[Chouwano Kagi] Ağlatırlar, güldürürler.
Posted: June 19th, 2021, 11:43 pm
"İşte yeniden gidiyorsun. Uzun uzadıya giden şu uçsuz bucaksız, iki kapılı diyarda."
"İşte yeniden gidiyorum. Üçüncüsünü arıyorum, çıkmak için diyardan."
"Maksat çıkmaksa mekandan, var mıdır kıymeti, hangisinden çıktığından?"
Belki vardı, belki yoktu ama her kapının sonunda ayrı bir 'şey' vardı. Belki beğeneceğimiz, belki nefret edeceğimiz şeyler idi bunlar. Belki ona ulaşmak için sözlerinden, ahitlerinden ve belki de duruşlarından ödün verecekleri akıl ile sınırlanamayacak kadar güzel şeyler. Belki de ondan kaçmak için sözlerinden, ahitlerinden ve belki de duruşlarından ödün verecekleri akıl ile sınırlanamayacak kadar kötü şeyler.
Sonunda ikisi de aynı şey olmaz mıydı? Derler ki: "Hayat, seçimlerimizden ibarettir." Kagi de bir zamanlar böyle düşünüyordu. Hangi yemeği isterse yemesi yalnızca bir arzulamaya bakıyordu. Matsuoka ağacının altına isterse gidip otururdu. Görevi uğruna birisinin kanını etrafa saçmak yalnızca birkaç saniye sürecek bir iş idi ve hepsi de ancak ve ancak Kagi isterse olacak şeylerdi. Bunların hepsinin kendi seçimlerinin olduğuna inanmak basit ve kolaydı. O zamanlar bir kuş gibi özgür, tüy gibi hafif idi. Asıl meşakkat, o mağarada arkasına dönüp de baktığında aslında hiçbirini kendi isteğiyle yapmadığını anlaması ile başlamıştı.
Eğer 'özgür' bir insan her seçiminde aslında bu yola sevk edilmiş ise tam olarak bir özgürlükten bahsedilebilir miydi? Kagi, her eyleminde ve her fikrinde başka bir varlığın tesirini görmeden edemiyordu. Şu ormanda birisi ona tam da şu anda bir Kunai fırlatmış olsa muhtemelen ölecekti. Bu noktada Kagi'nin seçenekleri nelerdi? Ona kunai fırlatacak olan kişi bunu niye fırlatacaktı? Belki çaresizlikten, belki yapabiliyor olmaktan ve belki de aynı bir zamanlar onun yaptığı gibi görevi uğruna yapacaktı. Peki ya onu bu yola iten şeyleri etkileyenler neydi? Bu döngünün sonu, başıydı. Kagi varlığını hissedebildiği herkesin bir diğer varlık tarafından tesir altında olduğunu hissedebiliyordu.
Bugün, geçmişinde yaptıklarını kimi varlık ve olguların tesiri ile yaptıklarını görerek pişman olduğunu dile getirebiliyordu fakat yine de farkındaydı ki şu an yaşadığı hayat da Chagama'nın fikirleri ve insan varlığının geliştirdiği duygu ve kültür ile ilişkiliydi. Bu onu daha büyük bir çıkmaza itiyordu. Zira olur da başarıp diğer varlıkların somut veya soyut bütün tesirlerinden kurtularak bir karar verecek güce erişse dahi kendi öz varlığını oluşturan değerlerden hiçbir zaman kurtulamayacaktı. Bu zincir, o tamamen 'yok' haliyle var olmadıkça, onu bağlamaya devam edecekti.
Nihayetinde haksız değildi. Eğer maksat dünyadan ayrılmaksa ölüm ile ayrılmanın, tecrit olarak var olmanın ya da Rinne'yi tamamen kırarak ayrılma arasında aslında pek de fark yoktu. Kapının ardındaki sevsek de sevmesek de aynı şey olacaktı. Bizim ona karşı duyacağımız sevginin kademesi bir şeyi değiştirmeyecekti. Zira değişecek bile olsaydı ona karşı tutumumuz daha biz doğmadan belirlenmiş olacaktı. İşte Kagi bu diyarda bu gerçekliğe teslim olmuş halde dolaşıyordu. İşte Kagi'nin rahiplerden, insanlardan, bu dünyanın bütün varlıklarından istediği şey onu bu gerçekliği güneş gibi parlak ve yakıcı olan teslimiyetten kurtarmasıydı.
Büyük bir kabustan uyanır gibi gözlerini açmıştı. Panikle çevresinde göz gezdirdi. Ağaçlara, toprağa ve ağaçların arasından kandil ışıkları süzülen tapınağa baktı. Kayda değer bir şey olmadığına kani olunca derin bir nefes verdi. Hoş, neye binaen böylesine savunma durumundaydı; onu da bilmiyordu. Susuzluktan alt dudağı çatlamıştı ve diliyle kurumuş kabuğu sehven kaldırarak canını acıtmıştı. Gözlerinde büyük bir yorgunluğun izleri kolaylıkla görülebiliyordu. Zamanı tayin etmek için göğe baksa da ağaçların yoğunluğundan ufuk çizgilerini göremiyordu. Zaman ne olursa olsun uyumasına ama 'gerçekten' uyumasına çok ihtiyacı vardı. Uygun bir yer bulma veya ayarlamaya takati de kalmamıştı.
Gözlerini yeniden açtığında güneş tam tepeden yüzüne vuruyordu. Kim bilir kaç saat uyumuştu. Elini güneşin huzmeleri arasında sanki bir saçı okşuyormuşçasına gezdirdi. "Nihayetinde hiçbir anlamı olmayacaksa bu gaye niye?" diye düşündü. Orada öylece yatarak hiç olmayı istedi. Bütün yüklerinden, düşüncelerinden ve kendisinden ayrılmak istedi fakat yine de bu mezardan kalkacaktı. İşte zaten sorun da burada değil miydi?
Zihinsel bir yorgunluğu hissetmeye devam etse de dinçleşmişti. Ayağa kalkıp üzerini kirleten toprak ve bitkilerden kendini arındırabildiği kadar arındırdı. Ardında bıraktığı ya da bırakabileceği hiçbir şey yoktu. Hiç var olmamış gibi gelmiş ve gidiyordu. Motoichi'nin kendisini buraya getirdiği güzergahtan geriye doğru giderek hatırında kalan kuyulardan birine gidecek ve su ihtiyacını karşılayacaktı.
Bansai'nin ölümü aydınlatılmadan, Ateş Tapınağı'ndan buna dair bir haber gelmeden Ateş Ülkesi'nden ayrılmak istemiyordu. Eğer şüphelendikleri gibi Kagi gerçekten de bu ölümde parmağı olan birisi ise cezasını çekmek üzere bu ülkede bulunacaktı. Uzak bir yere giderek insanları onu arama zahmetine sokmak istemezdi. Bu ucu keskin kılıcın öbür tarafında ise Ateş Ülkesi'nde amacı kalmamışlık vardı. Bu ülke hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Zira daha Ateş Rahipleri'nin varlığından bile emin olmayarak buraya gelmişti.
Bu kaybolmuşluk hissi içinde gezinip durdu. Bu his ona hem büyük bir özgürlük sunuyor hem de onu kalın prangalar ile bağlıyordu. 'Ev' denilen yerin yokluğunu şimdi daha net hissediyordu. Mevcut konjonktürde evden yoksunluk bir özgürlüğü de beraberinde getiriyordu ancak pek az kişi bu özgürlüğün bedellerini göğüsleyebilme yetisine sahipti.
Nihayetinde Kagi, eski bir hatırayı canlandırmaya ve yeniden yaşamaya karar verdi. Ayrıca, buraya gelen bir önceki kişi ile de aynı kişi olmadığına da hemfikirdi. Bunca insanın "Evim." derken gururlanarak belirttiği o yerleşim yerini bir kez daha görmek, bir kez daha gezmek istedi. Herkesin -ve bir zamanlar kendisinin- büyük bir gururla bahsettiği Uzumaki Naruto ve Konohalılar ile bir kez daha konuşmayı diledi.
Shinobi Dünyası'nın yeni çağını inşa eden bu 'muzaffer' topluluğun gözünden Shinobi Dünyası'nın geri kalanı nasıl görülüyordu? Uzumaki Naruto, gerçekten de Kagi'nin addettiği üzere yalnızca kaderi sayesinde mi Konohalıların kendisine yönelttiği bu nefretin üstesinden gelebilmişti? Eğer Naruto, bunu gerçekten de yalnızca kendisi çabası ile başarmışsa bunu hangi yol sayesinde başarmıştı?
Soru sormak, hele Kagi gibi avare birisi için soru sormak oldukça basit ve zahmetsiz işlerdi. Asıl meşakkat bu sorulara yanıt ve yanıt verebilecek birilerini aramak ve bulmakta yatıyordu. Akıbet: İşte Kagi yeniden yollarda başı boş geziyordu. Konoha ne taraftaydı, yol güvenli miydi? Bilmiyordu. Bilmesine de gerek yoktu.
"İşte yeniden gidiyorum. Üçüncüsünü arıyorum, çıkmak için diyardan."
"Maksat çıkmaksa mekandan, var mıdır kıymeti, hangisinden çıktığından?"
Belki vardı, belki yoktu ama her kapının sonunda ayrı bir 'şey' vardı. Belki beğeneceğimiz, belki nefret edeceğimiz şeyler idi bunlar. Belki ona ulaşmak için sözlerinden, ahitlerinden ve belki de duruşlarından ödün verecekleri akıl ile sınırlanamayacak kadar güzel şeyler. Belki de ondan kaçmak için sözlerinden, ahitlerinden ve belki de duruşlarından ödün verecekleri akıl ile sınırlanamayacak kadar kötü şeyler.
Sonunda ikisi de aynı şey olmaz mıydı? Derler ki: "Hayat, seçimlerimizden ibarettir." Kagi de bir zamanlar böyle düşünüyordu. Hangi yemeği isterse yemesi yalnızca bir arzulamaya bakıyordu. Matsuoka ağacının altına isterse gidip otururdu. Görevi uğruna birisinin kanını etrafa saçmak yalnızca birkaç saniye sürecek bir iş idi ve hepsi de ancak ve ancak Kagi isterse olacak şeylerdi. Bunların hepsinin kendi seçimlerinin olduğuna inanmak basit ve kolaydı. O zamanlar bir kuş gibi özgür, tüy gibi hafif idi. Asıl meşakkat, o mağarada arkasına dönüp de baktığında aslında hiçbirini kendi isteğiyle yapmadığını anlaması ile başlamıştı.
Eğer 'özgür' bir insan her seçiminde aslında bu yola sevk edilmiş ise tam olarak bir özgürlükten bahsedilebilir miydi? Kagi, her eyleminde ve her fikrinde başka bir varlığın tesirini görmeden edemiyordu. Şu ormanda birisi ona tam da şu anda bir Kunai fırlatmış olsa muhtemelen ölecekti. Bu noktada Kagi'nin seçenekleri nelerdi? Ona kunai fırlatacak olan kişi bunu niye fırlatacaktı? Belki çaresizlikten, belki yapabiliyor olmaktan ve belki de aynı bir zamanlar onun yaptığı gibi görevi uğruna yapacaktı. Peki ya onu bu yola iten şeyleri etkileyenler neydi? Bu döngünün sonu, başıydı. Kagi varlığını hissedebildiği herkesin bir diğer varlık tarafından tesir altında olduğunu hissedebiliyordu.
Bugün, geçmişinde yaptıklarını kimi varlık ve olguların tesiri ile yaptıklarını görerek pişman olduğunu dile getirebiliyordu fakat yine de farkındaydı ki şu an yaşadığı hayat da Chagama'nın fikirleri ve insan varlığının geliştirdiği duygu ve kültür ile ilişkiliydi. Bu onu daha büyük bir çıkmaza itiyordu. Zira olur da başarıp diğer varlıkların somut veya soyut bütün tesirlerinden kurtularak bir karar verecek güce erişse dahi kendi öz varlığını oluşturan değerlerden hiçbir zaman kurtulamayacaktı. Bu zincir, o tamamen 'yok' haliyle var olmadıkça, onu bağlamaya devam edecekti.
Nihayetinde haksız değildi. Eğer maksat dünyadan ayrılmaksa ölüm ile ayrılmanın, tecrit olarak var olmanın ya da Rinne'yi tamamen kırarak ayrılma arasında aslında pek de fark yoktu. Kapının ardındaki sevsek de sevmesek de aynı şey olacaktı. Bizim ona karşı duyacağımız sevginin kademesi bir şeyi değiştirmeyecekti. Zira değişecek bile olsaydı ona karşı tutumumuz daha biz doğmadan belirlenmiş olacaktı. İşte Kagi bu diyarda bu gerçekliğe teslim olmuş halde dolaşıyordu. İşte Kagi'nin rahiplerden, insanlardan, bu dünyanın bütün varlıklarından istediği şey onu bu gerçekliği güneş gibi parlak ve yakıcı olan teslimiyetten kurtarmasıydı.
Büyük bir kabustan uyanır gibi gözlerini açmıştı. Panikle çevresinde göz gezdirdi. Ağaçlara, toprağa ve ağaçların arasından kandil ışıkları süzülen tapınağa baktı. Kayda değer bir şey olmadığına kani olunca derin bir nefes verdi. Hoş, neye binaen böylesine savunma durumundaydı; onu da bilmiyordu. Susuzluktan alt dudağı çatlamıştı ve diliyle kurumuş kabuğu sehven kaldırarak canını acıtmıştı. Gözlerinde büyük bir yorgunluğun izleri kolaylıkla görülebiliyordu. Zamanı tayin etmek için göğe baksa da ağaçların yoğunluğundan ufuk çizgilerini göremiyordu. Zaman ne olursa olsun uyumasına ama 'gerçekten' uyumasına çok ihtiyacı vardı. Uygun bir yer bulma veya ayarlamaya takati de kalmamıştı.
Gözlerini yeniden açtığında güneş tam tepeden yüzüne vuruyordu. Kim bilir kaç saat uyumuştu. Elini güneşin huzmeleri arasında sanki bir saçı okşuyormuşçasına gezdirdi. "Nihayetinde hiçbir anlamı olmayacaksa bu gaye niye?" diye düşündü. Orada öylece yatarak hiç olmayı istedi. Bütün yüklerinden, düşüncelerinden ve kendisinden ayrılmak istedi fakat yine de bu mezardan kalkacaktı. İşte zaten sorun da burada değil miydi?
Zihinsel bir yorgunluğu hissetmeye devam etse de dinçleşmişti. Ayağa kalkıp üzerini kirleten toprak ve bitkilerden kendini arındırabildiği kadar arındırdı. Ardında bıraktığı ya da bırakabileceği hiçbir şey yoktu. Hiç var olmamış gibi gelmiş ve gidiyordu. Motoichi'nin kendisini buraya getirdiği güzergahtan geriye doğru giderek hatırında kalan kuyulardan birine gidecek ve su ihtiyacını karşılayacaktı.
Bansai'nin ölümü aydınlatılmadan, Ateş Tapınağı'ndan buna dair bir haber gelmeden Ateş Ülkesi'nden ayrılmak istemiyordu. Eğer şüphelendikleri gibi Kagi gerçekten de bu ölümde parmağı olan birisi ise cezasını çekmek üzere bu ülkede bulunacaktı. Uzak bir yere giderek insanları onu arama zahmetine sokmak istemezdi. Bu ucu keskin kılıcın öbür tarafında ise Ateş Ülkesi'nde amacı kalmamışlık vardı. Bu ülke hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Zira daha Ateş Rahipleri'nin varlığından bile emin olmayarak buraya gelmişti.
Bu kaybolmuşluk hissi içinde gezinip durdu. Bu his ona hem büyük bir özgürlük sunuyor hem de onu kalın prangalar ile bağlıyordu. 'Ev' denilen yerin yokluğunu şimdi daha net hissediyordu. Mevcut konjonktürde evden yoksunluk bir özgürlüğü de beraberinde getiriyordu ancak pek az kişi bu özgürlüğün bedellerini göğüsleyebilme yetisine sahipti.
Nihayetinde Kagi, eski bir hatırayı canlandırmaya ve yeniden yaşamaya karar verdi. Ayrıca, buraya gelen bir önceki kişi ile de aynı kişi olmadığına da hemfikirdi. Bunca insanın "Evim." derken gururlanarak belirttiği o yerleşim yerini bir kez daha görmek, bir kez daha gezmek istedi. Herkesin -ve bir zamanlar kendisinin- büyük bir gururla bahsettiği Uzumaki Naruto ve Konohalılar ile bir kez daha konuşmayı diledi.
Shinobi Dünyası'nın yeni çağını inşa eden bu 'muzaffer' topluluğun gözünden Shinobi Dünyası'nın geri kalanı nasıl görülüyordu? Uzumaki Naruto, gerçekten de Kagi'nin addettiği üzere yalnızca kaderi sayesinde mi Konohalıların kendisine yönelttiği bu nefretin üstesinden gelebilmişti? Eğer Naruto, bunu gerçekten de yalnızca kendisi çabası ile başarmışsa bunu hangi yol sayesinde başarmıştı?
Soru sormak, hele Kagi gibi avare birisi için soru sormak oldukça basit ve zahmetsiz işlerdi. Asıl meşakkat bu sorulara yanıt ve yanıt verebilecek birilerini aramak ve bulmakta yatıyordu. Akıbet: İşte Kagi yeniden yollarda başı boş geziyordu. Konoha ne taraftaydı, yol güvenli miydi? Bilmiyordu. Bilmesine de gerek yoktu.