[Kurosawa Haru | Moriai Jouichirou] Çıngırak
- GM - Naruto
- Game Master
- Posts: 2811
- Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm
Re: [Kurosawa Haru | Moriai Jouichirou] Çıngırak
Haru, Ikku'ya yaklaşarak konuşmaya başlıyor. Ikku'nun bir gözü yatıştırmaya çalıştığı kalabalıkta, bir gözü Haru'da. Bir eliyle birini geri tutmaya çalışırken diğer eliyle Haru'ya dinliyorum dercesine bir hareket yapıyor. Yaşlı kadını gördüğünde ufak bir kilitlenme yaşamıyor değil ama devam ediyor rutinine. Kadını bırakıyor Joben'in odasına kadar çıkıyorsunuz. Odaya giriş yaptığınızda Joben masada oturur pozisyonda, panik halinde. Binaya giriş yaptığınız ANBU üyesi ise camın önünde dikilmekte. Kedi maskesi, uzunca bir saç. Ortalama 1.70 boylarında bir kadın. Sizi gördüğünde eli istemsizce sırtındaki katanaya uzanıyor, alınbantlarınızı görmesiyle birlikte ise elini indirmesi, selamlaması bir oluyor.
"İyi oldu geldiğiniz." Masasından hızla kalkarak, odanın yan duvarına dayanmış mızrağını alıyor ve geçiriyor sırtına. "Evlerinde dinlenen shinobilerden biri." Çıkışa doğru hareketleniyor. Çok bir tanım yapmıyor size. ANBU üyesi bakışlarıyla takip ediyor Joben'in çıkışını. O tamamlıyor. "Bilincini kaybetmiş gibi gördüğü herkese saldırıyor." Geriye doğru bir adım atıyor kadın. Cam ucuna çıktıktan sonra ayrılıyor odadan. Joben'i takip ediyorsunuz. "Bir bu eksikti amına koyayım." İkinci kata indiğinizde dinlenen iki shinobiyi de peşine takıyor Joben. Dışarıda kopan gürültüyü duyuyorsunuz.
"Öldürün şu karıyı !"
Joben adımlarını hızlandırıyor, yerleşke kapısını omzuyla açarak dalıyor dışarıya. Hemen ardından siz, sizin ardınızdan diğer iki shinobi. Ikku'yu görüyorsunuz. Az önce uzak tutmaya çalıştığı insanlar çevresini sarmış durumda. Yaklaşık 20-30 kişi. Ikku'nun sağ elinde bir kunai, sol elinde ise yaşlı kadının ensesi. İnsanlar saldırmak için bir adım ileriye atıyor, Ikku anında o tarafa dönüyor. Bu esnada taşlar, şişeler, tükürükler kadına uçuyor.
"Neyi biliyordun da anlatmadın lan !"
"Demiştim ben ! Fumihiro-san'ı torunu öldürdü sustu bu orospu da !"
Joben sırtına yerleştirdiği mızrağını hızla çıkarıyor. Size dönüyor bakışları. "Ne bok yediniz siz ?" Basıp gitmekle, kadını kurtarmak arasında bir noktada.
Jouichirou: Merdivenlerden inerken sendelemen, dengeni bozacak bir hal alıyor. Ancak durumun aciliyetiyle toparlanıyor, devam ediyorsun. Sen etkilere uyum sağladıkça, bir yenisi etkileniyor. Kalbin. Normalden birkaç kat daha hızlı atmaya başlıyor. Göğsünde bir ağrı hissediyorsun. Nefes alışların hızlanıyor, bu sıkışmayı dengelemeye çalışıyorsun. Sen yetiştikçe, hız bir üst basamağa doğru çıkıyor.
"İyi oldu geldiğiniz." Masasından hızla kalkarak, odanın yan duvarına dayanmış mızrağını alıyor ve geçiriyor sırtına. "Evlerinde dinlenen shinobilerden biri." Çıkışa doğru hareketleniyor. Çok bir tanım yapmıyor size. ANBU üyesi bakışlarıyla takip ediyor Joben'in çıkışını. O tamamlıyor. "Bilincini kaybetmiş gibi gördüğü herkese saldırıyor." Geriye doğru bir adım atıyor kadın. Cam ucuna çıktıktan sonra ayrılıyor odadan. Joben'i takip ediyorsunuz. "Bir bu eksikti amına koyayım." İkinci kata indiğinizde dinlenen iki shinobiyi de peşine takıyor Joben. Dışarıda kopan gürültüyü duyuyorsunuz.
"Öldürün şu karıyı !"
Joben adımlarını hızlandırıyor, yerleşke kapısını omzuyla açarak dalıyor dışarıya. Hemen ardından siz, sizin ardınızdan diğer iki shinobi. Ikku'yu görüyorsunuz. Az önce uzak tutmaya çalıştığı insanlar çevresini sarmış durumda. Yaklaşık 20-30 kişi. Ikku'nun sağ elinde bir kunai, sol elinde ise yaşlı kadının ensesi. İnsanlar saldırmak için bir adım ileriye atıyor, Ikku anında o tarafa dönüyor. Bu esnada taşlar, şişeler, tükürükler kadına uçuyor.
"Neyi biliyordun da anlatmadın lan !"
"Demiştim ben ! Fumihiro-san'ı torunu öldürdü sustu bu orospu da !"
Joben sırtına yerleştirdiği mızrağını hızla çıkarıyor. Size dönüyor bakışları. "Ne bok yediniz siz ?" Basıp gitmekle, kadını kurtarmak arasında bir noktada.
Jouichirou: Merdivenlerden inerken sendelemen, dengeni bozacak bir hal alıyor. Ancak durumun aciliyetiyle toparlanıyor, devam ediyorsun. Sen etkilere uyum sağladıkça, bir yenisi etkileniyor. Kalbin. Normalden birkaç kat daha hızlı atmaya başlıyor. Göğsünde bir ağrı hissediyorsun. Nefes alışların hızlanıyor, bu sıkışmayı dengelemeye çalışıyorsun. Sen yetiştikçe, hız bir üst basamağa doğru çıkıyor.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
- Kurosawa Haru
- Kusagakure
- Posts: 340
- Joined: October 12th, 2018, 9:09 pm
Re: [Kurosawa Haru | Moriai Jouichirou] Çıngırak
Kötü zamanlar yaşandığı belliydi, fakat kimse iki Kusagakure Shinobi'sine düzgün bir açıklama yapmıyordu. Yaşananlar çok hızlı gelişiyor, görmek ve algılamak zorlaşıyordu. İçeri girdikleri zaman Çiy onları selamlamıştı. Haru da selamladı, maskenin ardındaki kişiyi tanıyıp tanıdığını bilmeden "Ben Haru." dedi, muhtemelen tanıyordu. İçeri girdikleri zaman bir durumdan bahsedilmişti. Cümleleri anlamadı, fakat kafasında birleştirdi ipek kız. Evinde dinlenen bir shinobi çıldırmış gibi etrafa saldırıyormuş. "Evet!" dedi Haru. Ne olduğunu gayet iyi bildiğini düşünüyordu. "Yaşlı kadının evinde bir kadının yeteneği, bize yapmayı istediğimiz şeylerin tam tersini yaptırıyordu. Haberiniz olsun." Konuşmayı fazla uzatmadı Haru, dışarıda kopan rüzgarın farkındaydı. Ama bu bilgi fazlasıyla hayati bir bilgiydi. Bunu mutlaka aktarmak zorundaydı Haru. Daha fazla can kaybedilmemesi için elinden geleni yapmalıydı. Dışarıdaki rüzgar da yıkıcı bir fırtınaya dönüşmeden önce kontrol altına alınmalıydı.
Haru düşündü, kalabalığı yatıştırmaya çalışmak için birkaç söz kurmaya uğraştı. Cümleleri bir araya getirdiğinden ortaya çıkan şeyin kalabalığı sinirlendirebileceğine inanıyordu. Kalabalık yaşlı kadını suçluyordu, ve Haru'ya göre bu konuda haksız değillerdi. Kadının bu köy için yapabileceği onlarca şey vardı, yaptığı hata genç Shinobi'lerin hayatına mal olabileceği için Haru kadına kızgındı. Ama bu kadının ölmesi gerektiği anlamına gelmiyordu.
Haru silik biriydi, bunu etrafındaki insanların onu fark etmemesinden, yok saymasından anlayabilirdi. Haru savaş alanının insanıydı, kalabalıklar onu sinirlendirebilir, çekindirirdi. Kalabalıkların hakkından gelinmesi gerekseydi Haru aranan kişi olurdu. Belki Jouichirou kalabalığı yatıştırabilir, onları sakinleştirebilirdi. Haru'nun söyleyebileceği herhangi bir yanlış söz, kalabalıkları alevlendirebilirdi."Sen iyisin, değil mi?" dedi Jouichirou'ya, gümüş saçlı kız. "Bence bu kalabalıkla sen ilgilenmelisin." Ardından Joben'a dönüp: "Sizinle gelebilirim. O burada kalsın. Yardıma ihtiyacı olabilir. Onun bugün savaş alanında olmaması gerektiğini düşünüyorum. Biz yapılması gerekeni yaptık."
Haru düşündü, kalabalığı yatıştırmaya çalışmak için birkaç söz kurmaya uğraştı. Cümleleri bir araya getirdiğinden ortaya çıkan şeyin kalabalığı sinirlendirebileceğine inanıyordu. Kalabalık yaşlı kadını suçluyordu, ve Haru'ya göre bu konuda haksız değillerdi. Kadının bu köy için yapabileceği onlarca şey vardı, yaptığı hata genç Shinobi'lerin hayatına mal olabileceği için Haru kadına kızgındı. Ama bu kadının ölmesi gerektiği anlamına gelmiyordu.
Haru silik biriydi, bunu etrafındaki insanların onu fark etmemesinden, yok saymasından anlayabilirdi. Haru savaş alanının insanıydı, kalabalıklar onu sinirlendirebilir, çekindirirdi. Kalabalıkların hakkından gelinmesi gerekseydi Haru aranan kişi olurdu. Belki Jouichirou kalabalığı yatıştırabilir, onları sakinleştirebilirdi. Haru'nun söyleyebileceği herhangi bir yanlış söz, kalabalıkları alevlendirebilirdi."Sen iyisin, değil mi?" dedi Jouichirou'ya, gümüş saçlı kız. "Bence bu kalabalıkla sen ilgilenmelisin." Ardından Joben'a dönüp: "Sizinle gelebilirim. O burada kalsın. Yardıma ihtiyacı olabilir. Onun bugün savaş alanında olmaması gerektiğini düşünüyorum. Biz yapılması gerekeni yaptık."
- Moriai Jouichirou
- Posts: 72
- Joined: October 16th, 2018, 8:58 pm
Re: [Kurosawa Haru | Moriai Jouichirou] Çıngırak
Yaşlı teyzeyi kapıdaki görevli shinobiye teslim ederlerken, şu an yaptıklarını bile tam anlamıyla beceremeyen shinobinin çok uzun zaman geçmeden profesyonelliğini kaybedeceği suratındaki ifadeden belli ediyordu kendini. Fakat Jouichirou çok da fazla düşünecek gibi hissetmiyordu kendisini. Her geçen dakikada zehrin vücudundaki etkileri kendini daha da ileriye çıkarıyordu. Zehir midesinde bir yerlerde belki de daha bağırsaklarında kanına karışmaya devam ediyordu ve dalga dalga etkisini arttırıyordu. Midesindeki yanma ve vücudundaki halsizlik merdivenleri çıkarken sendelemesine sebep olmuştu. Olayların içinde kalıp, kontrolü tamamen kontrol edebileceğini ve bunun tehlikeli olmaya başladığını düşünüyordu ama verilmiş kararların geriye dönüşünün olmadığının bilincindeydi.
İçtiği zehrin vücudunda yarattığı etkileri deneyimlemek kendi kararıydı ve bu karardan pişman değildi. Yaptığı çıkarımları test etmesinin en kolay yolu buydu ve yapmıştı da. Şu an not defterini çıkarıp bir şeyler not almak için can atıyordu fakat hem biraz sonra ne ile karşılaşacaklarını bilmiyordu hem de odağını olabildiğince ayık kalmak için harcıyordu. Ellerinin not defterini durduğu yerden çıkarmak, parmaklarının ise kalem tutmak için mecali yok gibi hissediyordu.
Merdivenleri sona erdirip Joben'in olduğu yere geldiklerinde gözlerini camın önünde duran kedi maskeli ANBU'ya dikti. Maskenin arkasındakinin kim olduğunu bilememenin verdiği merak, içindeki öğrenme arzusu harekete geçmişti. Her ne kadar nöronları arasında çılgınca bir akım dolaşmaya başlamış olsa da, kendi köyünden olan bir ANBU'nun maskesinin altındaki kişiyi öğrenmek için herhangi bir şey yapmaması gerektiğini biliyordu. Hele ki biraz evvel sırf ne olacağını merak etti diye zehir içtiğini düşündüğünde, ANBU merağından uzaklaşmıştı. Konuşmaların tümünü Haru'ya bırakacaktı, şimdilik izleyici olarak kalıp pek bir müdahalede bulunmaması gerektiğini düşünüyordu. "Bilincini kaybetmiş gibi gördüğü herkese saldırıyor". Teyzenin evindeki kadınla bağlantılı bir olayın içine çekiliyorlardı. Haru gerekli açıklamayı yapmış olsa da kristaller hakkında hiçbir şey söylememişti. Jouichirou elini çantasına götürdü, bir parça kristal çıkardı. "Haru'nun bahsettiği kişi, bunun gibi yüzlerce parçaya ayrıldıktan sonra kayboldu. Bir çeşit kristal." dedi ve kristali Joben'in tutabileceği şekilde ona doğru fırlattı.
Güp güp.
Odadaki konuşma bittiğinde Jouichirou'nun kalp atışı kulaklarında yankılandı. Kalp atışlarındaki ritm bozulmuştu. Dışarıya olabildiğince az mimik göstermeye çalışarak merdivenlerden inmeye başladı. Kendini sakinleştirmeye çalıştıkça, kalp atışları daha da hızlanıyordu. Nefes alıp verişlerini kontrol edemez hale gelmişti. Böyle devam ederse çok uzun sürmeden bayılabilirdi. Bir yandan zehrin etkisinin nereye kadar ilerleyeceğini merak ediyordu, diğer çözmeleri gereken bir durum olduğunun farkındaydı. Dışarıdaki bağrışmalar, yerleşkenin kapısında yükselen bir grafikle artarak içeriye taşıyordu. Joben yerleşkenin kapısını açtığında gördükleri manzara hiç iç açıcı değildi. Kapıdaki görevli shinobi eline kunai almış ve ucunu kızgın kalabalığa yönlendirmişti.
"Ne bok yediniz siz ?"
Haru konuşmaya girmeseydi Jouichirou için diyebilecek pek bir şey yoktu. Kararında haklıydı, Jouichirou savaşacak durumda değildi. Kalp atışları kulaklarında ve boğazında yankılanıyordu. Teyzeyi bu kalabalıktan kurtarıp, yerleşkede bir süre dinlenmeye ihtiyacı vardı. "Siz gidin." dedi sadece. Bayılacak gibi hissediyor olsa bile, dışarıdan görünen Jouichirou sakinliğini bozmamaya çalışıyordu. Yaşlı teyzeyi görevli shinobinin ellerinden aldıktan sonra kalabalığa doğru döndü ve sesini yükselterek "Bu kadın kanunlar önünde yargılanana kadar suçsuzdur!" diye bağırdı. Elini mi mührü yapacak şekle getirdi. Hanasaku no jutsu yapıp ortalığı siyah ve mor renkteki kiraz yapraklarıyla kapatacaktı. Bu şekilde teyzeyi yerleşkenin içine çekecekti. Kalabalığın dikkatini dağıtmazsa, yaşlı teyzeye bir şey yapabileceklerini düşünüyordu.
İçtiği zehrin vücudunda yarattığı etkileri deneyimlemek kendi kararıydı ve bu karardan pişman değildi. Yaptığı çıkarımları test etmesinin en kolay yolu buydu ve yapmıştı da. Şu an not defterini çıkarıp bir şeyler not almak için can atıyordu fakat hem biraz sonra ne ile karşılaşacaklarını bilmiyordu hem de odağını olabildiğince ayık kalmak için harcıyordu. Ellerinin not defterini durduğu yerden çıkarmak, parmaklarının ise kalem tutmak için mecali yok gibi hissediyordu.
Merdivenleri sona erdirip Joben'in olduğu yere geldiklerinde gözlerini camın önünde duran kedi maskeli ANBU'ya dikti. Maskenin arkasındakinin kim olduğunu bilememenin verdiği merak, içindeki öğrenme arzusu harekete geçmişti. Her ne kadar nöronları arasında çılgınca bir akım dolaşmaya başlamış olsa da, kendi köyünden olan bir ANBU'nun maskesinin altındaki kişiyi öğrenmek için herhangi bir şey yapmaması gerektiğini biliyordu. Hele ki biraz evvel sırf ne olacağını merak etti diye zehir içtiğini düşündüğünde, ANBU merağından uzaklaşmıştı. Konuşmaların tümünü Haru'ya bırakacaktı, şimdilik izleyici olarak kalıp pek bir müdahalede bulunmaması gerektiğini düşünüyordu. "Bilincini kaybetmiş gibi gördüğü herkese saldırıyor". Teyzenin evindeki kadınla bağlantılı bir olayın içine çekiliyorlardı. Haru gerekli açıklamayı yapmış olsa da kristaller hakkında hiçbir şey söylememişti. Jouichirou elini çantasına götürdü, bir parça kristal çıkardı. "Haru'nun bahsettiği kişi, bunun gibi yüzlerce parçaya ayrıldıktan sonra kayboldu. Bir çeşit kristal." dedi ve kristali Joben'in tutabileceği şekilde ona doğru fırlattı.
Güp güp.
Odadaki konuşma bittiğinde Jouichirou'nun kalp atışı kulaklarında yankılandı. Kalp atışlarındaki ritm bozulmuştu. Dışarıya olabildiğince az mimik göstermeye çalışarak merdivenlerden inmeye başladı. Kendini sakinleştirmeye çalıştıkça, kalp atışları daha da hızlanıyordu. Nefes alıp verişlerini kontrol edemez hale gelmişti. Böyle devam ederse çok uzun sürmeden bayılabilirdi. Bir yandan zehrin etkisinin nereye kadar ilerleyeceğini merak ediyordu, diğer çözmeleri gereken bir durum olduğunun farkındaydı. Dışarıdaki bağrışmalar, yerleşkenin kapısında yükselen bir grafikle artarak içeriye taşıyordu. Joben yerleşkenin kapısını açtığında gördükleri manzara hiç iç açıcı değildi. Kapıdaki görevli shinobi eline kunai almış ve ucunu kızgın kalabalığa yönlendirmişti.
"Ne bok yediniz siz ?"
Haru konuşmaya girmeseydi Jouichirou için diyebilecek pek bir şey yoktu. Kararında haklıydı, Jouichirou savaşacak durumda değildi. Kalp atışları kulaklarında ve boğazında yankılanıyordu. Teyzeyi bu kalabalıktan kurtarıp, yerleşkede bir süre dinlenmeye ihtiyacı vardı. "Siz gidin." dedi sadece. Bayılacak gibi hissediyor olsa bile, dışarıdan görünen Jouichirou sakinliğini bozmamaya çalışıyordu. Yaşlı teyzeyi görevli shinobinin ellerinden aldıktan sonra kalabalığa doğru döndü ve sesini yükselterek "Bu kadın kanunlar önünde yargılanana kadar suçsuzdur!" diye bağırdı. Elini mi mührü yapacak şekle getirdi. Hanasaku no jutsu yapıp ortalığı siyah ve mor renkteki kiraz yapraklarıyla kapatacaktı. Bu şekilde teyzeyi yerleşkenin içine çekecekti. Kalabalığın dikkatini dağıtmazsa, yaşlı teyzeye bir şey yapabileceklerini düşünüyordu.

- GM - Naruto
- Game Master
- Posts: 2811
- Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm
Re: [Kurosawa Haru | Moriai Jouichirou] Çıngırak
"Yapılması gerekeni yapmış." Joben'in sinirli söylenmesi kalabalığın bağrışları arasında kayboluyor. Eliyle, peşinizden gelen iki shinobiyi işaret ediyor. "Kalın burada. Yapılması gerekeni yapın." Haru'ya bakarak söylediği sözler sonucunda iki shinobi kunailerini ellerine alarak temkinli bir şekilde kalabalığa yaklaşıyor.
Haru: Joben iki shinobiyi görevlendirtikten sonra eliyle gelmeni işaret ediyor. En yakınınızdaki çatıya sıçrayarak ilerlemeye başlıyorsunuz. Rotanız, kadını alıkoyduğunuz taraflara yönelik. Joben'in ilk geldiğinizde yaptığı tanımlar geliyor aklına. Ölen shinobinin evi. Daha doğrusu shinobilerin topluca kaldığı konutlar.
Yerleşkeden uzaklaştıkça çatılardan gördüğün halkın endişeli bakışlarını görebiliyorsun. Meydandan geçiyorsunuz. Tezgahlarla, insanlarla dolu meydan birkaç shinobi tarafından boşaltılıyor. Çoğu insan ne olduğundan habersiz ancak festival arefesinde yerleşke shinobilerinin bu hareketleri bir tersliğin döndüğünü anlamalarına yetiyor.
Kasap dükkanını geçiyor, rotanızı biraz daha sola çeviriyor, çatılardan kopmuyorsunuz. Sokaklar insanlardan arınıyor, birkaç köşede nöbet tutan shinobi ile karşılaşıyorsunuz. Hepsinin odağı da shinobi konutları oluyor.
Yaklaşık üç katlı bir bina görüyorsun. Bina düz katlardan ziyade, merdivensi bir yapıya sahip. İlk katta tahminen 9 daire bulunmakta. İkinci katta 6 daire, üçüncü katta 3. İkinci katın çatısında dört kişinin silüetini görüyorsun. Işıkta parlayan bir cisim görüyorsun. Uzaktan anlam veremiyorsun.
Çatılar sonlandığında, toprak zemine iniyor, shinobi konutlarını saran açıklığa varıyorsunuz. Konutlar, kasabanın sınır çizgisinden yaklaşık 300-400 metre dışarıda kalıyor. Joben ile zemine inişinizle birlikte, size bilgi veren ANBU üyesi de yanınıza geliyor. Yaklaşıyor ve ikinci kata bakıyorsunuz.
İki Kusa shinobisi. Birisi, bir kadının boğazına kunai dayamış, konutların ön tarafına doğru çevirmiş. Kadının boğazını sarmaladığı kolu fazlasıyla sıkı. Kadın yaklaşık 25-30 yaşlarında. Siyah saçları, beyaz teniyle hoş bir kadın. "Joha-san." Joben titrek sesiyle birlikte silahına sarılıyor. Diğer Kusa shinobisi, kadını esir almış olanın 5-6 adım yanında. Bu shinobinin hemen önünde ise zeminden çıkmış kristal bir kazık görüyorsunuz. Kazık 2 metre kadar göğe uzanıyor, uç noktası ise bir ANBU üyesinin göğsünü delip geçmiş durumda.
Kusa shinobilerinde dikkatini çeken birkaç farklılık bulunuyor. Hafif kızarmış tenleri, kararmış gözleriyle anormal bir görüntüye sahipler. Özellikle kristal kazığın yanında duranın fiziksel olarak büyüdüğünü, yırtılan kıyafetlerinden anlayabiliyorsun.
Üçüncü katta ise, çatının köşesine oturmuş bir kadın görüyorsun. Kasabın evinde karşılaştığınız. Sakin bir şekilde sizi ve ikinci kattaki durumu izliyor. "Bahsettiğiniz kadın bu mu ?" Joben yavaş adımlarla binaya yaklaşıyor. Joben bir sorudan ziyade, içten içe kendini onaylıyor. "Siz hanımefendi, bir süre gözden kaybolun." Kafasını hafifçe yana çevirerek konuşuyor ANBU üyesine. Kadın ölü görev arkadaşını izlerken, gelen emir doğrultusunda tereddüt dahi etmeden kayboluyor gözden.
"Kristal kadın için bilmem gereken farklı birşey var mı ? Ölmek istersem yaşayacak mıyım şimdi ? " Mızrağını sırtındaki mekanizmaya geçirdikten sonra ilerleyişine devam ediyor. Binadan yaklaşık 200 metre uzaktasınız.
Jouichirou Kalabalığın içine giriyorsun. Halsizliğin, adımlarındaki dengesizlik artıyor. Üzerine kalabalık içinde rahat rahat alamadığın nefes gözlerinin ara ara kapanmasına neden oluyor. Kalabalığı yararak Ikku'nun yanına kadar varıyorsun. Seninle birlikte, Joben'in burada bıraktığı iki shinobi de farklı noktalardan giriş yapıyor. Kadını almak için yelteniyorsun. Ikku kalabalığa o kadar odaklı ki, kadını bırakmak için hamle yapamıyor. Sende çekip alacak gücü bulamıyorsun kendinde. Chakrana uzanıyor, şekillendirmeye çalışıyorsun. Kalp atışların biraz daha hızlanıyor. Chakranı yoğuramıyor, şekillendiremiyorsun. Üzerine chakranı hareketlendirdiğin her anda, vücudun sanki ekstra bir efor sarfediyor, ekstra yoruluyor. Shinobiler kadını çevreleyip, ufak adımlarla yerleşkeye doğru kerkiniyor. Nefes almakta güçlük çekiyor, dizlerinin üzerine çöküyorsun. Kalabalık seni aşıp yerleşke kapılarına dek ilerliyor.
Nefeslerini düzenlemeye çalışıyorsun, Kalp atışını sanki zihninle durdurabilecekmişsin gibi kaygılanıyorsun. Bir fayda etmiyor. Kalabalık sanki kapıyı yarıp geçebilecekmiş gibi, yerleşke kapısını yumrukluyor. Kadının güvende olduğunu, içeriye sokabildiklerini görüyorsun. Görüşün bulanıklaşıyor, sabah yediğin şeyleri kusup atıyorsun.
Birkaç dakika kalıyorsun zeminde. Ayağa kalkıp hareket edebilecek enerjin var ancak sanki ayağa kalksan herşey ters gidecek gibi. Bir el. Ufak, tombul. Omzundan tutarak başını kaldırmanı sağlıyor. 16-17 yaşlarına, genç bir shinobi. "İ-içeri girecektim... İnsanlar..." Yerleşke kapısına bakıyor kaygılı gözlerle. "Siz.. Siz iyi misini ? " Kaygılı gözleri bu sefer senin için çevriliyor. "B-Biri su kanallarına girmeye çalışıyor. Büyük, kırmızı tenli. A-arkadaşlarım dövüşüyor ama... Lütfen."
Haru: Joben iki shinobiyi görevlendirtikten sonra eliyle gelmeni işaret ediyor. En yakınınızdaki çatıya sıçrayarak ilerlemeye başlıyorsunuz. Rotanız, kadını alıkoyduğunuz taraflara yönelik. Joben'in ilk geldiğinizde yaptığı tanımlar geliyor aklına. Ölen shinobinin evi. Daha doğrusu shinobilerin topluca kaldığı konutlar.
Yerleşkeden uzaklaştıkça çatılardan gördüğün halkın endişeli bakışlarını görebiliyorsun. Meydandan geçiyorsunuz. Tezgahlarla, insanlarla dolu meydan birkaç shinobi tarafından boşaltılıyor. Çoğu insan ne olduğundan habersiz ancak festival arefesinde yerleşke shinobilerinin bu hareketleri bir tersliğin döndüğünü anlamalarına yetiyor.
Kasap dükkanını geçiyor, rotanızı biraz daha sola çeviriyor, çatılardan kopmuyorsunuz. Sokaklar insanlardan arınıyor, birkaç köşede nöbet tutan shinobi ile karşılaşıyorsunuz. Hepsinin odağı da shinobi konutları oluyor.
Yaklaşık üç katlı bir bina görüyorsun. Bina düz katlardan ziyade, merdivensi bir yapıya sahip. İlk katta tahminen 9 daire bulunmakta. İkinci katta 6 daire, üçüncü katta 3. İkinci katın çatısında dört kişinin silüetini görüyorsun. Işıkta parlayan bir cisim görüyorsun. Uzaktan anlam veremiyorsun.
Çatılar sonlandığında, toprak zemine iniyor, shinobi konutlarını saran açıklığa varıyorsunuz. Konutlar, kasabanın sınır çizgisinden yaklaşık 300-400 metre dışarıda kalıyor. Joben ile zemine inişinizle birlikte, size bilgi veren ANBU üyesi de yanınıza geliyor. Yaklaşıyor ve ikinci kata bakıyorsunuz.
İki Kusa shinobisi. Birisi, bir kadının boğazına kunai dayamış, konutların ön tarafına doğru çevirmiş. Kadının boğazını sarmaladığı kolu fazlasıyla sıkı. Kadın yaklaşık 25-30 yaşlarında. Siyah saçları, beyaz teniyle hoş bir kadın. "Joha-san." Joben titrek sesiyle birlikte silahına sarılıyor. Diğer Kusa shinobisi, kadını esir almış olanın 5-6 adım yanında. Bu shinobinin hemen önünde ise zeminden çıkmış kristal bir kazık görüyorsunuz. Kazık 2 metre kadar göğe uzanıyor, uç noktası ise bir ANBU üyesinin göğsünü delip geçmiş durumda.
Kusa shinobilerinde dikkatini çeken birkaç farklılık bulunuyor. Hafif kızarmış tenleri, kararmış gözleriyle anormal bir görüntüye sahipler. Özellikle kristal kazığın yanında duranın fiziksel olarak büyüdüğünü, yırtılan kıyafetlerinden anlayabiliyorsun.
Üçüncü katta ise, çatının köşesine oturmuş bir kadın görüyorsun. Kasabın evinde karşılaştığınız. Sakin bir şekilde sizi ve ikinci kattaki durumu izliyor. "Bahsettiğiniz kadın bu mu ?" Joben yavaş adımlarla binaya yaklaşıyor. Joben bir sorudan ziyade, içten içe kendini onaylıyor. "Siz hanımefendi, bir süre gözden kaybolun." Kafasını hafifçe yana çevirerek konuşuyor ANBU üyesine. Kadın ölü görev arkadaşını izlerken, gelen emir doğrultusunda tereddüt dahi etmeden kayboluyor gözden.
"Kristal kadın için bilmem gereken farklı birşey var mı ? Ölmek istersem yaşayacak mıyım şimdi ? " Mızrağını sırtındaki mekanizmaya geçirdikten sonra ilerleyişine devam ediyor. Binadan yaklaşık 200 metre uzaktasınız.
Jouichirou Kalabalığın içine giriyorsun. Halsizliğin, adımlarındaki dengesizlik artıyor. Üzerine kalabalık içinde rahat rahat alamadığın nefes gözlerinin ara ara kapanmasına neden oluyor. Kalabalığı yararak Ikku'nun yanına kadar varıyorsun. Seninle birlikte, Joben'in burada bıraktığı iki shinobi de farklı noktalardan giriş yapıyor. Kadını almak için yelteniyorsun. Ikku kalabalığa o kadar odaklı ki, kadını bırakmak için hamle yapamıyor. Sende çekip alacak gücü bulamıyorsun kendinde. Chakrana uzanıyor, şekillendirmeye çalışıyorsun. Kalp atışların biraz daha hızlanıyor. Chakranı yoğuramıyor, şekillendiremiyorsun. Üzerine chakranı hareketlendirdiğin her anda, vücudun sanki ekstra bir efor sarfediyor, ekstra yoruluyor. Shinobiler kadını çevreleyip, ufak adımlarla yerleşkeye doğru kerkiniyor. Nefes almakta güçlük çekiyor, dizlerinin üzerine çöküyorsun. Kalabalık seni aşıp yerleşke kapılarına dek ilerliyor.
Nefeslerini düzenlemeye çalışıyorsun, Kalp atışını sanki zihninle durdurabilecekmişsin gibi kaygılanıyorsun. Bir fayda etmiyor. Kalabalık sanki kapıyı yarıp geçebilecekmiş gibi, yerleşke kapısını yumrukluyor. Kadının güvende olduğunu, içeriye sokabildiklerini görüyorsun. Görüşün bulanıklaşıyor, sabah yediğin şeyleri kusup atıyorsun.
Birkaç dakika kalıyorsun zeminde. Ayağa kalkıp hareket edebilecek enerjin var ancak sanki ayağa kalksan herşey ters gidecek gibi. Bir el. Ufak, tombul. Omzundan tutarak başını kaldırmanı sağlıyor. 16-17 yaşlarına, genç bir shinobi. "İ-içeri girecektim... İnsanlar..." Yerleşke kapısına bakıyor kaygılı gözlerle. "Siz.. Siz iyi misini ? " Kaygılı gözleri bu sefer senin için çevriliyor. "B-Biri su kanallarına girmeye çalışıyor. Büyük, kırmızı tenli. A-arkadaşlarım dövüşüyor ama... Lütfen."
Off Topic
Pasiflik kayıtsız şartsız 24 saate indirilmiştir. Yardıralım, bitirelim. Daha cenazemiz var.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
- Kurosawa Haru
- Kusagakure
- Posts: 340
- Joined: October 12th, 2018, 9:09 pm
Re: [Kurosawa Haru | Moriai Jouichirou] Çıngırak
Joben'in tripli kızvari laflarını duymazdan gelmeye çalışırken Haru, bir yandan da kalabalık hakkında ne yapamayacağını düşünüyordu. Bulunduğu durum kesinlikle Haru'ya göre bir yer değildi. Öfkeli kalabalık, neden öfkeli olduklarını anlayamasa da, sakinleştirilebilirlerdi. Sadece, Haru'nun işi değildi. Haru, Joben'i takip edecekti, çünkü yapmayı bildiği hünerleri gösterebileceği yerlere götürecekti onu Joben. Bazı çiçekler belli ortamlarda açamaz saklanırlar. Kalabalıklar onun hoşuna gitmez, kabuğuna geri girmesini istetirlerdi. Narin orkide Haru, Joben'in hareketiyle gitme zamanının geldiğini fark etti ve onu takip etmeye başladı. En yakın çatıya sıçradı ve hızla, uzaklaştı; Jouichirou'yu ikinci kez yalnız bıraktı, bu kez ahbabını kötü durumda bıraktığının da farkındaydı. Aptal Jouichirou'nun zehirden ufak bir yudum aldıktan sonra hiç konuşmaması, hareketlerindeki minik aksaklıklar zehrin ona çok da iyi gelmediğinin kanıtıydı. Başına gelecek şeylerin tek sorumlusu Jouichirou'nun kendisiydi. Haru, yine de yeni dostunu böyle sersemce bir sebepten dolayı kaybetme duygusunu yaşamak istemiyordu.
Kafası karışık, endişeli insanların bakışlarını başarıyla görmezden gelip empati kurmaktan sonuna kadar kaçınıyordu Haru. İnsanların ne düşündüğü hakkında hiçbir şey umursamıyordu. Umursamaya başladığı anda bu düşüncelerin onu yavaşlatacağına inanıyordu. Yapılması gereken şeyler yapılıyordu şu an, o kadar. Yapılması gereken şeylerin bir parçası olduğu için memnundu Haru, fakat yine de bu buraya gelme amaçlarında bir arpa boyu ilerleyemedikleri gerçeğini değiştirmiyordu. İçindeki huzursuzluk git gide büyüyordu. Her saniyenin geçişinde Haru, omuzlarındaki yükün büyüdüğünü hissediyordu. Göğsünde hissettiği buhran bedenine fazla gelmeye başlamıştı. Şu ana kadar yaşanan hiçbir şeyde bir parmağı olmadığını bilmek, Haru'nun hayat görüşüne ters kalıyordu. Haru halleden, düzelten, değiştirendir; Fakat bu kasabaya adım attığından beri eline geçen tek şey birkaç kristal parçası olmuştu.
İlerledikçe, koştukça, zıpladıkça düşünceleri karmakarışıklaşıp dünyasını boğuyor, nefes almasını güçleştiriyordu. Kafasını salladı narin kız, düşüncelerden, bir köpeğin tüylerini kurutmak için kendini sallaması gibi sallayarak kurtulabileceğini düşünerek. İşe yaramasa dahi bunu yapmış olmak onu ruhen rahatlatmış olmalı ki, düşüncelerden kurtulmuş gibi ileri bakmaya başladı. Oysa ki düşünceler beyninin her kıvrımında dolaşıyor, başarısızlığını bir tokat gibi suratına indiriyor ve öbür yanağını dönmesini rica ediyordu. Haru bu başarısızlık silsilesini küfesine koyup yoluna devam edebilecek bir hamal değildi. Narin zihni başarısızlıklara hazır değildi.
Işıkta parladığını gördüğü o cisme aldırmadan yoluna devam etti Haru. Şimdilik bununla alakalı aklına bir şey gelmesini istemiyor, dikkatini dağıtacağından çekiniyordu. Joben ile birlikte Kawakami Shinobilerinin yaşadıkları yere geldiler. Haru'nun aklı ise Jouichirou'da kalmıştı. Uzaktan gördükleri şey, Joha ismindeki bir kadının alıkonduğuydu. Evin içinde ise hoş olmayan şeyler yaşandığı belliydi. Biraz daha baktıkça Haru, gördüğü şeyin sadece hoş olmayanla sınırlı kalmayıp, insanüstü olduğunu da fark etti. İçerideki insanlar birkaç dakika içinde öyle çok kaslanmışlardı ki, kıyafetleri yırtılıp yeni bedenlerini kullanmaya başlamışlardı. Haru, ölü ANBU'yu gördü sonra, Bir ANBU bile bu kadar kolay öldürüldüyse, Haru'nun şansı neydi ki?
Harunun kendine güveni bir gün içinde öyle çok sarsılmıştı ki, kendini kanıtlaması gerektiği düşüncesi zihnine bir örtü gibi serilmiş, başka hiçbir düşüncenin gün yüzüne çıkmamasını sağlıyordu. "Evet..." dedi Joben'in sorusuna. Gördükleri kadın "Fumi." idi. "Belki de olay kadında değil, sadece kristaldedir. Baksanıza, ne hale gelmiş adamlar... Ölmek isteme konusuna gelecek olursak, o hissiyatı aldığınız zaman benim söyleyeceğim şeylerden çok daha etkili olduğunu göreceksiniz! Ayna etkisi gibi de olabilir, hemen intiharı düşünmeyin." dedi ve "Bence ikinci kattaki kristali parçalamakla işe başlayabiliriz. Önceliğimiz Shinobi'leri kurtarmak olmalı. Emirleriniz?" diye bitirip beklemeye koyuldu.
Kafası karışık, endişeli insanların bakışlarını başarıyla görmezden gelip empati kurmaktan sonuna kadar kaçınıyordu Haru. İnsanların ne düşündüğü hakkında hiçbir şey umursamıyordu. Umursamaya başladığı anda bu düşüncelerin onu yavaşlatacağına inanıyordu. Yapılması gereken şeyler yapılıyordu şu an, o kadar. Yapılması gereken şeylerin bir parçası olduğu için memnundu Haru, fakat yine de bu buraya gelme amaçlarında bir arpa boyu ilerleyemedikleri gerçeğini değiştirmiyordu. İçindeki huzursuzluk git gide büyüyordu. Her saniyenin geçişinde Haru, omuzlarındaki yükün büyüdüğünü hissediyordu. Göğsünde hissettiği buhran bedenine fazla gelmeye başlamıştı. Şu ana kadar yaşanan hiçbir şeyde bir parmağı olmadığını bilmek, Haru'nun hayat görüşüne ters kalıyordu. Haru halleden, düzelten, değiştirendir; Fakat bu kasabaya adım attığından beri eline geçen tek şey birkaç kristal parçası olmuştu.
İlerledikçe, koştukça, zıpladıkça düşünceleri karmakarışıklaşıp dünyasını boğuyor, nefes almasını güçleştiriyordu. Kafasını salladı narin kız, düşüncelerden, bir köpeğin tüylerini kurutmak için kendini sallaması gibi sallayarak kurtulabileceğini düşünerek. İşe yaramasa dahi bunu yapmış olmak onu ruhen rahatlatmış olmalı ki, düşüncelerden kurtulmuş gibi ileri bakmaya başladı. Oysa ki düşünceler beyninin her kıvrımında dolaşıyor, başarısızlığını bir tokat gibi suratına indiriyor ve öbür yanağını dönmesini rica ediyordu. Haru bu başarısızlık silsilesini küfesine koyup yoluna devam edebilecek bir hamal değildi. Narin zihni başarısızlıklara hazır değildi.
Işıkta parladığını gördüğü o cisme aldırmadan yoluna devam etti Haru. Şimdilik bununla alakalı aklına bir şey gelmesini istemiyor, dikkatini dağıtacağından çekiniyordu. Joben ile birlikte Kawakami Shinobilerinin yaşadıkları yere geldiler. Haru'nun aklı ise Jouichirou'da kalmıştı. Uzaktan gördükleri şey, Joha ismindeki bir kadının alıkonduğuydu. Evin içinde ise hoş olmayan şeyler yaşandığı belliydi. Biraz daha baktıkça Haru, gördüğü şeyin sadece hoş olmayanla sınırlı kalmayıp, insanüstü olduğunu da fark etti. İçerideki insanlar birkaç dakika içinde öyle çok kaslanmışlardı ki, kıyafetleri yırtılıp yeni bedenlerini kullanmaya başlamışlardı. Haru, ölü ANBU'yu gördü sonra, Bir ANBU bile bu kadar kolay öldürüldüyse, Haru'nun şansı neydi ki?
Harunun kendine güveni bir gün içinde öyle çok sarsılmıştı ki, kendini kanıtlaması gerektiği düşüncesi zihnine bir örtü gibi serilmiş, başka hiçbir düşüncenin gün yüzüne çıkmamasını sağlıyordu. "Evet..." dedi Joben'in sorusuna. Gördükleri kadın "Fumi." idi. "Belki de olay kadında değil, sadece kristaldedir. Baksanıza, ne hale gelmiş adamlar... Ölmek isteme konusuna gelecek olursak, o hissiyatı aldığınız zaman benim söyleyeceğim şeylerden çok daha etkili olduğunu göreceksiniz! Ayna etkisi gibi de olabilir, hemen intiharı düşünmeyin." dedi ve "Bence ikinci kattaki kristali parçalamakla işe başlayabiliriz. Önceliğimiz Shinobi'leri kurtarmak olmalı. Emirleriniz?" diye bitirip beklemeye koyuldu.
- Moriai Jouichirou
- Posts: 72
- Joined: October 16th, 2018, 8:58 pm
Re: [Kurosawa Haru | Moriai Jouichirou] Çıngırak
Adımlamaya çalışıyordu Jouichirou. Yaşlı teyzeyi, kızgın kalabalığın içinden çıkarmaya çalışıyordu. Fakat ne yaşlı teyzeyi tutabilmişti ne de kızgın kalabalığı. Akademiye yeni başlamış bir öğrenci kadar beceriksizce kontrol edememişti çakrasını. Nefes alıp verişleri kontrolünden çıkmış, kalp atışları ise iyice hızlanmıştı. Etrafı bulanık görmeye başlamıştı, insanların bağırışlarındaki kelimeler ise artık kulaklarına uğultu olarak geliyordu. Yolun sonu geliyordu, bu kalabalığın içinde sesini duyurmayı başaramazsa ne kasabayı ne de kendini kurtarabilirdi. Gözlerinin gördüğü görüntü beyninde doğru işlenmiyordu artık, kalabalık seviyesi Jouichirou'nun beyninde bir artıyor bir azalıyordu. Önce ellerini dizlerinin üstüne koydu, daha sonra dayanamayıp dizlerinin üstüne düştü. Yarı sindirilmiş kahvaltısı boğazından gerisin geriye yere yukarı doğru hareketlendi. Başını yerleşkeye doğru çevirdi, yaşlı kadını içeriye alabildiklerini gördü. Yaşlı kadın için sevinse de, kendisi sesini nasıl duyurabileceğini düşünüyordu sadece.
Ayağa kalkmak için kendinde güç aradığı anda omzuna bir el dokundu. Dokunanın kendini kurtarmaya gelen bir shinobi olduğunu düşünerek sevindi, oysa ki başını çevirdiğinde yardım isteyen bir surat ifadesine bürünmüş genç bir shinobiydi. "İ-içeri girecektim... İnsanlar... Siz.. Siz iyi misini ? B-Biri su kanallarına girmeye çalışıyor. Büyük, kırmızı tenli. A-arkadaşlarım dövüşüyor ama... Lütfen." Kurmuş olduğu felaket senaryoları gerçekleşiyordu. Kendisi hali hazırda zehrin etkisindeyken, aklına gelen tek şey insanların kullandığı suya zehir katılabileceği ihtimaliydi. Fakat Jouichirou şu an değil savaşmak, yürüyecek bir halde bile değildi. Yalnız bu çocuğu, diğer shinobileri uyarmak için kullanabilirdi.
Dizlerinin üstünde durur vaziyette elini çocuğun omzuna koydu ve onu kendisine doğru çekti. Jouichirou'nun dudakları çocuğun kulak hizasındaydı. Bu kalabalığın içinde çocuğa doğru aktarım yapabilmesinin tek yolu buydu. "Çabuk yerleşkeye gir ve Joben'in buraya bıraktığı iki shinobiyi bul. İster kapıdan, ister bacadan. Bu kasabada yaşayan insanların hayatı için içeriye gir ve onlara su kanallarına girmeye çalışan biri olduğunu ve bu kişinin muhtemelen oraya şu an benim de etkisi altında olduğum zehri yaymak için girmeye çalıştığını söyle." dedi kısa bir nefes alıp düşüncelerini toparladı. Kendisinin de zehir etkisi altında olduğunu söylediğinde çocuğun vereceği tepkiyi izledi ve "Evet, zehir. Ne duruyorsun, git ve beni de hastaneye götürebilecek birilerini bul." dedi. Jouichirou tekrar ayağa kalkıp bir anda bilincini kaybetmek istemiyordu. Olduğu şekilde duracak, kan dolaşımını hızlandıracak hiçbir şey yapmamaya dikkat edecekti. Hayatı genç bir shinobinin ellerindeydi.
Ayağa kalkmak için kendinde güç aradığı anda omzuna bir el dokundu. Dokunanın kendini kurtarmaya gelen bir shinobi olduğunu düşünerek sevindi, oysa ki başını çevirdiğinde yardım isteyen bir surat ifadesine bürünmüş genç bir shinobiydi. "İ-içeri girecektim... İnsanlar... Siz.. Siz iyi misini ? B-Biri su kanallarına girmeye çalışıyor. Büyük, kırmızı tenli. A-arkadaşlarım dövüşüyor ama... Lütfen." Kurmuş olduğu felaket senaryoları gerçekleşiyordu. Kendisi hali hazırda zehrin etkisindeyken, aklına gelen tek şey insanların kullandığı suya zehir katılabileceği ihtimaliydi. Fakat Jouichirou şu an değil savaşmak, yürüyecek bir halde bile değildi. Yalnız bu çocuğu, diğer shinobileri uyarmak için kullanabilirdi.
Dizlerinin üstünde durur vaziyette elini çocuğun omzuna koydu ve onu kendisine doğru çekti. Jouichirou'nun dudakları çocuğun kulak hizasındaydı. Bu kalabalığın içinde çocuğa doğru aktarım yapabilmesinin tek yolu buydu. "Çabuk yerleşkeye gir ve Joben'in buraya bıraktığı iki shinobiyi bul. İster kapıdan, ister bacadan. Bu kasabada yaşayan insanların hayatı için içeriye gir ve onlara su kanallarına girmeye çalışan biri olduğunu ve bu kişinin muhtemelen oraya şu an benim de etkisi altında olduğum zehri yaymak için girmeye çalıştığını söyle." dedi kısa bir nefes alıp düşüncelerini toparladı. Kendisinin de zehir etkisi altında olduğunu söylediğinde çocuğun vereceği tepkiyi izledi ve "Evet, zehir. Ne duruyorsun, git ve beni de hastaneye götürebilecek birilerini bul." dedi. Jouichirou tekrar ayağa kalkıp bir anda bilincini kaybetmek istemiyordu. Olduğu şekilde duracak, kan dolaşımını hızlandıracak hiçbir şey yapmamaya dikkat edecekti. Hayatı genç bir shinobinin ellerindeydi.

- GM - Naruto
- Game Master
- Posts: 2811
- Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm
Re: [Kurosawa Haru | Moriai Jouichirou] Çıngırak
Haru : Temkinli ancak hızlı adımlarla yürümeye devam ediyor Joben. "Fumi ?" Başını sana çeviriyor hafifçe. Suratındaki endişenin, korkunun silindiğini görebiliyorsun. Kendisini bir şekilde dizginleyebilmiş. "Fumihira-san'ın torununa Fumi derdik. Karışmasın diye. Bu da Fumi ise... Çok fazla Fumi var." Fumiler havada uçuşurken sallıyor kafasını, silkiniyor tekrar kendine geliyor. "ANBU üyesi çoktan ölmüş. Üzücü. Korkutucu. Akira'nın karısı Joha-san ise shinobimiz tarafından esir alınmış. Daha üzücü. Daha korkutucu." Binanın diplerine geliyorsunuz. Joben duruyor ve bakışlarını direk 3.katın çatısındaki kadına dikiyor. Kadın yerinde sakince ayaklanıyor.
"Joha-san esirken rahat hareket edemeyeceğiz. Ben şu taş karı ile kaslı tas kafalıyla ilgilenirim. Akira'nın emaneti. Dikkatli ol." Kasları kıyafetlerinin arasından fırlayan shinobiye bakıyor. "Denerim. Kristal konusunda şüphelerin varsa parçala." Eliyle dur işareti yaptıktan sonra ilk katın çatısına zıplıyor.
"Ben demiştim aslında Gyaku'ya." Cümlelerin odağı sen değilsin. Karşısındaki üç kişiyle diyalog halinde. Çevrene bakıyorsun. Diğer ANBU'dan ses yok. Kimseden ses yok. "Ben Kusachoumun dizinin dibinde, sen ise bu sikik yerleşkede olmalıydın dedim. Cevap vermemişti gerçi" Elleri iki yana açık, kadının ve diğerlerinin dikkatini kendisine çekiyor. Kadının tek eli beline gidiyor, hoş bir sırıtmayla karşılık veriyor. "Kâhin ne derse o." Joben'in ufak kahkahasının sesini işitiyorsun "Evet. Kâhin ne derse o." Kristal kazığın yanındaki değişim geçirmiş shinobi birkaç adım atıyor ve çatı kenarına geliyor. Hareket etmeye hazırlandığını farkediyorsun.
Dikkatler üzerinden çekilmiş durumda. Kat farkından ötürü çok görünür bir yerde olduğunda söylenemez. Joha'yı esir almış shinobi, iki kat yukarıda, sol çaprazında bulunuyor.
Jouichirou : Çocuğun omzuna yapışıyor, kendine doğru çekiyorsun. Zaten şaşkınlıktan dolayı etraftan kopmuş bu ani hamlenle iyice afallıyor. Zehri salıyorsun cümlelerinle. "N-ne zehri laaan ?" Tek eliyle ağzını kapıyor sanki kimsenin duymamasını istermiş gibi. Tek elini senin alnına koyuyor. "Anam anam." Elinden kurtuluyor, yerleşke binasına doğru koşuyor. Hastane içeriklerini duyuyor mu emin değilsin.
Boğazında kusmuğunun acı tadı var. Midendeki yanma karnını deşme isteği doğuracak seviyede. Gözlerin doluyor. Anormal bir şekilde doluyor hatta. Gözlerini kapıyor, kol yeninle siliyorsun. Aralamaya çalışıyorsun. Bir kez daha siliyorsun. Gözlerini açıyorsun.
Renklerin birbirine girdiğini görüyorsun. Gündüz geceye dönerken, binalar toprağın rengine bulanmış. Güneş zemine girmişken, gökyüzüne dağlar karışmış. Kalp atışların yavaşlıyor. Hislerin coşuyor. Vücudundaki biriken enerjiyi tekrar hissediyorsun. Akmıyor, gürlüyor. Kolların titriyor, bacakların doğruluyor. Kalp atışların biraz daha yavaşlıyor. Hareket edebiliyorsun. Fazla rahat hemde.
Duygularına erişiyorsun. Enerjin nasıl gürlüyorsa, duyguların da coşup estiriyor. Şiddeti hissediyorsun. Hıncı hissediyorsun. Su kanallarına zehir salmak. Festivaldeki binlerce insan. Etrafa bakıyorsun Kusa toprakları. Sevgi doluyor kalbine, zihnine. Sevgin coşuyor, heyecanına ekleniyor. Heyecanın, tekrar hırsını katlıyor ikiye. Yerinde duramıyorsun. Karşındaki duvar. Tırmanman istiyorsun Yanındaki yerleşke binası. Yıkıp tekrar yapmak istiyorsun. Vücudunda bu kadar enerjinin olduğuna adın gibi eminsin. Yol. Koşmak. Koşmak istiyorsun. Kalbin biraz daha yavaşlıyor. Yerinde tamamen doğruluyorsun. Renkler, hisler birbirine girmişken elini göğsüne koyuyorsun. Bir atım, iki atım, üç atım, dört atım. Beşincisini hissetmiyorsun Silik.
Az önce seni dürten çocuğun sesi. Yerleşkenin yan duvarında, parmaklıklı pencerelerden birine sarılmış bağrınıyor. "S-Su deposu dedim lan ya ! Doğudaki ! Basacakmış şeyi. Şeyi işte !" Kalabalığa bakıyor. Zehir kelimesini dillendirmekten kaçınıyor.
"Joha-san esirken rahat hareket edemeyeceğiz. Ben şu taş karı ile kaslı tas kafalıyla ilgilenirim. Akira'nın emaneti. Dikkatli ol." Kasları kıyafetlerinin arasından fırlayan shinobiye bakıyor. "Denerim. Kristal konusunda şüphelerin varsa parçala." Eliyle dur işareti yaptıktan sonra ilk katın çatısına zıplıyor.
"Ben demiştim aslında Gyaku'ya." Cümlelerin odağı sen değilsin. Karşısındaki üç kişiyle diyalog halinde. Çevrene bakıyorsun. Diğer ANBU'dan ses yok. Kimseden ses yok. "Ben Kusachoumun dizinin dibinde, sen ise bu sikik yerleşkede olmalıydın dedim. Cevap vermemişti gerçi" Elleri iki yana açık, kadının ve diğerlerinin dikkatini kendisine çekiyor. Kadının tek eli beline gidiyor, hoş bir sırıtmayla karşılık veriyor. "Kâhin ne derse o." Joben'in ufak kahkahasının sesini işitiyorsun "Evet. Kâhin ne derse o." Kristal kazığın yanındaki değişim geçirmiş shinobi birkaç adım atıyor ve çatı kenarına geliyor. Hareket etmeye hazırlandığını farkediyorsun.
Dikkatler üzerinden çekilmiş durumda. Kat farkından ötürü çok görünür bir yerde olduğunda söylenemez. Joha'yı esir almış shinobi, iki kat yukarıda, sol çaprazında bulunuyor.
Jouichirou : Çocuğun omzuna yapışıyor, kendine doğru çekiyorsun. Zaten şaşkınlıktan dolayı etraftan kopmuş bu ani hamlenle iyice afallıyor. Zehri salıyorsun cümlelerinle. "N-ne zehri laaan ?" Tek eliyle ağzını kapıyor sanki kimsenin duymamasını istermiş gibi. Tek elini senin alnına koyuyor. "Anam anam." Elinden kurtuluyor, yerleşke binasına doğru koşuyor. Hastane içeriklerini duyuyor mu emin değilsin.
Boğazında kusmuğunun acı tadı var. Midendeki yanma karnını deşme isteği doğuracak seviyede. Gözlerin doluyor. Anormal bir şekilde doluyor hatta. Gözlerini kapıyor, kol yeninle siliyorsun. Aralamaya çalışıyorsun. Bir kez daha siliyorsun. Gözlerini açıyorsun.
Renklerin birbirine girdiğini görüyorsun. Gündüz geceye dönerken, binalar toprağın rengine bulanmış. Güneş zemine girmişken, gökyüzüne dağlar karışmış. Kalp atışların yavaşlıyor. Hislerin coşuyor. Vücudundaki biriken enerjiyi tekrar hissediyorsun. Akmıyor, gürlüyor. Kolların titriyor, bacakların doğruluyor. Kalp atışların biraz daha yavaşlıyor. Hareket edebiliyorsun. Fazla rahat hemde.
Duygularına erişiyorsun. Enerjin nasıl gürlüyorsa, duyguların da coşup estiriyor. Şiddeti hissediyorsun. Hıncı hissediyorsun. Su kanallarına zehir salmak. Festivaldeki binlerce insan. Etrafa bakıyorsun Kusa toprakları. Sevgi doluyor kalbine, zihnine. Sevgin coşuyor, heyecanına ekleniyor. Heyecanın, tekrar hırsını katlıyor ikiye. Yerinde duramıyorsun. Karşındaki duvar. Tırmanman istiyorsun Yanındaki yerleşke binası. Yıkıp tekrar yapmak istiyorsun. Vücudunda bu kadar enerjinin olduğuna adın gibi eminsin. Yol. Koşmak. Koşmak istiyorsun. Kalbin biraz daha yavaşlıyor. Yerinde tamamen doğruluyorsun. Renkler, hisler birbirine girmişken elini göğsüne koyuyorsun. Bir atım, iki atım, üç atım, dört atım. Beşincisini hissetmiyorsun Silik.
Az önce seni dürten çocuğun sesi. Yerleşkenin yan duvarında, parmaklıklı pencerelerden birine sarılmış bağrınıyor. "S-Su deposu dedim lan ya ! Doğudaki ! Basacakmış şeyi. Şeyi işte !" Kalabalığa bakıyor. Zehir kelimesini dillendirmekten kaçınıyor.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
- Kurosawa Haru
- Kusagakure
- Posts: 340
- Joined: October 12th, 2018, 9:09 pm
Re: [Kurosawa Haru | Moriai Jouichirou] Çıngırak
"Fumi, yaşlı kadının torunu muymuş? Bu hiçbir şeyi açıklamıyor!..." diye düşündü kendi kendine Haru. "Fumi dedeyi öldürür... ve sonra Akira'yı bir şeyler bildiği için mi öldürür? Beyin zarı ne alaka?" Gerekli sorular hiç de zamanı olmayan bir anda meşgul ediyordu Haru'nun zihnini. Haru yapması gereken şeyi düşünmeliydi şu an.
Karşısındaki şey bir rehine olayıydı. Akademiye döndü zihni. Ne öğrenmişti? Birini kurtarmak için ne yapmalıydı? Arkadan dolaşmak çok riskliydi. Kristal kadının yanında zihninin nasıl bulandığını hatırladığı anda, o kristalin yanına yaklaşmaktan çekindiğini fark etti. "Öncelikle..." dedi kendi kendine "Bir insan neden rehine alır? Özellikle böyle bir durumda... Bir insan rehineyi, karşısındaki kişi veya kişilerden bir şey istemek için alır, bir koz olarak. Ama burda Shinobi'lerin isteyebileceği hiçbir şey yok." Kontrol edildiklerini düşündü Haru. İşin kötüsü... Rehine alanlar da Shinobi'ydi. Haru onları öldürüp kadını kurtaramazdı. Tek yolu bu işin kaynağını etkisiz hale getirmekti. Işıkta parlayan cisim aklına geldi. Belki de ne kristal, ne de kadındı bu tersliğin kaynağı, o gördüğü parlak cisim de olabilirdi. Olasılıklar sonsuzdu. Haru'nun bildiği tek şey, kadını kurtarmak için aklına hiçbir yol gelmediğiydi.
Joben'i dinlemeye devam etti. Joben, Kâhin adı verilen kişiyi biliyor muydu? Bildiği belliydi, cevap verdiğine göre. Kâhin kimdi? Joben'in, yaşanan şeylerden haberi var mıydı, ya da karşılarında kimin olduğunu biliyor muydu? Joben dikkati kendi üzerine çekti daha sonra. Haru'yu bıraktı karşıdakiler, ona baktılar. "Büyük adammış." diye düşündü Haru, Joben için. Akira'nın karısını korumak için, onu kurtaracak kişinin önünü açmıştı. Küçük bir problem vardı, Haru kadını nasıl kurtaracağını bilmiyordu.
"Düşün..." dedi kendi kendine. "Düşün... Akılsız bir köleye dönüşsem... Nereden saldırı beklemezdim?" Her türlü olasılığı düşündü. Yine arkadan dolaşmak? Riskliydi. Ama önden gitmek, özellikle sürpriz şansı kendi elindeyken bunu elinden kaçırmamalıydı. Öncelik Joha'yı kurtarmak. Sonra, kristalden kurtulmak. Kristalin bir saat önce üzerinde bıraktığı etkiyi düşünmek bile Haru'nun midesinde kasılmalara sebep oluyordu. Ama en azından Haru, bu laneti nasıl yenebileceğini az çok anlamıştı. Bu risk alınmak zorundaydı. Daha fazla kan dökülemez.
Planı, düşünmesi çok basit fakat muhtemelen uygulaması çok zor bir plan olacaktı. Sürpriz elementini elinden bırakmayacak şekilde, gözükmeden, rehine krizinin olduğu yere arkadan yaklaşacaktı. Eğer ki, yaklaştığı sırada yaşlı kadının evinde yaşadığı şeyleri hissetmeye başlarsa ne yapacağını biliyordu. Tersini düşünmek. Kendini tersine ikna etmek. Yürüyemezse yürümekten vazgeçecek, zorluk hissederse pes edecek! Kadını mutlaka kurtarmalıydı, en büyük öncelik buydu. Eğer ki kristale bir şekilde zarar verirse ve adam bunu fark ederse Joha'nın canını alabilirdi. Planı, Yarisinin arka ucuyla Shinobi'nin kafasına adamın kafasına dik bir şekilde vurup ittirmekti. Böylelikle adamın dengesini bozup, aynı zamanda Joha ile mesafe açmasını sağlayabilirdi, bu açıktan yararlanan Joha'nın olay mekanından uzaklaşmasını sağlayıp birebir bir dövüş ortamı yaratabilirdi.
Planı çok basit, az düşünülmüş ve çok düz bir plandı. Ama düşündüğü hiçbir yol, hem rehineyi, hem de etki altındaki adamı kurtarmayı içeremiyordu. Hızla planını uygulamaya koyuldu, yolda hiçbir şeyin onun planını bozmayacağını umarak.
Karşısındaki şey bir rehine olayıydı. Akademiye döndü zihni. Ne öğrenmişti? Birini kurtarmak için ne yapmalıydı? Arkadan dolaşmak çok riskliydi. Kristal kadının yanında zihninin nasıl bulandığını hatırladığı anda, o kristalin yanına yaklaşmaktan çekindiğini fark etti. "Öncelikle..." dedi kendi kendine "Bir insan neden rehine alır? Özellikle böyle bir durumda... Bir insan rehineyi, karşısındaki kişi veya kişilerden bir şey istemek için alır, bir koz olarak. Ama burda Shinobi'lerin isteyebileceği hiçbir şey yok." Kontrol edildiklerini düşündü Haru. İşin kötüsü... Rehine alanlar da Shinobi'ydi. Haru onları öldürüp kadını kurtaramazdı. Tek yolu bu işin kaynağını etkisiz hale getirmekti. Işıkta parlayan cisim aklına geldi. Belki de ne kristal, ne de kadındı bu tersliğin kaynağı, o gördüğü parlak cisim de olabilirdi. Olasılıklar sonsuzdu. Haru'nun bildiği tek şey, kadını kurtarmak için aklına hiçbir yol gelmediğiydi.
Joben'i dinlemeye devam etti. Joben, Kâhin adı verilen kişiyi biliyor muydu? Bildiği belliydi, cevap verdiğine göre. Kâhin kimdi? Joben'in, yaşanan şeylerden haberi var mıydı, ya da karşılarında kimin olduğunu biliyor muydu? Joben dikkati kendi üzerine çekti daha sonra. Haru'yu bıraktı karşıdakiler, ona baktılar. "Büyük adammış." diye düşündü Haru, Joben için. Akira'nın karısını korumak için, onu kurtaracak kişinin önünü açmıştı. Küçük bir problem vardı, Haru kadını nasıl kurtaracağını bilmiyordu.
"Düşün..." dedi kendi kendine. "Düşün... Akılsız bir köleye dönüşsem... Nereden saldırı beklemezdim?" Her türlü olasılığı düşündü. Yine arkadan dolaşmak? Riskliydi. Ama önden gitmek, özellikle sürpriz şansı kendi elindeyken bunu elinden kaçırmamalıydı. Öncelik Joha'yı kurtarmak. Sonra, kristalden kurtulmak. Kristalin bir saat önce üzerinde bıraktığı etkiyi düşünmek bile Haru'nun midesinde kasılmalara sebep oluyordu. Ama en azından Haru, bu laneti nasıl yenebileceğini az çok anlamıştı. Bu risk alınmak zorundaydı. Daha fazla kan dökülemez.
Planı, düşünmesi çok basit fakat muhtemelen uygulaması çok zor bir plan olacaktı. Sürpriz elementini elinden bırakmayacak şekilde, gözükmeden, rehine krizinin olduğu yere arkadan yaklaşacaktı. Eğer ki, yaklaştığı sırada yaşlı kadının evinde yaşadığı şeyleri hissetmeye başlarsa ne yapacağını biliyordu. Tersini düşünmek. Kendini tersine ikna etmek. Yürüyemezse yürümekten vazgeçecek, zorluk hissederse pes edecek! Kadını mutlaka kurtarmalıydı, en büyük öncelik buydu. Eğer ki kristale bir şekilde zarar verirse ve adam bunu fark ederse Joha'nın canını alabilirdi. Planı, Yarisinin arka ucuyla Shinobi'nin kafasına adamın kafasına dik bir şekilde vurup ittirmekti. Böylelikle adamın dengesini bozup, aynı zamanda Joha ile mesafe açmasını sağlayabilirdi, bu açıktan yararlanan Joha'nın olay mekanından uzaklaşmasını sağlayıp birebir bir dövüş ortamı yaratabilirdi.
Planı çok basit, az düşünülmüş ve çok düz bir plandı. Ama düşündüğü hiçbir yol, hem rehineyi, hem de etki altındaki adamı kurtarmayı içeremiyordu. Hızla planını uygulamaya koyuldu, yolda hiçbir şeyin onun planını bozmayacağını umarak.
- Moriai Jouichirou
- Posts: 72
- Joined: October 16th, 2018, 8:58 pm
Re: [Kurosawa Haru | Moriai Jouichirou] Çıngırak
Jouichirou'nun zehir hakkındaki sözlerini duyduktan sonra, sizli bizli konuşan çocuk, Ishigakureli bir köylü gibi konuşmaya başlamıştı. Ardından ise ağzını elleriyle kapatıp yerleşke binasına doğru yönelmişti. Jouichirou'nun şu an tek yapabileceği şey beklemekti. Durumu hiç de iyiye gitmiyordu. Nefesi boğazını kurutmaya başlamıştı, dilini ağzının içinde gezdirip kuru noktaları ıslatmaya çalıştığında ise biraz evvel midesinden çıkan kusmuğun, damağında kurumuş kalıntılarının çirkin tadını alıyordu. Kalbi yerinden çıkacakmış gibiydi, alnından başlayıp çenesinden yere damlayan ter damlalarını izliyordu. Gözlerini dolduran göz yaşı damlaları da aynı yolu izleyerek yere dökülmeye başladı. Gözlerinden akan yaşlar, görmesini engelleyecek kadar artmıştı. Kolunun arkasıyla önce gözlerini sonra suratındaki ıslaklığı silip birkaç saniyedir göremediği çevreyi görmeye çalıştı.
Artık kawakami kasabasında değildi. Sonsuz ve simsiyah bir boşluğun içinde parlayan noktaları görüyordu sadece. Bu sonsuz karanlığın içinde havada asılı bir şekildeydi. Gördüğü her şey sabit bir şekilde duruyordu. Ardından karanlığın içinde parlayan bir balina belirdi gözlerinin önünde. Balina, Jouichirou'nun üstünde doğru yüzüyordu. Birkaç saniye sonra burnu Jouichirou ile buluşup onun içinden geçmeye başlamıştı. Öylesine devasa ve ulu bir balinaydı ki, Jouichirou onun yanında karınca gibi kalıyordu. Karanlığın içinden öylece usulca geçti balina. Jouichirou gözlerini açtığında biraz önce sabit şekilde duran parlak noktaların kendisi etrafında dönmeye başladıklarını gördü. Parlak noktalar gittikçe hızlanarak dönüyorlardı. Jouichirou ilk birkaç saniye bu büyülü sahneyi izledi, ardından noktaların dönüş hızı midesini bulandıracak seviyeye geldi. Gözlerini kapadı.
Dizleri ve avuç içleri toprağa temas ediyordu. Daha fazla böyle durabileceğini sanmıyordu. Kasları artık kendisini terk ediyormuş gibi hissediyordu. İçinde bir şeyler yükselmeye başlamıştı. Damarındaki kan biraz evvelkinden bile daha hızlı akmaya başlamıştı. Çok uzun zaman bir vaktinin kalmamış olduğunu fark etmesinin sonucu olarak yükseliyordu sanki hisleri. Yerleşke binasına çevirdi gözlerini. Ne çok yakın, ne çok uzak. Kalkıp birkaç adım gidebilse belki de kendini hastaneye yetiştirecek birilerini bulabilirdi. Yardım ihtiyacı vardı. Gözleri zuijinleri aradı. Karşısındaki binanın tepesinde Khajaeru'yu gördü. Khajaeru normalde olduğundan daha uzun boyluymuş gibiydi. Khajaeru kasabayı izleyen bakışlarını Jouichirou'ya doğru çevirdi. İkisinin gözleri buluştuğunda, Khajaeru'nun sırtından kanatları çıktı. Çatıdan ileriye doğru sıçradı ve kanatlarını bir kez çırptı. Kanatlarını çırpmasıyla oluşan hava akımı etraftaki tozu havaya kaldırmıştı. Khajaeru aheste aheste süzüerek Jouichirou'nun başının ucuna indi. Sağ elini Jouichirou'nun gözlerini ve alnını kapatacak şekilde başına koydu. Jouichirou vücuduna inanılmaz bir enerjinin aktığını hissetti. Ayağa kalkmak için gereken enerjiyi bulmuş gibi hissediyordu kendisini. Gözlerini tekrar açtığında artık orada Khajaeru yoktu, kanatlar ise yarısı yanmış ve üstlerinde hale alevler ile hava asılı şekilde duruyorlardı. Tamamen yok olana kadar yanmaları bir saniyeden bile az sürmüştü.
Jouichirou ayağa kalkmıştı. Elini göğsüne götürdü. Kendini yürümek için zorluyordu. Biraz önce dizlerinin titrediğini düşünürse, şimdi ayakta olması bile bir şeyleri değiştirebileceği umudunu vermişti ona. Adımlarını atmaya başlarken bir yandan da yerleşkeye ulaşıp ulaşamayacağı veya ulaşsa bile başlarında onlarca insan olan shinobilere sesini duyurmak oldukça uzak bir ihtimal gibiydi. Bu yüzden halkın gücünü kullanmalıydı. Onların dikkatini çekebilirse, içeriye Jouichirou'nun sesini duyurabileceklerini düşündü. Ayağa kalktıktan sonra en yakınındaki insana doğru yürümeye çalıştı, ona ulaştığında kendi vücut ağırlığını onun üstüne verecek biçimde omuzlarından tutup. "Ölüyorum... Shinobi... Hastane..." diyecekti.
Artık kawakami kasabasında değildi. Sonsuz ve simsiyah bir boşluğun içinde parlayan noktaları görüyordu sadece. Bu sonsuz karanlığın içinde havada asılı bir şekildeydi. Gördüğü her şey sabit bir şekilde duruyordu. Ardından karanlığın içinde parlayan bir balina belirdi gözlerinin önünde. Balina, Jouichirou'nun üstünde doğru yüzüyordu. Birkaç saniye sonra burnu Jouichirou ile buluşup onun içinden geçmeye başlamıştı. Öylesine devasa ve ulu bir balinaydı ki, Jouichirou onun yanında karınca gibi kalıyordu. Karanlığın içinden öylece usulca geçti balina. Jouichirou gözlerini açtığında biraz önce sabit şekilde duran parlak noktaların kendisi etrafında dönmeye başladıklarını gördü. Parlak noktalar gittikçe hızlanarak dönüyorlardı. Jouichirou ilk birkaç saniye bu büyülü sahneyi izledi, ardından noktaların dönüş hızı midesini bulandıracak seviyeye geldi. Gözlerini kapadı.
Dizleri ve avuç içleri toprağa temas ediyordu. Daha fazla böyle durabileceğini sanmıyordu. Kasları artık kendisini terk ediyormuş gibi hissediyordu. İçinde bir şeyler yükselmeye başlamıştı. Damarındaki kan biraz evvelkinden bile daha hızlı akmaya başlamıştı. Çok uzun zaman bir vaktinin kalmamış olduğunu fark etmesinin sonucu olarak yükseliyordu sanki hisleri. Yerleşke binasına çevirdi gözlerini. Ne çok yakın, ne çok uzak. Kalkıp birkaç adım gidebilse belki de kendini hastaneye yetiştirecek birilerini bulabilirdi. Yardım ihtiyacı vardı. Gözleri zuijinleri aradı. Karşısındaki binanın tepesinde Khajaeru'yu gördü. Khajaeru normalde olduğundan daha uzun boyluymuş gibiydi. Khajaeru kasabayı izleyen bakışlarını Jouichirou'ya doğru çevirdi. İkisinin gözleri buluştuğunda, Khajaeru'nun sırtından kanatları çıktı. Çatıdan ileriye doğru sıçradı ve kanatlarını bir kez çırptı. Kanatlarını çırpmasıyla oluşan hava akımı etraftaki tozu havaya kaldırmıştı. Khajaeru aheste aheste süzüerek Jouichirou'nun başının ucuna indi. Sağ elini Jouichirou'nun gözlerini ve alnını kapatacak şekilde başına koydu. Jouichirou vücuduna inanılmaz bir enerjinin aktığını hissetti. Ayağa kalkmak için gereken enerjiyi bulmuş gibi hissediyordu kendisini. Gözlerini tekrar açtığında artık orada Khajaeru yoktu, kanatlar ise yarısı yanmış ve üstlerinde hale alevler ile hava asılı şekilde duruyorlardı. Tamamen yok olana kadar yanmaları bir saniyeden bile az sürmüştü.
Jouichirou ayağa kalkmıştı. Elini göğsüne götürdü. Kendini yürümek için zorluyordu. Biraz önce dizlerinin titrediğini düşünürse, şimdi ayakta olması bile bir şeyleri değiştirebileceği umudunu vermişti ona. Adımlarını atmaya başlarken bir yandan da yerleşkeye ulaşıp ulaşamayacağı veya ulaşsa bile başlarında onlarca insan olan shinobilere sesini duyurmak oldukça uzak bir ihtimal gibiydi. Bu yüzden halkın gücünü kullanmalıydı. Onların dikkatini çekebilirse, içeriye Jouichirou'nun sesini duyurabileceklerini düşündü. Ayağa kalktıktan sonra en yakınındaki insana doğru yürümeye çalıştı, ona ulaştığında kendi vücut ağırlığını onun üstüne verecek biçimde omuzlarından tutup. "Ölüyorum... Shinobi... Hastane..." diyecekti.

- GM - Naruto
- Game Master
- Posts: 2811
- Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm
Re: [Kurosawa Haru | Moriai Jouichirou] Çıngırak
Haru : Binanın arka tarafına gitmek çok iyi bir tercih olmuyor. Merdivensi yapı nedeniyle arka taraftan buraya ulaşman için önce üç katı aşman, ardından kadını geçmen gibi zorluklar bulunmakta. Arka kısımlara yaklaşırken, sol tarafın daha olası olduğunu farkediyorsun. İkinci kat hizasında tırmanman durumunda, direk olarak Joha'ya ve onu esir alan shinobiye ulaşma imkanın oluyor.
Tırmanmaya başlıyorsun. Ne kadar gizli olduğundan emin değilsin ancak Joben'in üzerine çektiği ilgi en azından seni şimdilik gözden uzak tutmaya yetiyor. Sol tarafta, yüzü sol tarafa dönük dairelerin pencereleri var birer adet. Çoğu kapalı, perdeleri çekik durumda. Destek alabileceğin çıkrık tarzı birşey olmadığı için chakranı ayaklarına yönlendiriyor, yapışarak çıkıyorsun. Joben'in boğuk sesleri geliyor bu arada. Hâla konuşuyor. Durumun boktanlığına rağmen alaycı ses tonunu algılayabiliyorsun. Belki kendi karakteri bu, belki de panik yönetiminde tam bir acemi. Henüz sonuca ulaşamadığın için bu konuda bir karar vermek zor.
İkinci katların sonu. Joben'in boğuk seslerinden ziyade kulaklarına güçlü bir hırıltı ulaşıyor. Nefes alma sesi. Joha'dan değil. Zira ondan hırıltıdan ziyade, ıkınma sesleri işitiyorsun. Çatı zeminine çıkmadan önce bekliyorsun bir süre. Yandan yaklaşmana rağmen kafanı çıkarsan dahi görülebilecek olman bir risk. Bekliyorsun.
"Ondan bir göz. Senden de iki olsun hadi."
Kulaklarını dikiyorsun. Bir, belki iki saniye içerisinde birbirlerini takip eden sesler. İlk önce, birinci kattan metalin beton zemine çarpma sesini işitiyorsun. Hemen ardından sana yakın bir yerden, muhtemelen ikinci kattan. Betonun parçalanma sesi. Harekete geçiyorsun.
Yukarıya doğru ufak bir sıçrama yaparak kendini ikinci katın çatısının zeminine atıyorsun. Kristal kazığın yanındaki adam. Az önce bulunduğu pozisyonda zemin parçalanmış durumda. Kendisi ise ilk kata doğru ivmeli bir uçuşa geçiyor. Joben'i görüyorsun. O da birinci kattan yukarıya doğru ivmelenmiş. Standart görünen mızrağının arka kısmında bir metal parça görüyorsun. Yarım daireden hallice. Bir orak. Çift taraflı mızrağı tek elinde dönerken, sol eliyle senin olduğun pozisyona doğru birşey fırlatıyor.
Ayakların zemine temas ediyor. Joben'in fırlattığı nesne chakra ile kaplı. Bir mermi gibi Joha ve onu esir alan shinobiye ilerliyor. Sende ileri atıyorsun. Silahını hazırlıyor, arka kısmı ile saldırmaya hazırlanıyorsun.
Joben'in fırlattığı cisim önündeki adamın başını hedef alıyor. Beklemediğin bir hız, kendinde muhtemelen göremeyeceğin bir refleks. Deforme olmuş shinobi kafasını iki santim sola eğilerek cisimden kurtuluyor. Joben'i göz ucuyla görebiliyorsun. Rakibi ile çarpışacağı anda, havada ufak bir dönüş yaparak rakibinin yumruğunu boşa çıkarıyor, orağın ucunu hırsla yarım daire şeklinde savurarak adamın göğsünün içinden geçiriyor. Kusa shinobisi olmasını pek umursamıyor Joben.
Silahını hazırlıyor, tersiyle birkaç salise önce Joben'in saldırısından kaçınmış adama ivmelendiriyorsun. Hamlende bir sekme olmuyor, başının sol üst kısmına sert bir darbe indiriyorsun. Adam yaklaşık 3 metre boyunca ileriye doğru kayıyor. Joha ise bu kayma sırasında adamın elinden kurtulmayı başarıyor.
Joben az önce ittiğin adamın 3-4 metre gerisine konuyor, mızrağını terse çekerek rakibinden kurtarıyor. Adam ilk katın zeminine doğru düşmeye başlıyor oraktan ayrıldıktan sonra. Joha ise yaklaşık iki adım sağ çaprazında. Karşındaki adam aldığı darbeden sonra afallamıyor, aksine birkaç saniye içerisinde daha derli toplu bir şekilde dikiliyor karşında. Dizlerini büküyor, ayaklarını bastığı zemin çatlamaya başlıyor.
"Sakaki !" Soluna bakıyorsun, üçüncü kata, kadına. Ellerini zemine kitlemiş kadının önünde yarım daire şeklinde bir kristal dalgası fışkırıyor, dalganın hızı yavaşlayarak kılcallara dönüşüyor. Kristal yapının ağaç dalları şeklinde uzadığını görüyorsun. Dalların bir kısmı senin olduğun tarafa giderken, başka bir kısmı Joben'e doğru yöneliyor.
Jouichirou : Ayakların zemine yapışıyor, kalp atışların yok oluyor. Yerleşkeye dönüyorsun suratını. Kalabalık senden habersiz. Çocuk hala pencereden içeriye bağrınıyor, çırpınıyor.
Bir adım atıyorsun ileriye doğru. İkincisi için zorlanacağını tahmin ediyorsun ancak çok daha basit geliyor. Kalp atışlarını hissediyorsun. Üçüncü, dördüncü adım. Kalp atışların normale biraz olsun yaklaşıyor. Hareket ettikçe kendine gelir gibi olduğunu hissediyorsun. Kalabalığın arka sıralarından birini kestiriyorsun gözüne. Bir erkek. Genç. Yapılı bir vücuda sahip. Bir elini omzuna atıyorsun, sana doğru dönüyor. Diğer elini de dayıyorsun omzuna, ağırlığını veriyor sana bahşedilmiş enerjiye adeta sırt dönüyorsun.
Ölüyorsun. Hastaneye götürmesi için kelimelerini sıralıyorsun. Durdukça, hareketsiz kaldıkça, ağırlığını karşındaki gence yükledikçe kalp atışların yine dibe vuruyor. Boğazın kuruyor, acıyor. Nefeslerin. Önce sanki bir hançer saplanıyor ciğerlerine, sonrasında hissettiklerinin ise bir önemi kalmıyor. Genç seni diklemeye çalışırken dengeni kaybediyor, sırt üstü yere düşüyorsun.
Gözüne son takılan şey ise, yerleşke binasının ikinci katındaki biri oluyor. Tek ayağı, tek eli ile duvara yapışmış. Tanıdık bir yüz. Beyaz saçlarının ortasında, genişçe bir siyahlık var. Göz göze geliyorsunuz ufak bir anlığına.
Gözlerin kapanıyor, nefeslerin ise sonlanıyor.
Tırmanmaya başlıyorsun. Ne kadar gizli olduğundan emin değilsin ancak Joben'in üzerine çektiği ilgi en azından seni şimdilik gözden uzak tutmaya yetiyor. Sol tarafta, yüzü sol tarafa dönük dairelerin pencereleri var birer adet. Çoğu kapalı, perdeleri çekik durumda. Destek alabileceğin çıkrık tarzı birşey olmadığı için chakranı ayaklarına yönlendiriyor, yapışarak çıkıyorsun. Joben'in boğuk sesleri geliyor bu arada. Hâla konuşuyor. Durumun boktanlığına rağmen alaycı ses tonunu algılayabiliyorsun. Belki kendi karakteri bu, belki de panik yönetiminde tam bir acemi. Henüz sonuca ulaşamadığın için bu konuda bir karar vermek zor.
İkinci katların sonu. Joben'in boğuk seslerinden ziyade kulaklarına güçlü bir hırıltı ulaşıyor. Nefes alma sesi. Joha'dan değil. Zira ondan hırıltıdan ziyade, ıkınma sesleri işitiyorsun. Çatı zeminine çıkmadan önce bekliyorsun bir süre. Yandan yaklaşmana rağmen kafanı çıkarsan dahi görülebilecek olman bir risk. Bekliyorsun.
"Ondan bir göz. Senden de iki olsun hadi."
Kulaklarını dikiyorsun. Bir, belki iki saniye içerisinde birbirlerini takip eden sesler. İlk önce, birinci kattan metalin beton zemine çarpma sesini işitiyorsun. Hemen ardından sana yakın bir yerden, muhtemelen ikinci kattan. Betonun parçalanma sesi. Harekete geçiyorsun.
Yukarıya doğru ufak bir sıçrama yaparak kendini ikinci katın çatısının zeminine atıyorsun. Kristal kazığın yanındaki adam. Az önce bulunduğu pozisyonda zemin parçalanmış durumda. Kendisi ise ilk kata doğru ivmeli bir uçuşa geçiyor. Joben'i görüyorsun. O da birinci kattan yukarıya doğru ivmelenmiş. Standart görünen mızrağının arka kısmında bir metal parça görüyorsun. Yarım daireden hallice. Bir orak. Çift taraflı mızrağı tek elinde dönerken, sol eliyle senin olduğun pozisyona doğru birşey fırlatıyor.
Ayakların zemine temas ediyor. Joben'in fırlattığı nesne chakra ile kaplı. Bir mermi gibi Joha ve onu esir alan shinobiye ilerliyor. Sende ileri atıyorsun. Silahını hazırlıyor, arka kısmı ile saldırmaya hazırlanıyorsun.
Joben'in fırlattığı cisim önündeki adamın başını hedef alıyor. Beklemediğin bir hız, kendinde muhtemelen göremeyeceğin bir refleks. Deforme olmuş shinobi kafasını iki santim sola eğilerek cisimden kurtuluyor. Joben'i göz ucuyla görebiliyorsun. Rakibi ile çarpışacağı anda, havada ufak bir dönüş yaparak rakibinin yumruğunu boşa çıkarıyor, orağın ucunu hırsla yarım daire şeklinde savurarak adamın göğsünün içinden geçiriyor. Kusa shinobisi olmasını pek umursamıyor Joben.
Silahını hazırlıyor, tersiyle birkaç salise önce Joben'in saldırısından kaçınmış adama ivmelendiriyorsun. Hamlende bir sekme olmuyor, başının sol üst kısmına sert bir darbe indiriyorsun. Adam yaklaşık 3 metre boyunca ileriye doğru kayıyor. Joha ise bu kayma sırasında adamın elinden kurtulmayı başarıyor.
Joben az önce ittiğin adamın 3-4 metre gerisine konuyor, mızrağını terse çekerek rakibinden kurtarıyor. Adam ilk katın zeminine doğru düşmeye başlıyor oraktan ayrıldıktan sonra. Joha ise yaklaşık iki adım sağ çaprazında. Karşındaki adam aldığı darbeden sonra afallamıyor, aksine birkaç saniye içerisinde daha derli toplu bir şekilde dikiliyor karşında. Dizlerini büküyor, ayaklarını bastığı zemin çatlamaya başlıyor.
"Sakaki !" Soluna bakıyorsun, üçüncü kata, kadına. Ellerini zemine kitlemiş kadının önünde yarım daire şeklinde bir kristal dalgası fışkırıyor, dalganın hızı yavaşlayarak kılcallara dönüşüyor. Kristal yapının ağaç dalları şeklinde uzadığını görüyorsun. Dalların bir kısmı senin olduğun tarafa giderken, başka bir kısmı Joben'e doğru yöneliyor.
Jouichirou : Ayakların zemine yapışıyor, kalp atışların yok oluyor. Yerleşkeye dönüyorsun suratını. Kalabalık senden habersiz. Çocuk hala pencereden içeriye bağrınıyor, çırpınıyor.
Bir adım atıyorsun ileriye doğru. İkincisi için zorlanacağını tahmin ediyorsun ancak çok daha basit geliyor. Kalp atışlarını hissediyorsun. Üçüncü, dördüncü adım. Kalp atışların normale biraz olsun yaklaşıyor. Hareket ettikçe kendine gelir gibi olduğunu hissediyorsun. Kalabalığın arka sıralarından birini kestiriyorsun gözüne. Bir erkek. Genç. Yapılı bir vücuda sahip. Bir elini omzuna atıyorsun, sana doğru dönüyor. Diğer elini de dayıyorsun omzuna, ağırlığını veriyor sana bahşedilmiş enerjiye adeta sırt dönüyorsun.
Ölüyorsun. Hastaneye götürmesi için kelimelerini sıralıyorsun. Durdukça, hareketsiz kaldıkça, ağırlığını karşındaki gence yükledikçe kalp atışların yine dibe vuruyor. Boğazın kuruyor, acıyor. Nefeslerin. Önce sanki bir hançer saplanıyor ciğerlerine, sonrasında hissettiklerinin ise bir önemi kalmıyor. Genç seni diklemeye çalışırken dengeni kaybediyor, sırt üstü yere düşüyorsun.
Gözüne son takılan şey ise, yerleşke binasının ikinci katındaki biri oluyor. Tek ayağı, tek eli ile duvara yapışmış. Tanıdık bir yüz. Beyaz saçlarının ortasında, genişçe bir siyahlık var. Göz göze geliyorsunuz ufak bir anlığına.
Gözlerin kapanıyor, nefeslerin ise sonlanıyor.
Off Topic
Jouichirou dilerse bu konuya son bir rp bırakabilir. Konu bu karardan bağımsız olarak devam edecek.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.