, kelimeler ağzımdan dökülmeye devam ediyordu: “Ama bugün ağlamaktan perişan olan o kızı unutma. Ben kovalamamış olsaydım kasabadan çıkmadan önce çerez niyetine birkaç kişiyi daha öldürmeye niyetlenen haydutu unutma.” Shin’İchi de, bu yaşlı adam da sürekli yoluma çıkıp durmuşlardı. Ancak sözlerim yalnızca planlarımın baltalanmasına karşı duyduğum hislerden kaynaklanmıyordu. “Kasabanın girişindeki yanan tarlaları unutma. Canları sıkılınca vergileri ikiye katlamaya karar veren, yalnızca gözdağı vermek için cinayet işlemekten çekinmeyen haydutlara boyun eğdiğini unutma.” Sağ işaret parmağımı kaldırıp adamın yüzüne doğru tuttum: “Sen, kimsin bilmiyorum. Yaşlı ve bilge bir adamsın belki de. Ancak insanların şartlar ne olursa olsun mücadele etmeye devam etmeleri gerektiğini unutmuşsun. Önlenebilir bir savaş mı? Önleyebildiğin bir şey var mı ki bunu önleyebilesin?” Uzun, çok uzun bir süredir içimde biriken hislerin dışa vurumu muydu bunlar? Kendimle mi hesaplaşıyordum bir yandan? Sakattım, defoluydum, ve on yıl sonra yürüyebilmek planlarım arasında yoktu. Çok uzun olmayan bir zaman önce kardeşimi ve senseimi kaybetmiştim. Benim suçumdu üstelik. Ancak bu halimle bile -öyle ya da böyle- “bir şeyler” için mücadele etmeyi sürdürüyordum. Bir amaca ulaşmak için yırtınıyordum adeta. "Sen dükkanında geberene kadar oturmaya ve bir şeyleri önlemeye devam et. Halk bir noktadan sonra dayanamayıp kontrolden çıkacak. İnsanoğlunu değiştiremezsin. Ve şuan veriyor olduğun bu karar yüzünden o an geldiğinde "gerçekten" önlenebilir bir şey olsa bile korkaklığın yüzünden seni dinleyen kimseyi bulamayacaksın." Sözlerim yalnızca planlarımın önünde engel oldukları için değildi. Yeni farkediyordum, öfkeliydim yaşlı adama karşı. Sözlerim bittikten sonra birkaç saniye boyunca daha baktım adamın gözlerine, ardından hiçbir şey demeden arkamı dönüp çıktım. Bugün uyuduğum koruluğa gidiyordum. Yarın, kasabaya geri dönecektim ve farklı bir gün olacaktı.
Out: Rp-in olarak anlattım ancak netleştirmek açısından yine de yazayım dedim. İkinci şıkkı seçiyorum.

- GM - Naruto
- Game Master
- Posts: 2811
- Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm
Re: [Komaeda Togami] İlk Adımlar
Nefretle kustuğun sözlerini beklemiyormuş yaşlı, bariz bir şekilde görebiliyorsun bunu. Her bir kelimenin ardından duruşu daha da sertleşiyor. Ellerini önünde birleştirmeyi bırakıyor ve dik bir duruşa geçiyor. "Yeter..." diyor sessizce, sen laflarını saydırıken. İki elini de yumruk yaptığını görüyorsun. Başını eğiyor biraz öne, lafların ise duvarı taşlayan çocuklar gibi sonsuz. "YETER!" diye bağırıyor en sonunda yaşlı, son sözlerinin son cümlelerini yutuyorsun bu hiddetlenmenin ardından, söyleyemiyorsun. Elemanın sana doğru bir adım atmış olduğunu farkediyorsun, ufak da olsa bir adım. Sıkılı yumrukları ise hareketsiz.
Bir "baba tokadı" yemene ramak kalmış, farkedebiliyorsun. Bir şey demeden çıkıyor ve koruluğa ilerliyorsun. Köy ise bıraktığın gibi, sessiz. Sakin mi? Bilinmez. Geldiğinden daha farklı bir hava var etrafta, çok farklı. Kapının önüne çıkıp yürürken dükkanın içerisinden bir tangırtı yükseliyor, devrilen malzemeler ve eşyalar. Ardından, kesiliyor.
Koruluğa dönüyorsun.
Bir "baba tokadı" yemene ramak kalmış, farkedebiliyorsun. Bir şey demeden çıkıyor ve koruluğa ilerliyorsun. Köy ise bıraktığın gibi, sessiz. Sakin mi? Bilinmez. Geldiğinden daha farklı bir hava var etrafta, çok farklı. Kapının önüne çıkıp yürürken dükkanın içerisinden bir tangırtı yükseliyor, devrilen malzemeler ve eşyalar. Ardından, kesiliyor.
Koruluğa dönüyorsun.
Off Topic
Bir sonraki konunda devam edeceğiz. Ödüllerini de eğer o konuda başka bir konuya bağlanmazsa, bitiminde alacaksın.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.