[Oita Butsuo & Jirou Ryu] Yeni Açan Çiçek
- Oita Butsuo
- Ishigakure
- Posts: 320
- Joined: September 1st, 2018, 2:42 pm
Re: [Shimada Kazuo & Oita Butsuo] Yeni Açan Çiçek
Acaba biz insanların içinden de çakra çekilip alınsa biz de böyle kuruyup gider miyiz? Tek dokunuşla parçalanıp toza dönüşecek bir şeye dönüştürür mü çakrasızlık bizi? Yaşam enerjimizden gelen bir şey çakra, ama yaşam enerjisi dediğimiz şeyin ta kendisi mi acaba? Bir de çakrayı bizim bünyemize bağlayan, bu bünyeden ayrılmasını engelleyen şeyin ne olduğu gibi hakikata ulaşmak için cevaplanması gereken bir soru daha var. Belki de çakra bize ait bir şey değildir, sadece bir şekilde bize bağlanan, odak noktasının bir şekilde biz olduğumuz bir şeydir. Sonuçta rivayete göre bütün doğa, dünya çakrayla dolup taşıyor ama bu çakra belirli durumlarda belirli bir nesnede toplanıyor. Değersiz hissettiriyor bu düşünceler beni, içten içe bilip kendi bilincimden bile sakladığım bir gerçeğin açığa çıkması gibi. Her şeyi olduğu gibi kabul ederken bir anda gerçeğin içine içine akması ve seni uykundan uyandırması, kendi hayatımızın bile öznesi olamamamız gerçeği ve her şeyin bir illüzyondan ibaret olma ihtimali. Yaptığım meslek ve bağlılıklarım dolayısıyla özne olmamın imkansızlığı zaten tartışmaya açık bir şey değil. Ne olduğunu bilmediğim bir özne tarafından nesneleştirilmiş bir araç olduğum gerçeğinin bilinciyle yaşıyorum ve bu durumu kabul ettim.
Kriz anları, karar almayı ve harekete geçmeyi gerektirir, düşünce akışları yoluyla arayışta olmayı değil. Zamanın göreceliğiyle ilişkilendirilebilecek andan sonra gözlerimi elimdeki kuru bitkiden kaldırıp daha nesnel bir zaman boyutuna geçiş yaptım. Mina'nın vücut diliyle beni onaylaması ve Ryu'nun varlığından bile bihaber olduğum bir teknikle Ishichou ile iletişime geçmesini izledim. Ardından Mina'nın teklifiyle avlayacak bir zavallı görmüş kedinin biri gibi kulaklarımı diktim.
Kendimi ağırdan satarcasına biraz düşündüm. Ryu'ya bir yan bakış attım. Tüm bu olaylar yaşanmadan önceki planımın geçerliliğini koruduğunu fark etmekte geç kalmadım. Bakışlarımı Ryu ve Mina arasında paylaştırarak konuştum sonrasında. "Kazuo ve Nanase-sanla bir bilgi alışverişi yaptıktan sonra onları da bu plana dahil edip hep beraber sorunun çözümüne ulaşalım." Sözlerimden sonra bakışlarım onay arayışı içinde Ryu ve Mina arasında mekik dokumaya devam etti.
Kriz anları, karar almayı ve harekete geçmeyi gerektirir, düşünce akışları yoluyla arayışta olmayı değil. Zamanın göreceliğiyle ilişkilendirilebilecek andan sonra gözlerimi elimdeki kuru bitkiden kaldırıp daha nesnel bir zaman boyutuna geçiş yaptım. Mina'nın vücut diliyle beni onaylaması ve Ryu'nun varlığından bile bihaber olduğum bir teknikle Ishichou ile iletişime geçmesini izledim. Ardından Mina'nın teklifiyle avlayacak bir zavallı görmüş kedinin biri gibi kulaklarımı diktim.
Kendimi ağırdan satarcasına biraz düşündüm. Ryu'ya bir yan bakış attım. Tüm bu olaylar yaşanmadan önceki planımın geçerliliğini koruduğunu fark etmekte geç kalmadım. Bakışlarımı Ryu ve Mina arasında paylaştırarak konuştum sonrasında. "Kazuo ve Nanase-sanla bir bilgi alışverişi yaptıktan sonra onları da bu plana dahil edip hep beraber sorunun çözümüne ulaşalım." Sözlerimden sonra bakışlarım onay arayışı içinde Ryu ve Mina arasında mekik dokumaya devam etti.
Re: [Shimada Kazuo & Oita Butsuo] Yeni Açan Çiçek
Sudan arındırılmış bir toprağın süregelen o uzunca döngüsünden sonra kuruması gibi, kuruyan bir çiçekle göz göze gelmek zihnimde bir çok imge doğurdu. Bunların en başında ise hatıraları henüz zihnimde taptaze olan savaş alanı geliyordu... Islak ve bir o kadar da çamurlu bir toprağa sahip olan Yağmur Ülkesinin, o gün tamamen yağmurdan bağımsız bir şekilde ıslanıp çamurlaştığı zemini, üzerinde çürümeye başlamış insan cesetlerine ev sahipliği yapıyordu. Ve bu zehirli kökleriyle birlikte köyümü sarmalamak isteyen küçücük kurumuş çiçek bana o günü anımsatıyordu. Derin bir nefesle birlikte kurumuş bitkiden uzaklaşan bakışlarım, Butsuo ve Mina arasında mekik dokumaya başladı. Mina'nın konuşmaya girişmesi ile birlikte ise kısa bir süreliğine bakışlarım sadece onun üzerinde durdu. Sözleri, en sonunda benim dediğim noktaya gelmişti... Bu sevindirici bir haberdi; çünkü inanıyordum ki, bu işi ancak bu şekilde çözerdik.
Sözlerini onaylan kafa hareketim ile konuşma sırasına hiç dahil olmayarak, topu Butsuo'ya atmıştım. Butsuo ise biraz daha temkinli yaklaşıp, bu fikri önce diğer iki kişiyle de paylaşmak istediğini belirtmişti... Bu noktada ona pek katılmıyordum. Aslında söylediği şey kesinlikle mantıksız değildi; ama içimden bir ses burada harcadığımız her bir saniyenin, bu ormanda bir şeylere sebebiyet verdiğini söylüyordu. Oyalanmak... Bu terim bana savaştaki o anları hatırlatıyordu. Chisa ile olan tartışmam sonucu, kaybettiğimiz vakitlerin o bedeli kan dondurucuydu kesinlikle... Ve bu noktada kesinlikle korkuyordum; çünkü aynı şeylerin olmasını hiç mi hiç istemiyordum.
Gene de, Butsuo'ya karşı bir fikir üretmedim zihnimde. Konuşması bitince, zihnimdeki tavrı takip edecek nitelikte sözlerle: "Haklı olabilirsin; ama acele etmeliyiz, çok oyalanıyoruz." dedim net ve art niyeti olmayan bir tonda. "Hızlıca diğerleri ile buluşup, kökleri takip edelim. Ya da Mina-san ve ben önden kökleri takip etmeye başlayalım, sizde arkadan bize yetişin. İçimden bir ses hızlı olmamız gerektiğini söylüyor." dedim, aynı tonda. Butsuo benim gibi savaşta yer alan shinobiler'den biriydi... Hoş onun ön cephede, savaşın en kızgın olduğu o doruk zirvede yer aldığını duymuştum; ama sonuçta ikimiz de aynı adrenalini tatmış ve aynı manzaraya şahit olmuş insanlardık.
Vakit denen şeyin ne kadar değerli olduğunu o da biliyor olmalıydı. Zira saniyeler içerisinde onlarca insanın öldüğüne şahit olmuş bir çift göze sahipti.
Sözlerini onaylan kafa hareketim ile konuşma sırasına hiç dahil olmayarak, topu Butsuo'ya atmıştım. Butsuo ise biraz daha temkinli yaklaşıp, bu fikri önce diğer iki kişiyle de paylaşmak istediğini belirtmişti... Bu noktada ona pek katılmıyordum. Aslında söylediği şey kesinlikle mantıksız değildi; ama içimden bir ses burada harcadığımız her bir saniyenin, bu ormanda bir şeylere sebebiyet verdiğini söylüyordu. Oyalanmak... Bu terim bana savaştaki o anları hatırlatıyordu. Chisa ile olan tartışmam sonucu, kaybettiğimiz vakitlerin o bedeli kan dondurucuydu kesinlikle... Ve bu noktada kesinlikle korkuyordum; çünkü aynı şeylerin olmasını hiç mi hiç istemiyordum.
Gene de, Butsuo'ya karşı bir fikir üretmedim zihnimde. Konuşması bitince, zihnimdeki tavrı takip edecek nitelikte sözlerle: "Haklı olabilirsin; ama acele etmeliyiz, çok oyalanıyoruz." dedim net ve art niyeti olmayan bir tonda. "Hızlıca diğerleri ile buluşup, kökleri takip edelim. Ya da Mina-san ve ben önden kökleri takip etmeye başlayalım, sizde arkadan bize yetişin. İçimden bir ses hızlı olmamız gerektiğini söylüyor." dedim, aynı tonda. Butsuo benim gibi savaşta yer alan shinobiler'den biriydi... Hoş onun ön cephede, savaşın en kızgın olduğu o doruk zirvede yer aldığını duymuştum; ama sonuçta ikimiz de aynı adrenalini tatmış ve aynı manzaraya şahit olmuş insanlardık.
Vakit denen şeyin ne kadar değerli olduğunu o da biliyor olmalıydı. Zira saniyeler içerisinde onlarca insanın öldüğüne şahit olmuş bir çift göze sahipti.

I'm Kita Usagi's bitch.
- GM - Naruto
- Game Master
- Posts: 2814
- Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm
Re: [Shimada Kazuo & Oita Butsuo] Yeni Açan Çiçek
Bundan sonra atacağınız adım konusunda fikirlerinizi söylemeye başladığınız anda, Mina’nın Butsuo’ya ilk tepkisi ekşittiği bir yüz ifadesi oluyor. Bu yüz ifadesinden, Nanase ve Kazuo ile buluştuktan sonra bir şeyler yapma fikrinin kendisine pek de uygun düşmediğini rahatlıkla anlayabiliyorsunuz. Bir an önce harekete geçmek, merakını dindirmek için bir şeyler yapmak istercesine duran Mina, bu kez konuşmayı devralan Ryu’ya bakışlarını döndürdüğünde, onun konuşması daha tatmin edici oluyor. İkiye ayrılma fikrine sıcak baktığını gözlemlenen Mina “Bence de ikiye ayrılabiliriz, Ryu-san’ın dediği gibi vakit kaybetmemiş oluruz.” diyerek vücut dilini söylemleriyle tasdik ediyor.
Bir karara varmanızın ardından, Butsuo Nanase ve Kazuo’nun ilerlediği yöne doğru hareketlenmeye başlarken, Mina ve Ryu’da bitkinin kökünü takip ederek ilerlemeye başlıyor.
Butsuo; Kazuo ve Nanase’nin ilerlediği yoldan dikkatle ilerlemeye başlıyorsun. Karşına çıkabilecek en ufak tehlikeye karşı tetikte ve başından beri ayrılmayı istemeyen tavırların nedeniyle biraz da öfkeli bir şekilde yapıyorsun bunu. Yine de Ryu ve Mina’nın niyeti konusunda pek de sıkıntılı olduğun söylenemez, zira Ryu’nun bugüne kadar yaptıkları senin de kulağına çalınmış olduğu için, onun da en az senin kadar yetenekli bir shinobi olduğunun bilincindesin.
Yaklaşık 20 dakikalık bir ilerlemenin ardından, herhangi bir dikkat çekici unsurla karşılaşmıyorsun. Bulduğunuz bitkinin kök kısmı hala ilerlemekte olduğu için bulunduğun bölgede başkaca zehirli bitki yok gibi görünüyor. Ormanın doğu tarafına doğru yaptığın bu ilerlemede, size bahsedildiği gibi ormanlık alanın sıklığının azaldığını, bu sebeple de görüşünün arttığını fark edebiliyorsun. Dolayısıyla, bu noktada bitkilerine her biri daha görünür bir halde olduğu için şüphe çeken bir durumu hemen fark etmen olası görünüyor. Ancak şimdiye kadar yaptığın ilerlemede, dikkat çeken bir bitkiye rastlamadığın gibi, ağaçların ardına gizlenmiş herhangi bir bitki de göremiyorsun. Etraf son derece sakin ve olması gerektiği gibi görünüyor.
İlerlemene 10 dakika daha devam ettiğin anda ise, ilk kez ilerleyişini durduracak bir hadise yaşanıyor. Bitkilerin arasında gördüğün bir kumaş parçası, tüm dikkatini hızlıca oraya doğru yönlendirmene sebep oluyor. Yaklaşık 150 cm. yüksekliğindeki ve tamamı yaklaşık 3 metre uzunluğunda olan bir çalı topluluğunun arasında gördüğün kumaş, shinobi hislerini de harekete geçiriyor. Çakran birden vücudunda hızlıca çalkalanmaya başlarken, dikkatli adımlarla bu noktaya yöneliyorsun. Çalıların arasından görünün kumaş parçasını daha net ve detaylı görebilmek adına, en uygun görüş açısını yakalamak için doğruca çalılara doğru değil, daha çok etrafında dolanır gibi ilerliyorsun. Bu sayede birkaç adım sonunda kumaş parçasına dair daha iyi bir izlenimin oluyor ve gördüğün az miktardaki kumaş parçasından, bunun siyah bir eşofman altı olduğu çıkarımını yapabiliyorsun.
Etrafın şu anda oldukça tenha ve dikkat çekici başkaca herhangi bir unsur bulunmuyor. Çalılar ile arandaki mesafe 5 metre civarında ve etrafına nispeten ağaçların açıklık oluşturduğu bir alanla çevrili. Yani herhangi bir gizlenme veya gizli bir saldırıya çok müsait olan bir ortamda değilsin gibi görünüyor.
Ryu; Mina ile birlikte bitkinin köklerini takip ederek ilerlemeye başlıyorsunuz. Gittiğiniz noktada orman giderek sıklaşmaya başlarken, kuzeye doğru yöneldiğinizi fark edebiliyorsun. İlerleyişinizin kılavuzu olan bitkiden yola çıkarak benzer bitkiler bulmak için bir hayli dikkatli ilerliyorsunuz. Dolayısıyla bu durum beklenenden daha yavaş hareket etmenize neden oluyor. Ormanın giderek sıklaşması, bitkileri bulmanızı zorlaştıran ana etmen oluyor. Bunun dışında yeni bir bitki ile karşılaştığınız anda, köklerinin nereye doğru ilerlediğini de tespit etmeniz gerekiyor. Tüm bu nedenlerle her ne kadar hızlı hareket etmek istesen de, bunun çok olası olmadığını kısa sürede anlıyorsun. Aslında bu noktada bitkilerden birini bulmanız halinde Butsuo’nun hızlıca kazarak köklerin yönünü tespit etme ve sizin de ilerlemeniz şeklinde bir organizasyonun daha iyi olabileceğini anlıyorsun. Fakat seçiminizi çoktan yapmış olmanız nedeniyle, bu hususta elinizden gelen pek de bir şey olmuyor.
Yaklaşık 10 dakika kadar ilerlemenizin ardından Mina kalın gövdeli bir ağacı sana göstererek “Burada!” diyerek sana bulduğunuzun hemen hemen aynısı özellikleri taşıyan bir bitkiyi gösteriyor. Tüm shinobi kabiliyetlerine rağmen, farkındalığının Mina’nınkine kıyasla epey düşük olduğunu bu olaydan rahatlıkla anlayabiliyorsun. Sana kalsa, söz konusu bitkiyi fark etmenin saatler bulabileceğini hissediyorsun, zira her ne kadar Mina sana eliyle bitkinin olduğu yeri işaret ediyor olsa bile, bitkiyi tam olarak gördüğün bile söylenemez. Bu noktada Mina’nın botanik konusundaki bilgilerinin bu farkındalığını arttırdığını düşünsen de, bitkileri bulma noktasında Mina’ya güvenmek dışında pek de bir şey yapamayacağını düşünmekten kendini alıkoyamıyorsun.
Mina ile birlikte bitkinin bulunduğu noktaya gittiğinizde, kendisini ustaca gizlemiş bitkiyi incelemeye başlıyorsunuz. Fiziksel olarak diğerinden pek bir farkı bulunmayan bitkinin köklerinin de benzer bir şekilde olduğunu düşünüyorsunuz. Ancak yine de bu konuda gözle görülür net bir bilginiz bulunmamakta ve Mina da bu anda ne yapılacağı konusunu tamamen sana bırakmış gibi görünüyor.
Bir karara varmanızın ardından, Butsuo Nanase ve Kazuo’nun ilerlediği yöne doğru hareketlenmeye başlarken, Mina ve Ryu’da bitkinin kökünü takip ederek ilerlemeye başlıyor.
Butsuo; Kazuo ve Nanase’nin ilerlediği yoldan dikkatle ilerlemeye başlıyorsun. Karşına çıkabilecek en ufak tehlikeye karşı tetikte ve başından beri ayrılmayı istemeyen tavırların nedeniyle biraz da öfkeli bir şekilde yapıyorsun bunu. Yine de Ryu ve Mina’nın niyeti konusunda pek de sıkıntılı olduğun söylenemez, zira Ryu’nun bugüne kadar yaptıkları senin de kulağına çalınmış olduğu için, onun da en az senin kadar yetenekli bir shinobi olduğunun bilincindesin.
Yaklaşık 20 dakikalık bir ilerlemenin ardından, herhangi bir dikkat çekici unsurla karşılaşmıyorsun. Bulduğunuz bitkinin kök kısmı hala ilerlemekte olduğu için bulunduğun bölgede başkaca zehirli bitki yok gibi görünüyor. Ormanın doğu tarafına doğru yaptığın bu ilerlemede, size bahsedildiği gibi ormanlık alanın sıklığının azaldığını, bu sebeple de görüşünün arttığını fark edebiliyorsun. Dolayısıyla, bu noktada bitkilerine her biri daha görünür bir halde olduğu için şüphe çeken bir durumu hemen fark etmen olası görünüyor. Ancak şimdiye kadar yaptığın ilerlemede, dikkat çeken bir bitkiye rastlamadığın gibi, ağaçların ardına gizlenmiş herhangi bir bitki de göremiyorsun. Etraf son derece sakin ve olması gerektiği gibi görünüyor.
İlerlemene 10 dakika daha devam ettiğin anda ise, ilk kez ilerleyişini durduracak bir hadise yaşanıyor. Bitkilerin arasında gördüğün bir kumaş parçası, tüm dikkatini hızlıca oraya doğru yönlendirmene sebep oluyor. Yaklaşık 150 cm. yüksekliğindeki ve tamamı yaklaşık 3 metre uzunluğunda olan bir çalı topluluğunun arasında gördüğün kumaş, shinobi hislerini de harekete geçiriyor. Çakran birden vücudunda hızlıca çalkalanmaya başlarken, dikkatli adımlarla bu noktaya yöneliyorsun. Çalıların arasından görünün kumaş parçasını daha net ve detaylı görebilmek adına, en uygun görüş açısını yakalamak için doğruca çalılara doğru değil, daha çok etrafında dolanır gibi ilerliyorsun. Bu sayede birkaç adım sonunda kumaş parçasına dair daha iyi bir izlenimin oluyor ve gördüğün az miktardaki kumaş parçasından, bunun siyah bir eşofman altı olduğu çıkarımını yapabiliyorsun.
Etrafın şu anda oldukça tenha ve dikkat çekici başkaca herhangi bir unsur bulunmuyor. Çalılar ile arandaki mesafe 5 metre civarında ve etrafına nispeten ağaçların açıklık oluşturduğu bir alanla çevrili. Yani herhangi bir gizlenme veya gizli bir saldırıya çok müsait olan bir ortamda değilsin gibi görünüyor.
Ryu; Mina ile birlikte bitkinin köklerini takip ederek ilerlemeye başlıyorsunuz. Gittiğiniz noktada orman giderek sıklaşmaya başlarken, kuzeye doğru yöneldiğinizi fark edebiliyorsun. İlerleyişinizin kılavuzu olan bitkiden yola çıkarak benzer bitkiler bulmak için bir hayli dikkatli ilerliyorsunuz. Dolayısıyla bu durum beklenenden daha yavaş hareket etmenize neden oluyor. Ormanın giderek sıklaşması, bitkileri bulmanızı zorlaştıran ana etmen oluyor. Bunun dışında yeni bir bitki ile karşılaştığınız anda, köklerinin nereye doğru ilerlediğini de tespit etmeniz gerekiyor. Tüm bu nedenlerle her ne kadar hızlı hareket etmek istesen de, bunun çok olası olmadığını kısa sürede anlıyorsun. Aslında bu noktada bitkilerden birini bulmanız halinde Butsuo’nun hızlıca kazarak köklerin yönünü tespit etme ve sizin de ilerlemeniz şeklinde bir organizasyonun daha iyi olabileceğini anlıyorsun. Fakat seçiminizi çoktan yapmış olmanız nedeniyle, bu hususta elinizden gelen pek de bir şey olmuyor.
Yaklaşık 10 dakika kadar ilerlemenizin ardından Mina kalın gövdeli bir ağacı sana göstererek “Burada!” diyerek sana bulduğunuzun hemen hemen aynısı özellikleri taşıyan bir bitkiyi gösteriyor. Tüm shinobi kabiliyetlerine rağmen, farkındalığının Mina’nınkine kıyasla epey düşük olduğunu bu olaydan rahatlıkla anlayabiliyorsun. Sana kalsa, söz konusu bitkiyi fark etmenin saatler bulabileceğini hissediyorsun, zira her ne kadar Mina sana eliyle bitkinin olduğu yeri işaret ediyor olsa bile, bitkiyi tam olarak gördüğün bile söylenemez. Bu noktada Mina’nın botanik konusundaki bilgilerinin bu farkındalığını arttırdığını düşünsen de, bitkileri bulma noktasında Mina’ya güvenmek dışında pek de bir şey yapamayacağını düşünmekten kendini alıkoyamıyorsun.
Mina ile birlikte bitkinin bulunduğu noktaya gittiğinizde, kendisini ustaca gizlemiş bitkiyi incelemeye başlıyorsunuz. Fiziksel olarak diğerinden pek bir farkı bulunmayan bitkinin köklerinin de benzer bir şekilde olduğunu düşünüyorsunuz. Ancak yine de bu konuda gözle görülür net bir bilginiz bulunmamakta ve Mina da bu anda ne yapılacağı konusunu tamamen sana bırakmış gibi görünüyor.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
- Oita Butsuo
- Ishigakure
- Posts: 320
- Joined: September 1st, 2018, 2:42 pm
Re: [Shimada Kazuo & Oita Butsuo] Yeni Açan Çiçek
Mina'nın maceraya atılma isteğinin hayatta kalma isteğine üstün gelmesi konusuna alışmıştım. Ama şu ana kadar öyle ya da böyle sözünü dinleten kişi gibi bir şey olmaya da alışıktım. Tabii bunda Kazuo'yla bolca göreve çıkmamız ve bu görevlerde yaşadıklarımızın bizi daha güvenli bir yol izleme konusunda ikna etmesi, dolayısıyla Kazuo'yla fikirlerimizin benzeşmesinin de önemli bir yeri vardı. Ryu ise bizden farklı tecrübeler yaşamış olacak ki işi uzatmadan, gerekirse risk alarak bitirme fikrine daha yakın. Muhakkak bu farklı yaklaşımların farklı durumlarda farklı fayda ve zararları vardır, bizim durumumuzda ne çıkacağını ise her şey olup bittikten sonra öğreneceğiz.
Sonuç olarak bir uzlaşmaya vardık ve yollarımızı ayırdık. Mina'nın güvenliğinin önem teşkil etmesi bir gözümü arkada bıraksa da Ryu'nun kabiliyetli bir shinobi olduğunu bilmem öteki gözümle önüme bakmamı sağlıyor. Yine de iki gözümle de önüme bakabilmem için çabucak Kazuo ve Nanase'yi bulmak istiyorum. Bu hedefle yarım saate yakın bir süre yol aldım gittikçe seyrekleşen ağaçlar arasında. Sonuç: asayiş berkemal! Aa, hayır, değilmiş...
Bir kumaş parçası... Can çekişen kurbanının etrafında dönen akbabalar gibi döne döne dikkatli bir biçimde yaklaştım bu kumaş parçasına. Daha yakından yaptığım inceleme sonucunda ise bu kumaşın siyah bir eşofman altına ait olduğuna kanaat getirdim. Diğer bir önemli nokta ise bu kumaş parçasının bir buçuk metre yükseklikte bulunması. Bu ormandan bacak boyu bir buçuk metreyi geçen biri geçse birileri bunu fark ederdi herhalde. Demek ki bu insan üstün sıçrama kabiliyetlerine sahip bir insan, yani büyük ihtimalle bir shinobi. Pek tabii bu kumaş parçası yırtıldıktan sonra rüzgar yoluyla bulunduğu yerden bu çalıya takılmış da olabilir. Yine de Kazuo'nun siyah bir eşofman altı giydiği gerçeği beni öteki türlü düşünmeye itiyor.
Ryu'nun yaklaşımını devreye sokmam gereken kısıma gelmiş bulunuyoruz. Hem nasılsa artık Mina'nın canıyla da uğraşmak zorunda değilim. Dikkati elden bırakmadan çalıya yaklaşacağım. Yeni bir şeyler keşfetmiş bir kedi yavrusu gibi kumaşı almadan tekrar bir gözden geçireceğim uzaktan. Bu süreci çok uzun tutmayacağım ama sürpriz bir saldırı yapmak isteyen birinin kullanabileceği kadar da sürecek. Eğer böyle bir durum varsa en azından dövüşün zaman boyutunu kontrol etmiş olurum böylece. Bir şey olmaması durumunda ise kumaşı alıp, aynı yem olma tavrını sürdürerek tekrar inceleyeceğim. Hiçbir şey olmaması durumunda ise yoluma devam edeceğim. Yani, çok zaman kaybetmeyecek kadar kısa, tuzağa düşebilecek kadar uzun kalacağım burada. Bir yandan aradığımız suçlunun şu an ortaya çıkarak beni zahmetten kurtarmasını istiyorum bir yandan da bilinmezliğin ürpertisi içindeyim. Garip duygular...
Sonuç olarak bir uzlaşmaya vardık ve yollarımızı ayırdık. Mina'nın güvenliğinin önem teşkil etmesi bir gözümü arkada bıraksa da Ryu'nun kabiliyetli bir shinobi olduğunu bilmem öteki gözümle önüme bakmamı sağlıyor. Yine de iki gözümle de önüme bakabilmem için çabucak Kazuo ve Nanase'yi bulmak istiyorum. Bu hedefle yarım saate yakın bir süre yol aldım gittikçe seyrekleşen ağaçlar arasında. Sonuç: asayiş berkemal! Aa, hayır, değilmiş...
Bir kumaş parçası... Can çekişen kurbanının etrafında dönen akbabalar gibi döne döne dikkatli bir biçimde yaklaştım bu kumaş parçasına. Daha yakından yaptığım inceleme sonucunda ise bu kumaşın siyah bir eşofman altına ait olduğuna kanaat getirdim. Diğer bir önemli nokta ise bu kumaş parçasının bir buçuk metre yükseklikte bulunması. Bu ormandan bacak boyu bir buçuk metreyi geçen biri geçse birileri bunu fark ederdi herhalde. Demek ki bu insan üstün sıçrama kabiliyetlerine sahip bir insan, yani büyük ihtimalle bir shinobi. Pek tabii bu kumaş parçası yırtıldıktan sonra rüzgar yoluyla bulunduğu yerden bu çalıya takılmış da olabilir. Yine de Kazuo'nun siyah bir eşofman altı giydiği gerçeği beni öteki türlü düşünmeye itiyor.
Ryu'nun yaklaşımını devreye sokmam gereken kısıma gelmiş bulunuyoruz. Hem nasılsa artık Mina'nın canıyla da uğraşmak zorunda değilim. Dikkati elden bırakmadan çalıya yaklaşacağım. Yeni bir şeyler keşfetmiş bir kedi yavrusu gibi kumaşı almadan tekrar bir gözden geçireceğim uzaktan. Bu süreci çok uzun tutmayacağım ama sürpriz bir saldırı yapmak isteyen birinin kullanabileceği kadar da sürecek. Eğer böyle bir durum varsa en azından dövüşün zaman boyutunu kontrol etmiş olurum böylece. Bir şey olmaması durumunda ise kumaşı alıp, aynı yem olma tavrını sürdürerek tekrar inceleyeceğim. Hiçbir şey olmaması durumunda ise yoluma devam edeceğim. Yani, çok zaman kaybetmeyecek kadar kısa, tuzağa düşebilecek kadar uzun kalacağım burada. Bir yandan aradığımız suçlunun şu an ortaya çıkarak beni zahmetten kurtarmasını istiyorum bir yandan da bilinmezliğin ürpertisi içindeyim. Garip duygular...
Re: [Shimada Kazuo & Oita Butsuo] Yeni Açan Çiçek
Duvardaki küçük bir çatlağın imgesi dolaşıyor zihnimde... Yavaşça büyüyor ve büyüdükçe sızdırdığı su damlaları artıyor. İçimde bir yerlerde bu çatlaklı duvarın arkasında kocaman bir su kütlesi olduğunu biliyorum; ama itinayla bunu kabul etmeyip, sadece ufacık su damlacıklarından ibaret olduklarını düşünüyorum. Her şeyi zamana bırakıyor ve kendimi bu zamana salıp, rüzgarda savrulan kuru bir yaprak gibi kontrolsüzce ilerliyorum.
Derin bir nefesle böldüğüm düşüncelerim, Mina'nın beni destekleyen sözleri ile bir buhar misali yok olup gitti. Kafamı kaldırıp önce Mina'ya hemen ardından ise Butsuo'ya bir bakış attım. Bu durumda ikiye bir kalmıştı ve itiraz edip etmeyeceğini merak ediyordum. Yüz ifadesinden anladığım kadarıyla ise itiraz etmeyecekti. Bunun doğru ya da yanlış karar olduğunu sorgulamak haddime değildi; ama işleri biraz hızlandırmış olmanın getirdiği o his, tatmin ediciydi. Zira nehirde yaşadıklarımı sonucunda bedenim ve ruhumda filizlenen deneyim tohumları beni böyle düşünmeye itiyordu.
Butsuo kendine yoluna ve Mina ile bende ufacık bir bitkinin rotasını çizdiği o zehirli rotaya doğru ilerleyişimizi sürdürmüştük. Bu ilerleyiş, olması gerektiğinden daha yavaştı; çünkü dikkatli olmak zorundaydık ve her bir adımımızda gözlerimiz avını arayan bir yırtıcının ki kadar aktif olmalıydı. İşte bu noktada ayrılmamızın iyi bir karar olduğunu düşünüyordum; çünkü eğer diğerleri ile buluşmak için zaman harcamış olsaydık, muhtemelen bu yolculuk çok daha uzun sürecekti. Hoş dezavantajlı yanları da yok değildi. Eğer Butsuo ya da herhangi biri daha yanımızda olsaydı, işimiz çok daha rahat olabilirdi.
Zaman hızlıca akarken, zamana kıyasla oldukça yavaş hareket eden Mina ve ben on dakikanın sonunda bir şey bulabilmiştik. Aslında bulabilmiştik çok doğru bir tabir olmazdı, bulmuştu. Adeta benim bunca yıllık shinobi eğitimlerime hakaret edercesine, o zehirli bitkiyi bulmuştu, ben tek bir iz bile fark edememişken, hatta bitkiyi eliyle göstermesine rağmen, göremezken... Bu hayranlık uyandırıcı an olması gerektiğinden kısa sürmüş olsa bile, hiç unutamayacağım bir anı haline dönüşmüştü bile.
Hızlıca bitkinin olduğu yere vardığımızda, diğer bitkiyle tıpa tıp aynı bir bitki karşılamıştı bizi. Bu noktada ne yapacağımdan emin değildim ki, Mina'nın sessizliği topu bana attığını işaret ediyordu. Bu yüzden kısa bir an sadece düşündüm ve bu doğrultuda, aklıma ufacık bir fikir geldi. Hızlıca Mina'ya dönüp, "Bitki'ye jutsu ile saldırıp, chakra ile temasını gözlemlemek istiyorum. Herhangi bir sakıncası yoksa arkama geç. Ve en ufak reaksiyonda dizlerinin üstüne çök." diyecektim. Arkama geçmesi halinde bitkiden on-on beş metre kadar uzaklaşıp, Kizetsu no Jutsu kullanmak için harekete geçecektim. Bitkinin köklerinin toprakla bütünleştiği kısmı hedef alırken, Kizetsu no Jutsu'yu en iyi formunda kullanmak için bir kaç saniye chakramı odaklayacaktım. Kullandıktan hemen sonra ise en ufak kötü bir reaksiyonda, Raiyata kullanmak için tetikle olacaktım. Ayrıca eğer Mina farklı bir öneride bulunursa, onun önerisine göre hareket edecektim.
Derin bir nefesle böldüğüm düşüncelerim, Mina'nın beni destekleyen sözleri ile bir buhar misali yok olup gitti. Kafamı kaldırıp önce Mina'ya hemen ardından ise Butsuo'ya bir bakış attım. Bu durumda ikiye bir kalmıştı ve itiraz edip etmeyeceğini merak ediyordum. Yüz ifadesinden anladığım kadarıyla ise itiraz etmeyecekti. Bunun doğru ya da yanlış karar olduğunu sorgulamak haddime değildi; ama işleri biraz hızlandırmış olmanın getirdiği o his, tatmin ediciydi. Zira nehirde yaşadıklarımı sonucunda bedenim ve ruhumda filizlenen deneyim tohumları beni böyle düşünmeye itiyordu.
Butsuo kendine yoluna ve Mina ile bende ufacık bir bitkinin rotasını çizdiği o zehirli rotaya doğru ilerleyişimizi sürdürmüştük. Bu ilerleyiş, olması gerektiğinden daha yavaştı; çünkü dikkatli olmak zorundaydık ve her bir adımımızda gözlerimiz avını arayan bir yırtıcının ki kadar aktif olmalıydı. İşte bu noktada ayrılmamızın iyi bir karar olduğunu düşünüyordum; çünkü eğer diğerleri ile buluşmak için zaman harcamış olsaydık, muhtemelen bu yolculuk çok daha uzun sürecekti. Hoş dezavantajlı yanları da yok değildi. Eğer Butsuo ya da herhangi biri daha yanımızda olsaydı, işimiz çok daha rahat olabilirdi.
Zaman hızlıca akarken, zamana kıyasla oldukça yavaş hareket eden Mina ve ben on dakikanın sonunda bir şey bulabilmiştik. Aslında bulabilmiştik çok doğru bir tabir olmazdı, bulmuştu. Adeta benim bunca yıllık shinobi eğitimlerime hakaret edercesine, o zehirli bitkiyi bulmuştu, ben tek bir iz bile fark edememişken, hatta bitkiyi eliyle göstermesine rağmen, göremezken... Bu hayranlık uyandırıcı an olması gerektiğinden kısa sürmüş olsa bile, hiç unutamayacağım bir anı haline dönüşmüştü bile.
Hızlıca bitkinin olduğu yere vardığımızda, diğer bitkiyle tıpa tıp aynı bir bitki karşılamıştı bizi. Bu noktada ne yapacağımdan emin değildim ki, Mina'nın sessizliği topu bana attığını işaret ediyordu. Bu yüzden kısa bir an sadece düşündüm ve bu doğrultuda, aklıma ufacık bir fikir geldi. Hızlıca Mina'ya dönüp, "Bitki'ye jutsu ile saldırıp, chakra ile temasını gözlemlemek istiyorum. Herhangi bir sakıncası yoksa arkama geç. Ve en ufak reaksiyonda dizlerinin üstüne çök." diyecektim. Arkama geçmesi halinde bitkiden on-on beş metre kadar uzaklaşıp, Kizetsu no Jutsu kullanmak için harekete geçecektim. Bitkinin köklerinin toprakla bütünleştiği kısmı hedef alırken, Kizetsu no Jutsu'yu en iyi formunda kullanmak için bir kaç saniye chakramı odaklayacaktım. Kullandıktan hemen sonra ise en ufak kötü bir reaksiyonda, Raiyata kullanmak için tetikle olacaktım. Ayrıca eğer Mina farklı bir öneride bulunursa, onun önerisine göre hareket edecektim.

I'm Kita Usagi's bitch.
- GM - Naruto
- Game Master
- Posts: 2814
- Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm
Re: [Shimada Kazuo & Oita Butsuo] Yeni Açan Çiçek
Butsuo; Kumaş parçasıyla ilgili olarak yaptığın kısa gözlem neticesinde, etrafta tehlike yayan bir aura hissetmiyorsun. Elbette bu konuda shinobi tecrübelerin devreye girmiş olsa da tehlikeleri fark etme konusundaki becerilerin, atletik ve akrobatik hareketler sergilemeye alışan vücudun kadar güven verici olmuyor. Bu sebeple açık bir alandaki su birikintisinden su içen ceylan tedirginliğinde ilerlemeye başlıyorsun kumaş parçasına doğru. Her attığın adımın ardından çevreyi tarayan gözlerin, olası bir tehlikeyi tespit etmek için adeta suratından çıkarcasına hareket ediyor. Aradaki mesafenin kısalığına rağmen, yaklaşık yarım dakika sonunda kumaş parçasına ulaşabiliyorsun. Ne var ki kumaş parçasına ulaşmış olmak, seni en kötü senaryoya sürüklemeye yetiyor.
Kazuo’nun siyah eşofman altı olması sebebiyle kafandan geçenlerin bir anda gerçeğe dönüşmesiyle, kanın tüm vücudundan çekildiğini hissediyorsun. Çalıya takılmış bir şekilde gördüğün sol bacağa ait eşofman altının Kazuo’ya ait olduğuna dair ikinci bir düşünceye ihtiyaç dahi duymuyorsun. Dolayısıyla bu noktadan sonra artık ister tuzak olsun ister başka bir şey derhal harekete geçmen gerektiğini biliyorsun. Zira artık tek sorunun zehirli bitkiler olmadığını, bu bitkilerle bağlantılı olan kişilerin Kazuo ve Nanase ile karşılaşmış olduğunu biliyorsun.
İlerlemene yön vermek için kafanı kaldırdığın anda, gözlerindeki kararlılık görüşünü de arttırıyor. Bu sayede seyrekleşen ormanlık alanda, çevreye dair daha iyi izlenimler edinebiliyorsun. Birkaç saniyenin ardından ise, gideceğin yönü belirleyecek bir metal parçası dikkatini çekiyor. Bir shurikene ait olduğunu anlayabildiğin metal, parıltısıyla seni kendisine çekerken adımlarını hızlı bir şekilde bu yöne ilerletiyorsun. Ne var ki yaşananlar bununla bitmiyor ve sen doğruca shurikene doğru ilerlemeye başladığında, cılız bir bitki kökünün shurikenin sağ tarafından shurikene doğru hareket ettiğini fark ediyorsun. Beklediğin bu açıklık sayesinde, bitki kökünün geliş yönüne baktığında ise, ormanın içinde gizlenmeye elverişli, ancak seyrek orman nedeniyle deşifre olması olası kapüşonlu bir kamuflaj giymiş, çömelmiş bir şekilde duran bir şahsı görüyorsun!
Tüm vücudu kamuflaj kıyafetiyle kapalı olan ve bu sebeple uzuvlarını seçmekte zorlandığın şahıs ile aranda 20 metre kadar bir mesafe bulunuyor ve senin sol çaprazına doğru konumlanmış halde duruyor. Şahsın sağ tarafında bulunan 1.5 metre yüksekliğindeki çalı, şahsı gizlemeye elverişli olsa da, senin bulunduğun noktada vücudunun büyük bir kısmı görünür halde. Şahsın seni fark edip etmediği hususunda ise net bir bilgin yok, ancak hedefinin shuriken olduğunu dikkate aldığında, seni fark etmediğini varsayman mümkün görünüyor.
Ryu; Mina’ya teklifini iletmenin ardından, o da bu konuda sana mani olacak herhangi bir tavır sergilemiyor. Böylece sana rahat bir çalışma ortamı sunan Mina senin arkana doğru geçerken sen de Kizetsu no Jutsu için hazırlıklarını yapıyorsun. Bitki ile toprağın birleştiği noktaya doğru elinde biriktirdiği çakranı yoğuruyor ve doğru zamanın geldiğini hissettiğin anda oluşan elektrik akımını hedeflediğini noktaya zıplatıyorsun. Oluşturduğun elektrik akımı toprak tarafından emilirken, bitkinin gövde kısmında ise küçük bir yanığın oluştuğunu görebiliyorsun. Bunun dışında tehdit edici herhangi bir unsur olmadığı gibi, beklenenin aksine farklı bir reaksiyon da ortaya çıkmıyor.
Birkaç saniyelik sessizlik ve inceleme faslından sonra ise Mina bu aşamadan sonra ne yapılması gerektiğini sorarcasına suratına bakıyor. Bu sessizliğin pek hayra alamet olmadığını rahatlıkla anlıyorsun ve kafanda yapılabileceklerin sıralamasını yapmaya başlıyorsun. Düşünceler hızlı kafanda dolanırken, bir anda arkandan gelen ve yerde hışırtılar çıkaran ayak seslerini işitiyorsun. Mina’nın bu sesleri fark etmediği konusunda tereddüdün ise bulunmuyor. Diğer bir deyişle, bu adım seslerini sadece shinobi içgüdülerinin duyduğuna eminsin. Sen de bu içgüdülerine güvenerek hızlıca arkanı döndüğün anda, hemen hemen seninle aynı boylarda olan, seninle yaşıt gibi duran, elinde iki adet bıçak tutan adamı görüyorsun. Elindeki bıçakların ve üzerindeki kıyafetlerin el ürünü olduğu, yani herhangi bir seri üretim veya usta tarafından yapılmadığı her halinden belli olan adamın memnuniyetsiz suratı karşısında neler olup bitebileceğini de düşünmeye başlıyorsun.
Aranızda yaklaşık 20 metre bulunan adamın, tıpkı sizin gibi temkinli bir şekilde gelişini ve duruşunu izliyorsun. Ishigakure’de hiçbir şekilde görmediğin bu adamın ne yapacağı veya neler diyeceği konusunda düşünmeye devam ettiğin sırada, sarışın adam doğuştan kaba duran bir aksanla “Adım Nashio Ken.” diyor. Adamın kullandığı aksanı daha önce bulunduğun herhangi bir yerde duymadığın için vahşi görünümlü bu adam hakkında şimdilik sessiz kalmak dışında bir şey yapamıyorsun. Zira ismini Ken olarak belirten adam konuşmaya devam edecek gibi duruyor ve sen de sessizliğinle buna imkan tanıyorsun. Ken bir süre seni ve Mina’yı süzdükten sonra “Bitkilerimize zarar vermeniz hoş değil, bu yüzden sizi daha fazla zarar vermemeniz için durdurmaya geldim.” diyor. Sözleri her ne kadar tehditkar olsa da, gerek bozuk aksanı gerekse de tavırları Ken’in aslında pek de tehditkar olmadığını gösteriyor. Yine de sözlerindeki ciddiyeti anlamaktan da geri durmuyorsun. “Şimdi…” diyerek tekrar söze giren Ken “Yaptıklarınızı görmezden gelip, geldiğiniz yere gitmenize müsaade ediyorum. Bizi daha fazla rahatsız etmeyin!” diyerek konuşmasını sonlandırıyor.
Kazuo’nun siyah eşofman altı olması sebebiyle kafandan geçenlerin bir anda gerçeğe dönüşmesiyle, kanın tüm vücudundan çekildiğini hissediyorsun. Çalıya takılmış bir şekilde gördüğün sol bacağa ait eşofman altının Kazuo’ya ait olduğuna dair ikinci bir düşünceye ihtiyaç dahi duymuyorsun. Dolayısıyla bu noktadan sonra artık ister tuzak olsun ister başka bir şey derhal harekete geçmen gerektiğini biliyorsun. Zira artık tek sorunun zehirli bitkiler olmadığını, bu bitkilerle bağlantılı olan kişilerin Kazuo ve Nanase ile karşılaşmış olduğunu biliyorsun.
İlerlemene yön vermek için kafanı kaldırdığın anda, gözlerindeki kararlılık görüşünü de arttırıyor. Bu sayede seyrekleşen ormanlık alanda, çevreye dair daha iyi izlenimler edinebiliyorsun. Birkaç saniyenin ardından ise, gideceğin yönü belirleyecek bir metal parçası dikkatini çekiyor. Bir shurikene ait olduğunu anlayabildiğin metal, parıltısıyla seni kendisine çekerken adımlarını hızlı bir şekilde bu yöne ilerletiyorsun. Ne var ki yaşananlar bununla bitmiyor ve sen doğruca shurikene doğru ilerlemeye başladığında, cılız bir bitki kökünün shurikenin sağ tarafından shurikene doğru hareket ettiğini fark ediyorsun. Beklediğin bu açıklık sayesinde, bitki kökünün geliş yönüne baktığında ise, ormanın içinde gizlenmeye elverişli, ancak seyrek orman nedeniyle deşifre olması olası kapüşonlu bir kamuflaj giymiş, çömelmiş bir şekilde duran bir şahsı görüyorsun!
Tüm vücudu kamuflaj kıyafetiyle kapalı olan ve bu sebeple uzuvlarını seçmekte zorlandığın şahıs ile aranda 20 metre kadar bir mesafe bulunuyor ve senin sol çaprazına doğru konumlanmış halde duruyor. Şahsın sağ tarafında bulunan 1.5 metre yüksekliğindeki çalı, şahsı gizlemeye elverişli olsa da, senin bulunduğun noktada vücudunun büyük bir kısmı görünür halde. Şahsın seni fark edip etmediği hususunda ise net bir bilgin yok, ancak hedefinin shuriken olduğunu dikkate aldığında, seni fark etmediğini varsayman mümkün görünüyor.
Ryu; Mina’ya teklifini iletmenin ardından, o da bu konuda sana mani olacak herhangi bir tavır sergilemiyor. Böylece sana rahat bir çalışma ortamı sunan Mina senin arkana doğru geçerken sen de Kizetsu no Jutsu için hazırlıklarını yapıyorsun. Bitki ile toprağın birleştiği noktaya doğru elinde biriktirdiği çakranı yoğuruyor ve doğru zamanın geldiğini hissettiğin anda oluşan elektrik akımını hedeflediğini noktaya zıplatıyorsun. Oluşturduğun elektrik akımı toprak tarafından emilirken, bitkinin gövde kısmında ise küçük bir yanığın oluştuğunu görebiliyorsun. Bunun dışında tehdit edici herhangi bir unsur olmadığı gibi, beklenenin aksine farklı bir reaksiyon da ortaya çıkmıyor.
Birkaç saniyelik sessizlik ve inceleme faslından sonra ise Mina bu aşamadan sonra ne yapılması gerektiğini sorarcasına suratına bakıyor. Bu sessizliğin pek hayra alamet olmadığını rahatlıkla anlıyorsun ve kafanda yapılabileceklerin sıralamasını yapmaya başlıyorsun. Düşünceler hızlı kafanda dolanırken, bir anda arkandan gelen ve yerde hışırtılar çıkaran ayak seslerini işitiyorsun. Mina’nın bu sesleri fark etmediği konusunda tereddüdün ise bulunmuyor. Diğer bir deyişle, bu adım seslerini sadece shinobi içgüdülerinin duyduğuna eminsin. Sen de bu içgüdülerine güvenerek hızlıca arkanı döndüğün anda, hemen hemen seninle aynı boylarda olan, seninle yaşıt gibi duran, elinde iki adet bıçak tutan adamı görüyorsun. Elindeki bıçakların ve üzerindeki kıyafetlerin el ürünü olduğu, yani herhangi bir seri üretim veya usta tarafından yapılmadığı her halinden belli olan adamın memnuniyetsiz suratı karşısında neler olup bitebileceğini de düşünmeye başlıyorsun.
Aranızda yaklaşık 20 metre bulunan adamın, tıpkı sizin gibi temkinli bir şekilde gelişini ve duruşunu izliyorsun. Ishigakure’de hiçbir şekilde görmediğin bu adamın ne yapacağı veya neler diyeceği konusunda düşünmeye devam ettiğin sırada, sarışın adam doğuştan kaba duran bir aksanla “Adım Nashio Ken.” diyor. Adamın kullandığı aksanı daha önce bulunduğun herhangi bir yerde duymadığın için vahşi görünümlü bu adam hakkında şimdilik sessiz kalmak dışında bir şey yapamıyorsun. Zira ismini Ken olarak belirten adam konuşmaya devam edecek gibi duruyor ve sen de sessizliğinle buna imkan tanıyorsun. Ken bir süre seni ve Mina’yı süzdükten sonra “Bitkilerimize zarar vermeniz hoş değil, bu yüzden sizi daha fazla zarar vermemeniz için durdurmaya geldim.” diyor. Sözleri her ne kadar tehditkar olsa da, gerek bozuk aksanı gerekse de tavırları Ken’in aslında pek de tehditkar olmadığını gösteriyor. Yine de sözlerindeki ciddiyeti anlamaktan da geri durmuyorsun. “Şimdi…” diyerek tekrar söze giren Ken “Yaptıklarınızı görmezden gelip, geldiğiniz yere gitmenize müsaade ediyorum. Bizi daha fazla rahatsız etmeyin!” diyerek konuşmasını sonlandırıyor.
Nashio Ken
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
Re: [Shimada Kazuo & Oita Butsuo] Yeni Açan Çiçek
Yoğurulan chakra'nın cızırtılı bir elektriğe dönüşmesine defalarca kez şahit olmuş olan gözlerim, tamamı ile bitkinin gövdesine odaklanmıştı. Tek bir komut gerekliydi fitili çekmem için... Belki hiçbir şey olmayacaktı; ama temkinli olmak zorunda hissediyordum kendimi ve vücudum bu yüzden o kadar gergindi ki, adeta fırlatılmak için gerilmiş bir yayın kirişinden pekte farksız değildim. O komutu verdiğimde, gözlerim tüm dikkati ile bitkiyi izliyordu. Elektrikten top yumruğumdan sekip, cılız görünümlü bitkinin gövdesiyle buluştuğunda oluşan küçük yanığa göz ucuyla bakmış, hemen ardından ise kalan elektriğin tamamının bir su gibi toprak tarafından emilmesini seyretmiştim. İlk bir kaç saniye hâlâ tetikte bir şekilde bekleyip, ters bir reaksiyonun yolunu gözlemiş olsam da, o bir kaç saniyelik sürenin ardından bir şey olmayacağından bir şekilde emin olup, temkini elimden bırakmıştım.
Derin bir nefes alıp, içten içe bu lanet bitkinin gizemini kendi zihnimde anlamlandırma çabasındayken, Mina'nın boş boş bakan gözleri ile karşı karşıya kalmak beni strese sokmuştu. Çünkü top tamamen benim kontrolümdeydi ve adeta bir şeyler yapmam gerekiyordu. Asıl kötü olan ise ne yapacağımıza dair gram fikrimin olmayışıydı. İshichou-sama gizemin olduğu yere beni yakıştırmış olabilirdi; ama gerçek anlamda gizem denilen şeyden nefret ediyordum. Sağ elim saçlarımı dolanırken, aklımda türlü türlü düşünceler dolanıyordu. Bitkiyi bir şekilde imha edip, köklerini takip etmek en doğru karar gibi geliyordu ve bunu Mina ile paylaşma hazırdım; fakat o an, tek bir şey tüm her şeyi unutmama sebep oldu. Çalılara ezen kaba adım sesleri kulağımın içinde adeta yankılanmıştı. Kendini gizlemekten aciz, tamamıyla apaçık bir şekilde bize doğru arkadan yaklaşıyordu; ama Mina fark etmemiş gibiydi. Bu noktada beni dürtükleyen şeyin, tamamı ile shinobi dürtülerim olduğuna adım gibi emindim.
Hızlı ve ani bir dönüş ile arkamı dönüp, en az o adımlar kadar kaba ve ilkel duran insanla karşılaşmam beni oldukça şaşırttı; çünkü İshigakure'de daha önce görmediğim biriydi. Hoş İshigakure'de ki her insanın simasını zihnimde saklamıyordum ama kesinlikle bu adamın buralardan olmadığını söyleyebilirdim. Hatta herhangi bir köyden bile durmuyordu. Giyimi, duruşu ve etrafa yaydığı aura oldukça yabani ve ilkel hissettiriyordu.
Mina'yı arkama alıp, bir adım öne çıktıktan sonra, bu yabancının amacını öğrenmek için tetikte bir şekilde beklemeye koyulmuştum. En az bizim kadar temkinli duruyordu ve öte yandan aradaki mesafeyi çok yakın tutmamıştı. Tam ben bunları gözlemlerken ise, en az duruşu ve yapısı kadar kaba gelen bir ses tonu ve aksan ile söze girmişti. Sözlerini kolaylıkla anlayabiliyordum, ama o garipliği de kesinlikle hissediyordum. Kesinlikle ben yabancıyım diye bas bas bağırıyordu adı Ken olan bu çocuk.
Kendini tanıttıktan sonra konuşmaya devam edeceğini gösteren hal ve hareketlerinden sessizliğimi koruyup, konuşmaya devam etmesine müsaade etmiştim. Konuşmaya devam ettiğinde ise beynimde adeta şimşekler çakmıştı. Bitkilerimiz... Bu bozuk aksanlı yabancı, köyümün sınırlarındaki bu ormanda bulunan ve insanlarıma zarar veren bitkiye bitkilerimiz diyordu ve bizi durdurmaktan bahsediyordu.
Bu öfkelenmek için yeterli bir sebepti; ama öfkelenmekten çok şaşkındım. Öte yandan, bu sözlerini takip eden devam sözleri çok daha ilginçti. Rahatsız edilmemekten bahsediyordu ve bunu söylerken hiç mi hiç çekinmiyordu. Kendine güveni vardı ve tuttuğu iki adet bıçak ise gösterişten uzakmış gibi geliyordu bana. Bu noktada önceliğimin Mina'yı korumak olduğunun bilincinde olarak hareket etmem gerekiyordu.
O yüzden ılıman bir şekilde yaklaşmaya karar vermiştim. "Anlıyorum..." diye söze girecek ve göz ucuyla zehirli bitkiye kısa bir an bakıp, tekrardan çocuğa dönecektim. "Ben de Jirou Ryu, İshigakure Shinobisiyim. "
Kısa bir an sessizce çocuğu süzdükten sonra: "İki sorum var müsaade edersen. Siz kimsiniz ve bu bitkileri bu ormana koymanızda ki amaç ne? Zira bu bitkiler zehirli ve bu yüzden insanlarımız zarar gördü." diye devam edecektim. Tüm konuşma boyunca tetikte olacak ve ani bir saldırıya karşı Wakizashi'yi çekip, kendimi ve Mina'yı savunmaktan kesinlikle geri adım atmayacaktım.
Derin bir nefes alıp, içten içe bu lanet bitkinin gizemini kendi zihnimde anlamlandırma çabasındayken, Mina'nın boş boş bakan gözleri ile karşı karşıya kalmak beni strese sokmuştu. Çünkü top tamamen benim kontrolümdeydi ve adeta bir şeyler yapmam gerekiyordu. Asıl kötü olan ise ne yapacağımıza dair gram fikrimin olmayışıydı. İshichou-sama gizemin olduğu yere beni yakıştırmış olabilirdi; ama gerçek anlamda gizem denilen şeyden nefret ediyordum. Sağ elim saçlarımı dolanırken, aklımda türlü türlü düşünceler dolanıyordu. Bitkiyi bir şekilde imha edip, köklerini takip etmek en doğru karar gibi geliyordu ve bunu Mina ile paylaşma hazırdım; fakat o an, tek bir şey tüm her şeyi unutmama sebep oldu. Çalılara ezen kaba adım sesleri kulağımın içinde adeta yankılanmıştı. Kendini gizlemekten aciz, tamamıyla apaçık bir şekilde bize doğru arkadan yaklaşıyordu; ama Mina fark etmemiş gibiydi. Bu noktada beni dürtükleyen şeyin, tamamı ile shinobi dürtülerim olduğuna adım gibi emindim.
Hızlı ve ani bir dönüş ile arkamı dönüp, en az o adımlar kadar kaba ve ilkel duran insanla karşılaşmam beni oldukça şaşırttı; çünkü İshigakure'de daha önce görmediğim biriydi. Hoş İshigakure'de ki her insanın simasını zihnimde saklamıyordum ama kesinlikle bu adamın buralardan olmadığını söyleyebilirdim. Hatta herhangi bir köyden bile durmuyordu. Giyimi, duruşu ve etrafa yaydığı aura oldukça yabani ve ilkel hissettiriyordu.
Mina'yı arkama alıp, bir adım öne çıktıktan sonra, bu yabancının amacını öğrenmek için tetikte bir şekilde beklemeye koyulmuştum. En az bizim kadar temkinli duruyordu ve öte yandan aradaki mesafeyi çok yakın tutmamıştı. Tam ben bunları gözlemlerken ise, en az duruşu ve yapısı kadar kaba gelen bir ses tonu ve aksan ile söze girmişti. Sözlerini kolaylıkla anlayabiliyordum, ama o garipliği de kesinlikle hissediyordum. Kesinlikle ben yabancıyım diye bas bas bağırıyordu adı Ken olan bu çocuk.
Kendini tanıttıktan sonra konuşmaya devam edeceğini gösteren hal ve hareketlerinden sessizliğimi koruyup, konuşmaya devam etmesine müsaade etmiştim. Konuşmaya devam ettiğinde ise beynimde adeta şimşekler çakmıştı. Bitkilerimiz... Bu bozuk aksanlı yabancı, köyümün sınırlarındaki bu ormanda bulunan ve insanlarıma zarar veren bitkiye bitkilerimiz diyordu ve bizi durdurmaktan bahsediyordu.
Bu öfkelenmek için yeterli bir sebepti; ama öfkelenmekten çok şaşkındım. Öte yandan, bu sözlerini takip eden devam sözleri çok daha ilginçti. Rahatsız edilmemekten bahsediyordu ve bunu söylerken hiç mi hiç çekinmiyordu. Kendine güveni vardı ve tuttuğu iki adet bıçak ise gösterişten uzakmış gibi geliyordu bana. Bu noktada önceliğimin Mina'yı korumak olduğunun bilincinde olarak hareket etmem gerekiyordu.
O yüzden ılıman bir şekilde yaklaşmaya karar vermiştim. "Anlıyorum..." diye söze girecek ve göz ucuyla zehirli bitkiye kısa bir an bakıp, tekrardan çocuğa dönecektim. "Ben de Jirou Ryu, İshigakure Shinobisiyim. "
Kısa bir an sessizce çocuğu süzdükten sonra: "İki sorum var müsaade edersen. Siz kimsiniz ve bu bitkileri bu ormana koymanızda ki amaç ne? Zira bu bitkiler zehirli ve bu yüzden insanlarımız zarar gördü." diye devam edecektim. Tüm konuşma boyunca tetikte olacak ve ani bir saldırıya karşı Wakizashi'yi çekip, kendimi ve Mina'yı savunmaktan kesinlikle geri adım atmayacaktım.

I'm Kita Usagi's bitch.
- Oita Butsuo
- Ishigakure
- Posts: 320
- Joined: September 1st, 2018, 2:42 pm
Re: [Shimada Kazuo & Oita Butsuo] Yeni Açan Çiçek
Yuvadan ilk defa çıkan bir tavşan edasıyla yaklaştım tekinsiz bir şekilde çalıya tünemiş olan kara kumaş parçasına. Gözlerim ise hayatı yuvada tehlike görmeden geçmiş bir tavşancığın aksine yuvalarının sınırlarını zorlamakla meşguldü. Gözlerimin sıradan bir insandan pek de bir farkı olmayan görme kabiliyeti açığını ekstra bir çaba ile kapatmaktan başka bir çarem yoktu. Yine de kendimi yem olarak kullandığım için bu çabanın bana kaybettirdiği zaman benim lehime akıyordu. Tabii Ryu ve Mina'ya yetişmek veya Kazuo ve Nanase'nin akıbetini öğrenmek gibi amaçlarımı şu anlık bir kenara bıraktığım gerçeğini hesaba katarak bunu diyebiliyorum.
Kumaş parçasıyla aramda gerçekleşen yakınlaşma sonucunda hiç de iyi şeyler olmadı. Bunun Kazuo'nun eşofmanının parçası olduğuna eminim artık. Kulağıma çalınan bir savaş çığlığı yok. Kazuo'nun Ryu gibi acil hareket etmesi gerekmiyorsa galip gelmesi durumunda bize haber vereceğini biliyorum. Nanase hakkında ise hiçbir fikrim yok. Kendisini tanımam ve güvenmem için de yeterli sebeplere sahip değilim. Yalnız olmanın tedirginliğini hala hissetmemem ise kavga dövüş konusunda kendime olan güvenimden kaynaklanıyor olsa gerek. Tuzağa düşmemek için elimden geleni yapmalıyım...
Kumaş parçasını cebime atmamla beraber artık gizli bir saldırıya kurban gitmeyeceğimi anladım. Eğitimli bir shinobi şu ana kadar çoktan hamlesini yapmış olurdu diye tahmin ediyorum. Tabi eğer hala yapmadıysa... Bunun anlamı tekrar yola koyulmam gerektiğiydi. Yerde duran shuriken ise bana takip etmem gereken yol hakkında bilgi veriyor. Etrafta eşofman yırtığı ve shuriken haricinde başka çatışma izi yok. İkinci delilimi ele geçirmek adına yerde yatan shurikene yönelmemin ise üçüncü delile ulaşmama yol açacak bir sebep olduğunu daha bilmiyordum. Hareketlenen köklerin kaynağına gözlerimle ulaşma girişimimle fark ettim bu ilginç türü. Kendini orman renklerine bürümüş bir şekilde heybetli bir şekilde bekleyen ve neticede varlığını bildiğim ama kesin olarak algılayamadığım bir tür. Büyük ihtimalle hemcinsim. Aklımda mahallede söylenen ünlü deyiş yankılanırken taktiğimi oluşturmaya başlamıştım bile. "Ağacı kökten, kralını götten sikerler."
Planım basit, varlığını yok sayacağım. Sanki onu hiç fark etmemiş gibi shurikene doğru hareket etmeye devam edeceğim. Bu şekilde aramızdaki mesafeyi sakin sakin kapatarak daha etkili olduğum bir menzile gireceğim. Eşofman hadisesiyle zaten hareketlenmiş olan çakramı vücudumda yoğunlaştırarak tepki vermeye hazır olmak hayatta kalmam için önemli bir etken olacak. İlk tercihim onun bana saldırması. Saldırıya en açık olduğu an, savaşı kazandığını düşündüğü an olacaktır, öyle değil mi Kageyasu-san? Kısaca, böylece beklemekte olduğum saldırıdan kaçıp karşı saldırıya geçebilirim, yani herifi sert bir şekilde yumruklayabilirim. Yok eğer saldırmazsa çakramı olabildiğince saldırgan bir hale getirerek Domu'yu aktifleştireceğim ve elemanın direk içine bakarak, gözleri nerede bilmiyorum, "Onlara ne oldu?" diyeceğim. Tehditkar olmak istiyorum. En büyük savaşçı kılıcı kınından çıkarmadan savaşı kazananmış. Benim ne eksiğim var.
Kumaş parçasıyla aramda gerçekleşen yakınlaşma sonucunda hiç de iyi şeyler olmadı. Bunun Kazuo'nun eşofmanının parçası olduğuna eminim artık. Kulağıma çalınan bir savaş çığlığı yok. Kazuo'nun Ryu gibi acil hareket etmesi gerekmiyorsa galip gelmesi durumunda bize haber vereceğini biliyorum. Nanase hakkında ise hiçbir fikrim yok. Kendisini tanımam ve güvenmem için de yeterli sebeplere sahip değilim. Yalnız olmanın tedirginliğini hala hissetmemem ise kavga dövüş konusunda kendime olan güvenimden kaynaklanıyor olsa gerek. Tuzağa düşmemek için elimden geleni yapmalıyım...
Kumaş parçasını cebime atmamla beraber artık gizli bir saldırıya kurban gitmeyeceğimi anladım. Eğitimli bir shinobi şu ana kadar çoktan hamlesini yapmış olurdu diye tahmin ediyorum. Tabi eğer hala yapmadıysa... Bunun anlamı tekrar yola koyulmam gerektiğiydi. Yerde duran shuriken ise bana takip etmem gereken yol hakkında bilgi veriyor. Etrafta eşofman yırtığı ve shuriken haricinde başka çatışma izi yok. İkinci delilimi ele geçirmek adına yerde yatan shurikene yönelmemin ise üçüncü delile ulaşmama yol açacak bir sebep olduğunu daha bilmiyordum. Hareketlenen köklerin kaynağına gözlerimle ulaşma girişimimle fark ettim bu ilginç türü. Kendini orman renklerine bürümüş bir şekilde heybetli bir şekilde bekleyen ve neticede varlığını bildiğim ama kesin olarak algılayamadığım bir tür. Büyük ihtimalle hemcinsim. Aklımda mahallede söylenen ünlü deyiş yankılanırken taktiğimi oluşturmaya başlamıştım bile. "Ağacı kökten, kralını götten sikerler."
Planım basit, varlığını yok sayacağım. Sanki onu hiç fark etmemiş gibi shurikene doğru hareket etmeye devam edeceğim. Bu şekilde aramızdaki mesafeyi sakin sakin kapatarak daha etkili olduğum bir menzile gireceğim. Eşofman hadisesiyle zaten hareketlenmiş olan çakramı vücudumda yoğunlaştırarak tepki vermeye hazır olmak hayatta kalmam için önemli bir etken olacak. İlk tercihim onun bana saldırması. Saldırıya en açık olduğu an, savaşı kazandığını düşündüğü an olacaktır, öyle değil mi Kageyasu-san? Kısaca, böylece beklemekte olduğum saldırıdan kaçıp karşı saldırıya geçebilirim, yani herifi sert bir şekilde yumruklayabilirim. Yok eğer saldırmazsa çakramı olabildiğince saldırgan bir hale getirerek Domu'yu aktifleştireceğim ve elemanın direk içine bakarak, gözleri nerede bilmiyorum, "Onlara ne oldu?" diyeceğim. Tehditkar olmak istiyorum. En büyük savaşçı kılıcı kınından çıkarmadan savaşı kazananmış. Benim ne eksiğim var.
- GM - Naruto
- Game Master
- Posts: 2814
- Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm
Re: [Shimada Kazuo & Oita Butsuo] Yeni Açan Çiçek
Ryu; Kendini tanıtmanın ardından yaptığın kısa konuşma Ken’in pek de ilgisini çekmiş gibi durmuyor. Aksine, bu sorulardan rahatsız olmuş bir tavırla seni süzen Ken, bir yandan da arkanızda kalan bitkiye göz ucuyla bakıyor. Sonrasında bakışlarını bir kez daha sende sabitlerken “İnsanlarınız bitkilere, doğaya zarar verilmemesi gerektiğini öğrenmiş olsalardı zarar görmezlerdi.” diyor kendinden emin bir şekilde. Bakışlarını bu kez Mina’ya doğrultan Ken cümlesini onaylatmak istercesine “Yanlış mı?” diye soruyor. Mina omuzlarını silkerek aslında teorik olarak doğru olan bu cümleyi istemsizce onaylıyor. Bu kez bakışlarını sana doğrultan Ken ise “Bitkiler konusunda endişeniz olmasın, zira onlarla ilgileniyoruz. Başka da siz medeni insanlara verilecek bir cevabım yok.” diyor. Ken bu sözleri söylerken, iğneleyici bir şekilde konuşuyor ve bıçkın bir delikanlı gibi sözlerinin gereğinin yapılmaması halinde durumu hoş karşılamayacağını açıkça ortaya koyuyor. Elindeki bıçaklarını da daha sıkı kavrayan Ken’in bu konuda taviz verecek bir duruş da sergilemiyor.
Butsuo; Kafanda planını tasarladıktan sonra harekete geçmemek için önünde hiçbir engel kalmıyor. İlk saldırıyı kıyafetinden hiçbir uzvu görünmeyen şahsa vermeye karar kılmanla birlikte, shurikene doğru ilerlemeye başlıyorsun. Shurikene giderek yaklaştığında, bitki kökünün de aynı şekilde yaklaşıyor olması seni memnun etse de, birden bu bitki kökünün hareketini durduruşu ve çalıların arasındaki şahsın kayboluşu tüm planının alt üst olduğunu anlamana yetiyor! Cılız bitki kökü hızla geri çekilirken, çalıların hareketlerine bakarak içinde gizlenen şahsın da kaçmaya başladığını anlayabiliyorsun. Varlığının tespit edilmesinin yarattığı tedirginlik nedeniyle şahsın bu şekilde kaçtığını ise anlaman güç olmuyor. Bu durumda da kendine ister istemez yanlış bir tercih mi yaptığını soruyorsun. Şahıs ise görüş alanından çıkmış durumda olsa da, onun hangi yöne gittiği konusunda bir fikrin var. Cılız bitki kökü ise hızla şahsın olduğu noktaya doğru geri dönüyor.
Butsuo; Kafanda planını tasarladıktan sonra harekete geçmemek için önünde hiçbir engel kalmıyor. İlk saldırıyı kıyafetinden hiçbir uzvu görünmeyen şahsa vermeye karar kılmanla birlikte, shurikene doğru ilerlemeye başlıyorsun. Shurikene giderek yaklaştığında, bitki kökünün de aynı şekilde yaklaşıyor olması seni memnun etse de, birden bu bitki kökünün hareketini durduruşu ve çalıların arasındaki şahsın kayboluşu tüm planının alt üst olduğunu anlamana yetiyor! Cılız bitki kökü hızla geri çekilirken, çalıların hareketlerine bakarak içinde gizlenen şahsın da kaçmaya başladığını anlayabiliyorsun. Varlığının tespit edilmesinin yarattığı tedirginlik nedeniyle şahsın bu şekilde kaçtığını ise anlaman güç olmuyor. Bu durumda da kendine ister istemez yanlış bir tercih mi yaptığını soruyorsun. Şahıs ise görüş alanından çıkmış durumda olsa da, onun hangi yöne gittiği konusunda bir fikrin var. Cılız bitki kökü ise hızla şahsın olduğu noktaya doğru geri dönüyor.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
Re: [Shimada Kazuo & Oita Butsuo] Yeni Açan Çiçek
Bir yılan kadar gergin ve saldırmaya her an hazır hissediyordum kendimi... Karşımdaki bu herif nefes alıp verirken bile saldırmaya hazır duruyordu ve bu aura'nın oluşturduğu gergin atmosfer, vücudumun en ücra köşesindeki hücreyi bile uyarıyordu. Bu beni korkutmuyordu; zira oldukça alışık olduğum bir şeydi bu, ama arkama sığınmış ve korumakla yükümlü olduğum Mina, işlerin rengini çok değiştiriyordu. Bu yüzden ekstra gergin hissediyordum ama garip bir şekilde ekstra gergin hissettiğim tüm o anlara kıyasla, şu an çok daha az saldırgan bir tutumda hissediyordum kendimi.
Her bir saniyenin atmosferi biraz daha gerginleştirdiği bu anlarda, olabildiğince soğukkanlı bir tutumla izliyordum Ken'i. Söylediklerime karşı, oldukça ilgisiz durduğunu anlamak çok zor değildi. Muhtemelen bir an önce bizden kurtulmak istiyordu ve bunu en kolay şekli ile halletmek istiyordu. Ama onu o kadar kolay bırakamazdım. Hatta Mina'yı korumak önceliğim olmasa, çoktan onu ele geçirmek için bir savaşa tutuşmuş bile olabilirdim; ama Mina, savaşı başlatan tarafın ben olmasını engelliyordu.
Gergin bekleyiş, Ken'in konuşmaya başlaması ile bir nebze de olsa yumuşamıştı. Sözlerini dinlerken, açıkçası sanki başka bir dünyadan buraya ışınlanmış birinin sözlerini dinliyormuş gibi hissediyordum. İnsanlarımdan bahsederken, kendini o topluluğun içine sokmuyordu. Bu noktada kafamı kurcalayan şey bunca yıldır İshigakure'de varlığını bilmediğimiz başka bir kabile daha mı barınıyordu yoksa çok daha başka bir durum mu söz konusuydu? Bunu bilmiyordum ama öğrenmek zorundaymış gibi hissediyordum kendimi. Eğer böyle bir şey söz konusuysa, bunu kesinlikle İshichou-sama'ya bildirmek mecburiyetindeydim, ama önce neyle karşı karşıya olduğumuzu kendim çözümlemeliydim.
Gizemi daha da gizemli bir hale kılan sözlerine devam eden bu çocukla ilgili izlenimlerim oldukça kısıtlıydı; ama doğaya çok değer verdiklerini anlayabildiğim bir topluluğa mensup gibiydi. Ayrıca bitkilerle ilgilendiğini söylerken, aynı zamanda bizden medeni insanlar olarak bahsetmişti... Teknolojiden uzak, geri bir toplumun parçası olduğunu anlamakta güç değildi benim için, ama asıl soru, bu topluluk nerede barınıyordu?
Ken konuşurken ben onu dinliyor ve düşünüyordum. İşte bu sırada, gözümün önünde bir imge canlanmıştı anlık olarak. Bu imgeyi ise bir hikaye takip etmişti.
Sugawara Momoru! Savaşta hayatını kaybedenlerden biriydi; ama onun hikayesini hatırlıyordum. 5. İshichou tarafından sahiplenen, Shirakami Vadi Ormanı'nın derinliklerinde bulunan vahşi çocuk... Vahşi ve ilkel. Ken her yönü ile Momoru'yu andırıyordu bana... Ve nasıl olduğunu bilmesem bile Momoru ile Ken'in aynı yerden olduğuna neredeyse emindim.
Ken'in tehditkar ve bıkmış aurası ile beni süzdüğünü sezdiğimde, göz ucuyla bitkiye bir kez daha baktım. Mina'nın güvende olduğundan emin olmak istiyordum. "Sanırım söylediklerinde haklısın... Bencil insanlarız, özellikle doğaya karşı." diyerek söze girecek ve bakışlarımı hafifçe düşürüp, "Bana vefat eden bir dostumu hatırlıyorsun. Onu üç yaşında, bu ormanın derinliklerinde tek başına bulmuşlardı. Savaşta, ülkemin nehrini zehirleyen insanlar tarafından öldürüldü. Bu bitkinin arkasında onların olup olmadığından emin olmam gerekiyor. Bu yüzden soruma cevap ver lütfen. Bu bitkiyi siz mi bu ormana diktiniz? Evet ya da hayır. Cevabı duyduktan sonra istediğin gibi buradan gideceğim." diye devam edecektim. Umarım Momoru hakkında verdiğim bilgiler onun için bir anlam ifade ederdi. Hoş ters tepki verip saldırabilirdi bile, ama açıkçası bu noktada geri adım atmaya niyetim hiç yoktu. Eğer bu bitkinin arkasındakiler onlar değilse, Ken ve onun içinde bulunduğu topluluk en az bizim kadar bu bitkiye yabancıydı ve amaçları bizimkinden pekte farksız olmamalıydı. Ama eğer bu bitkinin arkasında onlar varsa, bu noktada işler çok daha ilginç bir hal alacaktı. Öte yandan eğer biri bana gelmişse, muhtemelen başkaları da diğerlerine gitmişti. Bu yüzden ikinci durumda, ne yapacağımı çok ama çok dikkatli seçmem gerekiyordu.
Her bir saniyenin atmosferi biraz daha gerginleştirdiği bu anlarda, olabildiğince soğukkanlı bir tutumla izliyordum Ken'i. Söylediklerime karşı, oldukça ilgisiz durduğunu anlamak çok zor değildi. Muhtemelen bir an önce bizden kurtulmak istiyordu ve bunu en kolay şekli ile halletmek istiyordu. Ama onu o kadar kolay bırakamazdım. Hatta Mina'yı korumak önceliğim olmasa, çoktan onu ele geçirmek için bir savaşa tutuşmuş bile olabilirdim; ama Mina, savaşı başlatan tarafın ben olmasını engelliyordu.
Gergin bekleyiş, Ken'in konuşmaya başlaması ile bir nebze de olsa yumuşamıştı. Sözlerini dinlerken, açıkçası sanki başka bir dünyadan buraya ışınlanmış birinin sözlerini dinliyormuş gibi hissediyordum. İnsanlarımdan bahsederken, kendini o topluluğun içine sokmuyordu. Bu noktada kafamı kurcalayan şey bunca yıldır İshigakure'de varlığını bilmediğimiz başka bir kabile daha mı barınıyordu yoksa çok daha başka bir durum mu söz konusuydu? Bunu bilmiyordum ama öğrenmek zorundaymış gibi hissediyordum kendimi. Eğer böyle bir şey söz konusuysa, bunu kesinlikle İshichou-sama'ya bildirmek mecburiyetindeydim, ama önce neyle karşı karşıya olduğumuzu kendim çözümlemeliydim.
Gizemi daha da gizemli bir hale kılan sözlerine devam eden bu çocukla ilgili izlenimlerim oldukça kısıtlıydı; ama doğaya çok değer verdiklerini anlayabildiğim bir topluluğa mensup gibiydi. Ayrıca bitkilerle ilgilendiğini söylerken, aynı zamanda bizden medeni insanlar olarak bahsetmişti... Teknolojiden uzak, geri bir toplumun parçası olduğunu anlamakta güç değildi benim için, ama asıl soru, bu topluluk nerede barınıyordu?
Ken konuşurken ben onu dinliyor ve düşünüyordum. İşte bu sırada, gözümün önünde bir imge canlanmıştı anlık olarak. Bu imgeyi ise bir hikaye takip etmişti.
Sugawara Momoru! Savaşta hayatını kaybedenlerden biriydi; ama onun hikayesini hatırlıyordum. 5. İshichou tarafından sahiplenen, Shirakami Vadi Ormanı'nın derinliklerinde bulunan vahşi çocuk... Vahşi ve ilkel. Ken her yönü ile Momoru'yu andırıyordu bana... Ve nasıl olduğunu bilmesem bile Momoru ile Ken'in aynı yerden olduğuna neredeyse emindim.
Ken'in tehditkar ve bıkmış aurası ile beni süzdüğünü sezdiğimde, göz ucuyla bitkiye bir kez daha baktım. Mina'nın güvende olduğundan emin olmak istiyordum. "Sanırım söylediklerinde haklısın... Bencil insanlarız, özellikle doğaya karşı." diyerek söze girecek ve bakışlarımı hafifçe düşürüp, "Bana vefat eden bir dostumu hatırlıyorsun. Onu üç yaşında, bu ormanın derinliklerinde tek başına bulmuşlardı. Savaşta, ülkemin nehrini zehirleyen insanlar tarafından öldürüldü. Bu bitkinin arkasında onların olup olmadığından emin olmam gerekiyor. Bu yüzden soruma cevap ver lütfen. Bu bitkiyi siz mi bu ormana diktiniz? Evet ya da hayır. Cevabı duyduktan sonra istediğin gibi buradan gideceğim." diye devam edecektim. Umarım Momoru hakkında verdiğim bilgiler onun için bir anlam ifade ederdi. Hoş ters tepki verip saldırabilirdi bile, ama açıkçası bu noktada geri adım atmaya niyetim hiç yoktu. Eğer bu bitkinin arkasındakiler onlar değilse, Ken ve onun içinde bulunduğu topluluk en az bizim kadar bu bitkiye yabancıydı ve amaçları bizimkinden pekte farksız olmamalıydı. Ama eğer bu bitkinin arkasında onlar varsa, bu noktada işler çok daha ilginç bir hal alacaktı. Öte yandan eğer biri bana gelmişse, muhtemelen başkaları da diğerlerine gitmişti. Bu yüzden ikinci durumda, ne yapacağımı çok ama çok dikkatli seçmem gerekiyordu.

I'm Kita Usagi's bitch.