Dilsiz, Dövülmüş, Boğulmuş
Posted: July 17th, 2019, 4:06 am
Ay ışığı ile aydınlanan ormanda hareket etmeye çalışan figürden başka bir şey değildi Naegi. Ağaçların yapraklarından damlayan su damlacıkları karanlık zemine doğru hücum ediyor, ağaç kabuklarına yapışmış yosunlar güneyden esen rüzgâra direnemiyor, uçuşuyorlardı. Karanlıktı her şey Naegi için. Gözünün görebildiği bütün cisimler karanlıkla örtülmüş kendisine yaklaşmasını bekliyordu. En son nerede olduğunu hatırlamıyordu. Şu an burada olduğunu biliyor ve sorgulamadan da devam ediyordu hayatı boyunca yaptığı gibi. Bir şeyleri sorgulamamayı öğrenmişti geçirdiği yıllar içerisinde. Birisi istedi diye tek eliyle kavradığı kunaisini birinin kalbine de saplayabiliyordu, çölün ortasındaki susuzluğunu gidermek için karşısına çıkan ilk insanı yağmalayıp ölüme de terk edebiliyordu.
Topallayarak ilerliyordu ormanın içinde. Aksayan ayağı bazen kırılmış bir ağacın dalına çarpıyor bazen de solup kurumuş birkaç yaprağın çıtırtılarına sebep oluyordu. Ormanın içinde bir sese sebep olan tek canlı oydu. Fakat Naegi canlı mıydı? Bedeninin hala var olması ve hareket edebilmesi ruhunun yaşadığının anlamına gelir miydi? Ormandaki ilerleyişi bir süre daha devam edecekti. Soluk alıp vermek ve adım atmak dışında bir eylem gerçekleştirmiş olmayan Naegi’nin bir soru kafasında iyice belirginleşmeye başlamıştı. ‘’Neredeyim Ben’’ Aynı ağaçların yanından defalarca geçiyor ayağı aynı kırık dala belki de onuncuya takılıyordu. Yaşadığının gerçek olduğuna inanmak istiyordu. Bir rüyanın veya kâbusun pençesinde sıkışmış olabileceğinin imkanını bile vermiyordu. Bu döngü içerisinde uzun bir süre daha yol aldı. Gökyüzündeki ay hala parlaktı ve içerisinde ilerlediği orman da karanlık.
Döngünün kırılması ayağının takılması gereken dalda başlamıştı. Aksak ayağı bu sefer kırık dalın kendisine uyguladığı kuvvete direnememişti. Toprağın üzerinde birikmiş sıvı üzerinde yüzü koyun yatıyordu artık. Sıvının sıcaklığı ile irkilmişti öncelikle. Sonrasında da üşümüş bedeniyle kucaklamıştı zemindeki sıvıyı. Sıcaklığın bedenine getirdiği mayışma ile hiçbir şeyi sorgulamadan yatmaya devam ediyordu düştüğü yerde. Uzaklarda kızıl alevlerle yanan bir ışık kaynağı görene kadar da yatmaya devam edecekti bu şekilde.
Genişleyip daralan alevleri görmesiyle kollarından yardım alarak dikelmiş ve topallamaya devam etmişti. Naegi ile kaynak arasındaki mesafenin kısalmasıyla beraber karanlığı filtreleyen kızıl renkler arasında hareket eden insanımsı siluetler adımlarını yavaşlatmıştı. Temkinli adımlarla ilerliyor, çevresini gözetliyordu. Ağaç kabukları, toprak, yapraklar... Gördüğü her şey kızılın farklı bir tonunu benimsemişti kendisine.
Minik bir kamp alanına çıkarmıştı ışığın geldiği yön Naegi’yi. Ayağının temas ettiği toprak burada da bir sıvı ile kaplıydı. Kimsenin olup olmadığını sorgulamak için ağzını açtığında hiçbir sesin çıkmadığını fark etti. Konuşamıyordu ve dilinden başlayıp tüm organlarına sıçrayan yanma hissini tekrar hissediyordu. Acı ile çökmüştü zemine. Konuşmaya, çığlık atmaya çalışıyordu ama ağzını her açtığında iç organlarındaki yanma hissi daha da körükleniyordu. Gözlerini bir saliseliğine açıp kapadığındaysa siluetlerin tekrardan var olduğunu gördü. Çömeldiği yerden kollarını uzatarak kendisine yaklaşmakta olan karanlık bedene uzanmaya çalıştı. İnsan bedenlerine sahip gölgelerin neden var olduğunu sorgulayamıyordu bile. Kendisine doğru yaklaşmakta olan siluet kollarının arasından geçip ateşin ışıklarına iyice yaklaştığındaysa git gide silikleşerek yok olmuştu.
Bir saniye daha geçmişti ve göz kapaklarını tekrar açıp kapatmıştı. Karanlığın içerisindeydi tekrardan. Dilinden başlayıp iç organlarına sıçrayan yangından bir eser yoktu. Çömeldiği yerden kalkarken kollarıyla dengesini korumak için bir ağaçtan destek alıyordu. Parmaklarının ucunda o sıcak sıvıyı tekrardan hissediyordu. Ayağa kalkmasıyla ayın yüzeyinden yansıyan ışıklar iyice yoğunlaşmış ve çevresini bir spot ışığı gibi aydınlatmaya başlamıştı. Işığın tekrardan var olmasıyla siluetler tekrardan belirmişti. Bu sefer daha belirgin ve insansıydılar. Çevresine bir göz gezdirdiğinde ağaçların yapraklarından zemine akan kan damlalarını ve önünde beliren kızıla boyanmış belli belirsiz uzuvlar ve organlar yatıyor üzerlerinden akan kanların oluşturduğu gölettin ucundaysa maskeli bir adamın elinden sarkan metal kazıklara geçirilmiş bedensiz başlar Naegi’ye bakıyordu. Maskeli adamın vücudunu örten pardösüsü kanlarla kaplı ve üzerine açılmış birkaç kesikten sızan kan göletini büyümesine ufakta olsa bir katkıda bulunuyordu. Maskesinin göz deliklerinden kendisine bakan donuk gri gözler onu süzüyor ve Naegi’nin göğüs kafesinin hizasına kaldırdığı metal kazık hava fısıldayıp onun canını almadan önce zamanını dolduğunu ifade ediyordu. Bir karşılık bile vermeden gözlerini kapatıp kalbini delip geçecek metal kazığı beklemeye geçmişti.
Topallayarak ilerliyordu ormanın içinde. Aksayan ayağı bazen kırılmış bir ağacın dalına çarpıyor bazen de solup kurumuş birkaç yaprağın çıtırtılarına sebep oluyordu. Ormanın içinde bir sese sebep olan tek canlı oydu. Fakat Naegi canlı mıydı? Bedeninin hala var olması ve hareket edebilmesi ruhunun yaşadığının anlamına gelir miydi? Ormandaki ilerleyişi bir süre daha devam edecekti. Soluk alıp vermek ve adım atmak dışında bir eylem gerçekleştirmiş olmayan Naegi’nin bir soru kafasında iyice belirginleşmeye başlamıştı. ‘’Neredeyim Ben’’ Aynı ağaçların yanından defalarca geçiyor ayağı aynı kırık dala belki de onuncuya takılıyordu. Yaşadığının gerçek olduğuna inanmak istiyordu. Bir rüyanın veya kâbusun pençesinde sıkışmış olabileceğinin imkanını bile vermiyordu. Bu döngü içerisinde uzun bir süre daha yol aldı. Gökyüzündeki ay hala parlaktı ve içerisinde ilerlediği orman da karanlık.
Döngünün kırılması ayağının takılması gereken dalda başlamıştı. Aksak ayağı bu sefer kırık dalın kendisine uyguladığı kuvvete direnememişti. Toprağın üzerinde birikmiş sıvı üzerinde yüzü koyun yatıyordu artık. Sıvının sıcaklığı ile irkilmişti öncelikle. Sonrasında da üşümüş bedeniyle kucaklamıştı zemindeki sıvıyı. Sıcaklığın bedenine getirdiği mayışma ile hiçbir şeyi sorgulamadan yatmaya devam ediyordu düştüğü yerde. Uzaklarda kızıl alevlerle yanan bir ışık kaynağı görene kadar da yatmaya devam edecekti bu şekilde.
Genişleyip daralan alevleri görmesiyle kollarından yardım alarak dikelmiş ve topallamaya devam etmişti. Naegi ile kaynak arasındaki mesafenin kısalmasıyla beraber karanlığı filtreleyen kızıl renkler arasında hareket eden insanımsı siluetler adımlarını yavaşlatmıştı. Temkinli adımlarla ilerliyor, çevresini gözetliyordu. Ağaç kabukları, toprak, yapraklar... Gördüğü her şey kızılın farklı bir tonunu benimsemişti kendisine.
Minik bir kamp alanına çıkarmıştı ışığın geldiği yön Naegi’yi. Ayağının temas ettiği toprak burada da bir sıvı ile kaplıydı. Kimsenin olup olmadığını sorgulamak için ağzını açtığında hiçbir sesin çıkmadığını fark etti. Konuşamıyordu ve dilinden başlayıp tüm organlarına sıçrayan yanma hissini tekrar hissediyordu. Acı ile çökmüştü zemine. Konuşmaya, çığlık atmaya çalışıyordu ama ağzını her açtığında iç organlarındaki yanma hissi daha da körükleniyordu. Gözlerini bir saliseliğine açıp kapadığındaysa siluetlerin tekrardan var olduğunu gördü. Çömeldiği yerden kollarını uzatarak kendisine yaklaşmakta olan karanlık bedene uzanmaya çalıştı. İnsan bedenlerine sahip gölgelerin neden var olduğunu sorgulayamıyordu bile. Kendisine doğru yaklaşmakta olan siluet kollarının arasından geçip ateşin ışıklarına iyice yaklaştığındaysa git gide silikleşerek yok olmuştu.
Bir saniye daha geçmişti ve göz kapaklarını tekrar açıp kapatmıştı. Karanlığın içerisindeydi tekrardan. Dilinden başlayıp iç organlarına sıçrayan yangından bir eser yoktu. Çömeldiği yerden kalkarken kollarıyla dengesini korumak için bir ağaçtan destek alıyordu. Parmaklarının ucunda o sıcak sıvıyı tekrardan hissediyordu. Ayağa kalkmasıyla ayın yüzeyinden yansıyan ışıklar iyice yoğunlaşmış ve çevresini bir spot ışığı gibi aydınlatmaya başlamıştı. Işığın tekrardan var olmasıyla siluetler tekrardan belirmişti. Bu sefer daha belirgin ve insansıydılar. Çevresine bir göz gezdirdiğinde ağaçların yapraklarından zemine akan kan damlalarını ve önünde beliren kızıla boyanmış belli belirsiz uzuvlar ve organlar yatıyor üzerlerinden akan kanların oluşturduğu gölettin ucundaysa maskeli bir adamın elinden sarkan metal kazıklara geçirilmiş bedensiz başlar Naegi’ye bakıyordu. Maskeli adamın vücudunu örten pardösüsü kanlarla kaplı ve üzerine açılmış birkaç kesikten sızan kan göletini büyümesine ufakta olsa bir katkıda bulunuyordu. Maskesinin göz deliklerinden kendisine bakan donuk gri gözler onu süzüyor ve Naegi’nin göğüs kafesinin hizasına kaldırdığı metal kazık hava fısıldayıp onun canını almadan önce zamanını dolduğunu ifade ediyordu. Bir karşılık bile vermeden gözlerini kapatıp kalbini delip geçecek metal kazığı beklemeye geçmişti.