[Tsujihara Iori | Kitamura Susumu] Ambar
- GM - Naruto
- Game Master
- Posts: 2811
- Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm
Re: [Tsujihara Iori | Kitamura Susumu] Ambar
Köprü girişine doğru ilerliyorsunuz. Kalabalığın kesildiği noktalarda, ufak bir grup köşede gülüşüp eğleniyor. Susumu'nun grip konuşması ise hepsinin suratına koca birer gülümseme daha yapıştırıyor. Dalga geçer gibi. Garipsemiyorlar.
Kalabalıktan kopuyor, devam ediyorsunuz. Köprü girişi boş. Taş bir yapı. Yaklaştıkta sisin içine dalıyor, isli ve serin bir havayı çekiyorsunuz içinize. İçiniz de hafiften titriyor.
Köprü yaklaşık 50-60 metre genişlikte, kenarlarında herhangi bir koruma yok. Aşağı kısımları göremiyorsunuz. Sis buraya da nüfuz etmiş durumda. Devam ediyorsunuz. 3-5 dakikalık yürüyüşünüzün ardından arkanıza baktığınızda görüşünüz yine sise bulanmış oluyor, binanın ise sadece üst kısımlarını görebiliyorsunuz. Buraya gelirken size dur diyen biri olmadığı gibi, ilerlerken ne yapıyorsunuz diyen de yok.
Mesafeyi kapattıkça binanın görkemi artıyor, görüşünüz açılıyor. Binayı çevreleyen, yaklaşık 2 metre boyundaki duvarları görüyorsunuz. Köprü, kapı göremediğiniz bir girişe çıkıyor. Duvarların üstündeki meşaleler birkaç silüeti de açığa çıkarıyor. Tam bir sayı söyleyemiyorsunuz ancak meşalelerin çevresinde konuşlanmış beş kişi sayabiliyorsunuz. Gizlenebilecek bir konumunuz yok.
Girişe yaklaşıyorsunuz, girişin iki yanında birer adam bulunuyor. Kenarlara dayanmış duruyorlar. Siyah, ince kumaş birer kıyafet. Soldaki yaslandığı yerde uyur gibi. Sağdaki ise sizi gördüğünde bi' dikiliyor, çevresine bakınıyor, sonra tekrar size odaklanıyor. "Kalk lan kalk, yine birine yapıştırmışlar sümsüğü." Soldaki de dikleniyor, sarsılıyor, size bakıyor. "Hay anasına tüküreyim." Hızlı adımlarla size yürüyor adam. Kolları iki yanda, kabadayı gibi. "Sikerim turnuvanızı. Sizin kolunuz bacağınızı mı takacağız biz onca iş arasında ?" Diğeri hala yerinde sabit. "Yine n'oooldu ?"
Kalabalıktan kopuyor, devam ediyorsunuz. Köprü girişi boş. Taş bir yapı. Yaklaştıkta sisin içine dalıyor, isli ve serin bir havayı çekiyorsunuz içinize. İçiniz de hafiften titriyor.
Köprü yaklaşık 50-60 metre genişlikte, kenarlarında herhangi bir koruma yok. Aşağı kısımları göremiyorsunuz. Sis buraya da nüfuz etmiş durumda. Devam ediyorsunuz. 3-5 dakikalık yürüyüşünüzün ardından arkanıza baktığınızda görüşünüz yine sise bulanmış oluyor, binanın ise sadece üst kısımlarını görebiliyorsunuz. Buraya gelirken size dur diyen biri olmadığı gibi, ilerlerken ne yapıyorsunuz diyen de yok.
Mesafeyi kapattıkça binanın görkemi artıyor, görüşünüz açılıyor. Binayı çevreleyen, yaklaşık 2 metre boyundaki duvarları görüyorsunuz. Köprü, kapı göremediğiniz bir girişe çıkıyor. Duvarların üstündeki meşaleler birkaç silüeti de açığa çıkarıyor. Tam bir sayı söyleyemiyorsunuz ancak meşalelerin çevresinde konuşlanmış beş kişi sayabiliyorsunuz. Gizlenebilecek bir konumunuz yok.
Girişe yaklaşıyorsunuz, girişin iki yanında birer adam bulunuyor. Kenarlara dayanmış duruyorlar. Siyah, ince kumaş birer kıyafet. Soldaki yaslandığı yerde uyur gibi. Sağdaki ise sizi gördüğünde bi' dikiliyor, çevresine bakınıyor, sonra tekrar size odaklanıyor. "Kalk lan kalk, yine birine yapıştırmışlar sümsüğü." Soldaki de dikleniyor, sarsılıyor, size bakıyor. "Hay anasına tüküreyim." Hızlı adımlarla size yürüyor adam. Kolları iki yanda, kabadayı gibi. "Sikerim turnuvanızı. Sizin kolunuz bacağınızı mı takacağız biz onca iş arasında ?" Diğeri hala yerinde sabit. "Yine n'oooldu ?"
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
- Tsujihara Iori
- Posts: 154
- Joined: August 30th, 2018, 10:53 pm
Re: [Tsujihara Iori | Kitamura Susumu] Ambar
Geniş köprüye daldık direkt. Dalmak dediğim de yürümeye başladık aslında. Bizi ne tutan vardı, ne de soru soran. Kenarda takılan bir grup Susumu'nun söylediği şeylere gülüp, geçmişlerdi sadece. Gittiğimiz istikametle alakaları yoktu. İyi, diye düşündüm sadece. Başka bir şeyler ile zihnimi meşgul etmek istiyordum, o yüzden kaleyi ve köprüyü incelemeye başladım.
Kayda değer çok bir şey yoktu. Kaleden gelen ışıklar hala aynıydı. Köprü ise dikkat çekici bir şekilde pey genişti. Bir ucundan bir ucuna 50 metre kadar falandı belki de. Koca bir orduyu yürütürdü birisi isterse buradan. Belki de kale onun içindi? Sislerle ilk katları kapanmış kaleye doğru tekrar kafamı kaldırdım. Belli belirsiz görülüyordu sadece. Sanki bulutların arasında uçuyor gibiydi. Işıklar da gri ve beyaz bulutlara renk veriyordu. Sanki bir devin ayaklarına yürüyor gibiydik.
Etrafımız o kadar pusluydu ki geldiğimiz yöne doğru kafamı çevirdiğimde hiç bir şey göremiyordum. Yokluğun ortasındaki bir köprünün ortasındaydık. Saklanacak bir yer de yoktu. Aslında bütün tehlike çanları bangır bangır çalmalıydı ancak şu an başka seçeneğimiz de yoktu. Ters bir durumda kendimi boşluğa bırakmayı ve aşağıda bir su birikintisi veya akan bir nehir olmasını ummayı düşünüyordum. Ancak bu düşüncem herhangi bir temele sahip değildi. Sadece kafamdan geçip giden şeylere olması gerekenden fazla zaman ayırıyordum düşünmek için. Zira beynimi meşgul tutmanın bir başka yoluydu bu. Daha iyi şeylere harcayabilirdim ama... Önceliğim kılıcımdı.
Köprünün sonlarına doğru yaklaşırken kale git gide büyümüş, tüm heybetini anlamak için kafamızı resmen 60 derece yukarı kaldırmak zorunda kalır olmuştuk. Önümüzdeki sis tabakası da biraz incelmeye başlamıştı ki köprünün bittiği yerde, kapısı olmayan girişimsi bir şeyle karşılaşmıştık. Muhtemelen kaleyi çevreleyen 2 metrelik durvarların bir parçasıydı gördüğümüz şey. Meşalelerin etrafında görülen silüetler ise birileri tarafından buranın korunduğunu ve aktif olarak da kullanıldığını söylüyordu. Girişe bile bu kadar insan koyulması, içeride önemli şeylerin olduğunu söyler gibiydi.
Köprünün bittiği yerden sonra girişe doğru 2 kişi mevcuttu. Siyah kıyafetler içerisindeydiler. Karanlıkta zaten detaylar pek belli olmuyordu ama üniforma havası almıştım. Susumu'nun yanından ayrılmadım ve bir kaç adım atarak öne çıktım adımlarımı hızlandırarak. Turnuvayla alakalı bir şeyler söylemişlerdi zira ve dayak yediğimi(zi?) düşünüyorlardı. Gerekli açıklamayı Susumu'nun yapması olayı garipleştirebilirdi. Yani, aradığımız benim kılıcımdı sonuçta.
"Selam, iyi nöbetler." dedim sesimi olabildiğince sakinleştirerek. Pek başarılı olmuş olamayabilirdim anksiyete sebebiyle. "Bir şey olmadı aslında, kılıcımı turnuva alanına gelen vagonda unuttum. En son da buraya gelirken gördüm o vagonu. İçinde başka silahlar da vardı, çuval çuval. Araya karışmış olabilir. Onu almak için gelmiştik." Aslında o vagon olduğundan zerre emin değildim. Yine de, denemeye değerdi. Susumu'dan önce lafa girmiş olmam ona biraz kabalık olabilirdi ama durumu en rahat böyle çözebilirdik, diye düşünüyordum. "Baba yadigarı da..." diye lafımı bitirdim. Sesim biraz kısık çıkmıştı ancak etraf sessizdi; duymayacaklarını düşünmüyordum.
Bu sırada, etrafta başka hareketlilik varmı, göz gezdirmeye başladım. 5 kişinin olduğundan az çok emindim ama bu 5 kişinin ne kadar yetenekli veya kabiliyetli olduğu konusu muammaydı. 5 tam teşekküllü shinobiyi kapı nöbetine dikecek kadar büyük bir örgüt ile kafa kafaya gelmişsek, sert bir taşa çarpmış olacaktık. Ishigakure'li Doton ustalarının bilekleri kadar sert bir taşa hemde.
Kayda değer çok bir şey yoktu. Kaleden gelen ışıklar hala aynıydı. Köprü ise dikkat çekici bir şekilde pey genişti. Bir ucundan bir ucuna 50 metre kadar falandı belki de. Koca bir orduyu yürütürdü birisi isterse buradan. Belki de kale onun içindi? Sislerle ilk katları kapanmış kaleye doğru tekrar kafamı kaldırdım. Belli belirsiz görülüyordu sadece. Sanki bulutların arasında uçuyor gibiydi. Işıklar da gri ve beyaz bulutlara renk veriyordu. Sanki bir devin ayaklarına yürüyor gibiydik.
Etrafımız o kadar pusluydu ki geldiğimiz yöne doğru kafamı çevirdiğimde hiç bir şey göremiyordum. Yokluğun ortasındaki bir köprünün ortasındaydık. Saklanacak bir yer de yoktu. Aslında bütün tehlike çanları bangır bangır çalmalıydı ancak şu an başka seçeneğimiz de yoktu. Ters bir durumda kendimi boşluğa bırakmayı ve aşağıda bir su birikintisi veya akan bir nehir olmasını ummayı düşünüyordum. Ancak bu düşüncem herhangi bir temele sahip değildi. Sadece kafamdan geçip giden şeylere olması gerekenden fazla zaman ayırıyordum düşünmek için. Zira beynimi meşgul tutmanın bir başka yoluydu bu. Daha iyi şeylere harcayabilirdim ama... Önceliğim kılıcımdı.
Köprünün sonlarına doğru yaklaşırken kale git gide büyümüş, tüm heybetini anlamak için kafamızı resmen 60 derece yukarı kaldırmak zorunda kalır olmuştuk. Önümüzdeki sis tabakası da biraz incelmeye başlamıştı ki köprünün bittiği yerde, kapısı olmayan girişimsi bir şeyle karşılaşmıştık. Muhtemelen kaleyi çevreleyen 2 metrelik durvarların bir parçasıydı gördüğümüz şey. Meşalelerin etrafında görülen silüetler ise birileri tarafından buranın korunduğunu ve aktif olarak da kullanıldığını söylüyordu. Girişe bile bu kadar insan koyulması, içeride önemli şeylerin olduğunu söyler gibiydi.
Köprünün bittiği yerden sonra girişe doğru 2 kişi mevcuttu. Siyah kıyafetler içerisindeydiler. Karanlıkta zaten detaylar pek belli olmuyordu ama üniforma havası almıştım. Susumu'nun yanından ayrılmadım ve bir kaç adım atarak öne çıktım adımlarımı hızlandırarak. Turnuvayla alakalı bir şeyler söylemişlerdi zira ve dayak yediğimi(zi?) düşünüyorlardı. Gerekli açıklamayı Susumu'nun yapması olayı garipleştirebilirdi. Yani, aradığımız benim kılıcımdı sonuçta.
"Selam, iyi nöbetler." dedim sesimi olabildiğince sakinleştirerek. Pek başarılı olmuş olamayabilirdim anksiyete sebebiyle. "Bir şey olmadı aslında, kılıcımı turnuva alanına gelen vagonda unuttum. En son da buraya gelirken gördüm o vagonu. İçinde başka silahlar da vardı, çuval çuval. Araya karışmış olabilir. Onu almak için gelmiştik." Aslında o vagon olduğundan zerre emin değildim. Yine de, denemeye değerdi. Susumu'dan önce lafa girmiş olmam ona biraz kabalık olabilirdi ama durumu en rahat böyle çözebilirdik, diye düşünüyordum. "Baba yadigarı da..." diye lafımı bitirdim. Sesim biraz kısık çıkmıştı ancak etraf sessizdi; duymayacaklarını düşünmüyordum.
Bu sırada, etrafta başka hareketlilik varmı, göz gezdirmeye başladım. 5 kişinin olduğundan az çok emindim ama bu 5 kişinin ne kadar yetenekli veya kabiliyetli olduğu konusu muammaydı. 5 tam teşekküllü shinobiyi kapı nöbetine dikecek kadar büyük bir örgüt ile kafa kafaya gelmişsek, sert bir taşa çarpmış olacaktık. Ishigakure'li Doton ustalarının bilekleri kadar sert bir taşa hemde.
- Kitamura Susumu
- Kusagakure
- Posts: 273
- Joined: August 31st, 2018, 1:49 am
Re: [Tsujihara Iori | Kitamura Susumu] Ambar
Köprüye ilerledikçe sisin bizi biraz daha yutmasına izin veriyor, izin verdikçe de iki gündür her fırsatta beynimi emcikleyen düşüncelerin aklımdan uçup gitmesine izin veriyordum. Garipti, muhtemelen şu görevde ilk defa bu kadar boş hissetmiştim, zihnimi de, her şeyi de. Normal bir vakit olsa bu durum hoşuma bile gidebilirdi... Neyi sakladığı bilinmeyen dipsiz bir yoğunluğun arasında, boş ve devasa bir köprü üzerinde serin mi serin bir hava; sanki sonsuzluğun en ortasında gibi. "Saçma." diye düşündüm, zihnimin durulmuş olduğunu iddia ediyordum kendimce ancak, yine hayal ve meyale karışmıştı işte düşüncelerim.
Yolun yarısında, yanımdaki hareketlenmeyle dikkatimi toparlamaya çalıştım. Bu çalışma ise Iori'nin hareketini taklit ederek ardıma boş boş bakmaktan öteye geçmedi. Tekrar önüme döndüğümde ise ne manasız bir iş yaptığımı fark edip, tekrar arkama baktım deli gibi. Bir şey göründüğü söylenemezdi, ben bir şey görmüyorsam eğer, umduğum gibi başkaları da bizi görmezdi. Önce mantığıma hayran kaldım, sonra bu hayranlığımı önümde büyüyüşü durdurulamayan kaleye fırlattım. Yani bu kadar büyük olmasının bir anlamı yoktu bence, ben aslında kutu gibi minik ev severim de bu ne bileyim abartı olmuş sanki biraz, yine de güzel olmuş yapanın ellerine sağlık. "Vay amına koyayım." dercesine dudaklarımı buruşturup yürümeye devam ettim ellerim ceplerimde, Tesuri'nin bana neden verdiğini hala anlayamadığım kanlı shuriken ise hala cebimdeydi. Bir yamuk çıkar da birileriyle kavgaya tutuşmamız gerekirse tek silahımın kanlı bir shuriken olacağını bilmek, ağlanacak halime gülmeme sebep oldu sessiz bir kıkırtı eşliğinde.
Kısa bir süreliğine cebimde kalmış ellerimi, manzaranın değişmeye başlamasıyla geri çıkardım hemen. Tamam cidden Riaru köpeği değiliz ama gevşek gevşek birilerinin karşısına çıkıp bizi sikmeleri için içten içe bağırmanın da bir alemi yok. Gözlerim önce hızlıca daha arka planda kalan karartıları saydı, ardından odak noktam girişi tutan nöbetçilere çevrildi. Ayakta uyuyan bir dingille, bir başka dingil. Ne güzel herkes uyuyor anasını satayım, görevin yarısında biz uyuduk, burada da bu mallar uyuyor. Her şeyi geçtim, adam bir de söve söve geliyor sanki annesine atlamışım gibi. Şeytan diyor al yerden bir taş, gelişine fırlat. Sakin ol Susumu, evet, sakin ol ve sövene değil arkada ne olduğunu soran adama odaklan. Bir de, Iori'nin dediklerine.
Ne olduğunu pek fark edemeden çocuğun önüme geçip konuşmaya başlaması, içten içe ufak bir kalp krizi geçirebilirdi bana belki de. Fakat neyse ki bu sefer önüne gelene bin tekme moduna girmemiş, insan gibi, mantıklı bir davar gibi konuşmaya başlamıştı. İfadesizdi önce suratım, dediklerini dinledikçe saçmalamıyor oluşu da bu ifadesizliğimi daha yumuşak bir hale sokmuştu. Bir şey ekleme veya yapma, bir şeyleri düzeltme gereği duymadım. Gözlerim sırayla fakat sakince önümdeki iki nöbetçiyi süzer bir şekilde, Iori'ye verecekleri cevabı beklemeye başladım.
Yolun yarısında, yanımdaki hareketlenmeyle dikkatimi toparlamaya çalıştım. Bu çalışma ise Iori'nin hareketini taklit ederek ardıma boş boş bakmaktan öteye geçmedi. Tekrar önüme döndüğümde ise ne manasız bir iş yaptığımı fark edip, tekrar arkama baktım deli gibi. Bir şey göründüğü söylenemezdi, ben bir şey görmüyorsam eğer, umduğum gibi başkaları da bizi görmezdi. Önce mantığıma hayran kaldım, sonra bu hayranlığımı önümde büyüyüşü durdurulamayan kaleye fırlattım. Yani bu kadar büyük olmasının bir anlamı yoktu bence, ben aslında kutu gibi minik ev severim de bu ne bileyim abartı olmuş sanki biraz, yine de güzel olmuş yapanın ellerine sağlık. "Vay amına koyayım." dercesine dudaklarımı buruşturup yürümeye devam ettim ellerim ceplerimde, Tesuri'nin bana neden verdiğini hala anlayamadığım kanlı shuriken ise hala cebimdeydi. Bir yamuk çıkar da birileriyle kavgaya tutuşmamız gerekirse tek silahımın kanlı bir shuriken olacağını bilmek, ağlanacak halime gülmeme sebep oldu sessiz bir kıkırtı eşliğinde.
Kısa bir süreliğine cebimde kalmış ellerimi, manzaranın değişmeye başlamasıyla geri çıkardım hemen. Tamam cidden Riaru köpeği değiliz ama gevşek gevşek birilerinin karşısına çıkıp bizi sikmeleri için içten içe bağırmanın da bir alemi yok. Gözlerim önce hızlıca daha arka planda kalan karartıları saydı, ardından odak noktam girişi tutan nöbetçilere çevrildi. Ayakta uyuyan bir dingille, bir başka dingil. Ne güzel herkes uyuyor anasını satayım, görevin yarısında biz uyuduk, burada da bu mallar uyuyor. Her şeyi geçtim, adam bir de söve söve geliyor sanki annesine atlamışım gibi. Şeytan diyor al yerden bir taş, gelişine fırlat. Sakin ol Susumu, evet, sakin ol ve sövene değil arkada ne olduğunu soran adama odaklan. Bir de, Iori'nin dediklerine.
Ne olduğunu pek fark edemeden çocuğun önüme geçip konuşmaya başlaması, içten içe ufak bir kalp krizi geçirebilirdi bana belki de. Fakat neyse ki bu sefer önüne gelene bin tekme moduna girmemiş, insan gibi, mantıklı bir davar gibi konuşmaya başlamıştı. İfadesizdi önce suratım, dediklerini dinledikçe saçmalamıyor oluşu da bu ifadesizliğimi daha yumuşak bir hale sokmuştu. Bir şey ekleme veya yapma, bir şeyleri düzeltme gereği duymadım. Gözlerim sırayla fakat sakince önümdeki iki nöbetçiyi süzer bir şekilde, Iori'ye verecekleri cevabı beklemeye başladım.
- GM - Naruto
- Game Master
- Posts: 2811
- Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm
Re: [Tsujihara Iori | Kitamura Susumu] Ambar
Iori iyi nöbetler dileğini iletirken adam daha da hızlanıyor, net olarak görebileceğiniz bir yakınlığa geliyor. Üzerinde herhangi bir ekipman göremiyorsunuz. Elleri hala iki yanda, Iori'nin cümlelerini dinliyor. O arada baştan aşağıya süzüyor sizleri. İki buçuk noktalarınızı görüyor. "Ayrı bi' cinssin yani." Bir süre daha bekliyor, ardından arkasını dönerek girişe doğru yürümeye başlıyor. Eliyle takip etmenizi işaret ediyor bu arada. "Bunlar sağlam çıktı bak. Ama kafalar gidik. Kılıcını kaybetmiş." Diğer eleman elini bu muymuş der gibi genişçe bir savuruyor. "Bunlarla Doushi'ye yürüyeceğiz birde. Kan alırlar bi' tarafımızdan kan." Takip ettiğiniz eleman önce bir gülüyor, sonra derince bir iç geçiriyor. "Göreceğiz onu."
Kapı girişine geldiğinizde adam az önce uyukladığı duvara dayanıyor tekrardan. "Çuval dolu bin tane vagon geldi buraya. Hangisindedir bilmem. Ama git bi' envantere bak. Kılıcını kapmadılarsa kaydını yaptırır alırsın." Envanter derken elini girişin sol çaprazına doğru yönlendiriyor. İçeri devam ediyorsunuz.
Geniş bir açıklık. Çevreye dağılmış surda gördükleriniz hariç 12 kişi mevcut. Grup grup dağılmış olan bu insanlar kendi aralarında konuşuyor sadece. Sağ tarafta geniş bir ahır görüyorsunuz. At sesleri de gürültüye boğuyor ortamı. Sol tarafta duvara bitişik, tek katlı 3 bina bulunmkta hepsinin ışıkları yanıyor. Ses yok. Sur kısmından giriş yaptığınız açıklığın hemen karşısında, büyük binaya giriş için kullanılan merdiven-kapı ikilisi var. Yaklaşık 100 kadar basamak sayıyorsunuz. Basamaklar, genişçe bir kapıya ulaşıyor. Yükseklik olarak bir yirmi metre kadar var. Kapının iki yanında, birer heykel gibi duran silüetleri yakalıyorsunuz. Kapılar tamamen kapalı. Ancak geniş camlardan dışarıya fazla fazla ses yayılıyor. Net olmasa da konuşmalar, birşeylerin taşınma sesleri, koşturanlar.
Binanın sol tarafındaki açıklıktan gelen sesler ise daha yoğun. Yine salt konuşmalar. Adam size o tarafı gösterdiği için sol taraftaki açıklığa ilerliyorsunuz. Merdiven, kapı ikilisi aynı konseptte kalenin yan tarafında da bulunmakta. Yaklaşık 30 kişilik bir grup var burada. Duvarın en uç noktasına yapılmış, iki katlı bir binanın önünde sıradalar. Giyimlerinde ayırt edici bir özellik yok bu insanların. Az önce büyük ateşin çevresinde gördüğünüz tiplemede insanlar.
Tek dikkatinizi çeken nokta, binadan çıkan insanların elinde bir ekipmanla ayrılıyor olması. Kimi tek bir kılıçla, mızrakla çıkıyor, kimisi sırtına bir bohça geçirmiş sürüklüyor. Ellerinde yeni oyuncaklarını inceleyerek kalenin sol taraftaki kapısına doğru yöneliyorlar. Merdivenlere baktığınızda hala 5-6 kişinin tırmanmkta olduğunu görüyorsunuz. Sıraya ve silahlara bakınca, dağıtım yapılan yerin bu iki katlı bina olduğunu tahmin edebiliyorsunuz. Çevresinde vagona dair bir iz yok.
Kapı girişine geldiğinizde adam az önce uyukladığı duvara dayanıyor tekrardan. "Çuval dolu bin tane vagon geldi buraya. Hangisindedir bilmem. Ama git bi' envantere bak. Kılıcını kapmadılarsa kaydını yaptırır alırsın." Envanter derken elini girişin sol çaprazına doğru yönlendiriyor. İçeri devam ediyorsunuz.
Geniş bir açıklık. Çevreye dağılmış surda gördükleriniz hariç 12 kişi mevcut. Grup grup dağılmış olan bu insanlar kendi aralarında konuşuyor sadece. Sağ tarafta geniş bir ahır görüyorsunuz. At sesleri de gürültüye boğuyor ortamı. Sol tarafta duvara bitişik, tek katlı 3 bina bulunmkta hepsinin ışıkları yanıyor. Ses yok. Sur kısmından giriş yaptığınız açıklığın hemen karşısında, büyük binaya giriş için kullanılan merdiven-kapı ikilisi var. Yaklaşık 100 kadar basamak sayıyorsunuz. Basamaklar, genişçe bir kapıya ulaşıyor. Yükseklik olarak bir yirmi metre kadar var. Kapının iki yanında, birer heykel gibi duran silüetleri yakalıyorsunuz. Kapılar tamamen kapalı. Ancak geniş camlardan dışarıya fazla fazla ses yayılıyor. Net olmasa da konuşmalar, birşeylerin taşınma sesleri, koşturanlar.
Binanın sol tarafındaki açıklıktan gelen sesler ise daha yoğun. Yine salt konuşmalar. Adam size o tarafı gösterdiği için sol taraftaki açıklığa ilerliyorsunuz. Merdiven, kapı ikilisi aynı konseptte kalenin yan tarafında da bulunmakta. Yaklaşık 30 kişilik bir grup var burada. Duvarın en uç noktasına yapılmış, iki katlı bir binanın önünde sıradalar. Giyimlerinde ayırt edici bir özellik yok bu insanların. Az önce büyük ateşin çevresinde gördüğünüz tiplemede insanlar.
Tek dikkatinizi çeken nokta, binadan çıkan insanların elinde bir ekipmanla ayrılıyor olması. Kimi tek bir kılıçla, mızrakla çıkıyor, kimisi sırtına bir bohça geçirmiş sürüklüyor. Ellerinde yeni oyuncaklarını inceleyerek kalenin sol taraftaki kapısına doğru yöneliyorlar. Merdivenlere baktığınızda hala 5-6 kişinin tırmanmkta olduğunu görüyorsunuz. Sıraya ve silahlara bakınca, dağıtım yapılan yerin bu iki katlı bina olduğunu tahmin edebiliyorsunuz. Çevresinde vagona dair bir iz yok.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
- Kitamura Susumu
- Kusagakure
- Posts: 273
- Joined: August 31st, 2018, 1:49 am
Re: [Tsujihara Iori | Kitamura Susumu] Ambar
Anne tavuğun peşine takılmış civciv edasıyla yürüdüm nöbetçi adamın peşinden. Bir sıkıntı çıktığı söylenemezdi. Klasik alt-üst muamelesi sonrası boş bir iki laf etmiş fakat bunu uzatmak veya agresifleştirmek yerine yardım etmeyi tercih etmişti. Bilmiş tavrına diklenmeden mahçup bir gülümseme kondurmaya çalıştım yüzüme, bir bok bilmeyen yeni eleman olarak aklında kalabileyim diye. Ardından kaleye olan kısa yolculukta kendimi duyduğum bilgi kırıntılarını düşünmeye sevk ettim hızlıca: İkidir Doushi lafı geçiyordu. Gyaku ise bize Kawakami'yi hedef aldıklarını söylemişti, ama zaten burada olma amaçlarımızdan biri de bunun doğruluğunu teyit etmekti. Kawakami düşüncesi bir şaşırtmaca mıydı, yoksa Doushi'ye yapılacak baskın bir öncü hareket mi olacaktı? Bir de bu baskın, tam olarak ne zaman yapılacaktı? Dikkat çekmeden bunları öğrenmenin bir yolunu bulmalıydım, bunu kafamda bir kenara not ettim. Iori'ye verdiğim söze ise, az önce kamp alanında olduğumdan muhtemelen daha yakındım.
Anladığımı belirtir bir şekilde kafamı salladım adamın yanından geçip giderken, bir de teşekkür ettim sessizce. Duvardaki pozisyonunu almış ve ardımızda bırakılmıştı. Kapıdan geçerek bahsettiği envantere doğru ilerlemeye başladım Iori'yle beraber. İlerlerken de etrafı inceliyor, zihnime kazımaya çalışıyordum lazım olabilecek detayları. Uzun merdivenleri inceledim ancak içeride neler döndüğünü delice merak etsem de, merakımın uslu uslu içime oturmasına izin verip şu an asıl hedefim olan şeye tekrar yöneldim. Kılıcı bulma ihtimalime biraz daha yaklaşmış olabilirdim ancak vagon trafiğinin bu kadar sıkı olması canımı sıkmıştı. Buraya getirildiğimizden beri iki, belki de üç saat geçmişti ve silah dağıtılan yerin önündeki kuyruğa bakılırsa, kılıç çoktan oksijen israfı birinin belinde hiç olmaya doğru gitmiş olabilirdi. Sıraya girecek olmamız da ayrı bir dert getiriyordu zaten. Hayır kaba saba biri olabilirim ancak yazılı olmayan toplum kurallarına da uyan birisiyim, burada asıl derdim sıra bekleyecek olmamız değildi o yüzden. Derdim rahat rahat karıştırabileceğim bir envanter hayal ederken önünde milletin kuyruk olduğu bir mekanda kısıtlı zamana sahip olma ihtimalimizdi. Abartıyor da olabilirdim elbette, bilmediğim topraklarda çok da tekin olmayan işler içerisinde olmanın paranoyaklığını da yaşıyor, boşu boşuna bir şeyleri varsaymaya başlıyor olabilirim. Kişnemeler arasında kaybolacak kısıklıkta bir küfür savurdum verdiğim nefesimle önce, ardından "Eğer bulamazsak, en azından bulana kadar idare etmelik bir şeyler al." diye mırıldandım Iori'ye doğru. Birilerinin belinde falan görürüz, tenhada adamı kıstırırız falan, hazırlıklı olmak lazım zira. Bu düşüncelerimi seslendirmedim elbette, meraklı kulakların birilerine dalma ihtimalimin olduğunu öğrenmesi istediğim bir şey değildi tabii ki de. Peşimde her zamanki gibi Iori'yle sıraya seğirttim ve kuzu kuzu beklemeye başladım kulağım yine etraftaki konuşmaları dinlerken.
İçeride depo görevlisi gibi bir şey varsa ve millet silah karşılığı kayıt işini hemen burada hallediyorsa yapacak çok bir şeyim yoktu, Iori'yi takip edecektim bu konuda sadece. Kılıcı konusunda oldukça kararlı durduğu için kapıdaki gibi durumu iyi idare etme olasılığı benden daha yüksek. Fakat içeride bir görevli gibi bir şey yoksa, serbest bir mekansa yapabildiğim kadar ortalığı inceleyecek, bulamazsam da rastgele bir kılıçla ortamdan çıkacağım. Iori'nin de inat etmeyip kendine bir başka kılıç alacağını düşünüyorum o yüzden onunkine karışmayacağım. Ek olarak, mekanda kayıtlara dair bir şey varsa ve dikkat çekmeyecek gibi duruyorsam kayıtları da inceleyeceğim; hem kılıca dair bir tasvir vs. burada var mı, hem de isimler arasında tanıdık birileri var mı görebilmek için. Benden bir isim istenilirse de Shiomiya Kiyo ismini vereceğim. Çok bilinmemiş ucuz bir kitaptan, ucuz bir karakterin ismi.
Anladığımı belirtir bir şekilde kafamı salladım adamın yanından geçip giderken, bir de teşekkür ettim sessizce. Duvardaki pozisyonunu almış ve ardımızda bırakılmıştı. Kapıdan geçerek bahsettiği envantere doğru ilerlemeye başladım Iori'yle beraber. İlerlerken de etrafı inceliyor, zihnime kazımaya çalışıyordum lazım olabilecek detayları. Uzun merdivenleri inceledim ancak içeride neler döndüğünü delice merak etsem de, merakımın uslu uslu içime oturmasına izin verip şu an asıl hedefim olan şeye tekrar yöneldim. Kılıcı bulma ihtimalime biraz daha yaklaşmış olabilirdim ancak vagon trafiğinin bu kadar sıkı olması canımı sıkmıştı. Buraya getirildiğimizden beri iki, belki de üç saat geçmişti ve silah dağıtılan yerin önündeki kuyruğa bakılırsa, kılıç çoktan oksijen israfı birinin belinde hiç olmaya doğru gitmiş olabilirdi. Sıraya girecek olmamız da ayrı bir dert getiriyordu zaten. Hayır kaba saba biri olabilirim ancak yazılı olmayan toplum kurallarına da uyan birisiyim, burada asıl derdim sıra bekleyecek olmamız değildi o yüzden. Derdim rahat rahat karıştırabileceğim bir envanter hayal ederken önünde milletin kuyruk olduğu bir mekanda kısıtlı zamana sahip olma ihtimalimizdi. Abartıyor da olabilirdim elbette, bilmediğim topraklarda çok da tekin olmayan işler içerisinde olmanın paranoyaklığını da yaşıyor, boşu boşuna bir şeyleri varsaymaya başlıyor olabilirim. Kişnemeler arasında kaybolacak kısıklıkta bir küfür savurdum verdiğim nefesimle önce, ardından "Eğer bulamazsak, en azından bulana kadar idare etmelik bir şeyler al." diye mırıldandım Iori'ye doğru. Birilerinin belinde falan görürüz, tenhada adamı kıstırırız falan, hazırlıklı olmak lazım zira. Bu düşüncelerimi seslendirmedim elbette, meraklı kulakların birilerine dalma ihtimalimin olduğunu öğrenmesi istediğim bir şey değildi tabii ki de. Peşimde her zamanki gibi Iori'yle sıraya seğirttim ve kuzu kuzu beklemeye başladım kulağım yine etraftaki konuşmaları dinlerken.
İçeride depo görevlisi gibi bir şey varsa ve millet silah karşılığı kayıt işini hemen burada hallediyorsa yapacak çok bir şeyim yoktu, Iori'yi takip edecektim bu konuda sadece. Kılıcı konusunda oldukça kararlı durduğu için kapıdaki gibi durumu iyi idare etme olasılığı benden daha yüksek. Fakat içeride bir görevli gibi bir şey yoksa, serbest bir mekansa yapabildiğim kadar ortalığı inceleyecek, bulamazsam da rastgele bir kılıçla ortamdan çıkacağım. Iori'nin de inat etmeyip kendine bir başka kılıç alacağını düşünüyorum o yüzden onunkine karışmayacağım. Ek olarak, mekanda kayıtlara dair bir şey varsa ve dikkat çekmeyecek gibi duruyorsam kayıtları da inceleyeceğim; hem kılıca dair bir tasvir vs. burada var mı, hem de isimler arasında tanıdık birileri var mı görebilmek için. Benden bir isim istenilirse de Shiomiya Kiyo ismini vereceğim. Çok bilinmemiş ucuz bir kitaptan, ucuz bir karakterin ismi.
- Tsujihara Iori
- Posts: 154
- Joined: August 30th, 2018, 10:53 pm
Re: [Tsujihara Iori | Kitamura Susumu] Ambar
Yalan söylemek yerine gerçekler hakkında ekonomik davranmıştım ve sanırım işe yaramıştı. Elemanlar bize ekipmanları nerede bulabileceğimize dair bir ipucu vermişti: envanter. Heyecanlanmıştım. Bir kaç adım daha yakın hissediyordum kılıcıma artık. Adımlarıma heyecan kattım olabildiğince ve elemanı takip ettim.
Eleman bizi girişe kadar götürüp içeriye bırakıvermişti. Doushi kasabasının ismini duyunca bir anlığına kafamın arkasındaki tüyler diken diken oldu, ardından bu isimle beraber gelişecek olan soru silsilesini beynimin dibine tıktım. Şimdi değil, dedim kendi kendime. Önce kılıcım.
İçeriye devam ettiğimizde, geniş bir alana çıkmıştık. Surların ardındaydık, çevrede epey bir insan vardı. Bir çoğu gruplar halindeydi. Kamp alanında gördüğümüz çapulculardan hallice olduklarını söyleyebilirdim. Aklımda kalıcı hiç bir özellik sergilemiyorlardı zira ve otorite aurası almıyordum hiç birinden.
Açıklıkta en çok dikkati çeken en az yüz basamaklı bir merdivendi. Yirmi metreye kadar yükseliyor ve kalenin girişini oluşturuyordu. Yanlarında duran heykeller ile ayrı bir havası vardı ancak heykelleri şimdilik silüetler halinde gözlemleyebiliyordum. İçeriden gelen sesler ve ışıklar, bir şeylerin hazırlığının son safhada ilerlediğinin işaretiydi.
Ancak benim asıl odak noktam, elemanın elinin tersiyle işaret ettiği depoydu. İçeriye giren, bir şeyler alıp çıkmakla meşguldü. Sanırım getirildiğimiz vagondaki silahlar dağıtılmaktaydı. Eğer kılıcım oradakilere karıştıysa ve envanter tutuluyorsa, bulmak için yüksek bir ihtimalim vardı.
"Olabilir. Bilmiyorum." dedim Susumu'ya dalgın bir ses tonuyla. Önce üstümü başımı yokladım. Ekipman çantam yanımda mı, Kinshi'nin parşömeni hala cebimde mi, onu kontrol edecektim. Ardından, depoya ilerleyecektim. Eğer içeride birileri kayıt tutuyorsa derdimi anlatacaktım basitçe, nöbetçilere dediğim gibi. Gerekirse kılıcımı tasvir edecektim. Siyah bir kumaşa sarılıydı ancak onu açtıklarını zannediyordum. Ancak kumaş detayını da verecektim durumu anlatırken.
Eğer içeride rastgele insanlar bişeyler alıyor ve kayıt namına bişeyler yok ise, kelimenin tam anlamıyla, sıçmıştım. O tarz bir durumda içerisini gördükten sonra yapacaklarıma karar verecektim.
Eleman bizi girişe kadar götürüp içeriye bırakıvermişti. Doushi kasabasının ismini duyunca bir anlığına kafamın arkasındaki tüyler diken diken oldu, ardından bu isimle beraber gelişecek olan soru silsilesini beynimin dibine tıktım. Şimdi değil, dedim kendi kendime. Önce kılıcım.
İçeriye devam ettiğimizde, geniş bir alana çıkmıştık. Surların ardındaydık, çevrede epey bir insan vardı. Bir çoğu gruplar halindeydi. Kamp alanında gördüğümüz çapulculardan hallice olduklarını söyleyebilirdim. Aklımda kalıcı hiç bir özellik sergilemiyorlardı zira ve otorite aurası almıyordum hiç birinden.
Açıklıkta en çok dikkati çeken en az yüz basamaklı bir merdivendi. Yirmi metreye kadar yükseliyor ve kalenin girişini oluşturuyordu. Yanlarında duran heykeller ile ayrı bir havası vardı ancak heykelleri şimdilik silüetler halinde gözlemleyebiliyordum. İçeriden gelen sesler ve ışıklar, bir şeylerin hazırlığının son safhada ilerlediğinin işaretiydi.
Ancak benim asıl odak noktam, elemanın elinin tersiyle işaret ettiği depoydu. İçeriye giren, bir şeyler alıp çıkmakla meşguldü. Sanırım getirildiğimiz vagondaki silahlar dağıtılmaktaydı. Eğer kılıcım oradakilere karıştıysa ve envanter tutuluyorsa, bulmak için yüksek bir ihtimalim vardı.
"Olabilir. Bilmiyorum." dedim Susumu'ya dalgın bir ses tonuyla. Önce üstümü başımı yokladım. Ekipman çantam yanımda mı, Kinshi'nin parşömeni hala cebimde mi, onu kontrol edecektim. Ardından, depoya ilerleyecektim. Eğer içeride birileri kayıt tutuyorsa derdimi anlatacaktım basitçe, nöbetçilere dediğim gibi. Gerekirse kılıcımı tasvir edecektim. Siyah bir kumaşa sarılıydı ancak onu açtıklarını zannediyordum. Ancak kumaş detayını da verecektim durumu anlatırken.
Eğer içeride rastgele insanlar bişeyler alıyor ve kayıt namına bişeyler yok ise, kelimenin tam anlamıyla, sıçmıştım. O tarz bir durumda içerisini gördükten sonra yapacaklarıma karar verecektim.
Off Topic
Meşguliyetim tavan şu sıralar, kötü tur için kusura bakmayın Gm bey.
- GM - Naruto
- Game Master
- Posts: 2811
- Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm
Re: [Tsujihara Iori | Kitamura Susumu] Ambar
Dağıtım yapılan binaya yaklaşıyor, sıraya dahil oluyorsunuz. Önünüzde yaklaşık 30 kişi bulunmakta. Sıra ilerledikçe, arkanıza yeni insanlar katılıyor. Dağıtım ise seri. Yaklaşık yarım saatlik bir sürenin ardından, önce sıranın bina içindeki kısmına ulaşıyor, ardından en öne geçiyorsunuz. Iori kendi vücudunu komple arıyor, herhangi birşey bulamıyor.
İçerisi basit bir odadan öte değil. Sur ile bütünleşik duvarlarında pencereye dair birşey yok haliyle. Ön ve yan duvarında bir pencere bulunuyor. Oda ise, her duvara sabitlenmiş meşaleler ile aydınlatılıyor. Yaklaşık 60 metrekare bir yer. Kapının hemen önünde, odanın ortalarında genişçe bir masa bulunmakta. Masanın başında bir adam var, önüde ise çeşit çeşit silahlar. Adamın arka kısmında ise, yığın şeklinde dökülmüş onlarca, yüzlerce ekipman görüyorsunuz. Katanası, wakizashisi, mızrakları, kunaileri. Çok fazla çeşit yok. Ekipmanların kalitesindeki döküklüğü ise sadece bakarak dahi anlayabiliyorsunuz. Pas tutmuş silahların arasında birkaç parlak şey de bulunmuyor değil.
Organize bir kayıt sistemi var. Odanın iki yanındaki adamlar, ellerindeki metallerle silahlara birşeyler kazıyor. Kayıt için görevli adam ise isim aldıktan sonra birşeyler not alarak ekipmanları veriyor. Sırası gelen ne istediğini söylüyor, görevli eğer istenen şeyi bulabilirse veriyor, bulamazsa yahut üşenirse eline gelen birşeyleri tıkıştırıyor. Adeta bir pazar usulü. Kimse de bundan şikayetçi değil. İstediği şeyi alabilen büyük bir hırs ve sevinçle, istediğini alamayanlar ise daha normal bir sevinçle. Kimse mutsuz ayrılmıyor buradan. Odanın iki duvarına dayanmış yapılı korumalar da bunda etken olabilir. Şayet tek yaptıkları, sırası gelen insanları ters bakışlarıyla süzmek oluyor.
Sıranız geldiğinde adam eliyle silah yığınlarını ve masayı sunuyor önünüze. Masada köşelere dağılmış iki tantou, bir wakizashi, paslı bir naginata ve bir katana bulunmakta. Adam boşluk buldukça arkasındaki yığından yeni birşeyler ekliyor. Iori giriyor lafa. Katanasını vagonda unuttuğunu söylüyor ve tüm ayrıntılarıyla tasvir ediyor silahını. Adamın bıkkın ve yorgun bakışları, bir gıdım daha bıkkınlaşıyor. "Ne bileyim senin kumaşlı, şekil şukul katananı ?" İki yanındaki adamlara bakıyor. Onların da çok ilgisini çekmiş gibi değil Iori'nin kayıp katanası. "Ne gelirse veriyoruz işte. O kadar da detaylı kayıt yapmıyoruz. İsmini ver, al ne alacaksan." Masanın üzerindeki katanayı hafifçe ittiriyor ona. Susumu ise verdiği sahte isimle birlikte bir adet wakizashiye çöküyor. Silahı incelediğinde, metal kısmın kabzaya en yakın noktasında silik bir kodlama görüyor. G-962. Iori isterse vereceği isimle birlikte katanayı alıyor. Binadan ayrılırken de son bir umut, adamın arkasındaki silah yığınlarına bakıyor. En azından görebildiği yerlerde katanasına dair bir iz yok.
Çıkış yapıyorsunuz. Sırada yine tahmini 30-40 kişi bulunmakta. Ancak dikkatleri dağıtımın yapıldığı yerden ziyade kalenin bu tarafındaki kapısı oluyor. Hepsi yana dönmüş, merdivenleri izliyor. "Daha silah almadık ki laaan." Biri gözlerini ayırmadan yanındaki arkadaşını dürtüyor yumruğuyla. Dağıtım binasında silahlarla uğraşan iki kişi dışarı çıkıyor ve merdivenlere doğru ufaktan yardırıyor. "Toplanın. Shinji-sama geliyor." Sıra ufaktan dağılırken toplu adımlarla merdivenlere seğirtiyorlar. Sizde ne olup bittiğini anlamak için kalabalığa çok da karışmadan yaklaşıyorsunuz merdivenlere. Merdivenlerden beyaz saçlı biri iniyor. Hemen yanında ise mavi kıyafetli bir silüet. Göz aşinalığınız var.
Kalabalık belirli bir yakınlığa geldikten sonra duruyor, merdivenlerden inen silüet ise biraz daha belirginleşiyor. Kopan gümbürtü ile sağınıza, surlara giriş yaptığınız tarafa dönüyorsunuz. Sıralı bir şekilde sekiz adet vagon. Dört nala gelen atlar, bulunduğunuz meydana geliyor ve dağılarak farklı köşelerde duruyor. Her birinin üzerinde, siyah kapüşonları geçirmiş sürücüler bulunmakta. Kalabalığın arkalarındaki bir adam, elinde tuttuğu kılıcı sert bir şekilde gömüyor zemine. "Başlıyoruz herhalde." Shinji adlı eleman merdivenlerin alt kısımlarında, herkese yukarıdan bakabileceği bir noktada dönüyor. Yanında, birkaç basamak ardında ise silik bir şekilde, buraya gelmeden önce dövüştüğünüz mavi kıyafetli eleman duruyor.
11 katana sayıyorsunuz adamın vücuduna dağılmış. Iori'nin gözleri otomatik olarak taramaya başlıyor her birini. Kalabalığa yaklaşıyor. Adam herkesi tek tek süzüyor.
"Samito festivali." Kalabalık çıt çıkmayacak şekilde sessizliğe boğuluyor. Duyabildiğiniz tek ses, atların aldığı hırıltılı nefesler oluyor. "Planladığımız şeylerin tek bir maddesinden dahi şaşmayacak, yüce yürüyüşümüzü başlatacağımız günün temel direği olan bu operasyonu en kanlı şekilde tamamlayacağız !" Kalabalık bir adım daha ileriye gidiyor. Shinji cümlelerinin herkese nüfuz etmesini bekliyor. "Bu gece bizler Kawakami sınırlarına çöküp kara bulutlara dönüşürken, Riaru-sama hakkımız olanı almak için belki de tarihi bir adım atacak !" Topluluk kısa bir anlığına hırs ve coşkuyla Riaru'nun adını bağırıyor hep bir ağızdan. Shinji bu coşkunun dağılması için bekliyor.
Iori'nin gözü, adamın sol omzundan çıkmış kabzaya takılıyor. İşlemeler. Tanıması için dibine gidip bakması gerekmiyor. Babasının yâdigarı.
Kalabalık susuyor. "Bu geceyi kanla onurlandırmak isteyenler-" Belinden hızla çektiği katanayı vagonlara doğru çeviriyor. "benimle birlikte, hemen, şu anda, Kawakami'ye yürümek için gelsin. Riaru-sama'nın eylemlerine şahitlik etmek isteyen, yapacağı görüşmede onun ardında durma şerefine erişmeyi arzulayanlar ise, bu gece evimizde misafir edilecekler." Merdivenlerin en tepesine, kale kapılarına bakıyorsunuz. Gıcırtılı bir şekilde, sonuna dek açılıyorlar.
Kalabalık çığrından çıkmış bir şekilde, silahlarını havaya kaldırmış bağrınıyor. Kimi boğazını patlatırcasına Riaru'nun ismini haykırıyor, kimi yeni Amegakure'nin ismini salıyor gökyüzüne. Bazıları vagona gidiyor, bazıları merdivenlere adeta hücum ediyor. Iori ise gözleri açık, ayakları zemine kilitli, sadece adamın daha doğrusu kendisinin katanasına odaklı duruyor.
İçerisi basit bir odadan öte değil. Sur ile bütünleşik duvarlarında pencereye dair birşey yok haliyle. Ön ve yan duvarında bir pencere bulunuyor. Oda ise, her duvara sabitlenmiş meşaleler ile aydınlatılıyor. Yaklaşık 60 metrekare bir yer. Kapının hemen önünde, odanın ortalarında genişçe bir masa bulunmakta. Masanın başında bir adam var, önüde ise çeşit çeşit silahlar. Adamın arka kısmında ise, yığın şeklinde dökülmüş onlarca, yüzlerce ekipman görüyorsunuz. Katanası, wakizashisi, mızrakları, kunaileri. Çok fazla çeşit yok. Ekipmanların kalitesindeki döküklüğü ise sadece bakarak dahi anlayabiliyorsunuz. Pas tutmuş silahların arasında birkaç parlak şey de bulunmuyor değil.
Organize bir kayıt sistemi var. Odanın iki yanındaki adamlar, ellerindeki metallerle silahlara birşeyler kazıyor. Kayıt için görevli adam ise isim aldıktan sonra birşeyler not alarak ekipmanları veriyor. Sırası gelen ne istediğini söylüyor, görevli eğer istenen şeyi bulabilirse veriyor, bulamazsa yahut üşenirse eline gelen birşeyleri tıkıştırıyor. Adeta bir pazar usulü. Kimse de bundan şikayetçi değil. İstediği şeyi alabilen büyük bir hırs ve sevinçle, istediğini alamayanlar ise daha normal bir sevinçle. Kimse mutsuz ayrılmıyor buradan. Odanın iki duvarına dayanmış yapılı korumalar da bunda etken olabilir. Şayet tek yaptıkları, sırası gelen insanları ters bakışlarıyla süzmek oluyor.
Sıranız geldiğinde adam eliyle silah yığınlarını ve masayı sunuyor önünüze. Masada köşelere dağılmış iki tantou, bir wakizashi, paslı bir naginata ve bir katana bulunmakta. Adam boşluk buldukça arkasındaki yığından yeni birşeyler ekliyor. Iori giriyor lafa. Katanasını vagonda unuttuğunu söylüyor ve tüm ayrıntılarıyla tasvir ediyor silahını. Adamın bıkkın ve yorgun bakışları, bir gıdım daha bıkkınlaşıyor. "Ne bileyim senin kumaşlı, şekil şukul katananı ?" İki yanındaki adamlara bakıyor. Onların da çok ilgisini çekmiş gibi değil Iori'nin kayıp katanası. "Ne gelirse veriyoruz işte. O kadar da detaylı kayıt yapmıyoruz. İsmini ver, al ne alacaksan." Masanın üzerindeki katanayı hafifçe ittiriyor ona. Susumu ise verdiği sahte isimle birlikte bir adet wakizashiye çöküyor. Silahı incelediğinde, metal kısmın kabzaya en yakın noktasında silik bir kodlama görüyor. G-962. Iori isterse vereceği isimle birlikte katanayı alıyor. Binadan ayrılırken de son bir umut, adamın arkasındaki silah yığınlarına bakıyor. En azından görebildiği yerlerde katanasına dair bir iz yok.
Çıkış yapıyorsunuz. Sırada yine tahmini 30-40 kişi bulunmakta. Ancak dikkatleri dağıtımın yapıldığı yerden ziyade kalenin bu tarafındaki kapısı oluyor. Hepsi yana dönmüş, merdivenleri izliyor. "Daha silah almadık ki laaan." Biri gözlerini ayırmadan yanındaki arkadaşını dürtüyor yumruğuyla. Dağıtım binasında silahlarla uğraşan iki kişi dışarı çıkıyor ve merdivenlere doğru ufaktan yardırıyor. "Toplanın. Shinji-sama geliyor." Sıra ufaktan dağılırken toplu adımlarla merdivenlere seğirtiyorlar. Sizde ne olup bittiğini anlamak için kalabalığa çok da karışmadan yaklaşıyorsunuz merdivenlere. Merdivenlerden beyaz saçlı biri iniyor. Hemen yanında ise mavi kıyafetli bir silüet. Göz aşinalığınız var.
Kalabalık belirli bir yakınlığa geldikten sonra duruyor, merdivenlerden inen silüet ise biraz daha belirginleşiyor. Kopan gümbürtü ile sağınıza, surlara giriş yaptığınız tarafa dönüyorsunuz. Sıralı bir şekilde sekiz adet vagon. Dört nala gelen atlar, bulunduğunuz meydana geliyor ve dağılarak farklı köşelerde duruyor. Her birinin üzerinde, siyah kapüşonları geçirmiş sürücüler bulunmakta. Kalabalığın arkalarındaki bir adam, elinde tuttuğu kılıcı sert bir şekilde gömüyor zemine. "Başlıyoruz herhalde." Shinji adlı eleman merdivenlerin alt kısımlarında, herkese yukarıdan bakabileceği bir noktada dönüyor. Yanında, birkaç basamak ardında ise silik bir şekilde, buraya gelmeden önce dövüştüğünüz mavi kıyafetli eleman duruyor.
"Samito festivali." Kalabalık çıt çıkmayacak şekilde sessizliğe boğuluyor. Duyabildiğiniz tek ses, atların aldığı hırıltılı nefesler oluyor. "Planladığımız şeylerin tek bir maddesinden dahi şaşmayacak, yüce yürüyüşümüzü başlatacağımız günün temel direği olan bu operasyonu en kanlı şekilde tamamlayacağız !" Kalabalık bir adım daha ileriye gidiyor. Shinji cümlelerinin herkese nüfuz etmesini bekliyor. "Bu gece bizler Kawakami sınırlarına çöküp kara bulutlara dönüşürken, Riaru-sama hakkımız olanı almak için belki de tarihi bir adım atacak !" Topluluk kısa bir anlığına hırs ve coşkuyla Riaru'nun adını bağırıyor hep bir ağızdan. Shinji bu coşkunun dağılması için bekliyor.
Iori'nin gözü, adamın sol omzundan çıkmış kabzaya takılıyor. İşlemeler. Tanıması için dibine gidip bakması gerekmiyor. Babasının yâdigarı.
Kalabalık susuyor. "Bu geceyi kanla onurlandırmak isteyenler-" Belinden hızla çektiği katanayı vagonlara doğru çeviriyor. "benimle birlikte, hemen, şu anda, Kawakami'ye yürümek için gelsin. Riaru-sama'nın eylemlerine şahitlik etmek isteyen, yapacağı görüşmede onun ardında durma şerefine erişmeyi arzulayanlar ise, bu gece evimizde misafir edilecekler." Merdivenlerin en tepesine, kale kapılarına bakıyorsunuz. Gıcırtılı bir şekilde, sonuna dek açılıyorlar.
Kalabalık çığrından çıkmış bir şekilde, silahlarını havaya kaldırmış bağrınıyor. Kimi boğazını patlatırcasına Riaru'nun ismini haykırıyor, kimi yeni Amegakure'nin ismini salıyor gökyüzüne. Bazıları vagona gidiyor, bazıları merdivenlere adeta hücum ediyor. Iori ise gözleri açık, ayakları zemine kilitli, sadece adamın daha doğrusu kendisinin katanasına odaklı duruyor.
Off Topic
Pasiflik koşulsuz, şartsız 24 saate çekilmiştir. Ledssssssss go.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
- Tsujihara Iori
- Posts: 154
- Joined: August 30th, 2018, 10:53 pm
Re: [Tsujihara Iori | Kitamura Susumu] Ambar
Dağıtımın yapıldığı yer basit bir odadan ibaretti. İçerisi pas kokan bir oda. Muhtemelen bu odanın içerisindeki tek kaliteli şey kayıt sistemiydi ancak o da bir defterden ibaretti. Malzemeyi alan ve ne aldığının yazılı olduğu bir defter gibi duruyordu. Ben ise onunla zerre ilgilenmiyordum.
Kılıcımı görevliye tasvir ettiğimde aldığım cevap şaşırtıcı olmamıştı. Saygısızca, ancak şaşırtıcı değildi. Sinirlenmiştim. Kılıcımı görseydi kesinlikle hatırlardı. Eğer görmüş olsa da hatırlamıyorsa, aptal gerzeğin önde gideniydi. Ancak yapacak bir şeyim yoktu. Susumu, uydurma bir isim verip bir wakizashiye konmuştu. Eleman da bana doğru paslı bir katana uzatmıştı. Elim başka bir katanayı tutmaya gitmiyordu, ancak Susumu'nun dediklerini aklıma getirdim. Pek düşünecek durumda değildim, o yüzden "Fujiwara Ayuki." dedim paslı kılıcı kınından tutarken, ardından çıkışa yöneldim.
Dışarıya çıktığımda, içimi daha da derin bir hüzün ve gerginlik kaplamıştı. Aptal aptal etraftaki insanların sırtlarına, ellerine ve bellerine bakıyordum kılıcıma dair bir iz bulabilir miyim diye. Büyük bir umutla girmiştim bu depoya ve hiç bir şeye ulaşamamıştım. Kötü durumdaydım.
Öyle kötü durumdaydım ki, insanların kalenin merdivenlerine doğru yoğunlaştığını tam bir beş saniye gecikmeyle farketmiştim. Kafamı isteksizce o yöne çevirdim Susumu'nun yanından ayrılmayarak. Shinji-sama diyordu birileri, bir şeyler başlayacak falan deniyordu. Umursamadım.
Depoda değilse nerededir? Birisinin aldığı az çok belliydi. Belki de o vagonun tahtaları arasına kaçmıştır. Yok hayır, gerçi epey geniş oluyor kınıyla beraber. Komple bir tahta parçasının eksik olması lazım. Hatırladığım kadarıyla da yoktu. O mavili almış olabilirdi. Birilerine satmış bile olabilirdi şimdiye belki. Tesuri? Acaba, diye düşündüm. Ancak çok kılıç kullanacak birisine benzemiyordu lâkin garip bir havası vardı. Belki de kılıcımın bana olan önemini anladı ve beni ondan kasti ayırmak istedi?
Belki de.
Bilemiyorum.
Eleman konuşmaya başladı. Bir şeylerden bahsediyordu, bir yerlere gidileceğinden falan. Yılmıştım aslında biraz, o yüzden çok dinlediğim söylenemezdi. Bu sırada bir gök gürlemesi gibi bahçeye giren at arabaları ile kendime biraz geldim. Eleman, Kawakami'ye yürüyeceklerini haykırıyordu.
Samito festivali. Geç kalmış gibi görünüyorduk. Eğer şimdi yola çıkacaklarsa zaten haber verecek bir durum da kalmayacak gibiydi. Düşman saflarının tam içerisinde, zamanımız dolmuş bir biçimde duruyorduk yani. Daha da yıldım ve soğuk bir hava kapladı üzerimi. Gerçi, Doushi'nin de ismini duymuştuk. Fakat ne alakası var, şu anda çözemiyordum. Susumu benim yerime düşünür çözerdi gerçi.
Bu sırada, elemanın omzuna dikkat ettim. Üzerinde 11 tane katana vardı ancak bunlardan bir tanesi diğer geri kalan onundan daha değerliydi. Gözlerimin fal taşı gibi açıldığını hissettim.
Durdum, ve baktım. Sadece baktım. Aklımdan ise tona senaryo geçiyordu. Eleman da bu vagonlarla gidecek miydi? Öyleyse benim, hatta bizim de onlarla gitmemiz gerekiyordu. Adamı takip etmeliydim. Burada millete seslendiğine göre önemli birisiydi. Şimdi üzerine çullanmak aptallık olabilirdi. Ancak bir şekilde ondan kılıcımı almalıydım.
Ancak yapacağım şey ne, bilmiyordum. Çok farklı fikirler geçiyordu aklımdan. Ölüm ve öldürmek ile alakalı olanlarını şimdilik beynimin en arka köşelerine iteliyordum ancak bilinçaltım çözmüştü bir insanın hayatının ne kadar kolay bitebildiğini. Bazen en kesin ve en kolay çözüm o olabiliyordu.
Şimdilik, elemanı izleyecektim. Nereye gidiyorsa dikkat çekmemeye çalışarak güruh ile beraber takip edecektim adamı. Eğer adam olur da vagonlardan birine binerse, mecburen binecektim, ya onun bindiğine ya da bir başkasına. Susumu'nun beni takip edeceğini düşünüyordum. Kılıcı görmemiş olma ihtimaline karşılık ayağımla onu dürtecektim ve kafamı hafif bir şekilde kalıdırıp çenem ile adamı gösterecektim. İyice adamı inceleyince farkedecektir zaten diye düşünüyordum durumun önemini.
Kılıcımı görevliye tasvir ettiğimde aldığım cevap şaşırtıcı olmamıştı. Saygısızca, ancak şaşırtıcı değildi. Sinirlenmiştim. Kılıcımı görseydi kesinlikle hatırlardı. Eğer görmüş olsa da hatırlamıyorsa, aptal gerzeğin önde gideniydi. Ancak yapacak bir şeyim yoktu. Susumu, uydurma bir isim verip bir wakizashiye konmuştu. Eleman da bana doğru paslı bir katana uzatmıştı. Elim başka bir katanayı tutmaya gitmiyordu, ancak Susumu'nun dediklerini aklıma getirdim. Pek düşünecek durumda değildim, o yüzden "Fujiwara Ayuki." dedim paslı kılıcı kınından tutarken, ardından çıkışa yöneldim.
Dışarıya çıktığımda, içimi daha da derin bir hüzün ve gerginlik kaplamıştı. Aptal aptal etraftaki insanların sırtlarına, ellerine ve bellerine bakıyordum kılıcıma dair bir iz bulabilir miyim diye. Büyük bir umutla girmiştim bu depoya ve hiç bir şeye ulaşamamıştım. Kötü durumdaydım.
Öyle kötü durumdaydım ki, insanların kalenin merdivenlerine doğru yoğunlaştığını tam bir beş saniye gecikmeyle farketmiştim. Kafamı isteksizce o yöne çevirdim Susumu'nun yanından ayrılmayarak. Shinji-sama diyordu birileri, bir şeyler başlayacak falan deniyordu. Umursamadım.
Depoda değilse nerededir? Birisinin aldığı az çok belliydi. Belki de o vagonun tahtaları arasına kaçmıştır. Yok hayır, gerçi epey geniş oluyor kınıyla beraber. Komple bir tahta parçasının eksik olması lazım. Hatırladığım kadarıyla da yoktu. O mavili almış olabilirdi. Birilerine satmış bile olabilirdi şimdiye belki. Tesuri? Acaba, diye düşündüm. Ancak çok kılıç kullanacak birisine benzemiyordu lâkin garip bir havası vardı. Belki de kılıcımın bana olan önemini anladı ve beni ondan kasti ayırmak istedi?
Belki de.
Bilemiyorum.
Eleman konuşmaya başladı. Bir şeylerden bahsediyordu, bir yerlere gidileceğinden falan. Yılmıştım aslında biraz, o yüzden çok dinlediğim söylenemezdi. Bu sırada bir gök gürlemesi gibi bahçeye giren at arabaları ile kendime biraz geldim. Eleman, Kawakami'ye yürüyeceklerini haykırıyordu.
Samito festivali. Geç kalmış gibi görünüyorduk. Eğer şimdi yola çıkacaklarsa zaten haber verecek bir durum da kalmayacak gibiydi. Düşman saflarının tam içerisinde, zamanımız dolmuş bir biçimde duruyorduk yani. Daha da yıldım ve soğuk bir hava kapladı üzerimi. Gerçi, Doushi'nin de ismini duymuştuk. Fakat ne alakası var, şu anda çözemiyordum. Susumu benim yerime düşünür çözerdi gerçi.
Bu sırada, elemanın omzuna dikkat ettim. Üzerinde 11 tane katana vardı ancak bunlardan bir tanesi diğer geri kalan onundan daha değerliydi. Gözlerimin fal taşı gibi açıldığını hissettim.
Durdum, ve baktım. Sadece baktım. Aklımdan ise tona senaryo geçiyordu. Eleman da bu vagonlarla gidecek miydi? Öyleyse benim, hatta bizim de onlarla gitmemiz gerekiyordu. Adamı takip etmeliydim. Burada millete seslendiğine göre önemli birisiydi. Şimdi üzerine çullanmak aptallık olabilirdi. Ancak bir şekilde ondan kılıcımı almalıydım.
Ancak yapacağım şey ne, bilmiyordum. Çok farklı fikirler geçiyordu aklımdan. Ölüm ve öldürmek ile alakalı olanlarını şimdilik beynimin en arka köşelerine iteliyordum ancak bilinçaltım çözmüştü bir insanın hayatının ne kadar kolay bitebildiğini. Bazen en kesin ve en kolay çözüm o olabiliyordu.
Şimdilik, elemanı izleyecektim. Nereye gidiyorsa dikkat çekmemeye çalışarak güruh ile beraber takip edecektim adamı. Eğer adam olur da vagonlardan birine binerse, mecburen binecektim, ya onun bindiğine ya da bir başkasına. Susumu'nun beni takip edeceğini düşünüyordum. Kılıcı görmemiş olma ihtimaline karşılık ayağımla onu dürtecektim ve kafamı hafif bir şekilde kalıdırıp çenem ile adamı gösterecektim. İyice adamı inceleyince farkedecektir zaten diye düşünüyordum durumun önemini.
- Kitamura Susumu
- Kusagakure
- Posts: 273
- Joined: August 31st, 2018, 1:49 am
Re: [Tsujihara Iori | Kitamura Susumu] Ambar
Pek de iç açıcı olmayan tahminlerim hemen hemen doğru çıkmıştı. Hoş değildi hani durumlar, bir yanda davar gibi silahları çiziktiren, tabiri caizse silahların amına koyan embesil görevliler, diğer yanda aklı hala bir karış havada bir görev arkadaşı.... Yeterli olmayan bir vakit geçirmek zorunda kalmıştık depoda ve bunun sonucu olarak elimiz en mecazi anlamıyla boş çıkmıştık. Iori'nin katanasına dair ne bir şey vardı, ne de kılıca dair fikri olan birileri. Derin bir iç çektim en hüzünlüsünden, ancak suratıma vuran ifadeyi çok da abartmadım kalabalıkta sırıtmasın diye. Milleti daha da sinir etmemek için arka taraftaki ekipmanları falan karıştırtmadım, masa üzerinden bir wakizashi seçip, Shiomiya Kiyo ismini verip, çıktım. Çok ilgi çekici bir parça değildi ancak, demirindeki kodlamaya bakılırsa defterde bir yerlerde artık G-962 olarak anılacaktım sahte ismimle birlikte.
Milletin bozuk atmıyor oluşunu taklit etmeye çalışarak çıktım depodan, tekrar dikkat çekmemek için. Turnuva alanındaki gibi tekrar meraklı gözleri çekmem hoş olmayabilirdi. Fakat, bir yorum da yapmadım olanlar hakkında. Zaten Iori'yle aramız rahatsız edici bir sessizliğe kapılmadan işler kendi kendine ilerlemeye başladı. Bu beni hem rahatlatan, hem de işkillendiren bir şeydi. Gözlerimi milletin odaklandığı noktaya çevirdim ve silüeti daha yakından görebilmek için kalabalığa ayak uydurdum yavaştan yavaştan merdivenlere yaklaşarak. Silüeti iyice seçebildiğimde ise ufak, çok ufak mırıltılarla "E anasının amı ama." diye söylendim. Bir, iki, üç... Ney? 11 katana ne oğlum? Bir hadi bilemedin iki tane neyine yetmiyor? Şoklardan şoklara koşabilirdim bir süre daha ancak hem silüetin arkasındaki mavili belalımı tekrar seçebilmiş olmam, hem de katanalı abinin konuşmaya başlaması dikkat kesilmemi sağladı. İşler, karmaşıklaşıyordu. Bu katana arama merasimine devam edebilecek noktada mıydık hala, emin olamıyordum.
Bir Doushi, bir Kawakami... Gyaku daha bir kaç gün var demişti festivale halbuki. Haliyle, tahmin edilen saldırı gününe de. Çok vakit kaybettiğimizi düşünmüyordum ancak yine de tahminlerden daha dar bir sürede kalıyordu şu an yapılacak harekat. Beynimi çok zorlasam da anlam veremedim, fakat Doushi'ye yapılacak saldırı en azından şu an değildi. Kawakami'ye yetişemeyecek olsak da, buradan sağ salim kurtulduğumuz vakit gerekli uyarıları belki yapabilecektik. Riaru'nun bir görüşme yapacağı haberi de, aklıma attığım bir bilgi olmuştu sadece. Bu görüşme de, en az Kawakami baskını kadar önemli bir olaydı, buna şüphe yok. Ancak kalıp görüşmeyi mi izleyeceğimize, ya da baskın vagonlarına mı atlayacağımıza tek başıma karar veremezdim.
Milletin kopup bağırışmaya başlamasıyla hafiften yerime sindim aniden. Milleti tekrar taklit etmek, çakma bir coşku göstermek çok da içimden gelmedi açıkçası. Zaten bu coşkunun arasında kimin ne yaptığını önemseyeceklerini de düşünmüyordum, üstelik, millet dağılıp biz ortada dımdızlak kalmadan önce bir karar da vermemiz gerekiyordu. Iori'ye hafiften döndüm, dönüşümle eş zamanlı olarak o da beni dürtmüştü zaten ve kılıçlı adamı göstermişti. Aklımdan bunu neden yaptığına dair bir kaç fikir geçse de kesin bir fikirde karar kılmadım, "Ne yapacağımıza karar ver, ben uyarım." diye hızlıca konuştum. Bu, ne yapacağımıza dair bir fikrim olmadığından yaptığım bir şey değildi. Cidden, kalmak da gitmek de bana uyuyordu ve ortak hareket etmek benim için en önemli şeydi. Bu yüzden Iori'den farklı bir şey pek yapmayacaktım, nereye giderse kendisini takip edecektim.
Milletin bozuk atmıyor oluşunu taklit etmeye çalışarak çıktım depodan, tekrar dikkat çekmemek için. Turnuva alanındaki gibi tekrar meraklı gözleri çekmem hoş olmayabilirdi. Fakat, bir yorum da yapmadım olanlar hakkında. Zaten Iori'yle aramız rahatsız edici bir sessizliğe kapılmadan işler kendi kendine ilerlemeye başladı. Bu beni hem rahatlatan, hem de işkillendiren bir şeydi. Gözlerimi milletin odaklandığı noktaya çevirdim ve silüeti daha yakından görebilmek için kalabalığa ayak uydurdum yavaştan yavaştan merdivenlere yaklaşarak. Silüeti iyice seçebildiğimde ise ufak, çok ufak mırıltılarla "E anasının amı ama." diye söylendim. Bir, iki, üç... Ney? 11 katana ne oğlum? Bir hadi bilemedin iki tane neyine yetmiyor? Şoklardan şoklara koşabilirdim bir süre daha ancak hem silüetin arkasındaki mavili belalımı tekrar seçebilmiş olmam, hem de katanalı abinin konuşmaya başlaması dikkat kesilmemi sağladı. İşler, karmaşıklaşıyordu. Bu katana arama merasimine devam edebilecek noktada mıydık hala, emin olamıyordum.
Bir Doushi, bir Kawakami... Gyaku daha bir kaç gün var demişti festivale halbuki. Haliyle, tahmin edilen saldırı gününe de. Çok vakit kaybettiğimizi düşünmüyordum ancak yine de tahminlerden daha dar bir sürede kalıyordu şu an yapılacak harekat. Beynimi çok zorlasam da anlam veremedim, fakat Doushi'ye yapılacak saldırı en azından şu an değildi. Kawakami'ye yetişemeyecek olsak da, buradan sağ salim kurtulduğumuz vakit gerekli uyarıları belki yapabilecektik. Riaru'nun bir görüşme yapacağı haberi de, aklıma attığım bir bilgi olmuştu sadece. Bu görüşme de, en az Kawakami baskını kadar önemli bir olaydı, buna şüphe yok. Ancak kalıp görüşmeyi mi izleyeceğimize, ya da baskın vagonlarına mı atlayacağımıza tek başıma karar veremezdim.
Milletin kopup bağırışmaya başlamasıyla hafiften yerime sindim aniden. Milleti tekrar taklit etmek, çakma bir coşku göstermek çok da içimden gelmedi açıkçası. Zaten bu coşkunun arasında kimin ne yaptığını önemseyeceklerini de düşünmüyordum, üstelik, millet dağılıp biz ortada dımdızlak kalmadan önce bir karar da vermemiz gerekiyordu. Iori'ye hafiften döndüm, dönüşümle eş zamanlı olarak o da beni dürtmüştü zaten ve kılıçlı adamı göstermişti. Aklımdan bunu neden yaptığına dair bir kaç fikir geçse de kesin bir fikirde karar kılmadım, "Ne yapacağımıza karar ver, ben uyarım." diye hızlıca konuştum. Bu, ne yapacağımıza dair bir fikrim olmadığından yaptığım bir şey değildi. Cidden, kalmak da gitmek de bana uyuyordu ve ortak hareket etmek benim için en önemli şeydi. Bu yüzden Iori'den farklı bir şey pek yapmayacaktım, nereye giderse kendisini takip edecektim.
- GM - Naruto
- Game Master
- Posts: 2811
- Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm
Re: [Tsujihara Iori | Kitamura Susumu] Ambar
Kalabalık ikiye bölmüş dağılırken odağınız Shinji oluyor. Ufak adımlarla iniyor merdivenlerden, arada bir duraklıyor insanların sürü olarak hareket edişini izliyor. Mavili ise gölgesi gibi, hemen ardında. İlk gördüğünüzde adamın üzerine sinmiş olan ego neredeyse yok olmuş. Eğik başı, asık suratıyla insanların hissettiği coşkudan tamamen izole etmiş durumda kendisini. Sizi görmesiyle ise... Sanki bir zafer kazanmış gibi parlayan suratı, hırs dolu tek gözü ortaya çıkıyor. Belindeki wakizashiyi kınından çekerek merdivenleri hızlı adımlarla bir bir katediyor. Shinji ise ardından bakıyor olanları anlamak için.
Kalabalık kısmen dağılıyor ve sizde yine kısmen, orta bir açıklıkta kalıyorsunuz. Mavilinin ilerleyişi kalabalıkta hala vagona atlamamış yahut merdivenlerin başında olan birkaç kişinin dikkatini çekiyor fakat hiçbiri cesaret edip sorgulamıyor. Birkaç kişi ilerleyişini durdurarak izliyor sadece. Adımlardaki hiddet artıyor, elleriniz depodan aldığınız silahlara ulaşabilecek bir konuma geliyor. Kalabalığın ortasında, hatta herkesin düşman olduğu bir yerde dövüşmek aşırı mantıksız bir tercih olsa da hayatta kalmak için başka tercihiniz olmadığının farkındasınız.
Mavili zemine ulaştığında ikinci wakizashisi de kınından çıkıyor, dövüş pozisyonunu alıyor. "Tesuri-sama'nın ne dediği çok da si-" Adam üzerinize atılmaya hazırlanırken, ağzının tam üzerinde, konuşmasını engelleyen bir katana beliriyor. Ardından Shinji. Katananın yan tarafı, mavilinin dudaklarına yapışık. Shinji'nin suratı size dönük, bir süre sizi izledikten sonra maviliye dönüyor. "Ben yokken benim için de böyle mi konuşuyorsun ?" Katananın düz yüzeyini hafifçe geri çekiyor, tekrar hızla yapıştırıyor dudaklara. Çıkan çarpma sesini duyuyorsunuz. Altı belki yedi adım ötenizde Shinji ve mavili. Shinji suratını maviliye dönüyor ve boştaki eliyle, mavilinin elini kavrıyor. Wakizashiyi sakince sokuyor kınına. Mavili ek bir emir almadan, diğerini de yavaşça koyuyor kınına. Size dönüyor Shinji. Birkaç adım yakınınıza kadar geliyor. "Yeni meni. Öğrencimin gözünü aldığınıza göre iş var sizde. Tesuri de uygun gördüyse... Meh." Sırıtık. Az önce kalabalığı hareketlendiren ciddi ses tonundan, yüz hatlarından eser yok. Çatlak bir kaypaklık var hatta aurasında. Seri bir şekilde geri dönüyor, maviliye adımlıyor. Dibine geldiğinde, mavilinin kafasının üstündeki saçlara yapışarak adamın kafasını yukarı doğru kaldırıyor. "Göz gitmiş bacak gitmiş. Gâye gerçekleştikçe ne önemi var ? Tesuri tamam dediyse, ne söz hakkın var ? Karşı çıkmaya gücün mü var ?" Birbirini tamamlayan cümlelerini dalga geçer gibi sıralıyor. Tuttuğu saçlarlar beraber geriye itiyor adamı. Kafasını da hızlıca kaldırarak kibar bir siktir git hareketi yapıyor. Vagonlara yöneliyor mavili. Shinji tekrar size odaklanıyor.
"Mevcut öğrencim top ağızlı olduğundan, döndüğümde sizi sınayacağım. Bunu ben bırakmazsam Tesuri alacak kellesini. Gerçi bunu kurtaran da Tesuriymiş de ayrı muhabbet o." Geriniyor biraz. Kılıcını kınına geri sokuyor. "Gelene kadar kalede bekleyin. Shinji-sama'nın öğrenci adayıyım derseniz-" Vagondan kopup gelen bir adam Shinji'nin yanına geliyor ve eğiliyor saygıyla. "Shinji-sama, Doushi ekibinin varmasına saatler kaldı. Yola çıksak..." Maviliyi kafa hareketiyle nasıl siktir ettiyse buna da aynı tarife. Size dönüp tamamlıyor cümlesini. "dinlenecek yer ayarlar, ayaklarınızı bile yıkarlar. Ne isterseniz. Tesuri sizi de şişlemiş diye duydum. Güzel acıtır." Bir eli belinde, sinir bozucu bir kahkaha atıyor. Onay için sizlerin suratına bakıyor.
Kalabalık kısmen dağılıyor ve sizde yine kısmen, orta bir açıklıkta kalıyorsunuz. Mavilinin ilerleyişi kalabalıkta hala vagona atlamamış yahut merdivenlerin başında olan birkaç kişinin dikkatini çekiyor fakat hiçbiri cesaret edip sorgulamıyor. Birkaç kişi ilerleyişini durdurarak izliyor sadece. Adımlardaki hiddet artıyor, elleriniz depodan aldığınız silahlara ulaşabilecek bir konuma geliyor. Kalabalığın ortasında, hatta herkesin düşman olduğu bir yerde dövüşmek aşırı mantıksız bir tercih olsa da hayatta kalmak için başka tercihiniz olmadığının farkındasınız.
Mavili zemine ulaştığında ikinci wakizashisi de kınından çıkıyor, dövüş pozisyonunu alıyor. "Tesuri-sama'nın ne dediği çok da si-" Adam üzerinize atılmaya hazırlanırken, ağzının tam üzerinde, konuşmasını engelleyen bir katana beliriyor. Ardından Shinji. Katananın yan tarafı, mavilinin dudaklarına yapışık. Shinji'nin suratı size dönük, bir süre sizi izledikten sonra maviliye dönüyor. "Ben yokken benim için de böyle mi konuşuyorsun ?" Katananın düz yüzeyini hafifçe geri çekiyor, tekrar hızla yapıştırıyor dudaklara. Çıkan çarpma sesini duyuyorsunuz. Altı belki yedi adım ötenizde Shinji ve mavili. Shinji suratını maviliye dönüyor ve boştaki eliyle, mavilinin elini kavrıyor. Wakizashiyi sakince sokuyor kınına. Mavili ek bir emir almadan, diğerini de yavaşça koyuyor kınına. Size dönüyor Shinji. Birkaç adım yakınınıza kadar geliyor. "Yeni meni. Öğrencimin gözünü aldığınıza göre iş var sizde. Tesuri de uygun gördüyse... Meh." Sırıtık. Az önce kalabalığı hareketlendiren ciddi ses tonundan, yüz hatlarından eser yok. Çatlak bir kaypaklık var hatta aurasında. Seri bir şekilde geri dönüyor, maviliye adımlıyor. Dibine geldiğinde, mavilinin kafasının üstündeki saçlara yapışarak adamın kafasını yukarı doğru kaldırıyor. "Göz gitmiş bacak gitmiş. Gâye gerçekleştikçe ne önemi var ? Tesuri tamam dediyse, ne söz hakkın var ? Karşı çıkmaya gücün mü var ?" Birbirini tamamlayan cümlelerini dalga geçer gibi sıralıyor. Tuttuğu saçlarlar beraber geriye itiyor adamı. Kafasını da hızlıca kaldırarak kibar bir siktir git hareketi yapıyor. Vagonlara yöneliyor mavili. Shinji tekrar size odaklanıyor.
"Mevcut öğrencim top ağızlı olduğundan, döndüğümde sizi sınayacağım. Bunu ben bırakmazsam Tesuri alacak kellesini. Gerçi bunu kurtaran da Tesuriymiş de ayrı muhabbet o." Geriniyor biraz. Kılıcını kınına geri sokuyor. "Gelene kadar kalede bekleyin. Shinji-sama'nın öğrenci adayıyım derseniz-" Vagondan kopup gelen bir adam Shinji'nin yanına geliyor ve eğiliyor saygıyla. "Shinji-sama, Doushi ekibinin varmasına saatler kaldı. Yola çıksak..." Maviliyi kafa hareketiyle nasıl siktir ettiyse buna da aynı tarife. Size dönüp tamamlıyor cümlesini. "dinlenecek yer ayarlar, ayaklarınızı bile yıkarlar. Ne isterseniz. Tesuri sizi de şişlemiş diye duydum. Güzel acıtır." Bir eli belinde, sinir bozucu bir kahkaha atıyor. Onay için sizlerin suratına bakıyor.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.