[Chouwano Kagi] Tavşan
Posted: February 14th, 2022, 4:35 am
Bir hikayeye göre derler ki bir düşmüş çıkıp gelmiş bir dolunay gecesi biri maymun, biri tilki biri de tavşan üç ahbabın yanına. "Açım!" demiş duyanlara. Gönlü birbirinden bol ahbaplar başlamışlar açı doyurmak için yol aramaya. Maymun çıkmış ağaca meyve toplamaya, inmiş nehre balık avlamaya. Kâdirmiş nihayetinde çıkmaya ağaca, inmeye nehre. Tilki dolanmış bir öte bir beri nihayetinde sığınmış kudretine. Yakaladığı bir kertenkele ile yavrusunun ağız sütünü verebilmiş bu bahtsız kalendere. Tavşan ise ne bir canı incitmeye muktedir ne de çıkıp ağaca meyve toplamaya. Koparttığı yalnızca çimendir, ötesi yok. Kalmış biçâr, dönmüş düşmüşe: "Yak ateşi ey kalender!" demiş. Yanmış ocak, konulmuş kazan. "Benim sunduğum etimdir!" deyip atlamış kazana. Kazan olmuş sepet, ateş olmuş gülşen. Yanmaya ne hacet bir serinliktir sinelerini doldurmuş. Dilenci silkinmiş. O silkinince üzerindeki paçavralar da toz olup uçmuş. Tozun altından Toriten'in hükümdarı Taishakuten çıkmış. Evren'in düzenleyicisi olan hükümdar gülümsemiş, nur olup göğe yükselmiş. Dolunaya bu ulu tavşanın suretini çizmiş. Böylelikle kim ne zaman aya bakacak olursa kendisini kurban eden tavşanın ululuğunu görür olmuş.
Efsaneler birbirini kovalardı ve muhtemelen hepsi de gerçeklikten çok uzaktı fakat unutulmamalıydı ki her birinde bir doğruluk payı da bulunmaktaydı. Masalların dediği gibi ayın üzerinde tavşana dönüşen bahtsız gelin Jōga yoktu. Ölümsüzlüğü arayan bir tavşan da yoktu. Taishakuten'in bir resim falan çizdiği de muhtemelen yoktu. 16 yıl önce aydınlanmış olan insanlar artık bu tavşan ile ay arasındaki ilişki ve buna binaen kurulan hikayelerin hepsinin dayandığı noktanın Tavşan Kraliçe adıyla bilinen Ootsutsuki Kaguya ve onun hapsedildiği Chibaku Tensei'nin olduğunu kolaylıkla söyleyebilirdi.
Hikayeler değişirdi. Var olan eskir yerini dolduran şey ise eski olamazdı. Bu durum yalnızca hikayeler için geçerli değildi. İtikadlar için de, sistemler için de, var olan her somut veya soyut olgu için geçerliydi. Birisi birisinden daha iyi olmazdı. Olan şey yalnızca "yeni" olurdu. Değişim geldi sanılırdı oysa hiçbir şey değişmezdi.
İnsanlar inandıkları şeyleri fazla ciddiye alıyordu. Kagi hiç kimseyi bir şeyden koparıp bir benzerine "ama az da olsa farklısına" bağlamak istemedi. Eğer öyle yapıyor olsaydı bu onu yalnızca doğal sürecin bir aracı haline getirirdi. Genç kızın kitleleri kendisine bağlama gibi bir girişimi de yoktu. Hatta mümkünse bir gruba müntesip olmak istiyordu. Zaten bu yolculuğa çıkma gayesi de buydu. Bu bağlanış ise körü körüne ve güçlünün, çoğunluğun diktasına boyun eğme yoluyla olmamalıydı. Kagi bu uğurda her soruyu hatta "Onun yerine sizi lağvetsek niye daha iyi olmasın?" gibi direkt olarak temele dayanan bir soruyu sormaktan çekinir değildi. Oysa daha bu varoluşsal neden sorularına değinmemişti bile. Ateş Tapınağı'nda yalnızca bulunarak cinayetle suçlanmış, bir iç mücadeleye figür olmuş ve an itibari ile muhtemelen uluslararası aranan bir kimseye dönüşmüştü. Oysa genç kız kime ne yapmıştı?
Hajime'nin yanından ayrılalı birkaç saat olmuştu. Ateş Ülkesi'nde olduğunu "yağmayan" yağmurdan, ağaçlardan, otlardan anlamıştı lakin ne taraf nereye giderdi bir fikri yoktu. Yürümekten sıkılmış ve ayı görebilen rahat bir yere yerleşip uzanıp yatmıştı. Uyumak istiyordu lakin derince bir uykudan uyanalı daha çok olmadığı için hiç uyuyası yoktu. O da kendince düşünüyor ne yapacağını tartıyordu lakin yaşananlar biraz da olsa onu strese sokmuştu. Bu stres halinde de aklını tek bir yöne vermekte zorlanıyor "yan yollara" sapıyordu. Ay'ın muhteviyatı hakkındaki yürüttüğü fikirler de bu yüzdendi.
Genç kız yeniden ayaklandı. "Acaba beni hangisi bulacak." diye düşündü. "ANBU halen daha Danzou zamanındaki kadar gaddar mıdır acaba." ANBU'nun belirli reformlara uğradığı kesindi lakin nihayetinde bir istihbarat örgütü olması gerekçesiyle bu reformların Kagi gibi avam birisinin bilmesi pek olası değildi. Hem, artık barış çağında gizli istihbaratın manası da neydi. Muhtemelen lağvedilmişlerdi. Hafifçe güldü. "Belki de beni Gölge Hokage bulur." diye söylendi. Uchiha Sasuke ile karşılaşabilme ihtimali bile komik geldi. Şu ağırbaşlılığı olmasa yere yatıp katıla katıla gülerdi. Sasuke'nin kendisine karşı galip gelmesi için gard almasına dahi gerek yoktu. Yine de bu fikirden o kadar da çekinmemişti. Hatta Indra'nın reenkarnesini görmeyi içten içe de istiyordu. Diğer yanda Ateş Rahiplerinin durumu ne haldeydi; kestirmek zordu. Anladığı kadarıyla Sentoki büyük savaşı kazansa da Hajime ile birebir yaptığı mücadeleyi kaybetmişti. Hakeza Kagi'nin yarı-ölü halini dahi kurtarmışlardı. "Bu bir genjutsu değil di' mi?" diye söylendi. İki eliyle kaplan mührü yapıp Çakra akışını bozmaya çalıştı. Bunu biraz da öylesine yapmıştı zira bu rahiplerin yaptığı genjutsu bozmak için "birazcık" kompleks görünüyordu. Hajime'ye bunun içeriğini sormadığı için biraz hayıflandı. Bir Funyuu bulana kadar ya da absürt bir olay örgüsüne dahil olmadıkça gerçekliğin genjutsu olup olmadığını söyleyemeyecekti.
Kararı aynıydı. Konoha yönüne doğru yeniden ilerleyecekti. Adı temize çıkmadan Ateş Ülkesi'nden çıkmak gibi bir niyeti yoktu. Hakeza sınırlardan çıkıp ülkeden kaçabileceğini de pek zannetmiyordu. Kendisini Konoha'nın batısında varsayarak doğuya doğru yöneldi. Eğer tanıdık bir mekana rastlarsa kendini Konoha yönüne doğru oryante edecekti. Yine satıh yolları tercih edecek fakat mümkünse yola yakın ağaçlar üzerinde hareket edecekti. Bu durum onu ister istemez hızlandıracak olsa da asıl maksadı yolda bir başka kimse ile konuşma ihtimalini ortadan kaldırmaktı. Zira üzerinde bu etiket varken herhangi bir şeyden habersiz kimseleri yalnızca selamlaşarak bile bu çukura çekebilirdi. Genç kız bu girdabın zaten yeterince yıkım yarattığına inanıyordu.
Nihayetinde ayağına çakra yükleyip zıpladı. Ağaç tepesinde yolculuk yapmayalı epey bir zaman olmuştu. Bir shinobi grubu ile karşılaşmayı umdu. Zira bu aceleci shinobi "yürüyüşü" pek onluk değildi. Yakalanıp teslim olmak, sağ selamet yürüye yürüye Konoha'ya varmak ve cezasını çekmek istiyordu.