Soğuk
- Kitamura Susumu
- Kusagakure
- Posts: 273
- Joined: August 31st, 2018, 1:49 am
Soğuk
Kendi kendimi yatıştırmak umuduyla bir şarkı mırıldanmaya başladım tekrardan. "Sen beni tanımazsın..." Fakat bu sefer şarkının sözleri, ruh halime paralel bir şekilde uygunsuz versiyonları değişiyor, ses tonum da her geçen saniye biraz daha agresifleşiyordu. "...Sikerim de söylemem." Sebebi, artık rüzgarın hareketiyle bile değişiklik gösterebilen ruh halim değildi, hayır. Oldukça haklıydım bu sefer ve yerimde kim olsa, aynı tepkiyi verirdi eminim.
"Ah bu ben kendimi, nerelere koşsam..." Yanımda Iori var, son üç aydır her görevimde olduğu gibi tekrar beraberiz. "Saklansam bir yerlere de kimin annesine atlasam!" Köyün büyük abileri bizi iyice yapışık ikiz eylemeye karar kılmış olmalı ki, bir görev çağrısı aldığım vakit Iori ile ekip olacağıma istisnasız emin olabiliyorum artık. Şikayetçi olduğumdan değil, hatta bu durum memnun bile ediyor beni hafiften. Zaten savaş sonrası girdiğim tripler de kısa sürdü; tribe neden olan sebeplerim hala fiziksel olarak var olsalar da en azından kendimi çocuğun yanında rahatsız hissetmiyorum. "Ah bu ben... Öff, neyse ne."
Fakat şu anki öfkemin sebebi Iori de değil, hatta bir şeyleri yolda rastgele tekmelemiyorsam sebebi bu çocuk bile diyebilirim. Sebebi, daha bir görevi yeni bitirmişken adam akıllı dinlenemeden yeni bir göreve yollanıyor olmamız. Yorgunluk, adam akıllı bir şeyler yiyememiş olmak, sıcak bir duşa olan özlem gibi etkenleri göz ardı edebilen bir yapıda olsam, boş eve girişimin ertelenmesine memnun kalabilirdim. Lanet olsun ki nazlı bir yapıdayım, mesela Kizashi aylardır traş olmadan ya da banyo yapmadan nasıl dayanıyor anlayabilmiş değilim. Hiç mi kaşınmıyor bir yerleri? Boynu falan tahriş olmuyor mu o iğrenç sakalla? Umarım şu an tedavi gördüğü yerde bol bol yıkıyorlardır onu, o ne öyle, teke gibi.
Köyde adam mı kalmadı diye de söylenemiyorum ki arkadaş. Ne zaman söylenecek olsam bir vicdan azabı köyün verdiği savaşı tokat gibi vuruyor yüzüme, sesimi kesmemi söylüyor bana. Böyle olunca iş üstüne iş kitlendiğinde karın ağrısı çeker gibi sesler çıkarıp kabullenmekten başka bir şey de yapamıyorum. Neymiş efendim, iyi iş çıkarmışız, ellerimize sağlıkmış ama bir de bir kervan varmış. Onun da korunması lazımmışmış, tek müsait adam bizlermişiz. Yahu ben yolda kolumu bacağımı kaptırsaydım beni öyle mi kervan korumaya yollayacaktınız? Çektiğim öfün üstüne daha sesli bir öf çektim bu sefer, çocuk gibi yerimde sallandım, mırın kırın ettim. Görevi teslim ettiğimiz karargahı ardımızda bırakalı saatler olsa da, sızlanıp durmakta da kararlıydım işte.
"Bari üstümü başımı değiştireydim!" Kıyafetlerim konusunda ağlamam artık Iori'nin alıştığı bir şey olmalıydı. Ne de olsa ilk görevimde ona kazak kitlemeyi başarmıştım. Tabii şu an, o gün olduğu kadar çamur içinde değilim, fakat üzerimdeki açık renk kazağın rengi de yer yer çamur nedeniyle atmamış değil. Rahat giyinmiştim bu sefer de, altıma dizlere kadar sargı beziyle sarılı bir pantolon geçirmiş, hepsinin üzerine yeşil ceketimi giymiştim. Pelerin almayı düşünmedim değil; sanırım işlerin bu kadar uzayacağını bilsem alırdım da hatta, günler geçtikçe hava daha da soğuyor zira. Alın bandımı çözdüm kafamın rahatlaması için, kendi etrafına sarıp ceketimin ön cebine sıkıştırdım. Ceketimin önünü açtım, saçlarımı kurcalayıp hava almalarını sağladım. Her şeyi mucizevi bir şekilde çözmemişti kafamdaki baskıdan kurtulmak elbette, ama biraz daha ferahtı her şey. Iori'ye yetişmek için adımlarımı hızlandırdım, yanına varınca da ona döndüm. "Sen de mırın kırın et biraz be." dedim, hafif azarlar bir ses tonuyla. "Tek ben mi söyleneceğim hep?"
"Ah bu ben kendimi, nerelere koşsam..." Yanımda Iori var, son üç aydır her görevimde olduğu gibi tekrar beraberiz. "Saklansam bir yerlere de kimin annesine atlasam!" Köyün büyük abileri bizi iyice yapışık ikiz eylemeye karar kılmış olmalı ki, bir görev çağrısı aldığım vakit Iori ile ekip olacağıma istisnasız emin olabiliyorum artık. Şikayetçi olduğumdan değil, hatta bu durum memnun bile ediyor beni hafiften. Zaten savaş sonrası girdiğim tripler de kısa sürdü; tribe neden olan sebeplerim hala fiziksel olarak var olsalar da en azından kendimi çocuğun yanında rahatsız hissetmiyorum. "Ah bu ben... Öff, neyse ne."
Fakat şu anki öfkemin sebebi Iori de değil, hatta bir şeyleri yolda rastgele tekmelemiyorsam sebebi bu çocuk bile diyebilirim. Sebebi, daha bir görevi yeni bitirmişken adam akıllı dinlenemeden yeni bir göreve yollanıyor olmamız. Yorgunluk, adam akıllı bir şeyler yiyememiş olmak, sıcak bir duşa olan özlem gibi etkenleri göz ardı edebilen bir yapıda olsam, boş eve girişimin ertelenmesine memnun kalabilirdim. Lanet olsun ki nazlı bir yapıdayım, mesela Kizashi aylardır traş olmadan ya da banyo yapmadan nasıl dayanıyor anlayabilmiş değilim. Hiç mi kaşınmıyor bir yerleri? Boynu falan tahriş olmuyor mu o iğrenç sakalla? Umarım şu an tedavi gördüğü yerde bol bol yıkıyorlardır onu, o ne öyle, teke gibi.
Köyde adam mı kalmadı diye de söylenemiyorum ki arkadaş. Ne zaman söylenecek olsam bir vicdan azabı köyün verdiği savaşı tokat gibi vuruyor yüzüme, sesimi kesmemi söylüyor bana. Böyle olunca iş üstüne iş kitlendiğinde karın ağrısı çeker gibi sesler çıkarıp kabullenmekten başka bir şey de yapamıyorum. Neymiş efendim, iyi iş çıkarmışız, ellerimize sağlıkmış ama bir de bir kervan varmış. Onun da korunması lazımmışmış, tek müsait adam bizlermişiz. Yahu ben yolda kolumu bacağımı kaptırsaydım beni öyle mi kervan korumaya yollayacaktınız? Çektiğim öfün üstüne daha sesli bir öf çektim bu sefer, çocuk gibi yerimde sallandım, mırın kırın ettim. Görevi teslim ettiğimiz karargahı ardımızda bırakalı saatler olsa da, sızlanıp durmakta da kararlıydım işte.
"Bari üstümü başımı değiştireydim!" Kıyafetlerim konusunda ağlamam artık Iori'nin alıştığı bir şey olmalıydı. Ne de olsa ilk görevimde ona kazak kitlemeyi başarmıştım. Tabii şu an, o gün olduğu kadar çamur içinde değilim, fakat üzerimdeki açık renk kazağın rengi de yer yer çamur nedeniyle atmamış değil. Rahat giyinmiştim bu sefer de, altıma dizlere kadar sargı beziyle sarılı bir pantolon geçirmiş, hepsinin üzerine yeşil ceketimi giymiştim. Pelerin almayı düşünmedim değil; sanırım işlerin bu kadar uzayacağını bilsem alırdım da hatta, günler geçtikçe hava daha da soğuyor zira. Alın bandımı çözdüm kafamın rahatlaması için, kendi etrafına sarıp ceketimin ön cebine sıkıştırdım. Ceketimin önünü açtım, saçlarımı kurcalayıp hava almalarını sağladım. Her şeyi mucizevi bir şekilde çözmemişti kafamdaki baskıdan kurtulmak elbette, ama biraz daha ferahtı her şey. Iori'ye yetişmek için adımlarımı hızlandırdım, yanına varınca da ona döndüm. "Sen de mırın kırın et biraz be." dedim, hafif azarlar bir ses tonuyla. "Tek ben mi söyleneceğim hep?"
- Tsujihara Iori
- Posts: 154
- Joined: August 30th, 2018, 10:53 pm
Re: Soğuk
"Ediyim mi?" dedim masumca Susumu'ya. Söylediği saçma salak şarkıdan mütevellit zaten suradımda aptal bir sırıtma vardı. Masumane ses tonum da epey bir salaş göstermişti beni. Etrafıma bakındım mırın kırın edecek bir şeyler düşünürken. Ağaçlık bir alanın sonuna varmıştık, önümüz açıklıktı. Açıklık ile ağaçlık ortamı ayıran bir yol mevcuttu hemen önümüzde. Bu yolun sol tarafındaki ufuklarda Ishigakure tarafındaki dağları seçebiliyordum. Hava açıktı hala epey ancak gölgenin soğuğu iliğime işleyecek gibiydi. Bunun sebebi aslında donuma kadar nemli veya ıslak oluşumdu. Beyaz kaşkolum şu an yer yer siyah lekelerle, geri kalanı da gri kirlerle kaplıydı. Nefret ediyordum aslında şu anda varlığımdan azıcık da olsa, fakat bunun için mırın kırın etmeyecektim.
Yere, yola atladım. Etraftaki tepeler yüzünden yol sallana sallana gidiyor gibiydi. Etrafımda bir tur dönerek çevreme baktım. "N'alet olsun bu taş!" dedim ve yolun ortasındaki taşa tekme attım aniden. Taş fırlayarak rastgele bir yöne gitti açıklıkta. Deşarj mı olmuştum bir gram, yoksa bana mı öyle gelmişti? İki elimi de yanıma açtım Susumu'ya bakarak; "Oldu mu?" dedim.
"Oldu." dermişçesine kafasını sallamasının ardından, çevreme tekrar göz gezdirdim.
Bir kervan arıyorduk. Rotası belli olan, soyulmasına karşı bir istihbarata sahip olduğumuz bir kervandı. Kısaca, samanlıkta iğne aramak gibiydi. Eğer çalınmışsa çok yüksek ihtimal buradan geçmeyecekti. Yola çıktığı kasaba buraya neredeyse yarım gün mesafedeydi, onlardan önce vardığımız kesindi. Bir süre burada vakit geçirecektik. Kamp malzemelerimiz neredeyse yok gibiydi bir kaç yemek hapı haricinde. Gözlerimi kıstım ve suratımı ekşittim yolun iki tarafındaki ufku incelerken. Ellerimi belime koydum, derin bir nefes verdim.
Tam bu sırada, yolun doğu ufkundan, yani Ishigakure yönünden bir kervan geldiğini gördüm. Bir sefer olsun şanslıydık. Görev kısmen kısa sürecek gibiydi. Veya karnımız doyacaktı. Veya yürümek zorunda kalmayacaktık. Veya uzun uzun rapor yazmayacaktık. Veya birilerinin başına kötü bir şey geldi diye moralimiz bozulmayacaktı.
Kami-sama, sana geldiğimi hissediyorum resmen.
Ellerimi önümde çarptım ve tek bir alkış sesi yankılandı, ardından suratımdaki neşeli ifade ile yumruklarımı sıktım önümde, aptalca bir neşeyle. "Susumu, Susumu, kervan geliyor Susumu!" dedim ona dönerek. Bir parmağım kervanı gösteriyordu ufukta. "Gelince bir yanaşalım yanlarına, hal hatır soralım. Umarım başlarına bir şey gelmemiştir." Yani, tabii, bir çok şey olabilirdi bu gelen kervan. Bizim kervan da olmayabilirdi. Bakacaktık hepsine artık, şimdilik en ufak bir gelişme bile beni 8 yaş gençleştirmeye yetmişti.
Yere, yola atladım. Etraftaki tepeler yüzünden yol sallana sallana gidiyor gibiydi. Etrafımda bir tur dönerek çevreme baktım. "N'alet olsun bu taş!" dedim ve yolun ortasındaki taşa tekme attım aniden. Taş fırlayarak rastgele bir yöne gitti açıklıkta. Deşarj mı olmuştum bir gram, yoksa bana mı öyle gelmişti? İki elimi de yanıma açtım Susumu'ya bakarak; "Oldu mu?" dedim.
"Oldu." dermişçesine kafasını sallamasının ardından, çevreme tekrar göz gezdirdim.
Bir kervan arıyorduk. Rotası belli olan, soyulmasına karşı bir istihbarata sahip olduğumuz bir kervandı. Kısaca, samanlıkta iğne aramak gibiydi. Eğer çalınmışsa çok yüksek ihtimal buradan geçmeyecekti. Yola çıktığı kasaba buraya neredeyse yarım gün mesafedeydi, onlardan önce vardığımız kesindi. Bir süre burada vakit geçirecektik. Kamp malzemelerimiz neredeyse yok gibiydi bir kaç yemek hapı haricinde. Gözlerimi kıstım ve suratımı ekşittim yolun iki tarafındaki ufku incelerken. Ellerimi belime koydum, derin bir nefes verdim.
Tam bu sırada, yolun doğu ufkundan, yani Ishigakure yönünden bir kervan geldiğini gördüm. Bir sefer olsun şanslıydık. Görev kısmen kısa sürecek gibiydi. Veya karnımız doyacaktı. Veya yürümek zorunda kalmayacaktık. Veya uzun uzun rapor yazmayacaktık. Veya birilerinin başına kötü bir şey geldi diye moralimiz bozulmayacaktı.
Kami-sama, sana geldiğimi hissediyorum resmen.
Ellerimi önümde çarptım ve tek bir alkış sesi yankılandı, ardından suratımdaki neşeli ifade ile yumruklarımı sıktım önümde, aptalca bir neşeyle. "Susumu, Susumu, kervan geliyor Susumu!" dedim ona dönerek. Bir parmağım kervanı gösteriyordu ufukta. "Gelince bir yanaşalım yanlarına, hal hatır soralım. Umarım başlarına bir şey gelmemiştir." Yani, tabii, bir çok şey olabilirdi bu gelen kervan. Bizim kervan da olmayabilirdi. Bakacaktık hepsine artık, şimdilik en ufak bir gelişme bile beni 8 yaş gençleştirmeye yetmişti.
- Komaeda Togami
- Kaçak
- Posts: 169
- Joined: September 3rd, 2018, 11:12 pm
Re: Soğuk
Yağmur Ülkesi’nde soğuk, kendini iyiden iyiye hissettirmeye başlamıştı. Üzerimdeki kalın, koyu kahverengi cübbeye rağmen arada bir gelip geçen esinti karşısında hafif hafif ürpermekten alamıyordum kendimi. Vücuduma tam oturmamıştı cübbe; ve üzerine sinmiş garip, rahatsız edici koku ara ara burnumu kırıştırmama sebep oluyordu. Cübbenin bir parçası olan, başıma geçirdiğim kapuşon kafamı kaşındırıyor ve görüşümü bozuyordu. Hepsinden öte, benimle beraber ilerleyen adamların rahatsız edici muhabbetleri ve yersiz kahkahaları beni irrite ediyordu. En kötüsü ise, birkaç saat önce başlayan ve ara ara gelip giden öksürüktü. Anlaşılan o ki, soğuk almıştım. Burnumun ve sinüslerimin hafif hafif dolduğunu hissediyordum. O kadar uzun süredir hasta olmamayı başarmıştım ki, hasta olabileceğim fikri zihnimden çıkıvermişti. Ve aniden bastıran bu kötü halin, beni işimden alıkoyması konusunda şüphelerim vardı. Genel manada bakılacak olursa, iç huzurumdan olabildiğine uzak olduğumu söyleyebilirdim. Çok uzun bir süredir yalnız, sessiz ortamlarda bulunmaya alışmıştım ve gerekli olmayan her bir kelime bile gürültü olarak yer etmeye başlamıştı zihnimde. Gelgelelim, adamları susturmak için herhangi bir sebebim yoktu. Yok yere ortalığı karıştırmak ise işime gelmekten olabildiğine uzaktı. Bu ‘işi’ kendi adamlarımla yapmayı tercih edeceğimi farketmiştim kısa bir süre önce, ancak şu saatten sonra geri dönüş olduğunu düşünmüyordum.
Kurduğum ‘suç organizasyonunun’ ilk üyeleri olan Shima, Taro ve Matsu başka bir iş için bizzat görevlendirmemle ülkenin farklı bir noktasındaydılar. Tekka ve Nanji ise uzun süredir devam ettirdiğim arayış için çevre bölgeleri sorgulamaktaydılar. Son verdikleri raporlarda, hedefe yaklaştıklarından bahsetmişlerdi. Naegi’nin aylar sonra Yağmur Ülkesi’nde görüldüğüyle alakalı birkaç söylenti dolanıyordu. Bu süreç boyunca, yapacak daha faydalı bir işim olmadığı için bu kanunsuz topraklarda birkaç paralı asker tutmuş ve bu işe girişmiştim. Şuana kadar fena gitmiyorduk, yine de bireysel arzularım durumun şuanki halinden pek memnun değillerdi. Yardakçım olarak seçtiğim her bir üyeyi ince eleyip sık dokumuştum, ve ne kadar doğru kararlar aldığımı yeni yeni görüyordum.
‘İş’ oldukça basitti. Hem fikren, hem de uygulanış yönünden. Tüm uyarılara rağmen köylü kurnazlığı yaparak yolu kısaltmak ve masraflardan kısmak adına Yağmur Ülkesi’nin içinden ilerleyen kervancıları devre dışı bırak, çeşitli mallarla yüklü iki at arabasını ele geçir, şüphe çekmemek adına kılık değiştir ve tüccar gibi davran, güvenli bir bölgeye ulaşınca mal paylaşımını yap ve dağıl. Dört aşamalı bu planın ilk üç aşamasını sorunsuzca halletmiştik. Koruluk bir bölgede baskın yaptığımız 5 kişilik tüccar grubu, şuan o koruluğun çeşitli ağaçlarına üzerlerindeki kıyafetler gasp edilmiş şekilde iplerle sıkı sıkıya bağlanmış durumdaydılar. Kıyafetleri ise yeni tüccarlarda, yani bizdeydi. Öndeki arabada sürücü bölümünde yerleşmişti ikisi, arkadan ilerlemekte olan aracın ön kısmında diğer ikisi bulunuyordu, ben ise nispeten oturulacak daha fazla yer olduğu için bu arabanın yük bölümünde seyahat etmeyi tercih etmiştim. Arabaların üstünün açık olması, bariz bir risk faktörüydü ve bu sebeple herhangi bir koşulda rahatsız edici kapuşonumu çıkarmam söz konusu dahi olamazdı.
Birkaç saatlik bir ilerleyişin ardından, muhtemelen şu sıralarda ayılmakta olan kervancılarla aramıza iyi bir mesafe koymuş ve mal paylaşımını yapacağımız bölgeye oldukça yaklaşmıştık. Yine de tedbiri elden bırakmamam gerektiğini biliyordum. Bunu yalnızca mantığım değil, edindiğim tecrübeler de öğütlüyordu bana. Bu iş için geçici olarak tuttuğum adamlar çoktan işin bittiğini düşünmeye ve kibirlenmeye başlamışlardı. Bu iyi değildi. Paranoyakça davranıyordum belki, ancak bu dünyada paranoyağın her zaman kazanacağı bariz bir gerçekti. Düzenli olarak çevreye göz atıyor, herhangi bir tehlike olup olmadığına bakıyordum. Yalnızca köy shinobileri değildi çekincem; Riaru’nun adamları yakın bir zamanda hem Ishigakure, hem de Kusagakure tarafından aldıkları ağır mağlubiyetin ardından iç bölgelere çekilmiş ve buralarda daha aktif olmaya başlamışlardı. Bunu ‘normal’ bir kervan sanıp haraç kesmeye ya da el koymaya çalışabilirlerdi. Bu denkleme hayatını haydutlukla geçiren çeşitli tipleri de eklediğim zaman tetikte olmam gerektiğini tekrar tekrar hatırlatmam gerekiyordu kendime.
Seyahatimiz sürerken; gözüm ilerlediğimiz yönde, batıda bir şeye takıldı. Daha net görmek için refleksif olarak boynumu hafifçe ileri doğru yönlendirdim ve gözlerimi kıstım. Doğru görüyordum, iki kişi tam olarak da yolumuzun üzerinde bize bakmaktaydılar. Haydutlar? Riaru’nun fedaileri? Ishi shinobileri? Kusa Shinobileri? Dahası, Ame shinobileri? Daimyo’nun adamları? Emin değildim. Ancak bu olasılıkların yarısında kılık değiştirmiş olmamız iş görecekti. Adamların kahkahaları duraksadığı anda ön arabadakilerin de duyabileceği bir sesle konuştum: “Batı yönü, rolünüzü bozmayın. Tüccarız, Kusagakure’ye doğru ilerliyoruz.” Bizi bekleyen iki kişiyi görmediklerine emindim, ancak söylediğim şeyler ortamın neşesini bir bıçak darbesi gibi kesip atmıştı. Rollerini gerçekten de bozmuyorlardı (!) anlaşılan. Uzun süredir konuşmamış olduğumdan olsa gerek, kuru boğazım sustuğum anda öksürmeme sebep olacak şekilde yandı. Birkaç saniyenin ardından sakinleşince iç çektim ve bizi bekleyen iki kişiyle aramızdaki mesafe iyiden iyiye kısalırken kapuşonumu daha da indirerek oturduğum yere sindim iyice.
Kurduğum ‘suç organizasyonunun’ ilk üyeleri olan Shima, Taro ve Matsu başka bir iş için bizzat görevlendirmemle ülkenin farklı bir noktasındaydılar. Tekka ve Nanji ise uzun süredir devam ettirdiğim arayış için çevre bölgeleri sorgulamaktaydılar. Son verdikleri raporlarda, hedefe yaklaştıklarından bahsetmişlerdi. Naegi’nin aylar sonra Yağmur Ülkesi’nde görüldüğüyle alakalı birkaç söylenti dolanıyordu. Bu süreç boyunca, yapacak daha faydalı bir işim olmadığı için bu kanunsuz topraklarda birkaç paralı asker tutmuş ve bu işe girişmiştim. Şuana kadar fena gitmiyorduk, yine de bireysel arzularım durumun şuanki halinden pek memnun değillerdi. Yardakçım olarak seçtiğim her bir üyeyi ince eleyip sık dokumuştum, ve ne kadar doğru kararlar aldığımı yeni yeni görüyordum.
‘İş’ oldukça basitti. Hem fikren, hem de uygulanış yönünden. Tüm uyarılara rağmen köylü kurnazlığı yaparak yolu kısaltmak ve masraflardan kısmak adına Yağmur Ülkesi’nin içinden ilerleyen kervancıları devre dışı bırak, çeşitli mallarla yüklü iki at arabasını ele geçir, şüphe çekmemek adına kılık değiştir ve tüccar gibi davran, güvenli bir bölgeye ulaşınca mal paylaşımını yap ve dağıl. Dört aşamalı bu planın ilk üç aşamasını sorunsuzca halletmiştik. Koruluk bir bölgede baskın yaptığımız 5 kişilik tüccar grubu, şuan o koruluğun çeşitli ağaçlarına üzerlerindeki kıyafetler gasp edilmiş şekilde iplerle sıkı sıkıya bağlanmış durumdaydılar. Kıyafetleri ise yeni tüccarlarda, yani bizdeydi. Öndeki arabada sürücü bölümünde yerleşmişti ikisi, arkadan ilerlemekte olan aracın ön kısmında diğer ikisi bulunuyordu, ben ise nispeten oturulacak daha fazla yer olduğu için bu arabanın yük bölümünde seyahat etmeyi tercih etmiştim. Arabaların üstünün açık olması, bariz bir risk faktörüydü ve bu sebeple herhangi bir koşulda rahatsız edici kapuşonumu çıkarmam söz konusu dahi olamazdı.
Birkaç saatlik bir ilerleyişin ardından, muhtemelen şu sıralarda ayılmakta olan kervancılarla aramıza iyi bir mesafe koymuş ve mal paylaşımını yapacağımız bölgeye oldukça yaklaşmıştık. Yine de tedbiri elden bırakmamam gerektiğini biliyordum. Bunu yalnızca mantığım değil, edindiğim tecrübeler de öğütlüyordu bana. Bu iş için geçici olarak tuttuğum adamlar çoktan işin bittiğini düşünmeye ve kibirlenmeye başlamışlardı. Bu iyi değildi. Paranoyakça davranıyordum belki, ancak bu dünyada paranoyağın her zaman kazanacağı bariz bir gerçekti. Düzenli olarak çevreye göz atıyor, herhangi bir tehlike olup olmadığına bakıyordum. Yalnızca köy shinobileri değildi çekincem; Riaru’nun adamları yakın bir zamanda hem Ishigakure, hem de Kusagakure tarafından aldıkları ağır mağlubiyetin ardından iç bölgelere çekilmiş ve buralarda daha aktif olmaya başlamışlardı. Bunu ‘normal’ bir kervan sanıp haraç kesmeye ya da el koymaya çalışabilirlerdi. Bu denkleme hayatını haydutlukla geçiren çeşitli tipleri de eklediğim zaman tetikte olmam gerektiğini tekrar tekrar hatırlatmam gerekiyordu kendime.
Seyahatimiz sürerken; gözüm ilerlediğimiz yönde, batıda bir şeye takıldı. Daha net görmek için refleksif olarak boynumu hafifçe ileri doğru yönlendirdim ve gözlerimi kıstım. Doğru görüyordum, iki kişi tam olarak da yolumuzun üzerinde bize bakmaktaydılar. Haydutlar? Riaru’nun fedaileri? Ishi shinobileri? Kusa Shinobileri? Dahası, Ame shinobileri? Daimyo’nun adamları? Emin değildim. Ancak bu olasılıkların yarısında kılık değiştirmiş olmamız iş görecekti. Adamların kahkahaları duraksadığı anda ön arabadakilerin de duyabileceği bir sesle konuştum: “Batı yönü, rolünüzü bozmayın. Tüccarız, Kusagakure’ye doğru ilerliyoruz.” Bizi bekleyen iki kişiyi görmediklerine emindim, ancak söylediğim şeyler ortamın neşesini bir bıçak darbesi gibi kesip atmıştı. Rollerini gerçekten de bozmuyorlardı (!) anlaşılan. Uzun süredir konuşmamış olduğumdan olsa gerek, kuru boğazım sustuğum anda öksürmeme sebep olacak şekilde yandı. Birkaç saniyenin ardından sakinleşince iç çektim ve bizi bekleyen iki kişiyle aramızdaki mesafe iyiden iyiye kısalırken kapuşonumu daha da indirerek oturduğum yere sindim iyice.

- Kitamura Susumu
- Kusagakure
- Posts: 273
- Joined: August 31st, 2018, 1:49 am
Re: Soğuk
Pıt diye yola iniveren çocuğun hareketlerini izlemeye koyuldum. Kendince bir atar gider sergilemiş, bir de üstüne benden onay beklemişti. "He, oldu." diye kafamı yukarı aşağı salladım. Bebe tekrar arkasını döndüğünde ise kafamı salladığım yön sağ sol olarak değişmişti. Belki de çocuğa atarın adabını öğretmeliydim. Açıkçası, bitap halde olmasam işin inceliklerini anlatmaya koyulabilir, taş kaç metre uzağa gittiğinde gerçek bir öfke krizi sayılabileceğini anlatabilirdim. Daha enerjik olduğumda bu konuda Iori'ye nutuk çekmeyi aklımın bir kenarına not ettim.
Bezgin adımlarla yanına ilerlemeye başladım. Daha yanına ancak varmışken aniden cıvıldamasıyla da yerimden sıçradım, bir iki adım geriye doğru. Adımı saya saya bir şeylere sevimiş, kervan falan demişti. Tamam ismimi duymak keyifliydi de... Ama genin gibi kıpır kıpır olmanın da alemi yoktu ki bir kervanı koruyacağız diye! "Bizim kervandır heralde di mi?" diye kafamı uzattım omzunun üzerinden. Gözlerimi iyice kıstım, manzarayı seçmeye çalıştım. "Odur muhtemelen, bu saatte buradan kim geçecek hem araba, at ticaret falan... Ya benim beynim iyice sulandı sanırım Iori." Burnumun üstünü sıkmaya başladım, kafamı sağa sola salladım. Yeterince şiddetlice sallarsam bulanıklık geçecek miydi sanki? Uğraşmadım. Çocuğu arkamda bırakacak şekilde düz yolda ilerlemeye başladım.
"Beni hal hatırla uğraştırma, n'olur ya." Yalvaran bir tonda çıkmıştı sözlerim. Hem rica eden, hem de itiraz kabul etmeyen cinsten hani. Sinir de olmadım değildi, ben üç beş dayıya hal hatır sormak için mi shinobilik yapıyordum? "Hem ne diyeceğim ki? Sizi yolda ayak üstü beceren oldu mu diye mi sorayım adamlara?" Sanırım uyuzluk katsayım da yavaştan artıyordu, enerjim tükendikçe. Iori'yi sinir edip şuracıkta ağız dalaşına girmeyi bir yandan çok istesem de halimi ve de vaktimi buna yeterli bulmadım. Bir an önce eskortluk edilmesi gereken bir kervan ile, dönülmesi gereken bir köy de vardı sonuçta. Uzatmadım, kervana doğru ilerlemeye devam ettim Iori'nin de geldiğine emin olduğumda.
Kervan yavaşlamasa da, şuracıkta üstümden geçse diye hayal etmedim değil. Eminim yoğun bakımda sedatife boğulmuş bir şekilde birkaç hafta uyuyabilmek bana çok iyi gelirdi. Yine de bana yaklaştıkça yavaşlayan kervanı boş gözlerle izledim, uygun bir mesafeye geldiğinde durup içlerindekilerin sakince bizleri selamlamasına izin verdim. Konuşmama kararımda da, konuşma işini Iori'ye paslama fikrimde de ısrarcıydım. Aynı hareketle kervandakileri selamlayıp, Iori'ye konuşması için kaş göz ettim.
Bezgin adımlarla yanına ilerlemeye başladım. Daha yanına ancak varmışken aniden cıvıldamasıyla da yerimden sıçradım, bir iki adım geriye doğru. Adımı saya saya bir şeylere sevimiş, kervan falan demişti. Tamam ismimi duymak keyifliydi de... Ama genin gibi kıpır kıpır olmanın da alemi yoktu ki bir kervanı koruyacağız diye! "Bizim kervandır heralde di mi?" diye kafamı uzattım omzunun üzerinden. Gözlerimi iyice kıstım, manzarayı seçmeye çalıştım. "Odur muhtemelen, bu saatte buradan kim geçecek hem araba, at ticaret falan... Ya benim beynim iyice sulandı sanırım Iori." Burnumun üstünü sıkmaya başladım, kafamı sağa sola salladım. Yeterince şiddetlice sallarsam bulanıklık geçecek miydi sanki? Uğraşmadım. Çocuğu arkamda bırakacak şekilde düz yolda ilerlemeye başladım.
"Beni hal hatırla uğraştırma, n'olur ya." Yalvaran bir tonda çıkmıştı sözlerim. Hem rica eden, hem de itiraz kabul etmeyen cinsten hani. Sinir de olmadım değildi, ben üç beş dayıya hal hatır sormak için mi shinobilik yapıyordum? "Hem ne diyeceğim ki? Sizi yolda ayak üstü beceren oldu mu diye mi sorayım adamlara?" Sanırım uyuzluk katsayım da yavaştan artıyordu, enerjim tükendikçe. Iori'yi sinir edip şuracıkta ağız dalaşına girmeyi bir yandan çok istesem de halimi ve de vaktimi buna yeterli bulmadım. Bir an önce eskortluk edilmesi gereken bir kervan ile, dönülmesi gereken bir köy de vardı sonuçta. Uzatmadım, kervana doğru ilerlemeye devam ettim Iori'nin de geldiğine emin olduğumda.
Kervan yavaşlamasa da, şuracıkta üstümden geçse diye hayal etmedim değil. Eminim yoğun bakımda sedatife boğulmuş bir şekilde birkaç hafta uyuyabilmek bana çok iyi gelirdi. Yine de bana yaklaştıkça yavaşlayan kervanı boş gözlerle izledim, uygun bir mesafeye geldiğinde durup içlerindekilerin sakince bizleri selamlamasına izin verdim. Konuşmama kararımda da, konuşma işini Iori'ye paslama fikrimde de ısrarcıydım. Aynı hareketle kervandakileri selamlayıp, Iori'ye konuşması için kaş göz ettim.
- Tsujihara Iori
- Posts: 154
- Joined: August 30th, 2018, 10:53 pm
Re: Soğuk
"Bizimkidir bizimki." dedim neşeyle Susumu'ya, aslında bunun için hiç bir kanıtım yoktu. Bakışlarımı ona doğru çevirmedim zira gözlerim hala kervanın sağ salim oluşuyla alakalı bir delil arıyordu. Aslında kervanın hızı ve üzerindeki insan sayısı düşünülünce bir ihtimal başına bir şeyler gelmediğine kanaat getirilebilirdi ancak görmeden de bilemezdik. Zaten yolun ortasına çıkıp beklemek gerçekten saçma salak bir durumdu ama zaten biz haydut değildik, eğer onlar da değilse takip mesafemize girdikleri anda bunu fark edecektik. O yüzden, yerimi korudum.
"Tamam, ben hallederim. Zaten sana kalsa aracın tekerlerini heriflerin bir yerlerine monte etmeye falan kalkarsın." Dedim sırıtarak, bakışlarım hala kervandaydı. Yalan değildi, az daha sinirlense, az daha kendini kaybetse muhtemelen yapardı. Kafamı usulca ona çevirdim; "Rapor işi falan uğraşmayalım şimdi." dedim masumca, ardından bize epey yaklaşmış olan kervana bakışlarımı çevirdim.
Konuşmayı pek tercih etmezdim ama durumun inceliği gereği ipleri elime almak konusunda da hiç bir derdim yoktu. Kervan gelince bir kaç soru, sual, ardından onlar ile sınıra kadar gideceğimiz ile alakalı bir rica, onun ardından sıcak bir yatak ve yemek... Her şey düzgün gidecek, diye umuyordum.
Kervan iki at arabasından oluşmaktaydı. Gördüğüm kadarıyla öndeki arabada iki, arkadaki arabada üç kişi vardı. Hepsinin üzerlerinde koyu renkli cübbeler mevcuttu, ancak bunlar tehditkar duran ve "sinsi" kokan cübbeler değil, uzun yol giysileriydi. Özellikle yağmura dayanıklı yapıldıkları da belliydi. Tek bir kişi dışında herkes arabanın ön tarafına oturmuştu, arka taraftaki cübbesi üzerine büyük gelen eleman ise tek başına kasada oturmaktaydı.
Arabaların önlerinde duran heriflerde beklenmeyecek bir ciddiyet sezmiştim bize yaklaşırlarken, bu da gözlerimi az da olsa kısmama sebep olmuştu, fakat bakışlarım hala arkadaş canlısıydı. Bu bilgi tek başına bir şey ifade etmese de bir kaç tüyümü dikenleştirmişti ensemdeki. İçgüdü? Negatif düşünmek için herhangi bir sebebim daha yoktu, kervanlar daha durmamıştı bile. Yine de içime sinen bu düşünce ve hisi bir kenara bırakmak yerine sonradan değerlendirmek adına rafa kaldırmayı tercih ettim.
Bir kaç adım öne çıktım Susumu'dan ayrılarak ve kervanın yavaşlayarak önümde durmasını izledim. Arkadaki arabayı daha net görmek adına sola doğru bir kaç adım attım ve herkese hitap ederek konuştum, dediğim gibi, bakışlarım ve ses tonum oldukça normal ve arkadaşçaydı;
"Selamlar. Kusagakure'ye ait kolluk kuvvetlerine mensubuz. Üstat Banki'nin kervanı değil mi? Yağmur Ülkesi dışına hareket ediyorsunuz sanırım? Yolun geri kalanı pek tekin değil, bu bağlamda size eşlik edeceğiz ülkeyi terk edene kadar." Kendime muhattap birisini aradım meraklı gözlerle, Banki adlı kervan sahibi olmasını bekliyordum o kişinin. Banki'nin neye benzediği hakkında pek bir bilgimiz yoktu, erkek olduğunu biliyorduk sadece, ayrıca Yağmur Ülkesi dışına hareket ettiğini.
Buna rağmen kervan hareketi hakkında epey bir bilgimiz vardı. Bu yöreye gelirken bir kaç Kusagakure kontrol noktasından geçmişti ve her birine de gittiği yeri bildirmişti, dönüş rotasıyla beraber. Sağ salim gittiği yere vardığından emindik, sağ salim oradan yola çıktığından da. Ancak bu noktadan sonrası asıl sıkıntılı yerdi zira kervanın aktif olarak hedef alınacağını düşünüyordu bizimkiler. Ne için? Bir fikrimiz yoktu Susumu ile. Belki değerli bir eşyanın taşınmasından sorumluydu, belki de bir haydut grubunun hedefine takılmışlardı. Duyum her ne ise, bu kervan bu noktadan sonra tehlike içerisindeydi, bilinen gerçek buydu.
Neyse, spekülasyona gerek yoktu. Kısaca, bu kervana ülke dışına kadar, yani Çimen Ülkesi sınırına kadar, eşlik edecektik. Kısa bir nefes aldım ve tekrar kervan üzerindeki elemanları süzdüm; bizi kervana davet etmelerini bekliyorum.
İçimdeki bir şey ise sakin olmamı engelliyordu ne alakaysa.
"Tamam, ben hallederim. Zaten sana kalsa aracın tekerlerini heriflerin bir yerlerine monte etmeye falan kalkarsın." Dedim sırıtarak, bakışlarım hala kervandaydı. Yalan değildi, az daha sinirlense, az daha kendini kaybetse muhtemelen yapardı. Kafamı usulca ona çevirdim; "Rapor işi falan uğraşmayalım şimdi." dedim masumca, ardından bize epey yaklaşmış olan kervana bakışlarımı çevirdim.
Konuşmayı pek tercih etmezdim ama durumun inceliği gereği ipleri elime almak konusunda da hiç bir derdim yoktu. Kervan gelince bir kaç soru, sual, ardından onlar ile sınıra kadar gideceğimiz ile alakalı bir rica, onun ardından sıcak bir yatak ve yemek... Her şey düzgün gidecek, diye umuyordum.
Kervan iki at arabasından oluşmaktaydı. Gördüğüm kadarıyla öndeki arabada iki, arkadaki arabada üç kişi vardı. Hepsinin üzerlerinde koyu renkli cübbeler mevcuttu, ancak bunlar tehditkar duran ve "sinsi" kokan cübbeler değil, uzun yol giysileriydi. Özellikle yağmura dayanıklı yapıldıkları da belliydi. Tek bir kişi dışında herkes arabanın ön tarafına oturmuştu, arka taraftaki cübbesi üzerine büyük gelen eleman ise tek başına kasada oturmaktaydı.
Arabaların önlerinde duran heriflerde beklenmeyecek bir ciddiyet sezmiştim bize yaklaşırlarken, bu da gözlerimi az da olsa kısmama sebep olmuştu, fakat bakışlarım hala arkadaş canlısıydı. Bu bilgi tek başına bir şey ifade etmese de bir kaç tüyümü dikenleştirmişti ensemdeki. İçgüdü? Negatif düşünmek için herhangi bir sebebim daha yoktu, kervanlar daha durmamıştı bile. Yine de içime sinen bu düşünce ve hisi bir kenara bırakmak yerine sonradan değerlendirmek adına rafa kaldırmayı tercih ettim.
Bir kaç adım öne çıktım Susumu'dan ayrılarak ve kervanın yavaşlayarak önümde durmasını izledim. Arkadaki arabayı daha net görmek adına sola doğru bir kaç adım attım ve herkese hitap ederek konuştum, dediğim gibi, bakışlarım ve ses tonum oldukça normal ve arkadaşçaydı;
"Selamlar. Kusagakure'ye ait kolluk kuvvetlerine mensubuz. Üstat Banki'nin kervanı değil mi? Yağmur Ülkesi dışına hareket ediyorsunuz sanırım? Yolun geri kalanı pek tekin değil, bu bağlamda size eşlik edeceğiz ülkeyi terk edene kadar." Kendime muhattap birisini aradım meraklı gözlerle, Banki adlı kervan sahibi olmasını bekliyordum o kişinin. Banki'nin neye benzediği hakkında pek bir bilgimiz yoktu, erkek olduğunu biliyorduk sadece, ayrıca Yağmur Ülkesi dışına hareket ettiğini.
Buna rağmen kervan hareketi hakkında epey bir bilgimiz vardı. Bu yöreye gelirken bir kaç Kusagakure kontrol noktasından geçmişti ve her birine de gittiği yeri bildirmişti, dönüş rotasıyla beraber. Sağ salim gittiği yere vardığından emindik, sağ salim oradan yola çıktığından da. Ancak bu noktadan sonrası asıl sıkıntılı yerdi zira kervanın aktif olarak hedef alınacağını düşünüyordu bizimkiler. Ne için? Bir fikrimiz yoktu Susumu ile. Belki değerli bir eşyanın taşınmasından sorumluydu, belki de bir haydut grubunun hedefine takılmışlardı. Duyum her ne ise, bu kervan bu noktadan sonra tehlike içerisindeydi, bilinen gerçek buydu.
Neyse, spekülasyona gerek yoktu. Kısaca, bu kervana ülke dışına kadar, yani Çimen Ülkesi sınırına kadar, eşlik edecektik. Kısa bir nefes aldım ve tekrar kervan üzerindeki elemanları süzdüm; bizi kervana davet etmelerini bekliyorum.
İçimdeki bir şey ise sakin olmamı engelliyordu ne alakaysa.
- Komaeda Togami
- Kaçak
- Posts: 169
- Joined: September 3rd, 2018, 11:12 pm
Re: Soğuk
İki araçlık konvoy, rahatsız edici şekilde aniden önümüzde beliren iki shinobi tarafından durdurulmuştu. Giyim kuşamlarına dikkat edildiğinde, kaçak veya çapulcu olmadıkları kolaylıkla belli oluyordu. Bununla birlikte Riaru'nun adamlarından olmadıklarına da az çok emin olduğumu söyleyebilirdim. Özellikle sonbaharda gerçekleşen cephe savaşlarının ardından Riaru güçlerinin ülkenin iç kesimlerine çekildiğini biliyordum. Böyle bir lokalizasyonda onlara rastlamak pek olası değildi. Bu işe böylesi rastgele adamlarla girmemin sebebi de belli bariz bir risk olmamasıydı aslında. Gelgelelim, şuan içinde bulunduğumuz durum beklenmedik bir durumdu ve çevremdeki adamların profesyonellikten uzak davranışları bizi tehlikeye sokmak için yetip artıyordu. Araçlar yavaşlayarak dururken, kapuşonumun altından çevreyi gözlemlemeyi sürdürüyordum. Az önce cıvık kahkahalar atan dörtlü, şuanda son derece şüpheli bir şekilde birbirlerine bakıyorlar ve ne yapacaklarını bilmiyor gibi gözüküyorlardı. Müdahale etmem gerekebilirdi, ancak tanınma ihtimali en yüksek olan kişi bendim. Umabileceğim tek şey, içlerinden birinin zekasının ortalama üstü olması ve işi bir şekilde kotarmasıydı. Kapuşonum sebebiyle yalnızca bel ve aşağısı kısımlarını görebildiğim ikili muhtemelen yalnızca bölge devriyesiydi, ve birkaç sorunun ardından yolumuza gitmemiz için bizi bırakacaklardı. Asıl husus, dikkat çekmemekti.
Shinobilerden biri nispeten uzakta beklemekteyken, öndeki aracın dibine girmiş olan beni de rahatça görebileceği bir pozisyona adımlamış ve konuşmaya başlamıştı. Sözleri sürerken, içimden söyleniyordum: 'Kusagakure, en azından Ishigakure değil. Tanınma ihtimalim daha düşük.' Kusagakure shinobileriyle yalnızca chuunin sınavı dönemimde karşılaşmıştım, ve Bingo Kitabı'nda yalnızca Ishigakure'de düşük seviyede aranan birini tanımalarını çok olası bulmuyordum. Bu sebeple içim nispeten rahatlamıştı. Konuşmanın devamı ise, her şeyin bir anda tersine dönmesi için yeterli olmuştu. Anlaşılan o ki, kervanın sahibi adı bilinen biriydi ve shinobiler ülke sınırı dışında kadar kervana eşlik etme görevi almışlardı. Bu iyi değildi, gerçekten iyi değildi. Olabilecek en kısa sürede mal paylaşımını yapıp dağılmayı beklerken katettiğimizden bile daha uzun bir yol boyunca bize iki shinobi eşlik edecekti. Çimen Ülkesi sınırlarına girmemiz halinde yaşayacağımız problemleri saymıyordum bile. İtiraz etmemiz durumunda karşılaşacağımız tepkiyi kestiremiyordum. İtiraz etmek için herhangi bir sebebimiz bile olduğunu söyleyemezdim. Tekinsiz topraklarda ilerleyen tüccarlar için bu oldukça değerli bir teklifti. Aklıma verilebilecek herhangi bir yanıt gelmiyordu. Faka basmıştım.
Shinobi sözlerini bitirdikten sonra, kendisine cevap verebileceği yetkili birini ararcasına beklemeye başlamıştı. Yüzünü hala göremiyordum, ancak vücudunun hareketlerinden az çok ne durumda olduğunu kurabiliyordum kafamda. Önümde oturan iki zevzek aptalca birbirlerine bakıyorlardı. Cevap vermiyordu kimse, ve bu bir süre daha devam ederse her şeyi tamamen çöpe atabilirdik. Öndeki araçtaki adamlardan biri kekelemeye başlarken duruma el koymam gerektiğini farkettim. Zararın neresinden dönersek, kardı. Kafamı hafifçe kaldırdım, hala yüzümün büyük kısmının görülmemesi için uğraşıyordum. Ancak shinobilerin yüzünü görebilecek ve birebir etkileşime girecek hale gelmem bile yeterliydi. Gelgelelim, kafamı kaldırıp shinobilerin yüzünü gördüğümde bu sınavın çok daha zorlu geçeceğini anlamıştım. Bize yakın olan, konuşan shinobiyi tanımıyordum ama partneri, işte asıl sıkıntı oydu. Chuunin sınavında karşılaşmış olduğum, birlikte zaman geçirdiğim ve beni tanıdığını bildiğim Kitamura Susumu.
Gördüğüm manzara karşısında bir saniye kadar afallamış olsam bile, kendimi toplamayı başardım ve hafifçe boğazımı temizleyerek konuşmaya başladım: "Teşekkür ederiz, yüce gönüllü shinobiler." diye girdim söze. Sesimi kalınlaştırmaya çalışmıştım. Bu ise, boğazımı zorlamama sebep olmuştu. Doğal olarak öksürdüm birkaç kez. Ancak devam etmem gerekiyordu: "İlginiz için çok teşekkür ederiz, ancak böylesi bir dönemde sizi işinizden alıkoymak istemeyiz." Umarım saçmaladığımı farketmezlerdi. "Memleketimizin iyiliği açısından görevinizden geri kalmanız problem yaratacaksa, konvoyumuza eşlik etmeniz gerekmediğini bildirmek isterim." Yapılabilecek en mantıksız hareketlerden biriydi bu, gelgelelim daha iyi bir opsiyonumuz olduğuna dair şüphelerim vardı. Söylediğim şey kabul görmeyecekti, shinobiler bize yol boyunca eşlik edeceklerdi ve eninde sonunda kimliğimiz açığa çıkacaktı. Böylesi bir risk sözkonusuyken, şüphe çekme ihtimali olsa bile bu minik şansı değerlendirmek istiyordum. Belki gerçekten de, söylediğim şeyde mantık bulabilirlerdi. Diğer adamlar ise salak salak bana ve birbirlerine bakmakla meşgullerdi. Yeterince şüphe çekmemişiz gibi. Yüzümü konuşmaya başlamamla birlikte kervana doğru yaklaşmakta olan Susumu'dan saklamak için yeniden aşağı doğru eğdim. Öksürük krizine girmemek için kendimi tutuyordum bir süredir, ancak boğazım bunu daha fazla kaldırabilecek gibi durmuyordu. Yüzümü aşağı indirmemle birlikte yeniden öksürmeye başladım. İyi değildi, hiç iyi değildi.
Shinobilerden biri nispeten uzakta beklemekteyken, öndeki aracın dibine girmiş olan beni de rahatça görebileceği bir pozisyona adımlamış ve konuşmaya başlamıştı. Sözleri sürerken, içimden söyleniyordum: 'Kusagakure, en azından Ishigakure değil. Tanınma ihtimalim daha düşük.' Kusagakure shinobileriyle yalnızca chuunin sınavı dönemimde karşılaşmıştım, ve Bingo Kitabı'nda yalnızca Ishigakure'de düşük seviyede aranan birini tanımalarını çok olası bulmuyordum. Bu sebeple içim nispeten rahatlamıştı. Konuşmanın devamı ise, her şeyin bir anda tersine dönmesi için yeterli olmuştu. Anlaşılan o ki, kervanın sahibi adı bilinen biriydi ve shinobiler ülke sınırı dışında kadar kervana eşlik etme görevi almışlardı. Bu iyi değildi, gerçekten iyi değildi. Olabilecek en kısa sürede mal paylaşımını yapıp dağılmayı beklerken katettiğimizden bile daha uzun bir yol boyunca bize iki shinobi eşlik edecekti. Çimen Ülkesi sınırlarına girmemiz halinde yaşayacağımız problemleri saymıyordum bile. İtiraz etmemiz durumunda karşılaşacağımız tepkiyi kestiremiyordum. İtiraz etmek için herhangi bir sebebimiz bile olduğunu söyleyemezdim. Tekinsiz topraklarda ilerleyen tüccarlar için bu oldukça değerli bir teklifti. Aklıma verilebilecek herhangi bir yanıt gelmiyordu. Faka basmıştım.
Shinobi sözlerini bitirdikten sonra, kendisine cevap verebileceği yetkili birini ararcasına beklemeye başlamıştı. Yüzünü hala göremiyordum, ancak vücudunun hareketlerinden az çok ne durumda olduğunu kurabiliyordum kafamda. Önümde oturan iki zevzek aptalca birbirlerine bakıyorlardı. Cevap vermiyordu kimse, ve bu bir süre daha devam ederse her şeyi tamamen çöpe atabilirdik. Öndeki araçtaki adamlardan biri kekelemeye başlarken duruma el koymam gerektiğini farkettim. Zararın neresinden dönersek, kardı. Kafamı hafifçe kaldırdım, hala yüzümün büyük kısmının görülmemesi için uğraşıyordum. Ancak shinobilerin yüzünü görebilecek ve birebir etkileşime girecek hale gelmem bile yeterliydi. Gelgelelim, kafamı kaldırıp shinobilerin yüzünü gördüğümde bu sınavın çok daha zorlu geçeceğini anlamıştım. Bize yakın olan, konuşan shinobiyi tanımıyordum ama partneri, işte asıl sıkıntı oydu. Chuunin sınavında karşılaşmış olduğum, birlikte zaman geçirdiğim ve beni tanıdığını bildiğim Kitamura Susumu.
Gördüğüm manzara karşısında bir saniye kadar afallamış olsam bile, kendimi toplamayı başardım ve hafifçe boğazımı temizleyerek konuşmaya başladım: "Teşekkür ederiz, yüce gönüllü shinobiler." diye girdim söze. Sesimi kalınlaştırmaya çalışmıştım. Bu ise, boğazımı zorlamama sebep olmuştu. Doğal olarak öksürdüm birkaç kez. Ancak devam etmem gerekiyordu: "İlginiz için çok teşekkür ederiz, ancak böylesi bir dönemde sizi işinizden alıkoymak istemeyiz." Umarım saçmaladığımı farketmezlerdi. "Memleketimizin iyiliği açısından görevinizden geri kalmanız problem yaratacaksa, konvoyumuza eşlik etmeniz gerekmediğini bildirmek isterim." Yapılabilecek en mantıksız hareketlerden biriydi bu, gelgelelim daha iyi bir opsiyonumuz olduğuna dair şüphelerim vardı. Söylediğim şey kabul görmeyecekti, shinobiler bize yol boyunca eşlik edeceklerdi ve eninde sonunda kimliğimiz açığa çıkacaktı. Böylesi bir risk sözkonusuyken, şüphe çekme ihtimali olsa bile bu minik şansı değerlendirmek istiyordum. Belki gerçekten de, söylediğim şeyde mantık bulabilirlerdi. Diğer adamlar ise salak salak bana ve birbirlerine bakmakla meşgullerdi. Yeterince şüphe çekmemişiz gibi. Yüzümü konuşmaya başlamamla birlikte kervana doğru yaklaşmakta olan Susumu'dan saklamak için yeniden aşağı doğru eğdim. Öksürük krizine girmemek için kendimi tutuyordum bir süredir, ancak boğazım bunu daha fazla kaldırabilecek gibi durmuyordu. Yüzümü aşağı indirmemle birlikte yeniden öksürmeye başladım. İyi değildi, hiç iyi değildi.

- Kitamura Susumu
- Kusagakure
- Posts: 273
- Joined: August 31st, 2018, 1:49 am
Re: Soğuk
İşi Iori'ye kilitlemiş olmanın rahatlığıyla geride durmaya devam ettim. Sakin ve basit bir dille anlatmıştı derdimizi, iyi de yapmıştı. Bana kalsa zira bu kadar anlatmazdım bile bir şeyleri. Kuru bir selamdan daha ötesine gitmeden arabalardan birine atlar, iyice gererdim ortalığı. Bir kaç amcayı rahatsız etmekle hiçbir sıkıntım yok, fakat ikimiz de bu kadar yorgunken işleri yokuşa sürmek de manasız elbette.
Sabırsızlık ufukta kendini göstermeye başlamışken arabalardakilerin gergin sessizliği de sona erdi. Gerçekten, biraz daha cevap alamasaydık Iori'nin yarattığı tekerlek sokmalı senaryodan yürümeye başlayabilirdim şuracıkta. Neyse ki tüm bu düşünceler adamın konuşmasıyla uçup gitti. Hatta, dedikleri komiğime bile gitmişti. Biz? Yüce gönüllü shinobiler miymişiz? Bir gülme isteği geldi içerden bir yerlerden. Fakat hoş kaçmayacağını düşünüp, engellemeye çalıştım bu isteği. Sonuç olarak da kısa fakat garip bir ses çıkarmış bulundum. Eh... Yine de hayvan gibi gülmekten iyidir herhalde. Sonuçta kötü niyetle ağzını açmamış, hasta bir adam sadece konuşan.
"Bu zaten bizim görevimiz. Problemlik bir şey yok." Net bir ses tonuyla konuşup, acele bir şekilde kasaya tırmanmaya başladım. Açıkçası burada biraz daha oyalanıp amca ikna edecek ne vaktim, ne de niyetim vardı. Bir an önce bu görevi de bitirmeli ve köye dönmeliydik Iori ile beraber. Mümkünse de bir süre denk gelmemeliydik birbirimize. Yani... Çocukla takılmak konusunda hiçbir şikayetim yok, hatta hoşuma bile gidiyor. Fakat bu köye adım atar atmaz tekrar bir göreve gönderilme durumu devam ederse çocuğu hoş olmayan duygularla özdeşleştirmeye başlayacağım istemsiz bir şekilde. Bu da, çocuğun en yakın arkadaşım olduğu düşünülürse, istemediğim bir durum haliyle.
Kaptırıp gittiğim düşüncelerim, tekrar duyduğum bir öksürük sesiyle bölündü. İyi de oldu çünkü bu dalıp gitme mevzusunu artık geride bırakmam gerekli. En olmadık anlarda bir fikrin ucundan tutup beni istediği yere götürmesine izin vermemeliyim. Üstelik, aptalca görünüyor olmalıyım dışarıdan. Kim ikide bir dalıp giden birini ciddiye alır ki? Kafamı sağa sola salladım, ve artan öksürük seslerinin tekrar dalıp gittiğimi bana fark ettirmelerine izin verdim. Harikaydı, gerçekten. İşimi hakkıyla icra ediyor ve konstrasyondan ödün vermiyor olmalıydım belli ki. Hem kendime, hem de boğazını temizlemeyi başaramayan şu herife karşı bir sinir kabarmaya başladı içimde. Sabırsız bir şekilde de çantalarımı yoklamaya başladım. Belki bir pastil, ya da ne bileyim boğazına zorla soktuğumda öksürüğünü kesebileceğim başka bir şeyler bulurum umuduyla uğraştım durdum.
Elime gelen tek şey makasla paketinden kesilmiş yapayalnız bir ağrı kesiciydi. Mavi renkli minik hapı başım falan ağrırsa diye kendim için almıştım, fakat delice uykumu getirdiği için içmemeyi tercih etmiştim. Zaten, Iori kolunu bacağını koparırsa ona vereceğim ağrı kesici Hanabi'deydi. Yani bir nevi sahipsizdi bu ilaç. Bunu... Öksürük hapı niyetine bu amcaya içirsem, yol boyunca adam mayışıp uyusa, eminim bir çok kişinin kafası rahat eder. Hızlıca adamı bir muayene etsem hem adam memnun olur, hem de ben göte gelmeyeceğime emin olurum. Bu sebepten ötürü sinirimi defetmeye çalışıp adama doğru yanaştım kasanın içinde. Olabildiğince insancıl olmaya çalışıp, "Dayı... " dedim adama doğru. "Seni bir hızlıca muayene edeyim mi? Kötü öksürüyorsun epey." diye adama yeltendim. "Medikalciyim de aynı zamanda ben." Ateşinin olup olmadığını elimle hissetmek adına kapşonunu çekiştirip, kafasını açtım.
Fakat adamın suratını görmemle yaşadığım şok, bir kaç ay önce bingo kitabına eklenen sayfayı gördüğümde yaşadığım şok ile aynı alt metni paylaşıyordu.
Amcalıkla uzaktan yakından alakası olmayan biri çıkmıştı kapşonun altından. Hatta yaş olarak yanlış hatırlamıyorsam benden epey de küçük biriydi. Mavi perçemleri ve iyice çökmüş suratıyla beni tekrar Konoha'daki rahatsız günlere sürükleyen çocuğun karşısında garip sesler çıkardım bir süre. Kesik kesik, bir araya gelemeyen harfler çıktı ağzımdan. En sonunda anlaşılır bir hale geldiklerinde ise "T-Toga-san?!" diye bağırmıştım kendime engel olamayıp. Burada ne işi vardı? Burayı geçtim, bingo kitabında ne işi vardı? Tüm soruların aslında basit ve mantıklı birer açıklaması vardı. Fakat şu an beynim, yorgunluğun ve şokun etkisiyle, ne yazık ki servis dışıydı.
Sabırsızlık ufukta kendini göstermeye başlamışken arabalardakilerin gergin sessizliği de sona erdi. Gerçekten, biraz daha cevap alamasaydık Iori'nin yarattığı tekerlek sokmalı senaryodan yürümeye başlayabilirdim şuracıkta. Neyse ki tüm bu düşünceler adamın konuşmasıyla uçup gitti. Hatta, dedikleri komiğime bile gitmişti. Biz? Yüce gönüllü shinobiler miymişiz? Bir gülme isteği geldi içerden bir yerlerden. Fakat hoş kaçmayacağını düşünüp, engellemeye çalıştım bu isteği. Sonuç olarak da kısa fakat garip bir ses çıkarmış bulundum. Eh... Yine de hayvan gibi gülmekten iyidir herhalde. Sonuçta kötü niyetle ağzını açmamış, hasta bir adam sadece konuşan.
"Bu zaten bizim görevimiz. Problemlik bir şey yok." Net bir ses tonuyla konuşup, acele bir şekilde kasaya tırmanmaya başladım. Açıkçası burada biraz daha oyalanıp amca ikna edecek ne vaktim, ne de niyetim vardı. Bir an önce bu görevi de bitirmeli ve köye dönmeliydik Iori ile beraber. Mümkünse de bir süre denk gelmemeliydik birbirimize. Yani... Çocukla takılmak konusunda hiçbir şikayetim yok, hatta hoşuma bile gidiyor. Fakat bu köye adım atar atmaz tekrar bir göreve gönderilme durumu devam ederse çocuğu hoş olmayan duygularla özdeşleştirmeye başlayacağım istemsiz bir şekilde. Bu da, çocuğun en yakın arkadaşım olduğu düşünülürse, istemediğim bir durum haliyle.
Kaptırıp gittiğim düşüncelerim, tekrar duyduğum bir öksürük sesiyle bölündü. İyi de oldu çünkü bu dalıp gitme mevzusunu artık geride bırakmam gerekli. En olmadık anlarda bir fikrin ucundan tutup beni istediği yere götürmesine izin vermemeliyim. Üstelik, aptalca görünüyor olmalıyım dışarıdan. Kim ikide bir dalıp giden birini ciddiye alır ki? Kafamı sağa sola salladım, ve artan öksürük seslerinin tekrar dalıp gittiğimi bana fark ettirmelerine izin verdim. Harikaydı, gerçekten. İşimi hakkıyla icra ediyor ve konstrasyondan ödün vermiyor olmalıydım belli ki. Hem kendime, hem de boğazını temizlemeyi başaramayan şu herife karşı bir sinir kabarmaya başladı içimde. Sabırsız bir şekilde de çantalarımı yoklamaya başladım. Belki bir pastil, ya da ne bileyim boğazına zorla soktuğumda öksürüğünü kesebileceğim başka bir şeyler bulurum umuduyla uğraştım durdum.
Elime gelen tek şey makasla paketinden kesilmiş yapayalnız bir ağrı kesiciydi. Mavi renkli minik hapı başım falan ağrırsa diye kendim için almıştım, fakat delice uykumu getirdiği için içmemeyi tercih etmiştim. Zaten, Iori kolunu bacağını koparırsa ona vereceğim ağrı kesici Hanabi'deydi. Yani bir nevi sahipsizdi bu ilaç. Bunu... Öksürük hapı niyetine bu amcaya içirsem, yol boyunca adam mayışıp uyusa, eminim bir çok kişinin kafası rahat eder. Hızlıca adamı bir muayene etsem hem adam memnun olur, hem de ben göte gelmeyeceğime emin olurum. Bu sebepten ötürü sinirimi defetmeye çalışıp adama doğru yanaştım kasanın içinde. Olabildiğince insancıl olmaya çalışıp, "Dayı... " dedim adama doğru. "Seni bir hızlıca muayene edeyim mi? Kötü öksürüyorsun epey." diye adama yeltendim. "Medikalciyim de aynı zamanda ben." Ateşinin olup olmadığını elimle hissetmek adına kapşonunu çekiştirip, kafasını açtım.
Fakat adamın suratını görmemle yaşadığım şok, bir kaç ay önce bingo kitabına eklenen sayfayı gördüğümde yaşadığım şok ile aynı alt metni paylaşıyordu.
Amcalıkla uzaktan yakından alakası olmayan biri çıkmıştı kapşonun altından. Hatta yaş olarak yanlış hatırlamıyorsam benden epey de küçük biriydi. Mavi perçemleri ve iyice çökmüş suratıyla beni tekrar Konoha'daki rahatsız günlere sürükleyen çocuğun karşısında garip sesler çıkardım bir süre. Kesik kesik, bir araya gelemeyen harfler çıktı ağzımdan. En sonunda anlaşılır bir hale geldiklerinde ise "T-Toga-san?!" diye bağırmıştım kendime engel olamayıp. Burada ne işi vardı? Burayı geçtim, bingo kitabında ne işi vardı? Tüm soruların aslında basit ve mantıklı birer açıklaması vardı. Fakat şu an beynim, yorgunluğun ve şokun etkisiyle, ne yazık ki servis dışıydı.
- Tsujihara Iori
- Posts: 154
- Joined: August 30th, 2018, 10:53 pm
Re: Soğuk
"Yüce Shinobiler!" lafı, sırıttırmıştı beni istemsizce. Yücelik bir durumumuz yoktu şu an, donuma kadar girmiş çamur bütün (varsa) yüceliğimi alıp götürüyordu zaten. Terleyip terleyip kurumuştum günler boyunca, pislik yumağına dönmüştü vücudumun bir çok noktası. İyi bir duşu yüceliğe tercih ederdim. Bu görevden sonra da o gelecekti zaten.
Elemanın bize gerekli olmadığımızı söylemesiyle beraber Susumu'nun lafa girmesi bir olmuştu. O konuşmasa bile benzer bir şey söyleyecektim zaten, bu bağlamda iyi bir şey yapmıştı. Güvenebileceğim biriydi zaten Susumu, başka bir şey yapsa da arkasında dururdum zaten. Arkadaki araca tırmanmaya başlarken o da, ben de öndekine bindim ve kasalardan birine oturdum. Kervandaki diğer iki elemanla göz göze geldim ve başlarımızla selamlaştık. Gereksiz suskunlardı, bu epey dikkatimi çekmişti.
Bu suskunluk bir süre daha sürdü, ta ki Susumu'nun yanındaki eleman sert bir şekilde öksürene kadar. Bu vakte kadar benim bulunduğum araçtaki ikili de ses çıkartmamıştı. Ciddiyetleri yüzünden çatlayacak gibi duruyorlardı, belki de yanlarında bir kanun sorumlusunun olmasından tedirgindiler. Bu tedirginlik hem masumiyetten, hem de suçluluktan gelebilirdi. Gözlerimi hafifçe kıstım, içimde uyanan sıkıntıyı pek bastıramamıştım. Dinlenme moduna geçemiyordum bir türlü. Elemanlar da aynı şekilde, sanki bir şeyler olmasını bekliyor gibiydiler.
Kafamı dağıtmak adına öksüren elemanın oraya doğru kafamı çevirdim bir kaç saniye sonra. Bu sırada, Susumu'nun bağırdığını duydum. Şaşırmış bir şekilde kapüşonu arkaya çekilmiş kervan sahibine bakıyordu. Beyaz ve mavi saçlı, hafif sıska bir tiplemeydi. Genç de görünüyordu. Susumu tanıyor muydu onu?
Gözüme aniden bir ışık çarptı. Gördüğüm şey ise gözlerimi tamamen kısmama ve kaslarımı harekete geçirmeye yetmişti. Işık, Susumu'nun arkasındaki kervan görevlisinin elindeki tantoudan gelmişti. Susumu'nun gördüğü şey ile şokta olması muhtemelen fark etmesine engel olmuştu. Müdahale etmeliydim.
Aniden kafamı önüme çevirdiğimde karşımda oturan elemanın da bana doğru bir harekete geçmeye hazır olduğunu fark ettim. Aniden kendimi geriye, kasalara doğru bıraktım ve ayağı kalkan elemanın çenesine alttan sert bir tekme geçirdim, ardından geriye yuvarlanarak ayağı kalktım. Karşımdaki eleman ayağı kalktığı gibi kasalara geri oturmuştu. Sürücü kafasını arkaya çevirerek olanları kavramaya çalışırken ise ben çoktan ayaklarıma yüklediğim chakra ile havaya, bir arkadaki araca fırlamıştım bile.
Havada uçarken ceketimin sol omuz kısmında bulunan tantouyu çektim sağ elimle, bir tur döndürüp sivri ucu aşağıya bakacak konuma getirdim ve sol elimi siper yapacak şekilde kendimi konuşlandırdım. Susumu'ya bıçağı geçirmek için ayağı kalkan elemanın tam tepesine indim paldır küldür, sol elim de onun boynuna mıhlanmıştı adam zemine serildiğinde. Elindeki bıçağı düşürdüğünde üstündeydim tamamen. Zaten havada olan sağ elimi hızlıca aşağı indirerek ters tuttuğum tantouyu herifin göğsüne sapladım ve aniden geri çektim, bu sırada fışkıran bir kaç damla kanı suratımda hissettim.
Bir sonraki hedefim, mavi saçlıydı. Tamamen kısılmış gözlerim ve çatık kaşlarım ile kanlı suratımı ona doğru çevirdim, gözlerini yakaladım bakışlarımla tantouyu elimde düz bir konuma getirmek adına çevirirken, ardından bir hamle yapmak için hareketlendim. Susumu sürücüyü halledebilirdi. Elebaşları olduğunu tahmin ettiğim bu herifi ilk aradan çıkartmalıydık.
Elemanın bize gerekli olmadığımızı söylemesiyle beraber Susumu'nun lafa girmesi bir olmuştu. O konuşmasa bile benzer bir şey söyleyecektim zaten, bu bağlamda iyi bir şey yapmıştı. Güvenebileceğim biriydi zaten Susumu, başka bir şey yapsa da arkasında dururdum zaten. Arkadaki araca tırmanmaya başlarken o da, ben de öndekine bindim ve kasalardan birine oturdum. Kervandaki diğer iki elemanla göz göze geldim ve başlarımızla selamlaştık. Gereksiz suskunlardı, bu epey dikkatimi çekmişti.
Bu suskunluk bir süre daha sürdü, ta ki Susumu'nun yanındaki eleman sert bir şekilde öksürene kadar. Bu vakte kadar benim bulunduğum araçtaki ikili de ses çıkartmamıştı. Ciddiyetleri yüzünden çatlayacak gibi duruyorlardı, belki de yanlarında bir kanun sorumlusunun olmasından tedirgindiler. Bu tedirginlik hem masumiyetten, hem de suçluluktan gelebilirdi. Gözlerimi hafifçe kıstım, içimde uyanan sıkıntıyı pek bastıramamıştım. Dinlenme moduna geçemiyordum bir türlü. Elemanlar da aynı şekilde, sanki bir şeyler olmasını bekliyor gibiydiler.
Kafamı dağıtmak adına öksüren elemanın oraya doğru kafamı çevirdim bir kaç saniye sonra. Bu sırada, Susumu'nun bağırdığını duydum. Şaşırmış bir şekilde kapüşonu arkaya çekilmiş kervan sahibine bakıyordu. Beyaz ve mavi saçlı, hafif sıska bir tiplemeydi. Genç de görünüyordu. Susumu tanıyor muydu onu?
Gözüme aniden bir ışık çarptı. Gördüğüm şey ise gözlerimi tamamen kısmama ve kaslarımı harekete geçirmeye yetmişti. Işık, Susumu'nun arkasındaki kervan görevlisinin elindeki tantoudan gelmişti. Susumu'nun gördüğü şey ile şokta olması muhtemelen fark etmesine engel olmuştu. Müdahale etmeliydim.
Aniden kafamı önüme çevirdiğimde karşımda oturan elemanın da bana doğru bir harekete geçmeye hazır olduğunu fark ettim. Aniden kendimi geriye, kasalara doğru bıraktım ve ayağı kalkan elemanın çenesine alttan sert bir tekme geçirdim, ardından geriye yuvarlanarak ayağı kalktım. Karşımdaki eleman ayağı kalktığı gibi kasalara geri oturmuştu. Sürücü kafasını arkaya çevirerek olanları kavramaya çalışırken ise ben çoktan ayaklarıma yüklediğim chakra ile havaya, bir arkadaki araca fırlamıştım bile.
Havada uçarken ceketimin sol omuz kısmında bulunan tantouyu çektim sağ elimle, bir tur döndürüp sivri ucu aşağıya bakacak konuma getirdim ve sol elimi siper yapacak şekilde kendimi konuşlandırdım. Susumu'ya bıçağı geçirmek için ayağı kalkan elemanın tam tepesine indim paldır küldür, sol elim de onun boynuna mıhlanmıştı adam zemine serildiğinde. Elindeki bıçağı düşürdüğünde üstündeydim tamamen. Zaten havada olan sağ elimi hızlıca aşağı indirerek ters tuttuğum tantouyu herifin göğsüne sapladım ve aniden geri çektim, bu sırada fışkıran bir kaç damla kanı suratımda hissettim.
Bir sonraki hedefim, mavi saçlıydı. Tamamen kısılmış gözlerim ve çatık kaşlarım ile kanlı suratımı ona doğru çevirdim, gözlerini yakaladım bakışlarımla tantouyu elimde düz bir konuma getirmek adına çevirirken, ardından bir hamle yapmak için hareketlendim. Susumu sürücüyü halledebilirdi. Elebaşları olduğunu tahmin ettiğim bu herifi ilk aradan çıkartmalıydık.
- Komaeda Togami
- Kaçak
- Posts: 169
- Joined: September 3rd, 2018, 11:12 pm
Re: Soğuk
Olaylar, beklediğimden pek de farklı gelişmemişti. Kusa shinobileri almış oldukları görevi normal koşullarda sürdürmeye kararlı görünüyorlardı. Bu işe girişmeden önce, işin arkaplanını biraz daha iyi araştırmadığım için bir miktar pişmanlık belirmeye başlamıştı zihnimde. Kusagakure'nin koruma için shinobi göndereceği kadar değerli bir adamı soymak, pek iyi sonuç alabileceğiniz bir şey olmazdı. Ve adamın bu kalibrede olduğunu, geçtiğimiz birkaç dakika içinde farketmiştim. Gelgelelim, yapılabilecek pek bir şey yoktu. İlerleyen saatlerdeki -kısa bir süre sonra sonlanacak olan yolculuğumuza 'Çimen Ülkesi sınırlarına ulaşmak' misyonu girdiği için en az birkaç saat eklenmişti halihazırda kalan süreye- planımı rolü asla bozmamak ve farkedilmemeyi ummak üzerine kurabilirdim. Ancak fayda göreceğimizden şüphe ediyordum. Yağmur Ülkesi'nden çıkıp Çimen Ülkesi'ne girdiğimiz an bu minik işin kalibresi birden yüzlerce kat artacak ve yakalanmama ihtimalimiz yüzde birin altına inecekti. Ne yapmalıydım? Ani ve beklenmedik bir hamleyle shinobilerden en azından birini devre dışı bırakabilirsem, diğerine karşı dövüşmeyi deneyebilirdim. Yanımdaki dört adamın pek bir faydası olacağını öngöremiyordum, en fazla etten duvar olarak kullanabilirdim onları. Ya da belki ölürlerse, ceset olarak.
Bir yandan öksürürken, bir yandan plan kurmaya çalışmak oldukça sıkıntılı bir süreçti. Buna Kitamura Susumu'nun aniden benim bulunduğum arabaya binip dibime oturmasının da pek faydası olmamıştı. Kendimi belli etmemek adına, iyice sindim olduğum yere. Yüksek stret altında düşünmeye, plan kurmaya ve iş yapmaya alışıktım ancak içinde bulunduğum durumu ne açıdan değerlendirirsem değerlendireyim, yüzde yüz zaferle sonuçlanacak bir çıkış noktası bulmakta zorlanıyordum. En basit ifadeyle, Susumu'nun benimle birlikte Konoha'daki chuunin sınavında görevli olduğunu biliyordum. Yani bir buçuk sene önce de bir chuunindi; o zamanki haliyle bile dişli bir rakip potansiyeli oluşturuyorken aradan geçen sürede güçlenmiş olduğunu düşünmek için dahi olmak gerekmiyordu. Yanındaki partnerini tanımıyordum. Ancak Yağmur Ülkesi'nde serbest hareket edebilecekleri görevlere gönderiliyorlarsa, onun da bir chuunin olduğunu tahmin edebiliyordum. Dahası, Çimen Ülkesi çok yakın bir zamanda büyük bir cephe savaşı geçirmişti. Bu shinobilerin, sıcak savaş tecrübesi olduğunu da gözönüne almalıydım. Benim durumum ise pek iyi sayılmazdı. Hastalığım bir süredir kötüye ilerliyordu, birkaç gündür vücudumu sarmış olan soğukalgınlığı ise formumu iyiden iyiye düşürmüştü. Ne yapabilirdim? Emin değildim. Ancak kısa vadede geleceğim pek parlak görünmüyordu.
Susumu ve yanındaki shinobinin bingo kitabındaki sayfam hakkında bilgileri olmadığını varsaymak, ihtimali düşük olmamasına rağmen aptallık olurdu. En basit ifadeyle, benim bir kaçak olduğumu bilmiyor olsalar bile kervanın asıl sahibi hakkında bilgi sahibiydiler. Ve kervan sahibinin yerini Ishi'li bir chuuninin almış olması pek akıl karı değildi. Bu hamle üzerinden oynamak, birkaç saniyeliğine olsa bile yakalayabileceğim herhangi bir avantajı direkt olarak tersine çevirirdi. En doğru hamleyi bulmam gerekiyordu, ve en doğru hamle Susumu yolculuğun herhangi bir noktasında yola dalmışken ani bir hamleyle işini bitirmekti. Dövüşemeyecek hale gelmesi bile yeterli olurdu aslında. Diğer shinobi hakkında fikir sahibi değildim, dikkatimi çeken yegane şey taşıdığı kılıç olmuştu. Susumu'yu hızlıca aradan çıkarsam bile, muhtemelen taijutsu konusunda uzmanlaşmış bu shinobiye karşı şansım oldukça düşüktü. Muhtemelen diğer dörtlüyü canlı kalkan olarak kullanıp kaçmaya çalışmak en doğru hamle olacaktı.
Planlarım, yavaş yavaş rayına oturmaya başlamıştı. 5-6 saniye kadar süren bu yoğun çalışma esnasında beynimin adeta buhar çıkaracak kadar ısındığını hissedebiliyordum. Ancak problemleri olabildiğince azaltmış, en optimum sonuca ulaşmaya yaklaşmıştım. Fakat, bu kadar değişken arasında hesaplamadığım bir bilinmeyen işleri tamamen değiştirmeye yetmişti. Susumu hiç beklemediğim bir anda, bana hitaben konuşarak saniyeler içinde medic-nin olduğundan bahsetmiş ve beni muayene etmek istediğini söylemişti. Aynı saniye içinde, herhangi bir fiziksel yahut sözlü cevap vermeme fırsat bırakmadan iyice içine gömüldüğüm kapşonu tuttuğu gibi yüzümü açığa çıkarmıştı. Zaman yavaşlarken, Susumu'nun yüzündeki değişiklikleri anbean gözleme fırsatı elde edebilmiştim. Ağzı hafifçe açılırken, yeşil gözleri yavaş yavaş büyümeye başlamış ve kaşları tuhaf bir şekilde havaya kalkmıştı. Adını hatırlayamadığım eski bir bilgenin sözleri yankılandı zihnimin içinde, 'bir şeyin kötü gitme olasılığı varsa, ters gidecektir.' Planım, prematür bir şekilde hayata geçmek zorundaydı. O an bitmeden, çok kısa bir süre önce kafamda kurduğum 'Susumu'yu hızlıca aradan çıkar, diğer shinobiyle birebir dövüş, gerekirse kaç' planını aktifleştirmeye başlamalıydım.
İki elimi birden yumruk haline getirerek, yapabildiğim en hızlı şekilde chakrama odaklanmaya başladım. Elimde chakradan oluşmuş karga tüyleri belirdiği anda, oldukça yakınımda duran Susumu'ya fırlatacaktım altısını birden. Bu kadar yakın mesafeden, ıskalama ya da savuşturulma şansı olduğunu düşünmüyordum saldırımın. Göğüs ve karın bölgesine aniden alacağı 6 kunaiye eşdeğer darbeyle, kaçmama zaman yaratacak kadar süre devredışı kalabilirdi. Milisaniyeler içinde düşünüp harekete geçmiş olmama rağmen, içimde bir şeyler bunun doğru olmadığını söylüyordu. Susumu'nun ilk tanıştığı Togami, içinde bulunduğumuz koşulları tamamen yoksaysak bile, böyle bir şeyi yapmayı bırak; aklından dahi geçirmezdi. Gelgelelim o Togami çoktan ölmüştü, bizzat Togami tarafından. Doğrunun ve yanlışın olmadığına inanan yeni Togami, bu hamleyi tereddütsüzce uygulamaya geçirirdi. Ancak asıl sıkıntı şuydu ki, kafamdan bir anlığına geçen bu düşünceler odaklanmamı sekteye uğratmış ve hamleyi planladığım şekilde kusursuzca gerçekleştirememiştim. İşler ise tam o anda sarpa sardı. Yumruk yaptığım ellerimi serbest bırakırken bilge adamın sözleri yankılandı yeniden zihnimde. Ardından tek, basit bir kelime 'aptal.'
Son kelimemin hedefi, farkedildiğimi anladığı anda hiçbir şey düşünmeden yerinden fırlamış ve Susumu'ya saldırmak üzere tantousunu çıkarmış olan hayduttu. 'Aptal.' Bir shinobiye karşı, böylesi kontrolsüz bir saldırı yapmak çevredeki herkesin dikkatini çeker ve halihazırdaki avantajımı toz zerreciklerine ayırırdı. Öyle de oldu. Haydutun hareketinden yarım saniye sonra, ön araçtaki hareketliliği farkettim. Diğer shinobinin algıları, şoka girmiş ve birkaç saniyeliğine de olsa kontrolünü kaybetmiş olan Susumu'nun aksine son derece açıktı. Ve öndeki aracın sürücüsüne tekmeyi bastığı gibi üzerinde bulunduğum araca fırlayıp tantousuyla Susumu'ya hamle yapmaya hazırlanan adamın göğsünü deşivermişti. Adamın cansız bedeninden fışkıran sıcak kan hem katiline, hem de geri kalan herkese sıçrarken halihazırda iki kez zihnimden geçirdiğim 'aptal' kelimesini bu kez daha da bir kastederek söyledim kendi kendime. Shinobi'nin gözleri bana döndüğü anda, kafamda tehlike çanları çalmaya başlamıştı bile. Susumu'yu devreden çıkarmak bir yana, diğer shinobinin dikkatini korkutucu bir şekilde üzerime çekmiş ve canlı kalkanlarımdan birini kaybetmiştim bile. Ön araçtaki adamlar hala yaşıyorlardı, ve arkadaki araçtan da bir kişi. Yeterli olacak mıydı, muhtemelen hayır. Şansımı denemeli miydim? Kesinlikle.
Shinobiyle bir anlığına bakıştıktan sonra, kendimi nispeten güvenli bir pozisyona almak adına hızla ayaklandım ve kendimi geriye, araçtan uzağa doğru fırlattım olabildiğince güçlü bir şekilde. Bu esnada az önce planladığım hareketi yapmak üzere ellerimi yumruk haline getirdim. ve kollarımı önümde X şeklinde birleştirerek chakrama odaklanmaya başladım. Hala havada süzülmekteyken, parmaklarım arasında beliren karga tüylerini araca ve içindeki shinobilere fırlatmaktı hedefim. Verebileceğim en ufak hasar bile, yüzde yüze yakın ihtimalle ölümümle sonuçlanacak olan önümüzdeki dakikalarda belirleyici olabilirdi. Yere indiğim anda, yeniden durum kritiği yapabilirdim.
Bir yandan öksürürken, bir yandan plan kurmaya çalışmak oldukça sıkıntılı bir süreçti. Buna Kitamura Susumu'nun aniden benim bulunduğum arabaya binip dibime oturmasının da pek faydası olmamıştı. Kendimi belli etmemek adına, iyice sindim olduğum yere. Yüksek stret altında düşünmeye, plan kurmaya ve iş yapmaya alışıktım ancak içinde bulunduğum durumu ne açıdan değerlendirirsem değerlendireyim, yüzde yüz zaferle sonuçlanacak bir çıkış noktası bulmakta zorlanıyordum. En basit ifadeyle, Susumu'nun benimle birlikte Konoha'daki chuunin sınavında görevli olduğunu biliyordum. Yani bir buçuk sene önce de bir chuunindi; o zamanki haliyle bile dişli bir rakip potansiyeli oluşturuyorken aradan geçen sürede güçlenmiş olduğunu düşünmek için dahi olmak gerekmiyordu. Yanındaki partnerini tanımıyordum. Ancak Yağmur Ülkesi'nde serbest hareket edebilecekleri görevlere gönderiliyorlarsa, onun da bir chuunin olduğunu tahmin edebiliyordum. Dahası, Çimen Ülkesi çok yakın bir zamanda büyük bir cephe savaşı geçirmişti. Bu shinobilerin, sıcak savaş tecrübesi olduğunu da gözönüne almalıydım. Benim durumum ise pek iyi sayılmazdı. Hastalığım bir süredir kötüye ilerliyordu, birkaç gündür vücudumu sarmış olan soğukalgınlığı ise formumu iyiden iyiye düşürmüştü. Ne yapabilirdim? Emin değildim. Ancak kısa vadede geleceğim pek parlak görünmüyordu.
Susumu ve yanındaki shinobinin bingo kitabındaki sayfam hakkında bilgileri olmadığını varsaymak, ihtimali düşük olmamasına rağmen aptallık olurdu. En basit ifadeyle, benim bir kaçak olduğumu bilmiyor olsalar bile kervanın asıl sahibi hakkında bilgi sahibiydiler. Ve kervan sahibinin yerini Ishi'li bir chuuninin almış olması pek akıl karı değildi. Bu hamle üzerinden oynamak, birkaç saniyeliğine olsa bile yakalayabileceğim herhangi bir avantajı direkt olarak tersine çevirirdi. En doğru hamleyi bulmam gerekiyordu, ve en doğru hamle Susumu yolculuğun herhangi bir noktasında yola dalmışken ani bir hamleyle işini bitirmekti. Dövüşemeyecek hale gelmesi bile yeterli olurdu aslında. Diğer shinobi hakkında fikir sahibi değildim, dikkatimi çeken yegane şey taşıdığı kılıç olmuştu. Susumu'yu hızlıca aradan çıkarsam bile, muhtemelen taijutsu konusunda uzmanlaşmış bu shinobiye karşı şansım oldukça düşüktü. Muhtemelen diğer dörtlüyü canlı kalkan olarak kullanıp kaçmaya çalışmak en doğru hamle olacaktı.
Planlarım, yavaş yavaş rayına oturmaya başlamıştı. 5-6 saniye kadar süren bu yoğun çalışma esnasında beynimin adeta buhar çıkaracak kadar ısındığını hissedebiliyordum. Ancak problemleri olabildiğince azaltmış, en optimum sonuca ulaşmaya yaklaşmıştım. Fakat, bu kadar değişken arasında hesaplamadığım bir bilinmeyen işleri tamamen değiştirmeye yetmişti. Susumu hiç beklemediğim bir anda, bana hitaben konuşarak saniyeler içinde medic-nin olduğundan bahsetmiş ve beni muayene etmek istediğini söylemişti. Aynı saniye içinde, herhangi bir fiziksel yahut sözlü cevap vermeme fırsat bırakmadan iyice içine gömüldüğüm kapşonu tuttuğu gibi yüzümü açığa çıkarmıştı. Zaman yavaşlarken, Susumu'nun yüzündeki değişiklikleri anbean gözleme fırsatı elde edebilmiştim. Ağzı hafifçe açılırken, yeşil gözleri yavaş yavaş büyümeye başlamış ve kaşları tuhaf bir şekilde havaya kalkmıştı. Adını hatırlayamadığım eski bir bilgenin sözleri yankılandı zihnimin içinde, 'bir şeyin kötü gitme olasılığı varsa, ters gidecektir.' Planım, prematür bir şekilde hayata geçmek zorundaydı. O an bitmeden, çok kısa bir süre önce kafamda kurduğum 'Susumu'yu hızlıca aradan çıkar, diğer shinobiyle birebir dövüş, gerekirse kaç' planını aktifleştirmeye başlamalıydım.
İki elimi birden yumruk haline getirerek, yapabildiğim en hızlı şekilde chakrama odaklanmaya başladım. Elimde chakradan oluşmuş karga tüyleri belirdiği anda, oldukça yakınımda duran Susumu'ya fırlatacaktım altısını birden. Bu kadar yakın mesafeden, ıskalama ya da savuşturulma şansı olduğunu düşünmüyordum saldırımın. Göğüs ve karın bölgesine aniden alacağı 6 kunaiye eşdeğer darbeyle, kaçmama zaman yaratacak kadar süre devredışı kalabilirdi. Milisaniyeler içinde düşünüp harekete geçmiş olmama rağmen, içimde bir şeyler bunun doğru olmadığını söylüyordu. Susumu'nun ilk tanıştığı Togami, içinde bulunduğumuz koşulları tamamen yoksaysak bile, böyle bir şeyi yapmayı bırak; aklından dahi geçirmezdi. Gelgelelim o Togami çoktan ölmüştü, bizzat Togami tarafından. Doğrunun ve yanlışın olmadığına inanan yeni Togami, bu hamleyi tereddütsüzce uygulamaya geçirirdi. Ancak asıl sıkıntı şuydu ki, kafamdan bir anlığına geçen bu düşünceler odaklanmamı sekteye uğratmış ve hamleyi planladığım şekilde kusursuzca gerçekleştirememiştim. İşler ise tam o anda sarpa sardı. Yumruk yaptığım ellerimi serbest bırakırken bilge adamın sözleri yankılandı yeniden zihnimde. Ardından tek, basit bir kelime 'aptal.'
Son kelimemin hedefi, farkedildiğimi anladığı anda hiçbir şey düşünmeden yerinden fırlamış ve Susumu'ya saldırmak üzere tantousunu çıkarmış olan hayduttu. 'Aptal.' Bir shinobiye karşı, böylesi kontrolsüz bir saldırı yapmak çevredeki herkesin dikkatini çeker ve halihazırdaki avantajımı toz zerreciklerine ayırırdı. Öyle de oldu. Haydutun hareketinden yarım saniye sonra, ön araçtaki hareketliliği farkettim. Diğer shinobinin algıları, şoka girmiş ve birkaç saniyeliğine de olsa kontrolünü kaybetmiş olan Susumu'nun aksine son derece açıktı. Ve öndeki aracın sürücüsüne tekmeyi bastığı gibi üzerinde bulunduğum araca fırlayıp tantousuyla Susumu'ya hamle yapmaya hazırlanan adamın göğsünü deşivermişti. Adamın cansız bedeninden fışkıran sıcak kan hem katiline, hem de geri kalan herkese sıçrarken halihazırda iki kez zihnimden geçirdiğim 'aptal' kelimesini bu kez daha da bir kastederek söyledim kendi kendime. Shinobi'nin gözleri bana döndüğü anda, kafamda tehlike çanları çalmaya başlamıştı bile. Susumu'yu devreden çıkarmak bir yana, diğer shinobinin dikkatini korkutucu bir şekilde üzerime çekmiş ve canlı kalkanlarımdan birini kaybetmiştim bile. Ön araçtaki adamlar hala yaşıyorlardı, ve arkadaki araçtan da bir kişi. Yeterli olacak mıydı, muhtemelen hayır. Şansımı denemeli miydim? Kesinlikle.
Shinobiyle bir anlığına bakıştıktan sonra, kendimi nispeten güvenli bir pozisyona almak adına hızla ayaklandım ve kendimi geriye, araçtan uzağa doğru fırlattım olabildiğince güçlü bir şekilde. Bu esnada az önce planladığım hareketi yapmak üzere ellerimi yumruk haline getirdim. ve kollarımı önümde X şeklinde birleştirerek chakrama odaklanmaya başladım. Hala havada süzülmekteyken, parmaklarım arasında beliren karga tüylerini araca ve içindeki shinobilere fırlatmaktı hedefim. Verebileceğim en ufak hasar bile, yüzde yüze yakın ihtimalle ölümümle sonuçlanacak olan önümüzdeki dakikalarda belirleyici olabilirdi. Yere indiğim anda, yeniden durum kritiği yapabilirdim.

- Kitamura Susumu
- Kusagakure
- Posts: 273
- Joined: August 31st, 2018, 1:49 am
Re: Soğuk
Şu dünyanın en salak insanı ben olmalıyım. Shinobi olmayı kesinlikle hakettiğimi düşünmüyorum, hakedilmesi gereken bir kavramsa elbette. Burada neler döndüğünü henüz analiz edemesem de, suçlu olduğu bariz birinin karşısında donup kalmam affedilemez bir şey. Eski bir sima karşısında bu kadar afallamamın tek sonucu şuracıkta zırt diye öldürülmem olmalıydı. Neden hareket edemiyorum? Çelimsiz bir şey halbuki, okkalı bir yumruk geçirsem eminim ortamın kontrolünü elimize geçirebilirdim. Yumuşamış olmalıyım. Veyahut da bir kaç aydır peşimi bırakmayan uğursuz meseleler reflekslerimi köreltmiş, moral tanımlarımı alt üst etmişti.
Ensemde hissettiğim sıcaklık irkilmeme neden oldu. Ve kendimi en sonunda olduğumuz anın içinde bulabildim. Etrafımda olup bitenleri fark etsem de olaylar arasındaki bağı hala çözemiyordum. Iori neden buradaydı? Ne ara ön vagondan buraya gelmişti ve neden kafamın arkasına bu kadar kan sıçramıştı? Karşımda bingo kitabında olan eski bir tanıdık, yerde artık ceset olmuş adamın elinden fırlamış bir tantou, Iori'nin aniden saldırmış olması. Aslında tüm ipuçları önümdeydi. Zeki geçinirdim bir de, fakat hala aval aval bakıyor ve olanlara anlam yüklemeye çalışıyor olmak utandırmıştı beni içten içe. Ve ben hala aptal gibi etrafıma bakınırken Toga-san, çoktan vagondan kaçmış ve karşı saldırıya geçmişti bile.
Bir şeyler fırlatmaya hazırlandığını fark ettiğim anda zihnimden geçen tek düşünce, Iori'yi korumak oldu. Adamın hala üzerinde olması nedeniyle, gelecek saldırıyı savuşturabileceğinden emin olamadım. Benden çevik olduğu tartışılmazdı fakat bir şeyleri riske de atacak değildim. Hem, az önce arkamdaki bir adamı ben aptal bir haldeyken indirdiği düşünülürse, bu sefer onu koruma sırası bende gibi görünüyordu. Belimdeki çantadan sol elime hızlıca bir kunai çektim ve Toga-san'a, hayır, Togami'ye doğru fırladım. Amacım çocuğa ulaşmaktan ziyade, gelen siyah objeleri havada kunaimle karşılamaktı. Zaten bunda başarılı da olmuştum; iki tanesi dışında.
Bir tanesi sağımdan, kolumun üst kısmını sıyırarak geçti ve gerisinde ince bir sızı bıraktı. Diğer kaçırdığım ise sol omzumun biraz altına saplanarak sıyrılan yerin acısını gölgede bıraktı. Yere konduğum anda dişlerimi sıkarak homurdandım ve saplanan siyah tüyü çıkarmaya koyuldum. Fakat saplanan tüy ben daha elimi atamadan yok olmuş ve boyundan büyük bir acı vermişti bana. Elbette iyileştiremeyeceğim veya beni dövüş dışı bırakacak bir şey değildi fakat, şu ufacık tüyün kunaiden hallice canımı yakması da "Eşşeğin siki ama." dedirtmişti bana.
Sağ elimle omzumu ovalamaya biraz daha devam ettim, yere tamamen konmuş ve Togami'nin karşısına geçmişken. Mavi perçemli çocuğu süzdüm, ve bir sene önce bana meraklı sorular soran çocuğun neden yok olduğunu düşünmemeye çalıştım. "Ters giden bir görev sonrasında köye bir daha dönmemiş bir shinobi..." Bingo kitabında isminin altında yazan sözlerdi bunlar. Düşünürsem nelerin ters gittiğini çözmeye çalışacak ve vicdanımın davranışlarımı etkilemesini engelleyemeyecektim çünkü. "Togami..." diye seslendim. Elimi omzumdan çekerek kunaimi kendime çekecek şekilde kaldırdım önümde, daha defansif bir duruşa geçtim. "Köyünden uzaktayken yapmayı tercih ettiğin aktiviteler bunlar mı? Kervanlara dalıp, tüccar taklidi yapmak?"
Ensemde hissettiğim sıcaklık irkilmeme neden oldu. Ve kendimi en sonunda olduğumuz anın içinde bulabildim. Etrafımda olup bitenleri fark etsem de olaylar arasındaki bağı hala çözemiyordum. Iori neden buradaydı? Ne ara ön vagondan buraya gelmişti ve neden kafamın arkasına bu kadar kan sıçramıştı? Karşımda bingo kitabında olan eski bir tanıdık, yerde artık ceset olmuş adamın elinden fırlamış bir tantou, Iori'nin aniden saldırmış olması. Aslında tüm ipuçları önümdeydi. Zeki geçinirdim bir de, fakat hala aval aval bakıyor ve olanlara anlam yüklemeye çalışıyor olmak utandırmıştı beni içten içe. Ve ben hala aptal gibi etrafıma bakınırken Toga-san, çoktan vagondan kaçmış ve karşı saldırıya geçmişti bile.
Bir şeyler fırlatmaya hazırlandığını fark ettiğim anda zihnimden geçen tek düşünce, Iori'yi korumak oldu. Adamın hala üzerinde olması nedeniyle, gelecek saldırıyı savuşturabileceğinden emin olamadım. Benden çevik olduğu tartışılmazdı fakat bir şeyleri riske de atacak değildim. Hem, az önce arkamdaki bir adamı ben aptal bir haldeyken indirdiği düşünülürse, bu sefer onu koruma sırası bende gibi görünüyordu. Belimdeki çantadan sol elime hızlıca bir kunai çektim ve Toga-san'a, hayır, Togami'ye doğru fırladım. Amacım çocuğa ulaşmaktan ziyade, gelen siyah objeleri havada kunaimle karşılamaktı. Zaten bunda başarılı da olmuştum; iki tanesi dışında.
Bir tanesi sağımdan, kolumun üst kısmını sıyırarak geçti ve gerisinde ince bir sızı bıraktı. Diğer kaçırdığım ise sol omzumun biraz altına saplanarak sıyrılan yerin acısını gölgede bıraktı. Yere konduğum anda dişlerimi sıkarak homurdandım ve saplanan siyah tüyü çıkarmaya koyuldum. Fakat saplanan tüy ben daha elimi atamadan yok olmuş ve boyundan büyük bir acı vermişti bana. Elbette iyileştiremeyeceğim veya beni dövüş dışı bırakacak bir şey değildi fakat, şu ufacık tüyün kunaiden hallice canımı yakması da "Eşşeğin siki ama." dedirtmişti bana.
Sağ elimle omzumu ovalamaya biraz daha devam ettim, yere tamamen konmuş ve Togami'nin karşısına geçmişken. Mavi perçemli çocuğu süzdüm, ve bir sene önce bana meraklı sorular soran çocuğun neden yok olduğunu düşünmemeye çalıştım. "Ters giden bir görev sonrasında köye bir daha dönmemiş bir shinobi..." Bingo kitabında isminin altında yazan sözlerdi bunlar. Düşünürsem nelerin ters gittiğini çözmeye çalışacak ve vicdanımın davranışlarımı etkilemesini engelleyemeyecektim çünkü. "Togami..." diye seslendim. Elimi omzumdan çekerek kunaimi kendime çekecek şekilde kaldırdım önümde, daha defansif bir duruşa geçtim. "Köyünden uzaktayken yapmayı tercih ettiğin aktiviteler bunlar mı? Kervanlara dalıp, tüccar taklidi yapmak?"