Soluk Ten ve Gece
Posted: April 12th, 2021, 5:10 pm
Biricik yoldaşım,
Bilmediğin ve merak ettiğin her şey için seni aydınlatacağım. Yüreğinde büyüyen şüpheleri fazla dert etme. Daha büyükleri yolda çünkü. Göremiyorsun ve duyamıyorsun. Bugün, her zamanki yerde. Ölüler bizi duyamaz, ama kalplerimizin masumiyetini görebilirler. Yok mu sayacaksın beni? Sayamazsın. Ringo, gelmesen bile bekleyeceğim. Bir kötülük büyüyor. Belki bizim kalplerimizde henüz varlığını hissettirmedi.
Ama son olanlardan sonra, şüphelerini dinlemeden bir saniye dahi geçiremeyeceğini tahmin ediyorum. O yüzden geleceksin.
Zira hiç kimseyle konuşamadığını biliyorum. O yüzden beni fazla bekletme.
Jounin sınavı yolculuğundan bir gün önce.
Buruşturup atmak istediği bu kağıt parçasını cübbesinin rastgele bir cebine attı. Pencereden vuran kamerin ışığına kitlendi. Her bir süzme onu gözlerinden vuran oklar gibiydi. Mızraklar, aydınlığın yüreğine nüfuz etmesini istediği silahlardı. Sinirini ve tereddütlerini bu kısa zaman dilimi içinde ne kadar unuttuysa, cebindeki mektubun varlığı kendini hep hatırlatıyordu. Huzursuz çehresini tıpkı az önce buruşturduğu kağıt gibi yerle yeksan etti. İki elini kafasının arasına aldı ve derin bir nefesi dışarı bıraktı ciğerlerinden. Nefesiyle buharlanmış cama kitlendi tekrar. Vesvese dinlemek için hiç güzel bir gece değildi. Ancak yüreğindeki özlem, bir dostun sıcaklığını aramanın verdiği o sıcak his asla geçmiyordu. Aniden döndü ve kapıya yöneldi. Ne söyleyeceğini bilmeden, düşünmeden.
Zaten gerek yoktu. Genelde sözleri ufuğa karışan ışık hüzmeleri gibi, yok olurdu onun karşısında.
İlerlediğini hiç de kısa sayılmayacak bu zaman diliminde shinobi yetilerinden mahrum dahi bıraktı kendisini. Takip edildiğini, çevredeki değişkenleri, hiç birini takmadı. Zira o bir buluşma ayarladıysa, bunların hiç biri yaşanmazdı. O kadar dikkatli, o kadar da zekiydi. Kısa süre silüetini karşısına aldı. Kapkaranlık, bir o kadar da aydınlık. Katanası belindeydi, yüzü görünmüyordu. Hiç bir zaman göremedi onu zaten tam olarak. O kadar uzaktaydı ki, dibinde olsa sahi yüzündeki duvarları hiç bir zaman aşamadı. Bu gizli hayranlık, onu senelerce kıskanmasına sebep oldu. Lakin farklıydı artık. Ringo daha güçlüydü. Belki ona doğru bir adım daha yaklaşmıştı. Ancak o koşuyordu. Hiç durmadan.
"Zaru-chan, pek romantik olmuyor böyle buluşmak." dedi rahatsızlığını belli eder tonda. Zaru mimik bilmezdi. Net konuşur, ifadelerini seçtirmezdi. Zihnine sözleri kazırdı. Ringo'nun rahatsız edici her şakası, onun için daha da sinir bozucuydu. Fakat bu gece farklıydı. Uzunca bir süre duraksadı genç kız. Sessizliğin sürmesine izin verdi. Kamerin ışığı saçlarıyla dans ederken, katanası bir yıldız gibi parlarken, uçuşan yaprakların hışırtısına bıraktı tüm sedayı. Uzun sessizlikten sonra, derin bir nefes aldı. Soğuğun fethedemediği çelikten ciğerleri, bir ejder gibi verdi buharı dışarı. Parıldayan dudaklarının arasından cümleler dökültü. Ringo'yu kendine kitlemeyi çok kısa bir sürede başarmıştı, hiç bir şey yapmadan.
"Bugün sana anlatacaklarım gizli sırlar değil. Barış çağındayız! Zamanımızın en popüler yalanı da bu. Herkesin dilinde bu var... Koca koca binaların arasında, zengin ve mutlu halkın minnet bakışlarıyla oturuyor rahat koltuklarında hepsi. Savaş kahramanları..."
Afalladı genç adam. Teni kadar solgun sesi, kulaklarını doldururken kızın gözlerinin içine baktı. Bu sözler ona bir şey ifade etmiyordu. Etmeli miydi? Düşünemedi o an. Ne anlatmaya çalıştığını hiç bir zaman ilk cümlesinden çözememişti. Ama önemli olduğunu biliyor gibiydi.
"Yani?" dedi umursamaz bir tonda. Onun üzerinde kullanabileceği herhangi bir etkisi de yoktu. Dahasını öğrenmek için yanıp tutuşurken, umursamamaya devam etmeliydi suratı. "Bana ne bundan?"
"Artık savaşlar ilan edilmiyor. Hayır, kimse o kadar onurlu değil. Biz yalnızız Ringo. Bu köyü yalnız bırakacaklar." dedi hüzün dolu bir sesle çelik iradeli Zaru. Onu hüzünlü görmek, sesinden bir hüzün parçası kopması dahi ilginçti.
"Ne düşündüğümü zaten biliyorsun. Ginbushi en doğru kararı alır. Sen neden düşünüyorsun ki? Hep güllük gülistanlık mı olacaktı hayat? Biz acı çekeceğiz Zaru. Bundan kaçışımız yok. Ben bir şeyleri sorgulayacak durumda değilim." dedi, gülümseyerek. Alışması gerekiyordu. Ringo'yu anlayabilirdi o. Ziyadesiyle daha çok çalışırdı beyni.
"Kuzuryu-gawa görevimiz. Bizi kurtarmıştın. Kendini hep benden aşağıda görsen de, o gün olmasaydın şu an burada bir mezar daha olacaktı." dedi, hüzün gözlerini kaplamıştı. Lakin yağmurlarını henüz yağdırmamıştı. Zaten ağlamazdı Zaru. Bunu becerecek kadar yetenekli değildi. "Annemin hemen yanında." diye söylendi naifçe. Ringo kafasını sağdan sola, seri fakat ağırbaşlılıkla salladı. Pişmanlıklar dolduruyordu yürekleri. Fakat çığlıkları pek sönük. Gurur duyduğu bir anı, dostunun hatırlaması ona sevinç zerk ediyordu.
"Rüyalarına girdi değil mi? İsmi fısıldandı kulaklarına. Lanet ettin belki tekrar hatırladığın için. Asla kopamayacağını anladın. Köklerini kesip attığında, bir hiç olduğunu farkettin."
Bir hiç mi? Bir hiç... Ringo asla bir hiç olmadı. Sinirlenirdi bu lafa, bağırır çağırırdı. Lakin Zaru onu kıramazdı. Lafın arkasındaki mananın daha farklı olmasını umut etti.
"Ben asla bir hiç olmadım Zaru. Olmayacağım da. Yeni ve seçkin dostların aralarında ne konuşuyor bilemem. İnkar da edersin sen gerçi. Ama ben dostlarım için nefes alıyorum. Beni umutsuzluğa düşürmek için geçmişimi kullanma." dedi, kararlı ve boğuk ses tonuyla.
Bir canavar gibi kükrerdi eğer, kuşları ürkütmek isteseydi. Ancak yapmadı. Zira fazlasıyla güzel bir geceydi. Her şeye rağmen.
"Buna izin vermem."