Ben ve benim hayalim!
Posted: October 29th, 2018, 3:09 pm
"Ne kadar uzak." diye düşündü kendi yansımasına baktığı kısacık süre zarfında. Gördüğü bedeni tanıyor olmasına rağmen, o bedenin ardında yatanı tanımıyordu kesinlikle. Yabancı birini kendi içinde misafir ediyor gibi hissetti. Ya da, kendine bile yabancılaştığı bu hayat denen oyunda, artık bir rolü olmadığına ikna olmaya başladı. Yaşadıklarının onda bıraktığı etki, canını yakıyordu. Kalbinin artık kan üretmekten çok, acı ürettiğini düşünüyordu. Belki de öyleydi... Ama en kötüsü bu değildi. Bazen gözlerinin uykuya daldığı anlarda, ellerine bulanmış sıcak bir kanın hissiyatı ile sıçrayarak uyanmak en zoruydu. Dakikalarca elini yıkadığı halde, o histen kurtulamamak ve en sonunda pes edercesine kafasına kaldırıp, o buğulanmış camda kendi yansımasını aramak... Alışılmış bir döngünün, en yegane parçasıydı bu. Bir shinobi için, elini kana bulamak oldukça normal bir durum olsa da, aynı zamanda bir insan olan bu savaşçılar için ellerinin bir çocuğun kanına bulanması oldukça zordu. Ryu, yetenekli bir Shinobi olarak bu yaşına kadar aldığı görevlerde elini kana buladığı durumlarla çokça karşı karşıya kalmıştı; ama bir ay öncesine kadar yaşadığı o travma, ilkti.
Hatıraları çok değil, bir kaç gün öncesine gitti. Karanlık ve puslu olan bir mum ışığının ise aydınlatma çabasına büründüğü o odada, bir Anbu ile konuştuğu anları hatırladı. Daha doğrusu bir Anbu ile konuştuğunu sandığı... Bir Genjutsu'nun etkisi olabilirdi ya da gerçek hayattan tamamen kendini soyutlayan zihninin paranoyakça hamlesi. Bu noktada, her iki ihtimali de pek umursamıyordu. Gerçek ya da hayal ürünü olması onun için önemli değildi. Onun için önemli olan, o an ne konuştuklarıydı ve karşısındakinin söylediklerinden çok, kendi söyledikleri onu daha çok düşündürüyordu. Adalet için savaşmak... O an ona mantıklı gelen cümlelerin, şimdi ne kadar aptalca geldiğini bir tek kendine itiraf edebiliyordu. Duygularını hissetmemenin ise, onu yönetmek olduğunu sanmanın ise ne kadar aptalca olduğunu ancak şimdi anlayabiliyordu. Aynaya baktığında ise, bir zavallı görüyordu artık.
"Tezatlığa bu kadar çabuk mu düştün Jirou Ryu?" demişti Anbu. Tezatlık... Kendiyle zıtlaştığı sonucunu çıkarıyordu şimdilerde bu sözden. Öyle değil miydi zaten? Kendiyle çelişmiyor muydu? Bu dünyayı mutlak barışla tanıştırmak için, tüm dünyayı tek çatıda toplamayı hedefleyen o değil miydi? Şimdi ne değişmişti? Bir çocuğun ölümü onu bu hedeften pes mi ettirmişti?
Bir kez daha hatırladı. Bu sefer oldukça uzağa gitti... Çocukluğuna. Önce anne ve babasını uğurladığı o kapı eşiğindeki kendisiyle karşı karşıya geldi. Elinden hiçbir şey gelmeyen o çocuğun acizliğine şahit oldu. Sonra savaştan dönen ölü cesetlerin cenaze törenlerini, o uzaktaki ağacın dallarından nasıl izlediğini... Veya o cesetler köye sokulurken, köyün sınır kapısından nasıl da beklediğini.
Genin olduğu zaman, ailesini aramak için sınır dışına çıkma isteğinin her seferinde nasıl geri çevirildiğini hatırladı ve bu gibi bir çok anının, nasıl o hayali doğurup, büyüttüğünü.
Aynadan bir kez daha kendine baktı ve bu sefer küçük bir çocuk gördü. Kendi küçüklüğünün, aynadan kendine baktığını... Gözlerini kapatıp açtı ve bir kez daha aynaya baktığında bu sefer yüzlerini hayal meyal hatırladığı ailesinin burukça kendisine gülümsediğini gördü ve bu an, gözlerini açıp kapatmaya korktu. Bu anı kaybetmek istemedi... Aynanın karşısından çekilmek istemedi ve ellerini uzatıp, onlara dokunmak istedi.
O an yansıma bir kez daha değişti ve bir kez daha o zavallıyı gördü.
"Jirou Ryu." dedi kendine fısıldarcasına. "Çocuktun, büyüdün ve bir adam oldun. Dünyayı toz pembe sandın, ama ellerinde bir çocuk ölünce dünyanın kaç bucak olduğunu gördün. Her şey bitti sandın, ben bu kadarım dedin ve geçmişini unuttun. Bir kılıç olacağım dedin, kırıldın. Adaleti sağlayacağım dedin, ama bir terazi olmadığını düşünemedin. Yaptıklarına bir kap uydurmaya çalıştın, kabın yaptıklarını taşımayacağını hayal edemedin. Kendini kandırmaya çalıştın..." Hafifçe gülümsedi. "... Ama onu bile başaramadın. Gerçekten de, bir zavallısın."
Aynadaki kendine sarf ettiği bu sözler, tek gerçekti. Tüm yalanların, tek bir gerçekle aydınlandığı ilk andı. Belirsizce gülümsedi ve bunun ne kadar hissizce olduğunu fark ettiğinde, tek gerçeğin artık gerçekten de duygularının olmadığını anladı. Aslında duyguları vardı. Sadece onları bir kutuya kilitlemişti ve kilidini gerektiği ana kadar kadar açmayacağını, ancak şimdi anlayabilmişti.
"Ben Jirou Ryu." dedi. "Ailemi küçük yaşta savaşta kaybettim ve bir kez daha benim gibiler bunu çekmesin diye, dünyayı tek çatı altında toplayacağıma yemin ettim. Bunu yapacağım ve bunu yapmaktan beni alıkoyacak tek şeyi de, geride bıraktım. Artık bunu yapacak kadar güçlü olduğumu hissediyorum. Önce İshigakure'nin başına geçeceğim, sonra da yavaşça önce insanları, sonra kıtaları birleştireceğim. Tek bir toplum yaratacağım. Dünyaların bölünmediği, insanların ırklaşmadığı... Herkesin bir ve eşit olduğu mutlak bir rejim kuracağım. Ben Jirou Ryu, bunu yapacağım." Kafasını kaldırdı ve aynaya baktı, bu sefer gördüğü kişi ise, yıllardır aradığı kişinin ta kendisiydi. Gözleri harıl harıl parıldayan, ruhu çelikten dövülmüş bir adam gördü ve yumruğunu sıktı.
Artık, zaman gelmişti.
Hatıraları çok değil, bir kaç gün öncesine gitti. Karanlık ve puslu olan bir mum ışığının ise aydınlatma çabasına büründüğü o odada, bir Anbu ile konuştuğu anları hatırladı. Daha doğrusu bir Anbu ile konuştuğunu sandığı... Bir Genjutsu'nun etkisi olabilirdi ya da gerçek hayattan tamamen kendini soyutlayan zihninin paranoyakça hamlesi. Bu noktada, her iki ihtimali de pek umursamıyordu. Gerçek ya da hayal ürünü olması onun için önemli değildi. Onun için önemli olan, o an ne konuştuklarıydı ve karşısındakinin söylediklerinden çok, kendi söyledikleri onu daha çok düşündürüyordu. Adalet için savaşmak... O an ona mantıklı gelen cümlelerin, şimdi ne kadar aptalca geldiğini bir tek kendine itiraf edebiliyordu. Duygularını hissetmemenin ise, onu yönetmek olduğunu sanmanın ise ne kadar aptalca olduğunu ancak şimdi anlayabiliyordu. Aynaya baktığında ise, bir zavallı görüyordu artık.
"Tezatlığa bu kadar çabuk mu düştün Jirou Ryu?" demişti Anbu. Tezatlık... Kendiyle zıtlaştığı sonucunu çıkarıyordu şimdilerde bu sözden. Öyle değil miydi zaten? Kendiyle çelişmiyor muydu? Bu dünyayı mutlak barışla tanıştırmak için, tüm dünyayı tek çatıda toplamayı hedefleyen o değil miydi? Şimdi ne değişmişti? Bir çocuğun ölümü onu bu hedeften pes mi ettirmişti?
Bir kez daha hatırladı. Bu sefer oldukça uzağa gitti... Çocukluğuna. Önce anne ve babasını uğurladığı o kapı eşiğindeki kendisiyle karşı karşıya geldi. Elinden hiçbir şey gelmeyen o çocuğun acizliğine şahit oldu. Sonra savaştan dönen ölü cesetlerin cenaze törenlerini, o uzaktaki ağacın dallarından nasıl izlediğini... Veya o cesetler köye sokulurken, köyün sınır kapısından nasıl da beklediğini.
Genin olduğu zaman, ailesini aramak için sınır dışına çıkma isteğinin her seferinde nasıl geri çevirildiğini hatırladı ve bu gibi bir çok anının, nasıl o hayali doğurup, büyüttüğünü.
Aynadan bir kez daha kendine baktı ve bu sefer küçük bir çocuk gördü. Kendi küçüklüğünün, aynadan kendine baktığını... Gözlerini kapatıp açtı ve bir kez daha aynaya baktığında bu sefer yüzlerini hayal meyal hatırladığı ailesinin burukça kendisine gülümsediğini gördü ve bu an, gözlerini açıp kapatmaya korktu. Bu anı kaybetmek istemedi... Aynanın karşısından çekilmek istemedi ve ellerini uzatıp, onlara dokunmak istedi.
O an yansıma bir kez daha değişti ve bir kez daha o zavallıyı gördü.
"Jirou Ryu." dedi kendine fısıldarcasına. "Çocuktun, büyüdün ve bir adam oldun. Dünyayı toz pembe sandın, ama ellerinde bir çocuk ölünce dünyanın kaç bucak olduğunu gördün. Her şey bitti sandın, ben bu kadarım dedin ve geçmişini unuttun. Bir kılıç olacağım dedin, kırıldın. Adaleti sağlayacağım dedin, ama bir terazi olmadığını düşünemedin. Yaptıklarına bir kap uydurmaya çalıştın, kabın yaptıklarını taşımayacağını hayal edemedin. Kendini kandırmaya çalıştın..." Hafifçe gülümsedi. "... Ama onu bile başaramadın. Gerçekten de, bir zavallısın."
Aynadaki kendine sarf ettiği bu sözler, tek gerçekti. Tüm yalanların, tek bir gerçekle aydınlandığı ilk andı. Belirsizce gülümsedi ve bunun ne kadar hissizce olduğunu fark ettiğinde, tek gerçeğin artık gerçekten de duygularının olmadığını anladı. Aslında duyguları vardı. Sadece onları bir kutuya kilitlemişti ve kilidini gerektiği ana kadar kadar açmayacağını, ancak şimdi anlayabilmişti.
"Ben Jirou Ryu." dedi. "Ailemi küçük yaşta savaşta kaybettim ve bir kez daha benim gibiler bunu çekmesin diye, dünyayı tek çatı altında toplayacağıma yemin ettim. Bunu yapacağım ve bunu yapmaktan beni alıkoyacak tek şeyi de, geride bıraktım. Artık bunu yapacak kadar güçlü olduğumu hissediyorum. Önce İshigakure'nin başına geçeceğim, sonra da yavaşça önce insanları, sonra kıtaları birleştireceğim. Tek bir toplum yaratacağım. Dünyaların bölünmediği, insanların ırklaşmadığı... Herkesin bir ve eşit olduğu mutlak bir rejim kuracağım. Ben Jirou Ryu, bunu yapacağım." Kafasını kaldırdı ve aynaya baktı, bu sefer gördüğü kişi ise, yıllardır aradığı kişinin ta kendisiydi. Gözleri harıl harıl parıldayan, ruhu çelikten dövülmüş bir adam gördü ve yumruğunu sıktı.
Artık, zaman gelmişti.