Tekir
Posted: December 7th, 2019, 11:56 pm

Ölüm fikri gerçekten çok ilginç. Her an yanı başımda olduğu bilgisine sahip olmam-ki ölüm gerçeği yüzünden sahip olmak fiilini gerçekleştiremem gerçeği tarafından dürtülüyorum bir yandan bunları düşünürken- ve bu bilgiyi tamamen göz ardı ederek, belki de unutarak yaşamaya devam etmeme ben bile bir anlam veremiyorum. Neden var ki bu hayat? Niye yaşıyorum ki ben? Hatta yaşıyor muyum ki? Açıkçası bu çok garip bir soru. Ölümle burun buruna gelmeden önce yaşadığımı hissediyordum. Kendimi hayata verebiliyor, bir şeyleri çok üstünde düşünmeden kovalayabiliyordum. Bir şeyler hissediyordum ve bu hislerin içinin boş olmadığına çok emindim. Bu hislerin ne kadar sürdükleri, şiddeti, bendeki izlenimleri… Bunların hepsi önemsiz, o an o hissi yaşıyordum. YAŞIYORDUM! O an o his gerçekti benim için. Ama şu an sanki bir şeyler hissetmeye istemsiz bir şüpheyle yaklaşıyor, kapının eşiğinden içeriyi izliyor gibi hissediyorum. Ben içeri bakıyorum içerisi de bana bakıyor. Odanın içerisinde çeşit çeşit hisler, duygular var. Bazen öfke ötekilere üstün geliyor bazen hüzün bazen sevinç ve bu döngü böyle devam ediyor. Bu iktidar değişimine rağmen hepsi oradalar ve beni izliyorlar. Ben de onları izliyorum. Evet, şu an iç dünyamı böyle tarif etmekte bir sıkıntı görmüyorum. O hisler, duygular içimde bir yerdeler ama hiçbir şekilde benimle bir değiller. Birbirlerinden pek uzaklaşmıyorlar ama birbirlerine bağlılar mı bilmiyorum, ne derece hareket ettiklerini de kavramakta güçlük çekiyorum. O an iktidarı ele geçireni sezebiliyorum ama net bir şekilde ne yerlerini ne de varlıklarının kuvvetini sezebiliyorum. Hmmm, biraz şey gibi, tahterevalli? İçeride benim bütünlüğüyle algılayamadığım bir denge var. Birbirleriyle iletişimleri, mücadeleleri bu dengenin doğasını değiştiriyor belki ama o denge bir şekilde sağlanıyor. Sezgilerim bu yönde en azından, doğruluğunu bilemiyorum.
Onlar beni izliyor ben de onları izliyorum. Odanın içine girmiyorum, giremiyorum. Kendi aralarındaki dalgalanmaları ve durulmaları bana yansıyor ama benimle bir değil. Kendi iç dünyamda üçüncü bir kişiyim. İçeridekilerin hareketleri hala bende baş gösteriyor, ama ben aslında dışarıdan bir izleyiciyim…
Savaş beni biraz etkiledi. Bir sürü insanın ölmesinin aslında hiçbir anlam ifade etmeyişi… Doğru ifadeyi mi kullandım bilmiyorum, tanıdığım, bildiğim, gördüğüm insanlar artık ölmek nasıl oluyorsa o şekilde ölerek çamura yapıştılar. “Ormanın birinde bir ağaç düşer ama ağacın düştüğünü duyacak kimse yoktur, düşen ağaç gerçekten ses çıkarmış mıdır?” hesabı, ölenler rahata erdi. Bu dünyayla –bildiğim kadarıyla…- bağları kesildi. Dünya yok oldu! Ölmeden önce çok değer verdikleri dünya. Vatanları için ölmeyi göze alacak kadar kendilerini kaptırdıkları dünya. Hayatlarını devam ettirmek için shinobi bile oldukları dünya. Can aldıkları dünya. Can verdikleri dünya! Kalanlar ne yapacak peki?
Daha doğrusu ölüme bu kadar yaklaşmak beni etkiledi. Sanki yıllar önce unuttuğum bir anı tekrar zihnimde canlandı. Öleceğim gerçeğini nasıl unutabildim ben de bilmiyorum ama bu olay sanki bir benim başıma gelmemiş gibi. Unutmanın büyük bir nimet olduğunu hep söylerlerdi ama hatırlamanın aynı büyüklükte bir lanet olduğunu hiç kimseden duymamıştım. Aa, evet, mantıklı… Peki nedir ölüm hakkında beni bu kadar etkileyen şey? Öleceğim ve artık ölmek nasıl oluyorsa öyle ölüp çamura yapışacağım ve artık dünya benim için de yok olacağı için mi? Biraz, ama aynı zamanda hayır. Çünkü sonsuza kadar yaşadığım ters bir senaryoda da aynı, hatta daha büyük bir manasızlığı görebiliyorum. Dünyanın sınırları belli, aynı şeyleri yapmak, aynı insanları görmek bir yerden sonra tat vermeyecektir. Ayrıca sonsuz vaktim varsa neden tembellik yapmayayım ki? Hatta onu bile yapmam! Bana öyle geliyor ki bu rahatsızlığın sebebi tam tersine sınırlı hayatımın değerini anlamamdan kaynaklanıyor. Korktuğum şey hayatımı kaybetmek değil, boşa yaşamak. Peki bu dünyaya gelip istediği her şeyi elde etmiş bir insanla ot gibi gelip geçmiş bir insan arasındaki fark nedir? İkisi de ölüyor sonuçta, öldükten sonra bu dünyayla bir bağlantıları kalmıyor.
Yaşamak nedir? Ne yaparsam yaşamış olurum? Birilerinin köpeği olup emirlerini yerine getirmek yaşamak mıdır? Aşkı atfettiğin, sana kendini bir bütün hissettireceğini düşündüğün kişiyi bulup onu mutlu etmek yaşamak mıdır? Dünyaya barış, huzur ve mutluluğu getirmek yaşamak mıdır? Mutluluk kim ki zıttı olmadan var oluyor! Ben kimim ki dünyanın iyiliğinin ne olduğunu biliyorum, Uzumaki Naruto falan mıyım, neyim yani? İnsanları öldürmek yaşamak mıdır? İnsanları yaşatmak ne kadar yaşamaksa öldürmek de o kadar yaşamaktır herhalde. Yaşadığının gözlemlenmesi yaşadığın anlamına gelir mi? Yaşamak kendi kendine olabilir mi ki? Yaşamak kendini kendinde bulabilir mi? Yaşadığını nasıl anlayacak ki o zaman? Ama başka yaşamlara ihtiyacı olması da hiç tatmin edici bir çözüm değil…
İşte en azından o an o hissi yaşarken yaşıyordum. YAŞIYORDUM! Evet, Bir şeyler hissetmek beni yaşıyor hissettiriyordu. Ama yaptığım eylem fark etmeksizin, hatta bir eylemde bulunmasam bile bir şeyler hissetmiyor muyum? Hisler ve duygular herhangi bir iletişim sonucu açığa çıkan şeyler değilse öyle olması lazım ama sorun bu değil! Kökeni, cinsi ne fark eder, ben bir şey hissetmiyorum ki! Ben sadece kapının eşiğindeki izleyiciyim! Orada olduklarını biliyorum. Sonuçta onlar beni izliyor ben de onları.