Peki neden ateşe uçar, bu güveler? Ölmek için mi? Hayır! Bir amaca sahiplerdir. Çoğu insanın sahip olmadığı. O da; kendi yollarına erişmektir! Sırf kendi yolu için yanmayı dahi göze alabilen bu canlıların, takdire şayan olmamasının mümkünatı yoktur!
Böylesine basit bir yaşam formu dahi, bunu becerebiliyorsa, Ryouta neden yapamasın ki? Kendi yolu için yanmak? Neden yapamazdı ki? Rüzgar ülkesi, Sunagakure... Buralar zaten çok sıcak değil miydi? Ateşi biraz daha harlayıp, kendi etini ve tenini pek âlâ kavurabilirdi.
En başından beridir, buna hazır değil miydi zaten? Korktuğu ne vardı ki? Belki bir tek şey... O da güç yolunun üstünde ilerleyememek. Bunun haricinde hiçbir şeyden korkmuyordu. Ölüm mü? Elbette ölmek istemiyordu! Hayallerini gerçekleştirmek için, varlığının idame ettirilmesi şarttı. Fakat yolu olmayan, hayalleri olmayan bir hayatın anlamı ne olurdu ki? Öylesi bir hayat yerine, bir güve gibi; ateşe uçup, canlı canlı yanmayı daha çok kabul ederdi.
Eğer ki, yeterince şans ve kadere sahipse, yanmış olan küllerinden tekrar doğardı. Tıpkı bir Anka Kuşu gibi. Ama, yeterince şanslı değilse, rüzgarın uğultusuyla; külleri sonsuzluk okyanusuna dağılırdı. O zaman işte bu, gerçek yok oluş olurdu! Varlık yok! Yol yok! Hayal yok! Hiçbir şey. Sadece küllerden ve kemiklerden oluşmuş halüsinasyonlar. Geri dönüşü olmayan, dipsiz bir hiçlik. Sonsuz uyku. O noktadan sonra var olan her şeyin anlamı, yok olmuş olurdu.
Bunların şimdi düşünülmesi için zaman biraz erkendi. Ryouta, şu an da ateşe yakınlaşmıştı sadece. Henüz ateşin içine girmemişti. Ama yakın zaman içinde bunun gerçekleşeceğini biliyordu. Dikenli yolu, ateşten bir çember içine girmişti. Yol daha korkutucu olsa da, Ryouta'yı daha bir şevke getirmişti. Ne kadar zor, o kadar fazla ödül. Mantalitesi buydu. Yumruklarını sıktı. Yerin üstünde, göğün altında bir numara olacak kişi... Saiki Ryouta! Kendisi buydu.
Şu an çölün tam orta yerindeydi. Azgın kumlar, sert ve bunaltıcı rüzgarlar... Bu tarz sayılamayacak kadar abuk sabuk şeylerle doluydu. Gözüne birini kestirmişti. Çölün tam orta yerinde bulduğu bu adamı bir süre takip etmişti gizliden gizliye. Sonunda shinobi olmadığına karar verince, karşısına çıkmıştı. Direkt konuşmaya girmişti. "Hahahaha! Merhaba kardeşim, ben Giichi! Buraya Ateş ülkesi, Konohagakure'den geldim. Bir tüccarım. Bir kazayla karşılaştık. Bana sadece buranın neresi olduğunu söyle. Ve Sunagakure'ye nasıl gideceğimi!"
Az önce Henge no Jutsu'yu kullanmıştı. Kullandığı görünüm, tabii ki Giichi'nin idi. Konuşma tarzını bile, ona benzetmişti. Hatta tavırları bile tıpkı Giichi gibiydi. Biraz kendine güvenen, biraz kibirli ve biraz da küçümseme doluydu. Bunu da karşısındaki insana ilettiğini düşünüyordu. Tam bir tüccar havası, bunu yansıtmaya başaracağına inanıyordu.
Ryouta'nın yükselişi başlıyor muydu? Yoksa gerçekten dibi mi boylayacaktı? Bilinmez sorular, yakında cevabını bulacaktı.