Maviliyi farkettiğim anda, o da beni farketmişti. Tek gözüyle Susumu ve beni süzmeye başlayınca suratında canlanan kıvanç... Garipti. Wakizashini çekerek merdivenleri kat etmeye başladı Shinji denen herifin ardından. Ben ise, ondan ziyade hala kılıca bakıyordum. Kılıcı nasıl alacağımın planları arasında hala beynime içinde bulunduğum durumu sorgulaması için yeterli zaman ayırmamamıştım.
Mavilinin merdivenleri aşıp, wakizashini çekmesiyle beraber kendime gelmiştim biraz. Etraftaki diğer çapulcular da herifin harektini farketmişti. Bir donukluk çökmüştü, emir komuta sebebiyle kimse ne yapacağını bilemez bir haldeydi sanırım. Zira kimse herife bir "Dur!" diyecek gibi görünmüyordu.
Ancak "Dur!" denmemişti, "Dur!" edilmişti. Mavilinin yanında biten Shinji, bir kılıcı ile herifin ilerleyişini durdurmuştu önüne bent çeker gibi. "Hızlı." diye düşündüm. Fazlasıyla hem de. İstemsizce sol elimdeki kınından tuttuğum kılıç müsveddesinin kabzasına elim giderken farkettim kendimi. Reflekslerim yerindeydi, ancak o refleksleri çalıştıracak beyin olmadığı zaman ne anlamı vardı ki?
Shinji, konuşmaya başlamıştı. Herifi yaptığı saygısızlık üzerinden yavaş yavaş bir çivi çakar gibi yerin dibine sokuyordu. Ben istesem, o kadar ağır zarar veremezdim ona. Kaldı ki, verdiğimi de düşünmüyordum. Elemanın gözüne ne olduğu hakkında hiç bir fikrim yoktu ancak Shinji'nin dediğine göre benim üzerime kalmıştı. "He." diyip içimden geçecektim şimdilik. Bu ortamda tartışılacak en son şeydi o.
Maviliyi kabaca ortamdan kovması ve vagonlara yönlendirmesi, içimi burkmamış da değildi. Saygısızlığa hiç gelemezdim ancak burada sanırım onların saygı tanımı benimkinden farklıydı. Onların düzenlerine karışacak değildim. Vakti geldiğinde zaten bir bir harcayacaktım hepsini, o ayrı meseleydi. Ancak şu anda rolüm bu değildi.
Tüm bunlar olurken de bize epey yaklaşmışlardı. Yakından daha iyi seçiyordum ikisin ancak derdim ikisi de değildi. Gözlerim ve bakışlarım Shinji'nin sırtındaki kılıcımdı. Yakındım. Çok yakın. Kalp atışlarımı kulaklarımda hissedebiliyordum. Derin bir nefes aldım Shinji bize gelene kadar onu beklememizi söyleyince. Doushi ile alakalı bir konuşma daha geçince, bir şeylerin ters gittiği zihnime kazınmaya başlamıştı ancak hala hamdı. İşlenmemiş düşünceler ve fikirler halının altına atıldıkça şişiyordu ve patlamak üzereydim aslında bir nevi. Kılıcımı geri almalıydım.
Eleman ne istersek yerine getirileceğini söyleyince, bunun ciddi olup olmadığını irdeledim biraz. Görüşümü kılıçtan çekip Shinji'ye odakladım. Susumu'nun yanından bir adım ileri atarak çıktım ve tekrar derin bir nefes aldım. "Ayak yıkatmak pek tarzım değil. Ancak..." bir elimi kaldırdım ve işaret parmağım ile adamın sırtındaki kılıcımı gösterdim. "Kılıcımı geri alsam fena olmazdı. Baba yadigârı sonuçta. Bu yolda canımı vereceksem onsuz olsun istemem." Yani sanırım bu yapabileceğim en politik hareketti. Başka türlü bu işin içinden pek çıkabileceğime ihtimal vermiyordum özellikle herifin ne kadar hızlı hareket ettiğini görünce. Eğer kılıcımı kendi isteğiyle geri vermesi ihtimali yüzde 1 bile olsa bunu değerlendirmeliydim.
Hani, aslında kılıcımı verirse, vermemesinden daha çok şaşıracaktım. Ancak omuzlarımızda kafalarımız ile bu ortamdan ayrılmamızın tek yolu da konuşarak olacak gibiydi.
Ardından, kanıma salınan adrenalini hissettim. Her an, her şey olabilirdi. Ancak reaksiyon göstermeyecektim. Şu anda adama karşı bir hamle yapmak gerçekten yapabileceğim en salakça şey olurdu. O yüzden adamın cevabını dinleyecek, ona göre bir şeyler düşünecektim. "Peki efendim.", "Anlaşıldı efendim." diyip çekip gidecek halim kesinlikle yoktu ancak stratejik davranmam da gerekliydi. O yüzden nefesimi tuttum ve gözlerimi keskinleştirdim.