Sevdiklerine karşı sorumluluklarını yerine getirememek Susumu'nun canını her zaman sıkan bir şey olmuştu. Kaç hafta geçmişti kardeşinin chuunin ilan edilmesinin üzerinden? İki hafta mıydı? Yaklaşık olarak öyle olmalıydı, ve o hala bunu kutlamak adına bir şeyler yapamamıştı. Araya sürekli gereksiz görevler, devriyeler ve tripkar arkadaşlarıyla toplaşmalar girmişti. Bu yüzdendi bugün bu kadar abartı harcama yapması; bitiremeyeceklerine neredeyse emin olduğu bir pasta almış, akşam güzel bir yemek yapmalık bir kaç şey daha sıkıştırmıştı araya. Yemek işini, kardeşine kitleyecekti, zira onun yemeklerini her zaman sevmişti. Kendisi ortalığı temizleme, bulaşıkları yıkama gibi işlerle ilgilenebilirdi. Aldığı tavuk ve sebzelerle Fuu'nun ne gibi bir lezzet ortaya çıkaracağını hayal ederken mutlulukla mırıldanmaya başladı saçma bir şarkıyı. "Kandırdım nazlı yari, sonunda çılgın sözlerle..." Şarkı söylemeyi, kimse bakmıyorken aptalca dans etmeyi her zaman sevmişti ve bu toplum içinde, yakın arkadaşları haricinde insanlara gösterdiği bir huyu değildi. Sakince sağına soluna bakındı, yürümekte olduğu karlı sokakta kimsenin olmadığına emin oldu bu ufak göz atışla. Ardından devam etti şarkısına, "Kandırdım sonunda güzel gözlümü oyunlarla!"
Garipti, aşkla meşkle arası çok iyi değildi aslında, ama böyle manasız şarkılar diline dolandı mı bırakamıyordu da. Ağzı sütten yanalı epey olsa da tekrar yakmaya daha bir süre niyeti yoktu. Arada bir hoşuna giden birileri elbette çıkıyordu ancak, bu hoşlantı ona bir hareket yaptıracak seviyeyi geçmiyordu. Bir savunma mekanizması mıydı, yoksa yüksek standartlara takılan insanlar silsilesi mi? Bu konuda uzunca bir süre daha emin olamayacak gibiydi... Kardeşi ise Susumu'nun aksine tam bir aşk kelebeği olabilirdi. Genç yaşına rağmen abisine çoktan onlarca çocuğu dövdürmüş, repertuarına oğlan üstüne oğlan eklemişti. Böyle giderse, adı bile çıkabilir, köyde çocuk kalmayabilirdi. İki kardeşin birbirlerine zıt oldukları tonla konudan sadece biri, ancak belki de en büyük problemlisiydi bu durum. Şarkısına bir süre daha devam etti Susumu, ancak sonra içi sıkıla sıkıla keyif almadan son bir kaç kelime daha mırıldanmış, kesmişti söylenmeyi. Hem Fuu'nun romantik maceraları, hem de ona doğru koşturan iki köpek neşeli havasını silip süpürmüştü. Köpeklerden daha hızlı koşabilirdi elbette, fakat gerek var mıydı? Yağan kar nedeniyle sokaklar büyük oranda boş olsa da, onun köpeklerden topukları götüne vura vura kaçtığını görenler ne derdi?
Köpeklerle göz teması kurmamaya çalışarak bir iki adım daha attı. Ne tam yetişkin, ne de yavruydular, muhtemelen amaçları da oyun oynamaktı. Belki, tavuğun kokusunu da almış olabilirdiler. Her ne halt idiyse Susumu'nun ne oyun oynamaya ne de akşam yemeğini onlarla paylaşmaya niyeti yoktu. Adımlarını hızlandırdı, şimdi de bir aptal gibi hissediyordu. Ne yapacaktı? Köpeklere kafa mı atacaktı da onlara doğru iyice hızlanıyordu? "Eeeeh ama be!" diye topukları üzerinde 180 derece döndü ve aksi yönde yürümeye başladı. Ani hareketinin ardından gelen senkronize havlama sesleri adımlarının bir koşuya dönmesine sebep olmuştu. "ANANI SİKEYİM KAÇ LAN KAÇ!" nidalarıyla dükkanların arka kapılarının doldurduğu dar bir sokağa daldı önce. Ardından kendini bir merdivene atarak iki bina arasını birleştiren metal bir köprüye atladı. Köpeklerin hareketlerini taklit ettiğinden emindi, fark da atmıştı ancak bu saçma kovalamacayı akşama kadar sürdürmek de istemiyordu. Köprünün diğer ucundan aşağı indi, sadece dilenci bir kadının olduğu bir sokağa çıkarmıştı kendisini. Kurtarıcısı olan tel örgüler tam karşısında, tünelin sonundaki cennet ışıkları gibi duruyordu bu sokağın sonunda. Köpeklerin bu kadar yükseğe atlayamayacağından emindi. Koştu, koştu ve çakrasından da güç alarak tel örgülerin üzerinden atladı. Dizlerini hafifçe kırıp eğilerek tazı gibi solumaya başladı, bu kadar çabuk yorulması da, köpeklerden tırsması da, dilenci kadını köpeklerle o sokakta yalnız bırakmış olması da hoşuna gitmeyen şeylerdi. Neyse ki kadın ilgilerini çekmiş gibi durmuyordu, Susumu'nun önünde durmuşlar, aptal aptal bir kaç mızmızlanma sonrası geri dönüp gitmişlerdi. Köpeklerden feyz alarak ardına döndü susumu, nefes alışverişleri normal ritmine oturmuştu. Geldiği konumu biliyordu, köşeyi dönünce çıkacağı sokakta bir çeşme olduğunu da. Biraz su içip eve öyle dönmek fikri kafasına yerleşti.
Fakat köşeyi dönmesiyle aklına gelen fikre lanet etti Susumu. Karşısında klişeleşmiş bir sahne vardı. Çeşme başlarında sevgililerin buluşması alışılmadık veya ayıp bir şey değildi ancak buluşan sevgililerden kız olan taraf, daha dün bir başka sevgilisini kovaladığı kız kardeşi olunca tatsızlaşıyordu bu sahne. Fuu'nun sevgilileri arasında bir düzen veya standart olmamıştı hiçbir zaman, ya da Susumu'ya öyle geliyordu. Birazdan döveceği çocuk da dünküne hiç benzemiyordu zaten. Kardeşinin beline doladığı kolunu koparıp çocuğun götüne soktuğunu hayal etti hızlıca onlara doğru ilerlerken. Henüz fark edilmemişti, o yüzden şiddet dolu hayallerine devam etti. Fuu'nun saç tokasını çocuğun boğazına saplıyor, bir yandan da daşşaklarını topuklarıyla eziyordu hayalinde. Bayıltana kadar dövdüğü için onu tutuklamaya gelen meslektaşlarını da o gazla dövüyor, battı balık yan gidercesine zindanda geçireceği günlere yenilerini ekliyordu. Cezası bitip çıkınca, çocuğun yaşadığı yere gidip tekrar dövüyor, sinirle çocuğun yaşlı anasını babasını falan da tekmeliyordu. Çocuğun kolu kardeşinin belinden aşağılara yavaş fakat özgüven dolu bir hızla inerken hayallerinden sıyrıldı Susumu ve "LAN!" diye bağırdı ikiliye doğru. Duyduğu öfkenin tüm suratından okunabildiğine emindi, çocuğun suratından ziyade önce eline baktı, ardından kardeşinin suratına. Adımlarını tekrar hızlandırdı fakat tekrar koşmak da istemiyordu, zaten mesafe de azdı. Başka bir şey demeye gerek duymadan yeterli mesafeye geldiğine emin olduğunda ayağının ani bir hareketiyle çocuğun kafasına önce bir ayakkabısını fırlattı. Ardından, diğer bir hareketle de Fuu'nun kafasına yönlendirdi diğer ayakkabısını. Karın üstünde çorapla kalmış olmasını umursamadan "KİM ULAN BU GENE? KATİL Mİ EDECEKSİN BENİ SEN KIZIM?" diye anırdı kardeşine doğru.
Maalesef
- Kitamura Susumu
- Kusagakure
- Posts: 273
- Joined: August 31st, 2018, 1:49 am
- Kitamura Fuu
- Posts: 48
- Joined: January 3rd, 2019, 5:36 pm
Re: Maalesef
Sıcak kahvemi yeşil bir kupanın içine koymuş, çıkan dumanını izliyordum. Gözlerim dumana odaklanmışken arka planda yağan yağmur ve buğulanan cam ortama biraz daha rahat bir hava katıyor buda benim kaslarımın gevşemesine düşüncelerimin iyice dışarı çıkmasına neden oluyordu. Kafam, içine milyon farklı yemekten farklı parçalar konmuş bir bulamaç gibiydi. Birbiriyle anlamsız, bağımsız o kadar çok parça vardı ki. Zihnim kesinlikle stabil değildi. Bir an dolabın üstünde duran meyve suyunu düşünürken, bir anda uzun zaman önce köyün bir köşesinde duyduğum bir şarkının bir sözüne takılıyor, bu sözcükte beni bambaşka bir düşünce denizinin içine atıp gidiyordu. Fiziksel olarak sabit haldeydim, camın önünde kahvesinin soğumasını bekleyen üzerine attığı battaniye ile birlikte koltuğun üstünde oturan sıradan biri. Ama mental olarak hiç sıradan hissetmiyordum. Sanki henüz teşhisi konmamış bir hastalığım vardı, bir doktora yada işinin ehli birine gitsem elime bir reçete verip doğrudan tımarhaneye yatırılacakmış gibi hissediyordum. Çevremdeki her şeyin sanki farklı bir alt anlamı vardı. Sanki pencerenin dışında kalan dünya, metaforlarla dolu bir kitap gibiydi. Kapıdan biraz çıkınca sizi karşılayan kırmızı lambalar silsilesi, sadece lamba değilde başka bir şeyi temsil eden bir edebi araçtı sanki. Rüzgarla birlikte sallanan yapraklar, aralarında kopup yere düşenler. Bütün bunlar arasında bir bağlantı olduğunu düşünüyordum, sanki evrensel bir kanunla tüm bu küçük şeyler bir başka büyük şeylere bağlantılıydılar. Biraz daha odaklansam, gözlerimi kıssam birbirlerine çok ama çok ince bir iple bağlı olduğunu görecek gibi hissediyordum. Tabi bütün bunlar boş zihnimin kendi kendini doldurma çabalarından ibaretti. Yapraklar sadece rüzgar onları ittiği için sallanıyordu, kırmızı ışıklarda sadece dükkan sahiplerinin basit dekorlarıydı.
Kahvemden bir yudum aldım. Sıcak koyu renkli sıvı boğazımdan aşağı giderken hiç beklemediğim bir şey oluverdi. Nerede olduğunu bilmediğim bir açıklıktan içeri giren bir kelebek, gözlerimin dikkatini üstünde topladı. Nispeten temiz mutfakta biraz süzüldükten sonra lavabomuzun üstüne kondu bu mavi kanatlı kelebek. Bu kelebek, beni oturduğum yerden alıp bir kaç yıl öncesine götürdü. Tekrar düşünce bulamacının içine düşmüştüm ama en azından bu sefer gittiğim adres güzel bir yerdi. Karlı bir gün olduğunu hatırlıyordum, devriyem yeni bitmişti ve eve gitmeden önce dışarıda bir kaç işim vardı. Bunlardan biri de uzun zamandır ne zaman boş vaktim olup olmadığını soran benden bir kaç yaş büyük bir çocukla görüşmeyi içeriyordu. Ne yalan söyleyeyim ilk bir kaç kez kendisini bilinçli olarak reddetmiş, boş olan vakitlerimi uydurma şeylerle doldurmuştum. Lakin bir yerden sonra arkası gelmeyen ısrarlardan bıkmıştım ve en azından bir yarım saatimi harcayarak kendisinden kurtulmayı planlamıştım. Tabi işler bir yerden sonra pek beklemediğim bir şekilde ivmelenmişti. Çocuğun ağzı çok iyi laf yapıyordu, uzun zamandır böyle gülmemiştim ve aldığım iltifatlar gerçekten böyle içime işlememişti. Farkına varmadan o yarım saat çoktan bir kaç saati bulmuştu ve biz dinlenmek için donmuş bir çeşmenin başına gelmiştik. İşte tam bu sırada çocuk yavaş yavaş çizgi aşmaya başlamıştı. Belimde hissettiğim el, yavaş yavaş vücudumun dokunulmasından hoşnut olmadığım bölgelerine gidiyordu ve karşımdaki çocuğun yüzü de oldukça garip bir hal almıştı. Dudaklarını öpmek için bana yaklaştırıyordu ama bunu yaparken ağzının aldığı komik biçimi sadece ben görebiliyordum. Sol elimle tam gaz aşağılara doğru inen eli bileğinden kavradığım anda çok tanıdık bir ses tonu, ve onu takip eden iki tane ayakkabıya kaydı tüm dikkatim. Bana doğru gelen ayakkabıdan başımı biraz arkaya doğru çekerek kaçınmıştım ama partnerim bu kadar atik değildi. Yüzünün tam ortasına yediği ayakkabı yüzünden sendelemişti ve tıksırırken suratıma bir kaç parça tükürüğü konmuştu. Bu, az önce yarattığı bütün atmosferin içine etmişti. Bileğini bırakıp kendisini hafifçe ileri itip aramızdaki mesafeyi bir metre kadar çıkardım. Sonra, karın üstünde damdazlak kalmış abime döndüm. Komik görünüyordu, kendimi kontrol edemeyip gürültülü bir kahkaha patlattığımı hatırlıyorum. ''Ya bi sakin ol, ayakkabısız kaldın üşüteceksin gene ben bakıcam sana, götünü kaldıramayacaksın evin içinde.'' dedikten sonra yanımda duran çocuğa baktım. Hala burnunu tutmakla meşguldü. Birazdan sevgili ağabeyimin ona ne yapacağından pek tabi habersizdi...
Kahvemden bir yudum aldım. Sıcak koyu renkli sıvı boğazımdan aşağı giderken hiç beklemediğim bir şey oluverdi. Nerede olduğunu bilmediğim bir açıklıktan içeri giren bir kelebek, gözlerimin dikkatini üstünde topladı. Nispeten temiz mutfakta biraz süzüldükten sonra lavabomuzun üstüne kondu bu mavi kanatlı kelebek. Bu kelebek, beni oturduğum yerden alıp bir kaç yıl öncesine götürdü. Tekrar düşünce bulamacının içine düşmüştüm ama en azından bu sefer gittiğim adres güzel bir yerdi. Karlı bir gün olduğunu hatırlıyordum, devriyem yeni bitmişti ve eve gitmeden önce dışarıda bir kaç işim vardı. Bunlardan biri de uzun zamandır ne zaman boş vaktim olup olmadığını soran benden bir kaç yaş büyük bir çocukla görüşmeyi içeriyordu. Ne yalan söyleyeyim ilk bir kaç kez kendisini bilinçli olarak reddetmiş, boş olan vakitlerimi uydurma şeylerle doldurmuştum. Lakin bir yerden sonra arkası gelmeyen ısrarlardan bıkmıştım ve en azından bir yarım saatimi harcayarak kendisinden kurtulmayı planlamıştım. Tabi işler bir yerden sonra pek beklemediğim bir şekilde ivmelenmişti. Çocuğun ağzı çok iyi laf yapıyordu, uzun zamandır böyle gülmemiştim ve aldığım iltifatlar gerçekten böyle içime işlememişti. Farkına varmadan o yarım saat çoktan bir kaç saati bulmuştu ve biz dinlenmek için donmuş bir çeşmenin başına gelmiştik. İşte tam bu sırada çocuk yavaş yavaş çizgi aşmaya başlamıştı. Belimde hissettiğim el, yavaş yavaş vücudumun dokunulmasından hoşnut olmadığım bölgelerine gidiyordu ve karşımdaki çocuğun yüzü de oldukça garip bir hal almıştı. Dudaklarını öpmek için bana yaklaştırıyordu ama bunu yaparken ağzının aldığı komik biçimi sadece ben görebiliyordum. Sol elimle tam gaz aşağılara doğru inen eli bileğinden kavradığım anda çok tanıdık bir ses tonu, ve onu takip eden iki tane ayakkabıya kaydı tüm dikkatim. Bana doğru gelen ayakkabıdan başımı biraz arkaya doğru çekerek kaçınmıştım ama partnerim bu kadar atik değildi. Yüzünün tam ortasına yediği ayakkabı yüzünden sendelemişti ve tıksırırken suratıma bir kaç parça tükürüğü konmuştu. Bu, az önce yarattığı bütün atmosferin içine etmişti. Bileğini bırakıp kendisini hafifçe ileri itip aramızdaki mesafeyi bir metre kadar çıkardım. Sonra, karın üstünde damdazlak kalmış abime döndüm. Komik görünüyordu, kendimi kontrol edemeyip gürültülü bir kahkaha patlattığımı hatırlıyorum. ''Ya bi sakin ol, ayakkabısız kaldın üşüteceksin gene ben bakıcam sana, götünü kaldıramayacaksın evin içinde.'' dedikten sonra yanımda duran çocuğa baktım. Hala burnunu tutmakla meşguldü. Birazdan sevgili ağabeyimin ona ne yapacağından pek tabi habersizdi...

"Birro gates takmış çipi, yeni villain."
- Kitamura Susumu
- Kusagakure
- Posts: 273
- Joined: August 31st, 2018, 1:49 am
Re: Maalesef
Yapmıştı gene yapacağını Susumu. Sinirlerine hakim olamayıp klişe baskıcı abi rolüne bürünmüş, etraftaki ağaçların üzerinde birikmiş kar kütlelerini titretecek kadar bağırmıştı var gücüyle. Kendince haklıydı, fakat buna bakılırsa herkes farklı açılardan haklı çıkabilirdi. Aşka ulaşma baabında kardeşini elleyen şu oğlan da, çeşme başlarında kısmetinin peşinde koşan Fuu da, kardeşini bastırarak namus koruyan Susumu da haklıydı. Fakat göz dönünce kimin ne düşündüğünün, ne dediğinin bir önemi var mıydı?
Kafasına yediği ayakkabıyla sarsılan çocuğa pislik dolu bir poşetmişçesine baktı Susumu kısılan gözlerle. Kendini korumaktan aciz, hantal bir başka aptal daha. Şu ana kadar sempati beslemeyi deneyeceği bir bacanak adayı çıkmış mıydı bugüne kadar Susumu'nun karşısına? Hatırlamıyordu, ya da hatırlamayı istemiyordu. Seri bir "Hşşşş hşş hşşt!"leme seansı sonrası Fuu'yu susturdu poşet tuttuğu ellerinden birini havaya kaldırarak. Hastalanıp şımarma lüksünü kazandığında yapacaklarını düşünmek sonraya kalabilirdi, bunda sıkıntı yoktu. Zaten çok da temiz şımarırdı Susumu, hani, çok plan yapmaya da gerek yoktu zavallı kızı delirtme açısından. Etraftaki hava hiç soğuk değilmişçesine buz gibi bir tonla "Getir lan ayakkabımı." diye buyurdu oğlana doğru. Ardından kardeşine işaret yapıp "Sen de ötekini." diye emretti. Çocuk itaatkar hareketlerle pıtı pıtı bir şekilde ayakkabısını getirirken çocuğu izleyen gözlerinde sempatinin zerresi yoktu. Önünde yere bırakılan ayakkabıya sağ ayağının burnunu soktu önce, ardından ayağını havaya kaldırarak ivme kazandı ve ayakkabıyı daha uzağa fırlattı çocukla göz temasını bozmadan. Dudaklarından dökülen tek bir "Getir." kelimesi, çocuğun köpek yavrusu misali ayakkabı peşine düşmesi için yeterli olmuştu. Çocuğun sırtını izlediği bir saniye sonrası aşırı yavaş bir hareketle, "Sen görürsün eve gidince." dercesine kardeşine çevirdi kafasını. Gözleri, tekrar iyice sıkılmıştı kem göz atarcasına. Ayakları ise hala çıplaktı karın üzerinde, bu detayı çok da umursamadığı her halinden belli olur bir şekilde yavaş adımlarla kıza doğru ilerlemeye başladı.
"Yaşın bir dolsun da..." diye başladı sözüne önce. Kafasını, eve döndüklerinde olacakların bir ön gösterimi minvalinde sallıyordu histerik bir biçimde. "Köyün en tıfıl, en aptal, en saf salak adamıyla evlendireceğim lan seni. Yürü!" diye hafifçe bir tekme attı kalçasına kızın, artık ıslanmaya başlamış çoraplarla. Evlendirme tehditi, kızın inanmayacağını bildiği halde üstünde uygulamayı en sevdiği tehditlerden biri olabilirdi. Olayı uzattıkça Fuu'ya düşündüğü damat adayı örneklerini iyice çirkinleştirir, kızı iyice gıcık ederdi Susumu. Bir keresinde burnunu çekmeden duramadığı bilinen sümüklü bir oğlanın üzerinden verdiği örnek kafasına vazo yemesine bile sebep olmuştu hatta. Hastaneye yapılan ufak bir ziyaret sonrası hiçbir şeyciği kalmamış olsa da üç gün boyunca evde sahte sahte mızmızlanmış, kızı çalıştırmıştı üstüne bir de. Bahçeye köpek yavrusu niyetine bağlamayı düşünmeye başladığı çocuk ayakkabısının ötekini de getirdiğinde, topuklarını ezerek üstünkörü giyindi ayakkabılarını Susumu. Çocukla daha fazla uğraşmanın bir alemi yoktu, ufaktan bir yapay bir korku aurası salarak kışkışlamıştı sadece. Hala dolu olan elleriyle kızın kolundan tutmaya çalıştı başarısız hareketlerle, fakat olsundu, vermek istediği mesaj yeterdi. Kız önünde kalacak şekilde yol verdi, zaman zaman kalçaya tekrarladığı ufak bir tekme, bazen de poşetlerle dürtüklemeyle de kızın hız kesmemesini ima etti yol boyunca. Ayakkabılarının su almaya başladığı bir anda tekrar lafa girdi artık sinirli olmayan fakat sitem dolu bir ses tonuyla. "Ben senin için o kadar alışveriş yapayım, kutlarız diye senin chuunin oluşunu..." diye duraksadı sonra bir. "Sen git elalemle ortalık yerde fingirdeş." diye bitirdi sonra. Fakat lafını bitirmesiyle "HAYIR YANİ EVE SEVGİLİ FALAN DA GETİRMEDİM HİÇ, NEREDEN ÖĞRENDİN Kİ BÖYLE ŞEYLERİ?" diye patlaması arasında çok uzun bir süre olamadı. Bastırmaya çalıştığı sinirlerinin yolun ortasında tekrar yükselmeye başladığını hissedebiliyordu.
Kafasına yediği ayakkabıyla sarsılan çocuğa pislik dolu bir poşetmişçesine baktı Susumu kısılan gözlerle. Kendini korumaktan aciz, hantal bir başka aptal daha. Şu ana kadar sempati beslemeyi deneyeceği bir bacanak adayı çıkmış mıydı bugüne kadar Susumu'nun karşısına? Hatırlamıyordu, ya da hatırlamayı istemiyordu. Seri bir "Hşşşş hşş hşşt!"leme seansı sonrası Fuu'yu susturdu poşet tuttuğu ellerinden birini havaya kaldırarak. Hastalanıp şımarma lüksünü kazandığında yapacaklarını düşünmek sonraya kalabilirdi, bunda sıkıntı yoktu. Zaten çok da temiz şımarırdı Susumu, hani, çok plan yapmaya da gerek yoktu zavallı kızı delirtme açısından. Etraftaki hava hiç soğuk değilmişçesine buz gibi bir tonla "Getir lan ayakkabımı." diye buyurdu oğlana doğru. Ardından kardeşine işaret yapıp "Sen de ötekini." diye emretti. Çocuk itaatkar hareketlerle pıtı pıtı bir şekilde ayakkabısını getirirken çocuğu izleyen gözlerinde sempatinin zerresi yoktu. Önünde yere bırakılan ayakkabıya sağ ayağının burnunu soktu önce, ardından ayağını havaya kaldırarak ivme kazandı ve ayakkabıyı daha uzağa fırlattı çocukla göz temasını bozmadan. Dudaklarından dökülen tek bir "Getir." kelimesi, çocuğun köpek yavrusu misali ayakkabı peşine düşmesi için yeterli olmuştu. Çocuğun sırtını izlediği bir saniye sonrası aşırı yavaş bir hareketle, "Sen görürsün eve gidince." dercesine kardeşine çevirdi kafasını. Gözleri, tekrar iyice sıkılmıştı kem göz atarcasına. Ayakları ise hala çıplaktı karın üzerinde, bu detayı çok da umursamadığı her halinden belli olur bir şekilde yavaş adımlarla kıza doğru ilerlemeye başladı.
"Yaşın bir dolsun da..." diye başladı sözüne önce. Kafasını, eve döndüklerinde olacakların bir ön gösterimi minvalinde sallıyordu histerik bir biçimde. "Köyün en tıfıl, en aptal, en saf salak adamıyla evlendireceğim lan seni. Yürü!" diye hafifçe bir tekme attı kalçasına kızın, artık ıslanmaya başlamış çoraplarla. Evlendirme tehditi, kızın inanmayacağını bildiği halde üstünde uygulamayı en sevdiği tehditlerden biri olabilirdi. Olayı uzattıkça Fuu'ya düşündüğü damat adayı örneklerini iyice çirkinleştirir, kızı iyice gıcık ederdi Susumu. Bir keresinde burnunu çekmeden duramadığı bilinen sümüklü bir oğlanın üzerinden verdiği örnek kafasına vazo yemesine bile sebep olmuştu hatta. Hastaneye yapılan ufak bir ziyaret sonrası hiçbir şeyciği kalmamış olsa da üç gün boyunca evde sahte sahte mızmızlanmış, kızı çalıştırmıştı üstüne bir de. Bahçeye köpek yavrusu niyetine bağlamayı düşünmeye başladığı çocuk ayakkabısının ötekini de getirdiğinde, topuklarını ezerek üstünkörü giyindi ayakkabılarını Susumu. Çocukla daha fazla uğraşmanın bir alemi yoktu, ufaktan bir yapay bir korku aurası salarak kışkışlamıştı sadece. Hala dolu olan elleriyle kızın kolundan tutmaya çalıştı başarısız hareketlerle, fakat olsundu, vermek istediği mesaj yeterdi. Kız önünde kalacak şekilde yol verdi, zaman zaman kalçaya tekrarladığı ufak bir tekme, bazen de poşetlerle dürtüklemeyle de kızın hız kesmemesini ima etti yol boyunca. Ayakkabılarının su almaya başladığı bir anda tekrar lafa girdi artık sinirli olmayan fakat sitem dolu bir ses tonuyla. "Ben senin için o kadar alışveriş yapayım, kutlarız diye senin chuunin oluşunu..." diye duraksadı sonra bir. "Sen git elalemle ortalık yerde fingirdeş." diye bitirdi sonra. Fakat lafını bitirmesiyle "HAYIR YANİ EVE SEVGİLİ FALAN DA GETİRMEDİM HİÇ, NEREDEN ÖĞRENDİN Kİ BÖYLE ŞEYLERİ?" diye patlaması arasında çok uzun bir süre olamadı. Bastırmaya çalıştığı sinirlerinin yolun ortasında tekrar yükselmeye başladığını hissedebiliyordu.
- Kitamura Fuu
- Posts: 48
- Joined: January 3rd, 2019, 5:36 pm
Re: Maalesef
Uslu uslu, ayakkabıları bir bir toplayan çocuğu izlerken, içimde hani şu hem acıma hemde gülmeyi aynı anda harmanlayan his vardır ya. Heh işte o hakimdi dört bir yanıma. Garibim çocuğun bu soğukta ayakkabı toplamasına hem üzülüyordum hemde elimle kapattığım ağzımla çaktırmadan gülüyordum. Susumu'ya ise, haykırarak, hönkürerek kahkahalar atmak geliyordu. Yinede sessizliğimi ve kuul tavrımı bozmadım. Ellerimi göğsümde katlamış olanları izlemeye başlamıştım. Çocuğun ayakkabıları getirişini Susumu'nun ortalığı galeyana getirişini falan izlemek günün bütün yorgunluğunu almıştı üzerimden. Hele bir de çingen gibi bağıran abim evde yememiz içmemiz için bir sürü şey almıştı. Evde yemek yapma derdinden kurtulmuş olmak bulaşık yıkamayacak olmak çok ama çok mutluluk verici bir şeydi. Şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim, ömrümün geri kalanında bulaşık yıkamamak için bir kadınla evlenmeyi kabul edebilirdim.
Kar üzerinde dımdızlak kalmış abim boş tehditler savururken bende yavaş yavaş abisinin sözünü dinleyen uslu kız rolüne girmeye başlamıştım. Sanki çocukla olan buluşmama çok üzülmüşçesine yüzümü asmış omuzlarımı düşürmüştüm. İsteksiz adımlarla Susumu'ya yaklaşmış ve çocuğa sanki hayatının aşkını, sanki yavru köpeğini kaybetmiş birinin bakışlarını atarak veda etmiştim. Ellerindeki poşetlerle kollarımı tutmaya çalışan ve bunu yaparken Susumu'nun önüne düşüp eve doğru yürümeye başladım. Ara ara kıçıma yediğim tekmelerle de hızımı kesmiyordum. Susumu'nun bu korumacı ve dominant tavırları hoşuma gidiyordu ama bu beni koruyan maskülen abi şeklinde değilde, komik bir mahalle abisi kıvamına girmiş Susumu'u sevmemden dolayıydı muhtemelen. Abimin sevgililer hakkındaki ani çıkışı kafamda bir iki ampülün 'blink' diye yanmasına sebebiyet verdi. Harbiden, Susumu eve hiç kız getirmemişti. Hatta onu bir kızla görüp görmediğimi bile hatırlamıyordum. Yakışıklı, komik ve sevecen biriydi, kardeşi olmasam... hayır hayır bunun düşüncesi bile fazlasıyla iğrenç. Yinede onun böyle yalnız kalmış olmasına karşın bir şeyler yapma fikrini bir yerlere not ettim ve önümüzdeki bir kaç dakikayı ona ayarlayabileceğim arkadaşlarımı düşünmekle harcadım. ''Harbiden ya, senin neden hiç sevgilin yok ? Var deme olsaydı bilirdim. Yoksa Susu-niichan kızlarla konuşmasını beceremiyor muuu?'' diye patlattım. Sesimin sinir bozucu olması için ekstra bir efor bile sarf etmemiştim. Bunu söyledikten sonra başıma gelecekleri az çok kestirebiliyordum. Kafama bir ayakkabı, yada elindeki poşetlerden birini yemem olasıydı. Sinirlenmiş Susumu en büyük eğlencelerimden biriydi. Sinirlendikçe daha da gülünç olan fazla insan tanımıyordu. ''Aslında... buraya gelişin iyi oldu. Bu çocuk uzuuun zamandır peşimdeydi, kurtulmak için buluştum. Sonra sen ve ayakkabılarınla geldin ahahahahahahah.. Ya ayakkabı atmak nedir ? Neyse, neyse eve gidelimde ısıt patilerini.'' dedikten sonra sırnaşmak için yanına sokuldum, hatta bir tane poşeti de elinden almaya çalışacaktım.
Kar üzerinde dımdızlak kalmış abim boş tehditler savururken bende yavaş yavaş abisinin sözünü dinleyen uslu kız rolüne girmeye başlamıştım. Sanki çocukla olan buluşmama çok üzülmüşçesine yüzümü asmış omuzlarımı düşürmüştüm. İsteksiz adımlarla Susumu'ya yaklaşmış ve çocuğa sanki hayatının aşkını, sanki yavru köpeğini kaybetmiş birinin bakışlarını atarak veda etmiştim. Ellerindeki poşetlerle kollarımı tutmaya çalışan ve bunu yaparken Susumu'nun önüne düşüp eve doğru yürümeye başladım. Ara ara kıçıma yediğim tekmelerle de hızımı kesmiyordum. Susumu'nun bu korumacı ve dominant tavırları hoşuma gidiyordu ama bu beni koruyan maskülen abi şeklinde değilde, komik bir mahalle abisi kıvamına girmiş Susumu'u sevmemden dolayıydı muhtemelen. Abimin sevgililer hakkındaki ani çıkışı kafamda bir iki ampülün 'blink' diye yanmasına sebebiyet verdi. Harbiden, Susumu eve hiç kız getirmemişti. Hatta onu bir kızla görüp görmediğimi bile hatırlamıyordum. Yakışıklı, komik ve sevecen biriydi, kardeşi olmasam... hayır hayır bunun düşüncesi bile fazlasıyla iğrenç. Yinede onun böyle yalnız kalmış olmasına karşın bir şeyler yapma fikrini bir yerlere not ettim ve önümüzdeki bir kaç dakikayı ona ayarlayabileceğim arkadaşlarımı düşünmekle harcadım. ''Harbiden ya, senin neden hiç sevgilin yok ? Var deme olsaydı bilirdim. Yoksa Susu-niichan kızlarla konuşmasını beceremiyor muuu?'' diye patlattım. Sesimin sinir bozucu olması için ekstra bir efor bile sarf etmemiştim. Bunu söyledikten sonra başıma gelecekleri az çok kestirebiliyordum. Kafama bir ayakkabı, yada elindeki poşetlerden birini yemem olasıydı. Sinirlenmiş Susumu en büyük eğlencelerimden biriydi. Sinirlendikçe daha da gülünç olan fazla insan tanımıyordu. ''Aslında... buraya gelişin iyi oldu. Bu çocuk uzuuun zamandır peşimdeydi, kurtulmak için buluştum. Sonra sen ve ayakkabılarınla geldin ahahahahahahah.. Ya ayakkabı atmak nedir ? Neyse, neyse eve gidelimde ısıt patilerini.'' dedikten sonra sırnaşmak için yanına sokuldum, hatta bir tane poşeti de elinden almaya çalışacaktım.

"Birro gates takmış çipi, yeni villain."