Daija’nın yarattığı huşu ortamının içerisinde aldığın derin nefes tüm bakışların üzerinde sabitlenmesini sağlıyorsun. Daija da tıpkı ortamda bulunanlar gibi gözlerini gözlerine kilitliyor ve sanki sen daha konuşmadan zihninden geçenleri okumaya başlıyor. Ancak bu duygudan herhangi bir rahatsızlık duymuyorsun ve konuşmaya başlıyorsun.
Tüm konuşman, adeta nefes alınmadan dinleniyor. Söylediğin her bir sözün, ortamda bulunan kişilerce düşünüldüğünü hissedebiliyorsun. Bu hissiyat, seni konuşmaktan veya cümlelerini oluşturmaktan hiçbir şekilde alıkoymuyor. Üzerindeki bakışlarda ne bir ön yargı ne de başkaca bir yargılama hissediyorsun. Bu sayede cümlelerin zihninde kurgulandığı gibi akıp gidiyor.
Sözlerin Seka’ya yöneldiğinde, Sanraku hariç herkes sana bakmaya devam ediyor. Seka’nın suratında beliren çekici bir tebessüm ve Sanraku’nun Seka’ya yönelttiği azgın ihtiyar bakışları dışında, başkaca bir tepki gelmiyor sözlerine. Daija’ya dönüp cümlelerini kurduğunda, zikrettiğin saygının bir karşılığı olduğunu hissediyorsun ruhunda. Tekrar ortamdakilere dönüp konuşmanı sonlandırdığında, bu kez Daija sana kilitlediği bakışlarıyla ortamdakileri sırayla süzmeye başlıyor.
Daija’nın dostları olarak gösterdiği kişilere yönelttiği bakışlara iştirak ettiğinde, her birinin söylediğin sözler üzerine düşündüğü hissedebiliyorsun. Ancak içlerinden herhangi birinin konuşmaya dahil olmak gibi bir arzusu olmadığını da fark edebiliyorsun. Yaklaşık bir dakikalık süren sessizliğin ardından ise Daija hafifçe bir nefes alarak konuşmaya başlayacağının işaretini veriyor.
“En başından başlayalım o zaman Kagi. Bizleri ve kendini shinobi olarak addediyorsun, peki shinobi nedir ve kime denir? Doğrusuyla yanlışıyla ninshuu’nun ne olduğu konusunda fikir sahibisin, öyle değil mi? Bugün shinobi denilen kişiler, gizli köylerin temel askeri birliklerindekilere deniliyor. Gizli köyler yokken, paralı olarak savaşan klan mensuplarına shinobi deniliyordu. Gel gör ki, ne sen ne de bizler, herhangi bir köyün veya klanın mensubu olarak hareket eden kimseler değiliz. Bu yönde bir aidiyet duygumuz bulunmuyor. O zaman bizler shinobi sayılır mıyız? Salt chakramızı kullanmak mı bizi shinobi yapıyor? Hayır… Bizler shinobi değiliz Kagi. Bu yüzden kaçman gereken bir kimlik yok aslında. Sen Kagi’sin, hepsi bu. Ne ötesi ne berisi… Zaten senin burada olmanı arzulamam da bundandır. Bir shinobi değilsin ve ruhun bir shinobi olamayacak kadar özgür!”
Daija’nın öncekilere göre nispeten uzun konuşması bir soluk arasıyla son buluyor. Daija’nın yüzünde oluşan tebessümü görmenin ardından diğerlerine baktığında, Daija’nın sözlerini hepsinin paylaştığını hissedebiliyorsun. Bunun sorgusuz sualsiz bir kabul olmadığını, gerçekten hak vererek bu düşünceye iştirak edildiğini anlayabiliyorsun. Bakışların tekrar Daija’ya döndüğünde, Daija bir kez daha konuşmaya başlıyor.
“Hatake Kakashi… Ne kudretli ne saygı duyulası bir insan. Ona karşı dostu da düşmanı da bu saygıyı besliyor, hak ediyor da. Lakin ne denli kudretli olursa olsun, o da görev ve arkadaşlık kavramları arasında sıkışıp kalmış bir shinobiden ibaret. Sözlerimi ona karşı bir saygısızlık olarak düşünme, asla bunu yapmam. Kendimi lanetlerim, ancak ona saygısızlık yapamam. Fakat görünen gerçekler, iki kelam etmemiz gerektiğini gösteriyor. Aksi, diline, düşüncene saygısızlık oluyor.”
Konunun Hatake Kakashi’den başlaması, Daija’nın kelimeleriyle ifade ettiği saygının bir diğer yansıması olarak geliyor kulağına. Konuşması sırasında Daija’nın sergilediği tüm tavırda da bu saygıyı hissedebiliyorsun. Bu yüzden, Daija’nın bu sözlerinde herhangi bir yalan veya kandırmaca hissetmiyorsun. Daija ise konuşmasına aralıksız bir şekilde devam ediyor.
“Başına ne gelmişse gelmiş, ancak dünya koca bir hiçlikten fazlası. O dünyanın içinde sen de varsın ve bu tek başına hiçlik olmamasını sağlıyor. Zaten zihninde var olan bu hiçliği ruhunda hissetmiş olsaydın, ne şu anda derdini anlatırdın bize ne anlamak isterdin derdini. Dünya hiçlikten değil, varlıktan ibarettir ve o varlığın özü kendindir.”
Daija cümlelerini kurarken, az önce senin yaptığın gibi sağ elinin işaret parmağıyla kalbini işaret ediyor. Keskin yüz hatlarına rağmen yüzündeki gülümseme, sözlerinde samimi bir hava yaratıyor. Ancak daha konuşacağı, söyleyeceği şeyler olduğunu düşündüğün için Daija’nın hareketlerine ve sözlerine net bir tepki vermiyorsun.
“Hissettiğin şey ne delilik ne de dahilik. Olması gerekenin belki biraz üstü belki biraz aşağısı. Ancak olan olmuş ve kalan kalmış. Dünyanı aklında şekillendirmenin nesi kötü? Onu bu haliyle kabullenmek mi yaraşır? Shinobi diye adlandırıldın diye, düşünmeyi reddetmen mi lazım gelir? Bu dünyada senin yerine nefes alıp veren başka biri mi vardır? Elbette dünyanı şekillendirecek olan düşüncelerindir. Gördüklerimiz birdir, lakin anladıklarımız bambaşka. E o zaman ne diye delilik dersin düşünebildiğine şükredeceğine?”
Sözlerini yüzünde hafif bir tebessüm ve alışagelmediğin bir şekilde hafif bir latifeyle bitiriyor Daija. Sanki gerildiğini hissettiği ve karamsarlığın çöktüğünü anladığı ortamı, konuşmasıyla dağıtmak ister gibi gülümsüyor sadece. Ortamdakilerin belli belirsiz tebessümü de Daija’nın çabalarını olumlu anlamda etkiliyor ve Daija senin sol omzuna eline koyarak konuşmasına devam ediyor.
“Bu ne bir rüya ne bir kabus, olması gerekeni vücut bulması sadece. Ancak buradaki sorun, bu vücut bulan gerçekliğe dair sana bir söz tanınmaması ve daha kötüsü üstüne kelam etmemenin emredilmesi. Konuş Ey Kagi, konuş! Senden kıymetliyse bu toprak, niye hükmedebilirsin ona? Senden kudretliyse yıldırım, niye avuçlarında sıkıştırabilirsin onu? Senden harlıysa alev, niye yakmaz çıktığı uzuvlarını? Senden güçlüyse fırtına, niye seni savuramaz ağaçları titretirken? Senden derinse okyanus, niye boğulmazsın kabı vücudunken?”
Bu aşamada Daija, özellikle “toprak”, “yıldırım”, “alev”, “fırtına” ve “okyanus” kelimelerinin üzerine basa basa konuşuyor ve ses şiddetinde fark edilir bir artış meydana geliyor. Sanki tüm bu doğal oluşumlara bir meydan okuma, bir savaş çağrısı gibi geliyor kulağına. Ancak böyle bir savaş olsa, Daija’nın galip taraf olacağına sonuna kadar emin hissediyorsun kendini. Zihnin ise, bu hususta sana özel kalabilmeye halen devam ediyor.
“Sen zaten bir insansın Ey Kagi, etten kemikten. İçine doldurdukları duyguyu köreltmeye meyletmişler, hepsi bu. Oysa bıçak da sensin bileme taşı da… Ne küfürsün bu dünyaya ne dünya kutsal sana. Yegane sen varsın, ha bir de istersen dostlar… Ancak yanlış yoldalar, görüyorsun hepsini. Biz doğruyuz diyenin ağızlarından çıkan kelamları! Onlar değil miydi seni yanlış diye kovalayan, ardından da masum olduğunu bile bile sana kıyan? Doğru tekse, doğru bunun neresinde? Yanlış tekse, masuma yanlış demeye el verir mi vicdan? Hissinin kökenini merak ediyorsan, arz ettim sana Ey Kagi başından… Ha sen, ha ben, ha beşer… Ha Kagi, ha Chagama, ha Daija… Hilkat Ey Kagi, hilkat… Evveli de ahiri de hilkat! Sana doğru olan biziz diyemem, karşımda hilkat!”
Daija’nın gülümsediğini daha net görüyor gözlerin. Ancak bu kez, özellikle son “hilkat” derken kastettiğinin kendin olduğunu anlayabiliyorsun. Daija ise sözlerini burada kesecek gibi görüyor. Söyleyeceği bir şeyler varsa bile, en azından biraz soluklanmak veya seni dinlemek gayesinde olduğunu anlayabiliyorsun. Ortamda bulunan diğerlerinin ise halen daha konuşmaya niyetleri yok gibi görünüyor. Bu da sana, arzu edersen konuşabileceğin bir ortam yaratıyor.