Geçmişe Borçlu
Posted: September 22nd, 2019, 3:31 am
Alamadığım cevaplara kızdım belki de, sinirim geçince oturup ağlamak yerine yenilgiyi kabullendim.
Hayatımda aldığım en güzel yenilgiydi belki de. Hala yaşıyorsam buna borçluyum.
Hayatımda aldığım en güzel yenilgiydi belki de. Hala yaşıyorsam buna borçluyum.
"Sen Hoshi olmalısın. Seni burada bulabileceğimi söylediler."
Yüzüne bakmak için göz kaslarımı bir hayli aşağı zorluyordum. Boynumu ağrıtacak derecede kısa biriydi. Sanki bir ay önce doğmuş ve hemen gelişmiş bir bebek gibi! Sahi ya, kaç yaşındaydı ki? Tahminlerimi kendime saklamayı tercih ettim. Ciddiyetimi korumalı, neden burada olduğumu düşünerek geldiğim uzun yolun anlamına varmalıydım. Oldukça zordu. Bir sonuca ulaşmak için çabalamak, çabalarının her defasında koca bir boşluğa düşmesi... Çöp kutusuna attığım tüm sorgularım ve nedenlerimi oradan tekrar almalıydım. Karşımdaki, bana şu an yardım edecek, minik de olsa bir adım attıracak biriydi. Bu yolun sonu heba olan yıllarımı geri getirmeyecek olsa da, bana bir açıklama yapabilirdi. Hayat bu açıklamayı bana borçluydu.
"Yanlış söylemişler, geldiğin yoldan geri dön." Aldığım cevabın bir tokattan farkı yoktu. Beynimdeki yankılarını hissedebiliyorken, boğazımın kuruduğunu farkettim. Yutkunmadım, yutkunamadım. Titreyen ellerimi yumruk yapıp kafamı dik bir hale getirdim. Suratıma çarpan rüzgar ve gecenin karanlığında bir heykel gibi kalakalmıştım. Adam hala karşımda duruyor, suratıma bakmadan işiyle ilgileniyordu. Biraz ileride yanan minik bir ateşin aydınlattığı bahçedeydik. Toprağa sımsıkı tutunmuş olan bitki köklerini seçebiliyordum. Acele bir işi yoktu, beni tanımaya çalışıyor olmalıydı. Belki de zaman kazanıyordu. Ancak buna vaktim yoktu. Yoluma devam etmeliydim.
"Galiba dilin, boyun kadar kısa değil. Ne istediğimi gayet iyi biliyorsun. Bana numara çekmeye kalkacak kadar aptal mısın yoksa?"
Artık yutkunabilirdim. Kılıç kadar keskin sözleri düşlemiş, nedense ağzımdan bir türlü çıkmalarını sağlayamamıştım. Bana döndüğünü gördüm. Karanlıkta parlayan bir çift yeşil gözden başka bir şey hatırlamıyordum. İlk yanılgım sanırım buydu. Yaşlı bir adam yerine, daha da yaşlı bir kadın silueti karşıladı beni. Onlardan değildi. Hissedebildiğim kadarıyla, o cehennem zebanilerinden değildi. Uzaktım, her şeye uzaktım. Ama varış noktam beni bekliyor, tırmandığım dağın zirvesi bana parıldıyordu. Bu kadın bir basamaksa eğer, üstüne basmaya çekineceğim bir şey değildi.
"Kanın çok çabuk kaynıyor delikanlı. Seni anlıyorum. Soruların var, cevaplar istiyorsun." Ses tonu da suratı gibiydi, buruşuk ve kokuşmuştu. Derin bir iç çekti. Ciğerinden gelen hırıltıların çevremde kol gezdiğini duyabiliyordum. Belki de 100 yaşında falandı. Umrumda değil. Söyleyecekleri canımı sıkmasın yeter. "Cevap bulmak isteyen bir çok insan gelir buraya. Ama ne var biliyor musun?" dedikten sonra nefesi kesilirmişçesine durdu. Fakat kısa bir süre sonra yüzünde hınzır bir gülümseme patlak vermişti.
"Ben de her zaman cevap olmayabiliyor."
"Bu sefer bir cevabın olacak ama. Kosuke de böyle söylemişti. Onu yakalamak kolay olmadı, ama bir fare gibi köşeye sıkıştığında seni satmayı da unutmadı. Sanki onu bırakacakmışım gibi!" demiştim. Bu sözleri ağzımdan döker dökmez büyük bir aptallığın eşiğinden döndüğümü farkettim. Ona en büyük kozumu oynuyor, oyunu kaybediyordum. Ama buraya geldiğim kararlılık beni buna itti. Onu konuşturmak için gerekirse gücümü kullanacaktım. Bana borçlu olan insanlara karşı hayatımı bana geri veren yüce öğretiyi kullanmak tadacağım en büyük zevk olurdu herhalde. Ben aptallığıma bir an olsun yanmış ve tekrar moralimi yükseltmişken, buruşuk göz altlarında bir kıpırdanma, çenesinde ise bir isteksiz kasılma gördüm. Sanırım doğru yola girmiştim sonunda. Tıpkı düşündüğüm gibi, Kosuke kozunun işe yarayacağını biliyordum!
"Neden şaşırdın ki? Ben bile geçmişimi unutmuşken, o beni tanıdı. Onu teslim ettikten sonra özel izin alarak sorgulayacaktım fakat iş oralara gelmedi, kendini oracıkta öldürdü. Senin ismini kulağıma fısıldayarak can verdi."
"Ne söylediyse palavra! Kosuke ile yıllardır görüşmedim, yaptığı kanunsuzlukların hiç biriyle alakam yok..." dedikten sonra bir an duraksadı. Titriyordu, ama yavaştan. Onu kıstırıyor gibiydim. Değersiz hayatını buracıkta bitirebilirdim fakat zaten kısa bir süre sonra eceliyle giderdi. Fakat artık bana bir şeyler verip toz olmanın peşinde olduğunu biliyordum. Benim de istediğim buydu.
"Tapınak uzun süredir faal değil. Herkes ya öldü, ya da çok uzaklara gitti. Kosuke, geriye kalan son savaşçıydı. İcabına bakmışsınız işte, daha ne istiyorsun?" Sözlerindeki titreme, her geçen an daha da artıyordu. Sadece gitmek istiyordu, ancak söylemediklerini söylemeden onu bırakmayacaktım. Kim olduğunu artık daha iyi biliyordum. O, şüphesiz Kosuke'nin annesiydi. Onu bu pisliğe atıp daha sonra hiç bir şey olmamış gibi uzaktan onun nasıl bir canavara dönüştüğünü izlemişti. Kosuke benim kadar şanslı olamamıştı hiç bir zaman. Bu caniliğe ben de maruz bırakılmıştım fakat, Ishigakure beni bu çöplükten çekip çıkarmıştı. Karşımda duran mahlukattan iğreniyor, sebebi ne olursa olsun işlediği bu iğrenç günahla daha fazla yaşamasını da anlamsız buluyordum.
"Daha fazla kendini tutma istersen, istediğimi zor yoldan almayı sevmiyorum. Kosuke bunu iyi bilirdi!"
"Üstadlardan biri... Yağmur Ülkesi yakınlarında bir dojo açmıştı. Ama uzun süre önce öldüğünü duydum. Tek bildiğim bu kadar! Rahat bırak artık beni... Lütfen, lütfen bırak artık..." Süzülen gözyaşları, benim kalbimde bir yara açmamış aksine; nefretimi tamamen körüklemeye başlamıştı. Timsahtan farksız, canavardan bir tık uzaktı. Ona diyebilecek bir şeyim yoktu artık. İstediğimi almış, onu günah dolu hayatını sonlandırması için yalnız bırakabilirdim artık. Neden diye sormayacaktım... Dediğim gibi, hiç bir şey ama şu hayattaki hiç bir olgu; bunu çocuğuna yapmasını açıklayamazdı. Kafamı aşağıdan yukarı, yavaşça sallandırırken arkamı dönmeye başladım. Yüzüne bakmaya artık tahammülüm kalmamıştı. İlerlemeye başladım. Cılız bir hıçkırık, bir öksürük peşimi bırakmadı.
"Ölürken... Nasıldı? Benim yavrum... Benim oğlum.." Hıçkırıkları, gözyaşlarına karışmış; gecenin karanlığında bir senfoni oluşturmuştu. Fakat bu müzik benim için rahatlatıcıydı. Bir canavarın gözyaşlarını ve ağlayışını dinlemek kadar ruhuma iyi gelen bir şey olamazdı. Adımlarımı hızlandırdım. Bu eziyete daha fazla katlanmamak adına daha da ilerledim. Bir miktar daha gittikten sonra arkamı dahi dönmeden:
"Şüphesiz senden nefret ediyordu... Büyük ihtimalle ben de annemden nefret ederek ölürüm. Şimdi git de sessiz bir yerde kendini öldür. Senin gibi pisliklere bu dünyada ihtiyaç yok."
"Yanlış söylemişler, geldiğin yoldan geri dön." Aldığım cevabın bir tokattan farkı yoktu. Beynimdeki yankılarını hissedebiliyorken, boğazımın kuruduğunu farkettim. Yutkunmadım, yutkunamadım. Titreyen ellerimi yumruk yapıp kafamı dik bir hale getirdim. Suratıma çarpan rüzgar ve gecenin karanlığında bir heykel gibi kalakalmıştım. Adam hala karşımda duruyor, suratıma bakmadan işiyle ilgileniyordu. Biraz ileride yanan minik bir ateşin aydınlattığı bahçedeydik. Toprağa sımsıkı tutunmuş olan bitki köklerini seçebiliyordum. Acele bir işi yoktu, beni tanımaya çalışıyor olmalıydı. Belki de zaman kazanıyordu. Ancak buna vaktim yoktu. Yoluma devam etmeliydim.
"Galiba dilin, boyun kadar kısa değil. Ne istediğimi gayet iyi biliyorsun. Bana numara çekmeye kalkacak kadar aptal mısın yoksa?"
Artık yutkunabilirdim. Kılıç kadar keskin sözleri düşlemiş, nedense ağzımdan bir türlü çıkmalarını sağlayamamıştım. Bana döndüğünü gördüm. Karanlıkta parlayan bir çift yeşil gözden başka bir şey hatırlamıyordum. İlk yanılgım sanırım buydu. Yaşlı bir adam yerine, daha da yaşlı bir kadın silueti karşıladı beni. Onlardan değildi. Hissedebildiğim kadarıyla, o cehennem zebanilerinden değildi. Uzaktım, her şeye uzaktım. Ama varış noktam beni bekliyor, tırmandığım dağın zirvesi bana parıldıyordu. Bu kadın bir basamaksa eğer, üstüne basmaya çekineceğim bir şey değildi.
"Kanın çok çabuk kaynıyor delikanlı. Seni anlıyorum. Soruların var, cevaplar istiyorsun." Ses tonu da suratı gibiydi, buruşuk ve kokuşmuştu. Derin bir iç çekti. Ciğerinden gelen hırıltıların çevremde kol gezdiğini duyabiliyordum. Belki de 100 yaşında falandı. Umrumda değil. Söyleyecekleri canımı sıkmasın yeter. "Cevap bulmak isteyen bir çok insan gelir buraya. Ama ne var biliyor musun?" dedikten sonra nefesi kesilirmişçesine durdu. Fakat kısa bir süre sonra yüzünde hınzır bir gülümseme patlak vermişti.
"Ben de her zaman cevap olmayabiliyor."
"Bu sefer bir cevabın olacak ama. Kosuke de böyle söylemişti. Onu yakalamak kolay olmadı, ama bir fare gibi köşeye sıkıştığında seni satmayı da unutmadı. Sanki onu bırakacakmışım gibi!" demiştim. Bu sözleri ağzımdan döker dökmez büyük bir aptallığın eşiğinden döndüğümü farkettim. Ona en büyük kozumu oynuyor, oyunu kaybediyordum. Ama buraya geldiğim kararlılık beni buna itti. Onu konuşturmak için gerekirse gücümü kullanacaktım. Bana borçlu olan insanlara karşı hayatımı bana geri veren yüce öğretiyi kullanmak tadacağım en büyük zevk olurdu herhalde. Ben aptallığıma bir an olsun yanmış ve tekrar moralimi yükseltmişken, buruşuk göz altlarında bir kıpırdanma, çenesinde ise bir isteksiz kasılma gördüm. Sanırım doğru yola girmiştim sonunda. Tıpkı düşündüğüm gibi, Kosuke kozunun işe yarayacağını biliyordum!
"Neden şaşırdın ki? Ben bile geçmişimi unutmuşken, o beni tanıdı. Onu teslim ettikten sonra özel izin alarak sorgulayacaktım fakat iş oralara gelmedi, kendini oracıkta öldürdü. Senin ismini kulağıma fısıldayarak can verdi."
"Ne söylediyse palavra! Kosuke ile yıllardır görüşmedim, yaptığı kanunsuzlukların hiç biriyle alakam yok..." dedikten sonra bir an duraksadı. Titriyordu, ama yavaştan. Onu kıstırıyor gibiydim. Değersiz hayatını buracıkta bitirebilirdim fakat zaten kısa bir süre sonra eceliyle giderdi. Fakat artık bana bir şeyler verip toz olmanın peşinde olduğunu biliyordum. Benim de istediğim buydu.
"Tapınak uzun süredir faal değil. Herkes ya öldü, ya da çok uzaklara gitti. Kosuke, geriye kalan son savaşçıydı. İcabına bakmışsınız işte, daha ne istiyorsun?" Sözlerindeki titreme, her geçen an daha da artıyordu. Sadece gitmek istiyordu, ancak söylemediklerini söylemeden onu bırakmayacaktım. Kim olduğunu artık daha iyi biliyordum. O, şüphesiz Kosuke'nin annesiydi. Onu bu pisliğe atıp daha sonra hiç bir şey olmamış gibi uzaktan onun nasıl bir canavara dönüştüğünü izlemişti. Kosuke benim kadar şanslı olamamıştı hiç bir zaman. Bu caniliğe ben de maruz bırakılmıştım fakat, Ishigakure beni bu çöplükten çekip çıkarmıştı. Karşımda duran mahlukattan iğreniyor, sebebi ne olursa olsun işlediği bu iğrenç günahla daha fazla yaşamasını da anlamsız buluyordum.
"Daha fazla kendini tutma istersen, istediğimi zor yoldan almayı sevmiyorum. Kosuke bunu iyi bilirdi!"
"Üstadlardan biri... Yağmur Ülkesi yakınlarında bir dojo açmıştı. Ama uzun süre önce öldüğünü duydum. Tek bildiğim bu kadar! Rahat bırak artık beni... Lütfen, lütfen bırak artık..." Süzülen gözyaşları, benim kalbimde bir yara açmamış aksine; nefretimi tamamen körüklemeye başlamıştı. Timsahtan farksız, canavardan bir tık uzaktı. Ona diyebilecek bir şeyim yoktu artık. İstediğimi almış, onu günah dolu hayatını sonlandırması için yalnız bırakabilirdim artık. Neden diye sormayacaktım... Dediğim gibi, hiç bir şey ama şu hayattaki hiç bir olgu; bunu çocuğuna yapmasını açıklayamazdı. Kafamı aşağıdan yukarı, yavaşça sallandırırken arkamı dönmeye başladım. Yüzüne bakmaya artık tahammülüm kalmamıştı. İlerlemeye başladım. Cılız bir hıçkırık, bir öksürük peşimi bırakmadı.
"Ölürken... Nasıldı? Benim yavrum... Benim oğlum.." Hıçkırıkları, gözyaşlarına karışmış; gecenin karanlığında bir senfoni oluşturmuştu. Fakat bu müzik benim için rahatlatıcıydı. Bir canavarın gözyaşlarını ve ağlayışını dinlemek kadar ruhuma iyi gelen bir şey olamazdı. Adımlarımı hızlandırdım. Bu eziyete daha fazla katlanmamak adına daha da ilerledim. Bir miktar daha gittikten sonra arkamı dahi dönmeden:
"Şüphesiz senden nefret ediyordu... Büyük ihtimalle ben de annemden nefret ederek ölürüm. Şimdi git de sessiz bir yerde kendini öldür. Senin gibi pisliklere bu dünyada ihtiyaç yok."