Teke Tek
Posted: September 23rd, 2021, 10:21 pm
Sol kolumun dış, dirseğe yakın bir kısmına saplanmış olan shurikene baktım göğsüme saplanmış olan bir başkasını çıkartırken. Kanlı shurikeni yere fırlatırken hâlâ dirseğimdekini inceliyordum gözlerimle. Halihazırda zaten saplıyken feci acıtıyordu, dirseğimi bükersem küçük bir kız çocuğu gibi bağırmaktan korkuyordum. Derin bir nefes aldım ve yaslandığım ağaç gövdesine iyice sindim elimi yana indirmeden. Usulca önümde karnıma yaklaştırdığım dizime koydum dirseğimin alt kısmını, ardından diğer bacağımı yere serdim.
Hafif hafif yağan yağmur dibinde bulunduğum ağacın yapraklarında birikiyor ve tane tane vücuduma damlıyordu. Tabii her bir damlada ıslaklık hissetme raddesini epey aşmıştım; zaten komple ıslanmış haldeydim. Sağanak bir on dakika önce falan kesilmiş olmalıydı. Saçlarım sırılsıklam olmuş, kıyafetlerim çamur içinde ve vücudum kesiklerle doluydu.
Başımı yasladığım ağaç kovuğundan çektim. Ufukta patlayan şimşeklere alıştığımdan dikkatimi bile çekmemişti loş havanın anlık aydınlanması. Benim odağım dirseğimdeki shurikendeydi. Usulca ortasındaki boşluğa elimi geçirdim, bu usulluğa tezatlık yapacak hızda da geri çektim onu.
"Hnng..."
Laflarımı yuttum yere fırlatırken shurikeni. Artık asıl sıkıntıya, karnımın sağ tarafındaki derin kesiğe odaklanabilirdim.
Evet, en büyük derdim shurikenler değildi. Karnımdaki bu lanet olasıca kesikti aslında. Giysimin o kısmı parçalandığından liğme liğme olmuş ipliklerin arasından kesildiği yerden pörtlemiş eti seçebiliyordum. Taze kan yarayı epey temiz gösteriyordu ancak bu yağmurda ve çamurda bir şeylerin bulaşmamış olması biraz şans olurdu sanki. Ya da olmaz mıydı? Ne bilirdim ki ben, Susumu bilirdi. "Bişey bulaşmış mıdır?" dedim sesimi yükselterek, gözlerimi yaradan çekmeden.
Susumu beş, on metre kadar ileride, açıklıktaydı. Yerde yatan bir shinobinin üzerine çökmüş ve ona ilk yardım yapıyordu. Az önce kılıcımla deştiğim bir shinobiye. Bana bu yarayı da o vermişti aslında. Misliyle karşılık vermem gerekir miydi? Konu ölüm kalım meselesi olunca mecbur kalmıştım. Yapabileceğim pek bir şey yoktu yani aslında, düşününce. "Öldür, ya da öl" ile özetlenen bir durumun içinde kaldığınızda yapabileceğiniz şeyler kısıtlanıyor epeyce aslında.
Sağımızda ve solumuzda, alanda ölü yatan diğerleri de hayatta olsa bunu onaylarlardı belki. Bilemiyordum. Bu hususta düşünmeyi bırakalı epey bir süre olmuştu açıkçası. Daha önceleri günler boyunca beynimi kurcalayan sorular artık zihnimde belirmiyordu bile. Bir cevap bulduğumdan da değil aslında. Sadece aynı soruları tekrar tekrar sormaktan yorulmuştum. Ben sorulara cevap aramayla uğraşırken hayat devam ediyor, görevler gelip geçiyor, kurtarılması gereken bir köylü, etkisiz hale getirilmesi gereken bir çete oluyordu her zaman.
Yarama dokunmamaya özen göstererek sıramı beklemeye başladım uslu bir çocuk gibi. Bir uslu çocuk gibi pek de düşünmemeye çalışmak faydama olacak gibiydi.
Hafif hafif yağan yağmur dibinde bulunduğum ağacın yapraklarında birikiyor ve tane tane vücuduma damlıyordu. Tabii her bir damlada ıslaklık hissetme raddesini epey aşmıştım; zaten komple ıslanmış haldeydim. Sağanak bir on dakika önce falan kesilmiş olmalıydı. Saçlarım sırılsıklam olmuş, kıyafetlerim çamur içinde ve vücudum kesiklerle doluydu.
Başımı yasladığım ağaç kovuğundan çektim. Ufukta patlayan şimşeklere alıştığımdan dikkatimi bile çekmemişti loş havanın anlık aydınlanması. Benim odağım dirseğimdeki shurikendeydi. Usulca ortasındaki boşluğa elimi geçirdim, bu usulluğa tezatlık yapacak hızda da geri çektim onu.
"Hnng..."
Laflarımı yuttum yere fırlatırken shurikeni. Artık asıl sıkıntıya, karnımın sağ tarafındaki derin kesiğe odaklanabilirdim.
Evet, en büyük derdim shurikenler değildi. Karnımdaki bu lanet olasıca kesikti aslında. Giysimin o kısmı parçalandığından liğme liğme olmuş ipliklerin arasından kesildiği yerden pörtlemiş eti seçebiliyordum. Taze kan yarayı epey temiz gösteriyordu ancak bu yağmurda ve çamurda bir şeylerin bulaşmamış olması biraz şans olurdu sanki. Ya da olmaz mıydı? Ne bilirdim ki ben, Susumu bilirdi. "Bişey bulaşmış mıdır?" dedim sesimi yükselterek, gözlerimi yaradan çekmeden.
Susumu beş, on metre kadar ileride, açıklıktaydı. Yerde yatan bir shinobinin üzerine çökmüş ve ona ilk yardım yapıyordu. Az önce kılıcımla deştiğim bir shinobiye. Bana bu yarayı da o vermişti aslında. Misliyle karşılık vermem gerekir miydi? Konu ölüm kalım meselesi olunca mecbur kalmıştım. Yapabileceğim pek bir şey yoktu yani aslında, düşününce. "Öldür, ya da öl" ile özetlenen bir durumun içinde kaldığınızda yapabileceğiniz şeyler kısıtlanıyor epeyce aslında.
Sağımızda ve solumuzda, alanda ölü yatan diğerleri de hayatta olsa bunu onaylarlardı belki. Bilemiyordum. Bu hususta düşünmeyi bırakalı epey bir süre olmuştu açıkçası. Daha önceleri günler boyunca beynimi kurcalayan sorular artık zihnimde belirmiyordu bile. Bir cevap bulduğumdan da değil aslında. Sadece aynı soruları tekrar tekrar sormaktan yorulmuştum. Ben sorulara cevap aramayla uğraşırken hayat devam ediyor, görevler gelip geçiyor, kurtarılması gereken bir köylü, etkisiz hale getirilmesi gereken bir çete oluyordu her zaman.
Yarama dokunmamaya özen göstererek sıramı beklemeye başladım uslu bir çocuk gibi. Bir uslu çocuk gibi pek de düşünmemeye çalışmak faydama olacak gibiydi.