Eski Bir Yüz
Posted: September 14th, 2019, 3:03 am
Boynumda asılı duran ve ben yürüdükçe sallanan matara oldukça sinirimi bozmuştu. İçinde bulunan sudan artık eser olmayışı, onu taşımamı anlamsızlaştırıyordu. Bir hamleyle sapından tutup, boynuma dolanmış ipini çekerek ondan kurtulmuştum. Dibinde kalan son su damlalarını ise kafama dikip, matarayı usulca elimden bırakmıştım. Dik ve sivri kayalarla bulunan zeminde çıkardığı tok ses, düştükçe sesinin uzaklaşmasının ardından, bende adımlarımı atmaya devam ettim. Bir süre pek bir şey düşünmeden yürüdüm, şimdi de öyle. Bir şey düşünme ihtiyacında değildim. Zaten amaç da buydu. Olduğu kadar bütün düşüncelerimden arınmalı, kendime söz verdiğim şeyi yapmalıydım. Genelde kendime tatil olarak uyuklamayı değil, böyle gezmeyi vaat ediyordum. Bu dağı görmek de ayrı bir mevzuydu aslında. Daha önce buraya göreve gelenler olmuştu. Bana pek nasip olmadı. Yalnız başıma çıktığım kısa süreli bu yolculukların biraz da olsa kendimi tanımamda bana büyük katkısı olurdu. Burada ne yaparsam yapayım, yalnızdım. İstediğimi yapabilirdim.
Sıfır düşünce, sıfır negatiflik ve tamamen rahatlık ile tırmanışımı sonlandırmam gerekti. Önümde bir düzlük başlıyor, kısa süreceğinin haberini ise birkaç kilometre ötede duran kayalar ile müjdeliyordu. Hayatımın en ilgiç anlarını toplayıp bir albüm yapsam, bu an kesinlikle olmayacaktı. Hiç kimsenin bilmediği, soğuk ve derin dehlizlerde yaşayan şimdiki benliğimin fotoğrafı kimse tarafından görülmeyecek; şu an ne düşündüğümü ve ne istediğimi kimseye anlatmak durumunda kalmayacaktım. Kimseye berbat şakalar yapıp susmasını söylemeyecek, kimseyle dövüşmeyecektim. Sanırım kendimle romantik zamanlar yaşamak, baş başa kalmak hasretini çektiğim bir konuydu. Yanımda birileriyle göreve çıkmak güzeldi fakat iş haricinde tek başıma daha mutlu olduğumu farkettim. Bu mutluluğumun fazla sürmeyeceğini anlamam ise birkaç saniyemi aldı. Yüz metre kadar ötede, uzaktan zar zor seçebildiğim biri yürüyordu. İlerledikçe kim olduğunu anlamaya çalıştım. Buradaki sivil halk gibi giyiniyor diyemezdim. Yüzünü daha net seçmeye başladıkça oldukça tanıdık bir surat olduğuna kanaat getirdim. Selam vermeli miydim? Ciddi duruyor gibiydi. Pek tanıdığımı söyleyemezdim. Zaten insanlarla olan ilişkim çiçek sulamak gibiydi. İhtiyacım olduğunda, su ister gibi… Burada ise yüzüm güneşe dönüktü, yapraklarım biraz huzuru arzuluyordu. Buraya gelmemin sebebi, bendim. Sahi ya, o neden buradaydı?
Karşımdaki tanıdık yüze biraz daha baktıkça onu artık tanıdığımı anladım. Daha önce görev aldığım, eğitim aldığım biri olmasa da bir chuunin olduğunu, isminin ise Ryu olduğunu biliyordum. Pek de parlak olmayan hafızam, onun hakkında yanılıyor olabileceğimi de söylüyordu bana. Köy de dolaşan bazı dedikoduların aksine hakkında hiçbir şey bilmiyor ve bilmek istemiyordum. Bu nedenle ona karşı bir tutumum yoktu. Nazikçe selam verip geçebilirdim, fakat beni lafa tutarsa da bir iki kelam ederdim diye düşünüyordum. Böyle durumlarda genelde kendime ihanet ediyorum. Yani az konuşacağım adamla çok, konuşmak istediğim biriyle ise az konuşuyordum. Genelde hep yaptığım bir laf salatasının sonunun kavga dövüş ile bitmesinden dolayı konular uzuyordu. Bu ciddi çocuğun ise sanırım pek laflarımı işitmeye hevesi olmadığını biliyordum.
Beni farkettiğini anladığım mesafede biraz daha ağırlaştırdım adımlarımı. Doğrudan yüzüne doğru baktım, nazikçe kafamı öne eğdim.“Jirou Ryu! Yanlış hatırladıysam beni bağışla lütfen.” Diyip selamımı verdim. Ardından birkaç adım daha atarak aramızdaki mesafeyi oldukça azaltmıştım. Huzurlu bir günün ardından sanırım insanlara olan ilgisizliğimi kaybetmiştim. Aksine oldukça sosyal biri gibi hissediyordum. Onun selamını aldıktan sonra ise düzlük yolun yanında duran kayaya doğru yönelerek ilerledim. Kayanın yanına geldiğimdeyse yüzümde bir yorgunluk ekşiliği oluştu. Kıçım kayayla buluşur buluşmaz, yorgunluğumu atmışçasına düzeldi. Konuşmaya ise devam ettim:“Buraya seni atan ne? Gizli bir sevgilin falan mı var yoksa?” dedikten sonra kısa bir gülümseme yerleştirdim yüzüme. Sanki bu, benim yıllardır süren bekarlığıma bir atıf gibiydi. Bu konuyu kendi içimde enine boyuna tartışma fikri bulamamıştım, uzun bir süreliğine erteleyecek gibi de duruyordum. “Güzel bir kız olmalı, değil mi?” dedikten sonra düzlüğün ilerisinde duran kayalara daldım ve gözlerimi uzun bir süre oradan ayırmadım.
Sıfır düşünce, sıfır negatiflik ve tamamen rahatlık ile tırmanışımı sonlandırmam gerekti. Önümde bir düzlük başlıyor, kısa süreceğinin haberini ise birkaç kilometre ötede duran kayalar ile müjdeliyordu. Hayatımın en ilgiç anlarını toplayıp bir albüm yapsam, bu an kesinlikle olmayacaktı. Hiç kimsenin bilmediği, soğuk ve derin dehlizlerde yaşayan şimdiki benliğimin fotoğrafı kimse tarafından görülmeyecek; şu an ne düşündüğümü ve ne istediğimi kimseye anlatmak durumunda kalmayacaktım. Kimseye berbat şakalar yapıp susmasını söylemeyecek, kimseyle dövüşmeyecektim. Sanırım kendimle romantik zamanlar yaşamak, baş başa kalmak hasretini çektiğim bir konuydu. Yanımda birileriyle göreve çıkmak güzeldi fakat iş haricinde tek başıma daha mutlu olduğumu farkettim. Bu mutluluğumun fazla sürmeyeceğini anlamam ise birkaç saniyemi aldı. Yüz metre kadar ötede, uzaktan zar zor seçebildiğim biri yürüyordu. İlerledikçe kim olduğunu anlamaya çalıştım. Buradaki sivil halk gibi giyiniyor diyemezdim. Yüzünü daha net seçmeye başladıkça oldukça tanıdık bir surat olduğuna kanaat getirdim. Selam vermeli miydim? Ciddi duruyor gibiydi. Pek tanıdığımı söyleyemezdim. Zaten insanlarla olan ilişkim çiçek sulamak gibiydi. İhtiyacım olduğunda, su ister gibi… Burada ise yüzüm güneşe dönüktü, yapraklarım biraz huzuru arzuluyordu. Buraya gelmemin sebebi, bendim. Sahi ya, o neden buradaydı?
Karşımdaki tanıdık yüze biraz daha baktıkça onu artık tanıdığımı anladım. Daha önce görev aldığım, eğitim aldığım biri olmasa da bir chuunin olduğunu, isminin ise Ryu olduğunu biliyordum. Pek de parlak olmayan hafızam, onun hakkında yanılıyor olabileceğimi de söylüyordu bana. Köy de dolaşan bazı dedikoduların aksine hakkında hiçbir şey bilmiyor ve bilmek istemiyordum. Bu nedenle ona karşı bir tutumum yoktu. Nazikçe selam verip geçebilirdim, fakat beni lafa tutarsa da bir iki kelam ederdim diye düşünüyordum. Böyle durumlarda genelde kendime ihanet ediyorum. Yani az konuşacağım adamla çok, konuşmak istediğim biriyle ise az konuşuyordum. Genelde hep yaptığım bir laf salatasının sonunun kavga dövüş ile bitmesinden dolayı konular uzuyordu. Bu ciddi çocuğun ise sanırım pek laflarımı işitmeye hevesi olmadığını biliyordum.
Beni farkettiğini anladığım mesafede biraz daha ağırlaştırdım adımlarımı. Doğrudan yüzüne doğru baktım, nazikçe kafamı öne eğdim.“Jirou Ryu! Yanlış hatırladıysam beni bağışla lütfen.” Diyip selamımı verdim. Ardından birkaç adım daha atarak aramızdaki mesafeyi oldukça azaltmıştım. Huzurlu bir günün ardından sanırım insanlara olan ilgisizliğimi kaybetmiştim. Aksine oldukça sosyal biri gibi hissediyordum. Onun selamını aldıktan sonra ise düzlük yolun yanında duran kayaya doğru yönelerek ilerledim. Kayanın yanına geldiğimdeyse yüzümde bir yorgunluk ekşiliği oluştu. Kıçım kayayla buluşur buluşmaz, yorgunluğumu atmışçasına düzeldi. Konuşmaya ise devam ettim:“Buraya seni atan ne? Gizli bir sevgilin falan mı var yoksa?” dedikten sonra kısa bir gülümseme yerleştirdim yüzüme. Sanki bu, benim yıllardır süren bekarlığıma bir atıf gibiydi. Bu konuyu kendi içimde enine boyuna tartışma fikri bulamamıştım, uzun bir süreliğine erteleyecek gibi de duruyordum. “Güzel bir kız olmalı, değil mi?” dedikten sonra düzlüğün ilerisinde duran kayalara daldım ve gözlerimi uzun bir süre oradan ayırmadım.