[Geçmiş] Işık ve Gölge
Posted: March 29th, 2025, 1:42 am
Işık ve Gölge: Ringo'nun Çakıllar'da geçirdiği günleri anlatan seridir.
Soluk benzi, ayın vurduğu sille ile bir nebze daha açılıyordu. Tüm bu soğukluğa karşın nefesi harlı bir alev gibiydi. Yüreğindeki korların asla sönmediği, her bir kalp atışıyla biraz daha büyüdüğü alevler, biraz daha ısıtıyordu nefesini. Gözlerini diktiği taş parçasının hissiyatı dolduruyordu tenini. Pek bir anlamı yoktu dışarıdan bakan bir çift göz için. Oval, pürüzsüz, küçük sayılabilecek bir taş. Bir çakıl. Şimdi ise saatler sürecek fikir mesaisine gebe olmuştu.
Sedanın sahibi, reddedilemez bir sesti onun için. Lütufları emir kılan, hüzünleri sevinç kılan türden bir bağlılıktı. Onun yolu, kayanın iradesiydi. Sahip olduğu tek eve, gururlu bir bağlılık. Reddedilmesi mümkün olmayı bırak, ikinci defa düşünülmesi dahi tahammülsüz sözler. Yolunu çizmek için hiç bir fırsatı olmamıştı. Kaderini hiç tayin etmeye uğraşmamıştı. Onun için nefes almak gibiydi. Bir refleks. Ekmek gibiydi, su gibi. Kayanın iradesi, tüm benliğinde yankılanan bir alevdi. Şimdi bu sesler ile, bu sözler ile tekrar tekrar çınlıyordu kulaklarında. Reddetmek ne mümkün.
Başka bir seçenek olabileceğini hiç düşünmemişti zira. Buradaki bekleyişi, bir karara varmak üzerine değildi. Aksine, vereceği kesin kılınmış bir kararın neticesini bekleyişiydi. Bir heyecan, bir gürültü. Onun için bir şenlik. Ancak, yaşanılması kesin olanın yanında getireceği belirsizlikler ürkütüyordu zaman zaman onu. Omzuna binen her sorumlulukta yükü büyüyordu. Yükü büyüdükçe, kendisinin de biraz daha büyüdüğünü hissediyordu. Dayanılmaz bir ağırlıktı bu. Ancak o sorumluluğu yükleyen, çok daha büyük bir ağırlığı taşıyordu. Layık olabilecek miydi? Bir Çakıl olabilecek miydi sahiden? Düşünüp durması, bundandı. Kurtlanmış zihni alel acele bir cevap ararken, telaşlı gözleri Ay'ın yüzeyinde bir çatlak arıyordu. Tıpkı kendi zihninde bulmak için debelenip durduğu o çatlak gibi. Bulamıyordu. Özgüveni tamdı. Tüm bu düşünce selinin ortasında, ayağa kalktı, silkindi. Elinde tuttuğu çakıl taşı ile son kez göz göze geldi. Tekrar aya baktı. Pencereden seken ışığa doğru yöneldi, elini uzattı pencereye.
Penceresinin önünü süsleyen iki minik saksının arasına baktı. Gözünü kestirmişti oraya. Taşı oraya bırakmak üzere hareketlendi. Zihnindeki tüm düşünceler susmuştu. Elini dışarı çıkardı, avcundan yuvarlanan taşı yavaşça bıraktı. Taşın sağlam bir yere oturduğuna emin oldu. Tek hamlede pencereyi kapattı. Hiç düşünmemeye devam etti. Zira düşüneceğini düşünmüştü. Ne olursa olsun, reddedemezdi. Reddetmeyecekti. Kararını Ginbushi'ye teklifi aldığı esnada zaten söylemişti. Geri adım atacak türden biri olmamıştı hiç bir zaman. Artık gözlerini dinlendirebilirdi. Biraz kapayabilirdi onları. Uyuyamayacağını biliyordu zaten.
Gözlerini açmıştı. İçi de geçmemişti. Karanlıkta asılı kalmıştı, bir kaç saat. Düşünmeden.
Yataktan fırlamıştı. İşe geç kalmış bir baba gibi, okula yetişmeye çalışan bir çocuk gibi. Üzerinde ceketi ve ekipmanlarıyla yattığının dahi farkına sonradan varmıştı. Ay ışığından artık eser yoktu. Güneş, mızraklarını yavaş yavaş saplamaya başlamıştı yeryüzüne. Şimdi toprak nasipleniyordu, yapraklar canlanıyordu. Ringo'nun ise yüzü parlıyordu. Perdesini hiç kapatmamıştı. Onun için sürpriz olmayacaktı bu yüzden. İlerledi, görüşü netleşti. Bir şey vardı. Bir maske.
Yeni bir surat, yeni bir isim. Tsume.
Onun için bırakılan maskenin yanına bir not iliştirilmişti. Burada buluşma yeri ve zamanı yer alıyordu. Notu okuduğu gibi avcunda yuvarlayıp buruşturdu. Ardından daha sonrasında klozete atmak üzere cebine iliştirdi. Maskeyi ise yastığının altına yerleştirdi. Bugünlük orada dursa, kafiiydi. Sonrası için ona bir yer bakardı. Neşesini içinde yaşıyordu, her zamanki gibi. Böyle hissettireceğini tahmin etmişti. Belirsizlik, kargaşa, kaos. Zihnindeki korkuların gün yüzüne çıkmasına izin vermeyen haklı bir gurur.
Başarmıştı. Gururla bakabilirdi artık aynalara.
"...senden yalnız aydınlıkta değil, gölgede de hizmet etmeni istiyorum."
Sedanın sahibi, reddedilemez bir sesti onun için. Lütufları emir kılan, hüzünleri sevinç kılan türden bir bağlılıktı. Onun yolu, kayanın iradesiydi. Sahip olduğu tek eve, gururlu bir bağlılık. Reddedilmesi mümkün olmayı bırak, ikinci defa düşünülmesi dahi tahammülsüz sözler. Yolunu çizmek için hiç bir fırsatı olmamıştı. Kaderini hiç tayin etmeye uğraşmamıştı. Onun için nefes almak gibiydi. Bir refleks. Ekmek gibiydi, su gibi. Kayanın iradesi, tüm benliğinde yankılanan bir alevdi. Şimdi bu sesler ile, bu sözler ile tekrar tekrar çınlıyordu kulaklarında. Reddetmek ne mümkün.
Başka bir seçenek olabileceğini hiç düşünmemişti zira. Buradaki bekleyişi, bir karara varmak üzerine değildi. Aksine, vereceği kesin kılınmış bir kararın neticesini bekleyişiydi. Bir heyecan, bir gürültü. Onun için bir şenlik. Ancak, yaşanılması kesin olanın yanında getireceği belirsizlikler ürkütüyordu zaman zaman onu. Omzuna binen her sorumlulukta yükü büyüyordu. Yükü büyüdükçe, kendisinin de biraz daha büyüdüğünü hissediyordu. Dayanılmaz bir ağırlıktı bu. Ancak o sorumluluğu yükleyen, çok daha büyük bir ağırlığı taşıyordu. Layık olabilecek miydi? Bir Çakıl olabilecek miydi sahiden? Düşünüp durması, bundandı. Kurtlanmış zihni alel acele bir cevap ararken, telaşlı gözleri Ay'ın yüzeyinde bir çatlak arıyordu. Tıpkı kendi zihninde bulmak için debelenip durduğu o çatlak gibi. Bulamıyordu. Özgüveni tamdı. Tüm bu düşünce selinin ortasında, ayağa kalktı, silkindi. Elinde tuttuğu çakıl taşı ile son kez göz göze geldi. Tekrar aya baktı. Pencereden seken ışığa doğru yöneldi, elini uzattı pencereye.
Penceresinin önünü süsleyen iki minik saksının arasına baktı. Gözünü kestirmişti oraya. Taşı oraya bırakmak üzere hareketlendi. Zihnindeki tüm düşünceler susmuştu. Elini dışarı çıkardı, avcundan yuvarlanan taşı yavaşça bıraktı. Taşın sağlam bir yere oturduğuna emin oldu. Tek hamlede pencereyi kapattı. Hiç düşünmemeye devam etti. Zira düşüneceğini düşünmüştü. Ne olursa olsun, reddedemezdi. Reddetmeyecekti. Kararını Ginbushi'ye teklifi aldığı esnada zaten söylemişti. Geri adım atacak türden biri olmamıştı hiç bir zaman. Artık gözlerini dinlendirebilirdi. Biraz kapayabilirdi onları. Uyuyamayacağını biliyordu zaten.
Gözlerini açmıştı. İçi de geçmemişti. Karanlıkta asılı kalmıştı, bir kaç saat. Düşünmeden.
Yataktan fırlamıştı. İşe geç kalmış bir baba gibi, okula yetişmeye çalışan bir çocuk gibi. Üzerinde ceketi ve ekipmanlarıyla yattığının dahi farkına sonradan varmıştı. Ay ışığından artık eser yoktu. Güneş, mızraklarını yavaş yavaş saplamaya başlamıştı yeryüzüne. Şimdi toprak nasipleniyordu, yapraklar canlanıyordu. Ringo'nun ise yüzü parlıyordu. Perdesini hiç kapatmamıştı. Onun için sürpriz olmayacaktı bu yüzden. İlerledi, görüşü netleşti. Bir şey vardı. Bir maske.
Yeni bir surat, yeni bir isim. Tsume.
Onun için bırakılan maskenin yanına bir not iliştirilmişti. Burada buluşma yeri ve zamanı yer alıyordu. Notu okuduğu gibi avcunda yuvarlayıp buruşturdu. Ardından daha sonrasında klozete atmak üzere cebine iliştirdi. Maskeyi ise yastığının altına yerleştirdi. Bugünlük orada dursa, kafiiydi. Sonrası için ona bir yer bakardı. Neşesini içinde yaşıyordu, her zamanki gibi. Böyle hissettireceğini tahmin etmişti. Belirsizlik, kargaşa, kaos. Zihnindeki korkuların gün yüzüne çıkmasına izin vermeyen haklı bir gurur.
Başarmıştı. Gururla bakabilirdi artık aynalara.