Kusagakure'de normal bir sabah, 04:08
Yatakta dönmeye devam ederken artık uykuya dalmasının pek mümkün olmadığı aydınlanması ile derin bir iç çekmiş ve vücudunu yumuşak yatağından ayırmıştı. Yorganını kenara iterken, gecenin serinliği tenine dokunmuş ve hafifçe irkilmesine sebep olmuştu Teki'nin. Uykusunu alabilmiş olmayı ve düzgün bir saatte uyanmış olmayı çok isterdi fakat heyecanından olsa gerek düşündüğünden çok daha erken uyanmıştı. Yatağının hemen yanında duran saate baktığında havanın neden halen aydınlanmamış olduğunu da anlamıştı. Odanın loş karanlığında parlayan rakamlar sabahın dördünü gösteriyordu. Sabahın dördü... Gökyüzü halen lacivertin en koyu tonlarını taşırken, köyün büyük kısmı hala sessizliğin içinde uyuyordu. Güzelce yüzünü yıkadıktan sonra kahve makinesinin tuşuna basmış ve günün ilk can suyunu hazırlamaya başlamıştı. Makinenin hafif tıkırtısı mutfakta yankılanmış, ardından kahve çekirdeklerinin o kendine has kokusu yavaş yavaş havaya yayılmıştı. Özellikle öğleden sonra uykusuzluğunun kendini çok daha belli edeceğine inanarak yanına da kahve alacaktı. Peki Teki'nin uyuyamamasını sağlayan ve gününe daha gün bile başlamamışken başlamasına sebep olan olay neydi? Bugün Teki ilk defa öğrencileri ile tanışacaktı.
Kahvenin koyu renginin fincanda hafifçe dalgalanışını izlerken, aklında bir düşünce vardı. "Umarım iyi çocuklardır" diye söylenerek ilk kahvesini kupasına doldurmuştu. Çok büyük olmayan evine anca sığdırdığı tek kişilik masaya yaslanmış olan sandalyeyi kendine doğru çekmiş ve kurulmuştu. İlk yudumuyla beraber kahvenin acımsı aromatik tadı boğazından geçiş etmiş ve içini ısıtmıştı. Evin biraz havasız olduğunu düşündü o anda. Küçük bir daire olmasından dolayı pencereler kapalı bir şekilde uyuduğunda evdeki hava sabaha doğru ağır bir hale geliyordu. Elinde kupası ile pencereye yöneldi. Pencereyi açtığı gibi evin içine nüfuz eden Kusagakure havasından derin bir nefes çekmişti hemen ciğerlerine. Kusagakure’nin havası her zamanki gibi ferahlatıcıydı.
Düşündüğünden çok daha erken uyandığı için şimdi gününü planlaması da zor hale gelmişti. Öğrencileri ile öğleden sonra 1 gibi köy meydanında buluşacaklardı. Hepsinin evine bu şekilde haber yollanmıştı. Kafadan 9 saat kadar boş bir zaman sahip olduğu için hemen köy meydanına gitmek de istemiyordu doğal olarak. "Hazır vakit varken anneme uğramak iyi olabilir. Kesin uyanıktır zaten" diye söylendi kendi kendine. Boş evin içinde tek konuşan Teki'ydi. Seviyordu düşüncelerini sesli dile getirmeyi. Tek yaşamanın kendisine kattığı yeni özelliklerden biriydi bu. Ailesinin evinde kalırken böyle bir huyu yoktu. Orada, her sabah mutfaktan gelen konuşmalar olurdu, kahvaltı sesleri, çay kaşığının bardağa vurması… Şimdi ise mutfağında sadece kahve makinesinin son tıkırtıları duyuluyordu. Şimdi içten içe başka insanların olduğu ortamlarda da kendi kendine konuşmaktan korkuyordu hatta.
Buzdolabını açıp içine bakmaya başlamıştı kahvesinden bir diğer yudumunu da alırken. Çok fazla kahvaltılık ürüne sahip değildi ancak tost ekmeği ve avokadoyu görmesi yeterli olmuştu. 2 dilim ekmek ve bir avokadoyu dolaptan çıkardıktan sonra mutfak tezgahının üstünde duran kesme tahtasına koymuştu. Mutfak dolabının içinden küçük bir kase almış ve içini 2 tatlı kaşığı kadar zeytinyağı ile doldurmuştu. Sonrasında yağa çok az karabiber ve tuz eklemeyi de ihmal etmemişti. Kase kenarda dururken bu sefer sıra avokado ile ilgilenmeye gelmişti. Çekmeceden çıkardığı bıçak ile önce avokadoya tam tur bir çizik atmış ve ikiye ayırmıştı. Bıçak kabuğun içinden pürüzsüzce geçmiş, bu hamleyle ikiye ayrılan avokadonun yarısı sessizce kesme tahtasına düşmüştü.
Çekirdeksiz kısmın içindeki yeşil yağlı meyve bölgesini kaseye aktarmıştı avokado kabuğunun kenarlarından sıkarak. Çekirdekli kısma da aynı hareketi yapmıştı ancak öncesinde elindeki bıçağı çekirdeğe saplayarak, onu yapışık durduğu yerden ayırmıştı. Özellikle avokado çekirdeğini çıkartmak çok eğlenceli geliyordu Teki'ye. O koca çekirdeğin, bıçağın etkisiyle hafifçe dönerken çıkardığı boğuk ‘pop’ sesi hoşuna gidiyordu."Ehehe..." diye hafifçe gülümsemişti. Bu küçük anlar, bazen günün en huzurlu kısımları oluyordu. Geri kalan tek iş yağlı kasenin içindeki avokadoyu çatalla ezerek kıvama sokmaktı. Kahvesinden üçüncü ve dördüncü yudumlarını da aldıktan sonra avokadoyu ezmeye başlamıştı Teki.
Avokado ezmeli 2 dilim ekmeği keyifle mideye indirdikten sonra biten kahvesiyle beraber oluşan kirli bulaşıklarını mutfak lavabosunda yıkamayı düşündü ancak daha fazla vakit kaybetmek istemiyordu. Sadece birkaç saat sonra çok daha büyük sorumluluklarla karşı karşıya olacağını biliyordu. Bulaşıkları lavabonun içinde bıraktıktan sonra hızlıca üstünü değişmek için yatak odasına geri dönmüştü. Öğrencileri ile tanışacağı zaman üstünde shinobi kıyafetleri olacaktı ancak saat çok erken olduğu için önce annesine, sonrasında da Kusagakure mezarlığına uğrayacaktı. "Hemen üniformamı giymesem de olur aslında..." diye söylendi kendi kendine fakat ikna edemedi benliğini. "Tekrar eve uğramak da istemiyorum." diyerek kesin kararını kendine açıkladı ve görevlerde de giyindiği gibi giyinerek kendini siyah kıyafetler ile kapladı ve Kusagakure alın bandını alnına taktı.
"Acaba Aoba-sensei de böyle heyecanlanmış mıydı bizimle tanışacağı gün?"
Evinden çıkıp Kusagakure sokaklarında ilk adımlarını atmaya başladığında aklında beliren ilk düşünce bu olmuştu Teki'nin. Biraz üzmüştü bu düşünce onu. Hiçbir zaman Aoba-sensei ile o güne dair düşünceleri özelinde konuşmamışlardı. Artık konuşmalarının mümkün olmaması karşısında ezilmişti Teki. Anlık olarak Kusagakure Takaım 4'e dair anıları canlanmaya başlamıştı gözünde. Tanışmaları, Rei ile yaptığı dövüşler, Sakuma'yla beraber kurdukları rezil planlar, Aoba'nın öğretileri, beraber çıktıkları görevler... O gün... Aoba-sensei ve Rei'nin öldükleri göreve dair anılar kafasında canlanmaya başladığı gibi adımlarını yere sabitlemiş ve halen aydınlanmamış gökyüzüne çevirmişti bakışlarını.
"Yapabileceğin bir şey yoktu Teki."
Ailesinin evine doğru adımlarını hızlandırmıştı. Olumsuz düşüncelere odaklanması gereken bir gün değildi bu gün. Eskiyi düşünerek kendine eziyet etmek yerine geleceğe odaklanacaktı.
Yanına kahve almayı unutmuştu...
[Takım Teki] İlk Gün
- Kasumikage Teki
- Kusagakure
- Posts: 394
- Joined: October 22nd, 2018, 2:54 am
[Takım Teki] İlk Gün

毒
► Show Spoiler
- Kasumikage Teki
- Kusagakure
- Posts: 394
- Joined: October 22nd, 2018, 2:54 am
Re: [Takım Teki] İlk Gün
Kusagakure'de normal bir sabah, 04:41
Sabahın huzurlu serinliği Teki'nin cildinde dolaşırken, yürüyüşünün ritmi sokakların sessizliğiyle uyum içindeydi. Adımlarını fazla aceleye getirmemeye çalışıyordu. Güne zaten fazlasıyla erken başlamıştı ve elinde bolca zaman vardı. Ailesinin evi, köyün daha dış kısımlarına doğru, sessiz ve sakin bir mahallede yer alıyordu. Bu yüzden ana caddelerden ayrılıp yan sokaklara girdikçe, pazar yerlerinin ve dükkânların oluşturduğu kalabalıktan uzaklaşıyor, köyün kalabalığı yerini sessizliğe ve doğanın seslerine bırakıyordu. Ağaçların dalları sabah rüzgârında usulca sallanıyor, yapraklar birbirine sürtünerek hafifçe fısıldaşıyordu. Ailesinin evine yaklaştıkça doğanın hâkimiyeti daha da belirginleşiyordu. Yol kenarında uzayan otlar, sarmaşıklarla kaplanmış taş duvarlar ve her bahçeden yayılan farklı bitki kokuları... Teki'ye çocukluğunu hatırlatıyordu bu detaylar. Küçüklüğünde neredeyse her günü köyün bu kısımlarında geçiyordu. Annesiyle beraber bu sokaklardan geçerken bahçelerdeki çiçekleri sayardı. Şimdi ise yıllar içinde o bitkilerin çoğunun değiştiğini, yenilerinin dikildiğini fark etmişti.
"Seimitsu Miyacho, Katamari Haruka ve Shinrai Seito..."
Öğrencilerinin isimleri zihninde dönüp duruyordu. Onları hiç görmemişti ama isimlerinden ve hakkındaki ufak tefek bilgilerden yola çıkarak kafasında birer siluet oluşturuyordu. Haruka’nın ailesinin çiçekçi dükkânı olduğunu biliyordu. Ailesinin işine ilgi duyup duymadığı konusunda bir fikri yoktu ama çiçek yetiştirmek gibi bir uğraşın bir shinobiye sabır ve dikkat kazandıracağını düşünüyordu. Seimitsu ismi ise ona disiplinli birini çağrıştırıyordu. Köyde çok yaygın değildi, belki de pek fazla üyesi bulunmayan bir aileydi. Seito ise... Onun hakkında pek bir şey duymamıştı.
"Umarım iyi çocuklardır."
Teki, yüzünde belirsiz bir tebessümle derin bir nefes almıştı. Kendisi akademiye başladığında nasıl biriydi? Aoba-sensei ile tanıştığı günü hatırlamaya çalıştı ama o zamanki heyecanı yüzünden olsa gerek günü çok bulanık hatırlıyordu. O zamanlar Rei ve Sakuma’yla birlikte Aoba’nın karşısına dikildiklerinde, Aoba'nın onlara ilk bakışını hatırlamayı çok isterdi. İlk intibaları nasıldı acaba? O zamanlar Aoba, onların içindeki potansiyeli fark etmiş miydi? Bir an için kendini Aoba’nın yerine koymuştu tekrar. Teki de bugün öğrencilerini ilk kez görecekti ve belki de yıllar sonra onları tanıdığı ilk günü hatırlayacaktı. Onlarla nasıl bir bağ kuracağı, nasıl bir eğitmen olacağı tamamen kendisine bağlıydı. Bu düşünceler eşliğinde adımları farkında olmadan daha da hızlanmıştı. Yaklaşık yarım saat süren yürüyüşünün ardından, ailesinin evine ulaşmış ve bahçe kapısını yavaşça açmıştı. Babasının kapıyı yağladığını umuyordu. Yoksa kapı o iğrenç sesi çıkartacak ve evde uyuyan varsa bile uyanmalarını sağlayacaktı.
Kasumikage ailesinin evi, büyükçe bir bahçeye sahipti. Yıllardır değişmeyen taş duvarlar, üzerinde tırmanan asmalarla iyice kapanmıştı. Bahçenin içinde her mevsim canlı kalan birkaç küçük ağaç ve annesinin özenle baktığı çiçekler vardı. Bu manzara, Teki’ye tekrar çocukluğunu hatırlatmıştı. Burada babasıyla kılıç çalışır, annesiyle oturup uzun sohbetler ederdi. Shigure stili yerine Kendo öğrenmeyi tercih etseydi antrenmanları annesi ile yapacak, babasıyla muhabbet edecekti. Ancak stil yarışını Yamamoto kazanmıştı. Eve doğru attığı üçüncü adımın sonunda bahçenin ortasında, bir mindere oturmuş silüeti fark etmişti. Annesi, Kasumikage Sencha, çoktan uyanmış ve sabah meditasyonunu yapıyordu. Her zamanki gibi sırtı dik, elleri dizlerinde, nefesi düzenli ve rahattı. Bembeyaz uzun saçları hafif esinti sayesinde usulca dans ediyordu. Sencha'nın çevresinde hep bir sakinlik hissedilirdi. Teki bunun küçüklüğünden beri farkındaydı. Onunla aynı ortamda olmak bile huzur verirdi Teki'ye.
Teki dördüncü adımını atamadan Sencha, gözlerini açmadan konuşmaya başlamıştı. "Uyuyamayacağını biliyordum Teki." Gülümsemeye başlamıştı Teki. Annesinin bu tür şeyleri önceden sezmesine alışkındı. "Bugün büyük gün." demişti annesinin yanına doğru yürürken. "Biraz erken uyanayım dedim." Oğlunun sözleri sonrasında gözlerini açmış ve Teki'ye doğru bakmaya başlamıştı Sencha. Gözleri önce Teki'nin alın bandına, ardından gözlerinin altındaki hafif yorgunluğa kaymıştı. Sonrasında ise Teki'nin gözlerindeki heyecana odaklanmıştı. "Heyecandan uyuyamadın, değil mi?" diye sormuştu yüzüne yerleşen hafif gülümseme ile. Omuzlarını silkmişti yüzüne yerleşen gülümseme ile Teki. "Sanırım öyle. Ne yapmam gerektiğini düşünüyordum. İlk gün önemli."
Sencha meditasyon yaptığı minderin üstünden kalmış ve kimonosunu düzeltmişti. Tam o anda esen hafif rüzgar ise saçlarını arkaya doğru savurmuştu. Bahçenin eve yakın köşesinde duran masaya doğru ilerlerken "İlk gün her zaman önemlidir. Ama en önemlisi, o çocukları gerçekten tanımak olacak. Onların sadece shinobi değil, bireyler olduğunu unutma." demiş ve sandalyelerden birini kendine doğru çekerek oturmuş ve Teki'ye bakmaya başlamıştı. Hızlı adımlarla Teki de kendine doğru bir sandalye çekmiş ve annesini karşısına oturmuştu. "Sence nasıl bir yol izlemeliyim? Sen akademide yıllarca kenjutsu öğrettin. Aoba-sensei gibi bir eğitmen olabilmem için ne yapmalıyım?"
Aoba'nın adını duyunca Sencha, gözlerini hafifçe kapamış ve iç geçirmişti. "Aoba çok iyi bir öğretmendi. Onun öğrencisi olman her zaman benim için bir gurur kaynağı oldu, biliyor musun?" Annesinin gözlerinde hafif hüzünle karışık gururu Teki net bir şekilde fark etmişti. "Evet... Aoba-sensei gerçekten harikaydı ama ben onun gibi olabilir miyim bilmiyorum." Canı sıkılmıştı son cümlesi ağzından çıktığı gibi. Kendisini böyle bir yükün altında bırakamak isteyip istemediğinden emin değildi halen. Kusagakure için yapmalıydı. Artık jounin olduğu için köye karşı çok daha fazla sorumluluğu olacaktı. Bunlardan en önemlisi ise köyün gelecek nesillerini doğru şekilde eğitmekti.
"Onun gibi olamazsın, çünkü sen Teki’sin. Ama onun öğretilerini kendi yoluna adapte edebilirsin. Öğrencilerine sadece güçlü olmayı değil, ne için savaşmaları gerektiğini de öğret. Senin en büyük avantajın ne biliyor musun? Onların yaşadığı heyecanı ve korkuyu biliyorsun. Sen de bir zamanlar onların yerindeydin."
Düşüncelere dalmıştı Teki. Annesi haklıydı. Öğrencilerini eğitirken direkt olarak bir öğretmen gibi değil, bir zamanlar onlarla aynı yollardan geçmiş biri gibi davranmalıydı. Sencha'nın elini omzunda hissetmesi ile düşünceleri durmuştu. "Ve unutma, her zaman onların önünde bir örnek olacaksın. Disiplin, adalet, cesaret... Bunları önce sen göstermelisin ki onlar da seni takip etsin." Sencha sadece doğruları söylüyordu. İyi ki buraya gelmişti Teki. Annesi ile konuşmanın iyi bir fikir olduğunu biliyordu ama annesinin bu derece içini rahatlatabileceğinden emin değildi. Artık emindi. Aoba'nın Teki, Rei ve Sakuma'ya görevlerden önce yaptığı konuşmaları hatırlıyordu. Belki de artık o konuşmaları yapan kendisi olacaktı.
Birkaç saniye süren sessizliğin ardından Teki yüzüne bir gülümseme yerleştirmiş ve mutlu bir şekilde annesine bakmıştı. "Teşekkürler anne. Gerçekten..." Ayağa kalkmış ve güzelce gerinmişti. "Babam hala uyuyor değil mi?" Bu sorunun ardından Sencha da gülmeye başlamıştı. "Evet ama fazla bile uyudu. Az sonra uyandıracağım. Hemen gitme. Seni gördüğüne sevinecektir."
Teki başını onaylarcasına sallamış ve tekrar annesine bakmaya başlamıştı gülerek. Daha Kusagakure mezarlığına gidecekti ama şimdilik, annesiyle bu anın tadını daha çok çıkarmak istiyordu.
Sabahın huzurlu serinliği Teki'nin cildinde dolaşırken, yürüyüşünün ritmi sokakların sessizliğiyle uyum içindeydi. Adımlarını fazla aceleye getirmemeye çalışıyordu. Güne zaten fazlasıyla erken başlamıştı ve elinde bolca zaman vardı. Ailesinin evi, köyün daha dış kısımlarına doğru, sessiz ve sakin bir mahallede yer alıyordu. Bu yüzden ana caddelerden ayrılıp yan sokaklara girdikçe, pazar yerlerinin ve dükkânların oluşturduğu kalabalıktan uzaklaşıyor, köyün kalabalığı yerini sessizliğe ve doğanın seslerine bırakıyordu. Ağaçların dalları sabah rüzgârında usulca sallanıyor, yapraklar birbirine sürtünerek hafifçe fısıldaşıyordu. Ailesinin evine yaklaştıkça doğanın hâkimiyeti daha da belirginleşiyordu. Yol kenarında uzayan otlar, sarmaşıklarla kaplanmış taş duvarlar ve her bahçeden yayılan farklı bitki kokuları... Teki'ye çocukluğunu hatırlatıyordu bu detaylar. Küçüklüğünde neredeyse her günü köyün bu kısımlarında geçiyordu. Annesiyle beraber bu sokaklardan geçerken bahçelerdeki çiçekleri sayardı. Şimdi ise yıllar içinde o bitkilerin çoğunun değiştiğini, yenilerinin dikildiğini fark etmişti.
"Seimitsu Miyacho, Katamari Haruka ve Shinrai Seito..."
Öğrencilerinin isimleri zihninde dönüp duruyordu. Onları hiç görmemişti ama isimlerinden ve hakkındaki ufak tefek bilgilerden yola çıkarak kafasında birer siluet oluşturuyordu. Haruka’nın ailesinin çiçekçi dükkânı olduğunu biliyordu. Ailesinin işine ilgi duyup duymadığı konusunda bir fikri yoktu ama çiçek yetiştirmek gibi bir uğraşın bir shinobiye sabır ve dikkat kazandıracağını düşünüyordu. Seimitsu ismi ise ona disiplinli birini çağrıştırıyordu. Köyde çok yaygın değildi, belki de pek fazla üyesi bulunmayan bir aileydi. Seito ise... Onun hakkında pek bir şey duymamıştı.
"Umarım iyi çocuklardır."
Teki, yüzünde belirsiz bir tebessümle derin bir nefes almıştı. Kendisi akademiye başladığında nasıl biriydi? Aoba-sensei ile tanıştığı günü hatırlamaya çalıştı ama o zamanki heyecanı yüzünden olsa gerek günü çok bulanık hatırlıyordu. O zamanlar Rei ve Sakuma’yla birlikte Aoba’nın karşısına dikildiklerinde, Aoba'nın onlara ilk bakışını hatırlamayı çok isterdi. İlk intibaları nasıldı acaba? O zamanlar Aoba, onların içindeki potansiyeli fark etmiş miydi? Bir an için kendini Aoba’nın yerine koymuştu tekrar. Teki de bugün öğrencilerini ilk kez görecekti ve belki de yıllar sonra onları tanıdığı ilk günü hatırlayacaktı. Onlarla nasıl bir bağ kuracağı, nasıl bir eğitmen olacağı tamamen kendisine bağlıydı. Bu düşünceler eşliğinde adımları farkında olmadan daha da hızlanmıştı. Yaklaşık yarım saat süren yürüyüşünün ardından, ailesinin evine ulaşmış ve bahçe kapısını yavaşça açmıştı. Babasının kapıyı yağladığını umuyordu. Yoksa kapı o iğrenç sesi çıkartacak ve evde uyuyan varsa bile uyanmalarını sağlayacaktı.
Kasumikage ailesinin evi, büyükçe bir bahçeye sahipti. Yıllardır değişmeyen taş duvarlar, üzerinde tırmanan asmalarla iyice kapanmıştı. Bahçenin içinde her mevsim canlı kalan birkaç küçük ağaç ve annesinin özenle baktığı çiçekler vardı. Bu manzara, Teki’ye tekrar çocukluğunu hatırlatmıştı. Burada babasıyla kılıç çalışır, annesiyle oturup uzun sohbetler ederdi. Shigure stili yerine Kendo öğrenmeyi tercih etseydi antrenmanları annesi ile yapacak, babasıyla muhabbet edecekti. Ancak stil yarışını Yamamoto kazanmıştı. Eve doğru attığı üçüncü adımın sonunda bahçenin ortasında, bir mindere oturmuş silüeti fark etmişti. Annesi, Kasumikage Sencha, çoktan uyanmış ve sabah meditasyonunu yapıyordu. Her zamanki gibi sırtı dik, elleri dizlerinde, nefesi düzenli ve rahattı. Bembeyaz uzun saçları hafif esinti sayesinde usulca dans ediyordu. Sencha'nın çevresinde hep bir sakinlik hissedilirdi. Teki bunun küçüklüğünden beri farkındaydı. Onunla aynı ortamda olmak bile huzur verirdi Teki'ye.
Teki dördüncü adımını atamadan Sencha, gözlerini açmadan konuşmaya başlamıştı. "Uyuyamayacağını biliyordum Teki." Gülümsemeye başlamıştı Teki. Annesinin bu tür şeyleri önceden sezmesine alışkındı. "Bugün büyük gün." demişti annesinin yanına doğru yürürken. "Biraz erken uyanayım dedim." Oğlunun sözleri sonrasında gözlerini açmış ve Teki'ye doğru bakmaya başlamıştı Sencha. Gözleri önce Teki'nin alın bandına, ardından gözlerinin altındaki hafif yorgunluğa kaymıştı. Sonrasında ise Teki'nin gözlerindeki heyecana odaklanmıştı. "Heyecandan uyuyamadın, değil mi?" diye sormuştu yüzüne yerleşen hafif gülümseme ile. Omuzlarını silkmişti yüzüne yerleşen gülümseme ile Teki. "Sanırım öyle. Ne yapmam gerektiğini düşünüyordum. İlk gün önemli."
Sencha meditasyon yaptığı minderin üstünden kalmış ve kimonosunu düzeltmişti. Tam o anda esen hafif rüzgar ise saçlarını arkaya doğru savurmuştu. Bahçenin eve yakın köşesinde duran masaya doğru ilerlerken "İlk gün her zaman önemlidir. Ama en önemlisi, o çocukları gerçekten tanımak olacak. Onların sadece shinobi değil, bireyler olduğunu unutma." demiş ve sandalyelerden birini kendine doğru çekerek oturmuş ve Teki'ye bakmaya başlamıştı. Hızlı adımlarla Teki de kendine doğru bir sandalye çekmiş ve annesini karşısına oturmuştu. "Sence nasıl bir yol izlemeliyim? Sen akademide yıllarca kenjutsu öğrettin. Aoba-sensei gibi bir eğitmen olabilmem için ne yapmalıyım?"
Aoba'nın adını duyunca Sencha, gözlerini hafifçe kapamış ve iç geçirmişti. "Aoba çok iyi bir öğretmendi. Onun öğrencisi olman her zaman benim için bir gurur kaynağı oldu, biliyor musun?" Annesinin gözlerinde hafif hüzünle karışık gururu Teki net bir şekilde fark etmişti. "Evet... Aoba-sensei gerçekten harikaydı ama ben onun gibi olabilir miyim bilmiyorum." Canı sıkılmıştı son cümlesi ağzından çıktığı gibi. Kendisini böyle bir yükün altında bırakamak isteyip istemediğinden emin değildi halen. Kusagakure için yapmalıydı. Artık jounin olduğu için köye karşı çok daha fazla sorumluluğu olacaktı. Bunlardan en önemlisi ise köyün gelecek nesillerini doğru şekilde eğitmekti.
"Onun gibi olamazsın, çünkü sen Teki’sin. Ama onun öğretilerini kendi yoluna adapte edebilirsin. Öğrencilerine sadece güçlü olmayı değil, ne için savaşmaları gerektiğini de öğret. Senin en büyük avantajın ne biliyor musun? Onların yaşadığı heyecanı ve korkuyu biliyorsun. Sen de bir zamanlar onların yerindeydin."
Düşüncelere dalmıştı Teki. Annesi haklıydı. Öğrencilerini eğitirken direkt olarak bir öğretmen gibi değil, bir zamanlar onlarla aynı yollardan geçmiş biri gibi davranmalıydı. Sencha'nın elini omzunda hissetmesi ile düşünceleri durmuştu. "Ve unutma, her zaman onların önünde bir örnek olacaksın. Disiplin, adalet, cesaret... Bunları önce sen göstermelisin ki onlar da seni takip etsin." Sencha sadece doğruları söylüyordu. İyi ki buraya gelmişti Teki. Annesi ile konuşmanın iyi bir fikir olduğunu biliyordu ama annesinin bu derece içini rahatlatabileceğinden emin değildi. Artık emindi. Aoba'nın Teki, Rei ve Sakuma'ya görevlerden önce yaptığı konuşmaları hatırlıyordu. Belki de artık o konuşmaları yapan kendisi olacaktı.
Birkaç saniye süren sessizliğin ardından Teki yüzüne bir gülümseme yerleştirmiş ve mutlu bir şekilde annesine bakmıştı. "Teşekkürler anne. Gerçekten..." Ayağa kalkmış ve güzelce gerinmişti. "Babam hala uyuyor değil mi?" Bu sorunun ardından Sencha da gülmeye başlamıştı. "Evet ama fazla bile uyudu. Az sonra uyandıracağım. Hemen gitme. Seni gördüğüne sevinecektir."
Teki başını onaylarcasına sallamış ve tekrar annesine bakmaya başlamıştı gülerek. Daha Kusagakure mezarlığına gidecekti ama şimdilik, annesiyle bu anın tadını daha çok çıkarmak istiyordu.

毒
► Show Spoiler
- Kasumikage Teki
- Kusagakure
- Posts: 394
- Joined: October 22nd, 2018, 2:54 am
Re: [Takım Teki] İlk Gün
Kusagakure'de normal bir sabah, 06:52
Ailesinin evinde geçirdiği iki saatin nasıl bu kadar çabuk geçtiğini fark etmemişti Teki. Annesi ile muhabbet ederken zamanın hızla akıp gitmişti. Muhabbetin koyuluğundan dolayı Yamamoto'yu uyandırmayı bile unutmuşlardı. İki saatin ardından Sencha, Yamamoto'yu uyandırdıktan sonra Yamamoto, uykulu gözlerle mutfağa gelmiş, Teki'yi gördüğünde hafifçe kaşlarını kaldırmıştı. Sabahları pek konuşkan olmayan Yamamoto'nun bu özelliği ailecek bilinen bir şeydi. "Günaydın baba." Hafifçe esnemiş ve az biraz uzamış sakallarını kaşıyarak Teki'ye bakmaya başlamıştı Yamamoto. "Günaydın Teki. Sabahın köründe burada ne işin var?" Babasının sorusuna cevap verecekti Teki ancak Sencha, çay servisi yapmak için mutfakta gezinirken oğlunun yerine cevap vermişti bile. "Uyuyamadı tabii ki. Düşünmekten kendini yemiş bitirmiş." Sencha'nın bu lafı üstüne Yamamoto'nun yüzüne bir gülümseme yerleşmişti. "Öğrenciler, değil mi?" Babasının kendisi ile dalga geçiyor olmadığını biliyordu Teki. Gülmesini bu sebeple yanlış anlamamıştı ancak cevap vermek yerine sadece onaylarcasına başını sallamıştı. Babasının da annesi gibi onun ne düşündüğünü kolayca anlayabilmesi canını sıkmasa da, bir noktada kendisini fazla şeffaf hissetmesine sebep oluyordu.
Yamamoto da durumun farkına varmış olacak ki Sencha'nın koyduğu çaydan bir yudum aldıktan sonra konuyu değiştirmişti. "Eee... Son zamanlarda yeni bir şeyler öğrendin mi? Shigure ve Dokuton çalışmaların nasıl gidiyor?" Babasının rutin sorularından birini sorması güldürmüştü Teki'yi. Yamamoto'ya göre bir shinobi için teknik ve stillerin gelişimi sürekli olmalıydı. Bu bağlamda Teki'nin nasıl ilerleme gösterdiğini de her zaman merak ederdi. Düşününce, Teki'nin güçlenmeye ve ilerlemeye olan merakının temelinde de kesinlikle Yamamoto vardı. Babasının azim ve hırsını kendisine kopyalamıştı tamamen Teki. "Geliştirdiğim şeyler var. Churoko'nun silah jutsusunu kullanabilir hale geldim ama hala üzerinde çalışmam gerekiyor. Bir noktada Dokuton tekniklerimle kenjutsu yeteneklerimi harmanlamak istiyorum ancak henüz mantıklı bir yol bulamadım." Oturduğu sandalyeye sırtını yaslamıştı. "Ama en önemlisi, kılıç hızımı artırmaya başladım. Senden öğrendiğim tüyolar fazlasıyla işe yarıyor." Oğlunun son cümlesini duyunca memnuniyetle başını sallamıştı Yamamoto. "Hız, düşmanı alt etmede en kritik noktalardan biridir. Kendi stiline en uygun yolu bulduğuna sevindim."
Teki, babasından onay almanın hala onu çocuk gibi sevindirdiğini fark ederek içten içe gülümsemişti. Küçüklüğünde, babasının kılıç eğitimleri sırasında onu sertçe eleştirdiği çok olmuştu. Ama şimdi, Yamamoto’nun Teki’nin gelişimini fark etmesi ve bunu dile getirmesi değerli bir şeydi onun için. Halen önünde uzun bir yol vardı ancak en örnek aldığı iki insanın Teki ile gurur duyuyor olması çok mutlu ediyordu kendisini. Bu sırada Sencha, Teki'nin önüne tekrar 1 bardak yeşil çay koymuştu. "Bugün uzun bir günün olacak. Çayını iç ve zihnini toparla." Bir bardak çay daha içmek istemiyordu aslında Teki ancak ailesinin çok kahve içen kişiler olmamasından ötürü başka çaresi de yoktu. Annesinin uzattığı fincanı almış ve çayın buharını içine çekerek sıcacık sıvıdan bir yudum almıştı. "Teşekkürler anne." Teki'nin kahvaltı yapmamış olduğunu düşündüğü için Sencha ona yemek hazırlamayı da teklif etmişti ancak Teki, evinde kahvaltı ettiğini söyleyerek bu teklifi kibarca reddetmişti.
"Yavaştan kalkmam lazım. Daha mezarlığa gideceğim. Gün sonunda çok yorulmamış olursam tekrar uğrarım belki." Teki, ailesiyle vedalaşıp önce ev sonra bahçe kapısını yavaşça açıp sokaklara doğru yürümeye başlamıştı. Mezarlığa gitmesi gerekiyordu. Evde bu kadar vakit harcayacağını düşünmemişti. Hoş, halen çok fazla vakti vardı ancak içten içe öğrencilerini bekletmekten de korkuyordu.
"Kendine iyi bak!"
"Çok germe kendini. Bu işe fazlasıyla uygunsun."
Teki, köyün batı duvarına bitişik mezarlığa giden taş döşeli yolları adımlarken, aklında annesinin ona Seimitsu Miyacho hakkında verdiği bilgiler vardı. Sencha, Miyacho'yu akademide verdiği kenjutsu derslerinden tanıyordu. Ona göre Miyacho, oldukça yetenekli ama bir o kadar da içine kapanık bir çocuktu. Ailesinin başına gelenlerden sonra sessizliği daha da derinleşmişti. Kenjutsuya fazlasıyla ilgi duyduğu için Sencha ile diğer öğretmenlerden daha çok konuşmuş ama yine de normal bir çocuğa kıyasla çok daha sessiz biriydi.
"Lanet Riaru ve adamları..."
Ailesinin evinde geçirdiği iki saatin nasıl bu kadar çabuk geçtiğini fark etmemişti Teki. Annesi ile muhabbet ederken zamanın hızla akıp gitmişti. Muhabbetin koyuluğundan dolayı Yamamoto'yu uyandırmayı bile unutmuşlardı. İki saatin ardından Sencha, Yamamoto'yu uyandırdıktan sonra Yamamoto, uykulu gözlerle mutfağa gelmiş, Teki'yi gördüğünde hafifçe kaşlarını kaldırmıştı. Sabahları pek konuşkan olmayan Yamamoto'nun bu özelliği ailecek bilinen bir şeydi. "Günaydın baba." Hafifçe esnemiş ve az biraz uzamış sakallarını kaşıyarak Teki'ye bakmaya başlamıştı Yamamoto. "Günaydın Teki. Sabahın köründe burada ne işin var?" Babasının sorusuna cevap verecekti Teki ancak Sencha, çay servisi yapmak için mutfakta gezinirken oğlunun yerine cevap vermişti bile. "Uyuyamadı tabii ki. Düşünmekten kendini yemiş bitirmiş." Sencha'nın bu lafı üstüne Yamamoto'nun yüzüne bir gülümseme yerleşmişti. "Öğrenciler, değil mi?" Babasının kendisi ile dalga geçiyor olmadığını biliyordu Teki. Gülmesini bu sebeple yanlış anlamamıştı ancak cevap vermek yerine sadece onaylarcasına başını sallamıştı. Babasının da annesi gibi onun ne düşündüğünü kolayca anlayabilmesi canını sıkmasa da, bir noktada kendisini fazla şeffaf hissetmesine sebep oluyordu.
Yamamoto da durumun farkına varmış olacak ki Sencha'nın koyduğu çaydan bir yudum aldıktan sonra konuyu değiştirmişti. "Eee... Son zamanlarda yeni bir şeyler öğrendin mi? Shigure ve Dokuton çalışmaların nasıl gidiyor?" Babasının rutin sorularından birini sorması güldürmüştü Teki'yi. Yamamoto'ya göre bir shinobi için teknik ve stillerin gelişimi sürekli olmalıydı. Bu bağlamda Teki'nin nasıl ilerleme gösterdiğini de her zaman merak ederdi. Düşününce, Teki'nin güçlenmeye ve ilerlemeye olan merakının temelinde de kesinlikle Yamamoto vardı. Babasının azim ve hırsını kendisine kopyalamıştı tamamen Teki. "Geliştirdiğim şeyler var. Churoko'nun silah jutsusunu kullanabilir hale geldim ama hala üzerinde çalışmam gerekiyor. Bir noktada Dokuton tekniklerimle kenjutsu yeteneklerimi harmanlamak istiyorum ancak henüz mantıklı bir yol bulamadım." Oturduğu sandalyeye sırtını yaslamıştı. "Ama en önemlisi, kılıç hızımı artırmaya başladım. Senden öğrendiğim tüyolar fazlasıyla işe yarıyor." Oğlunun son cümlesini duyunca memnuniyetle başını sallamıştı Yamamoto. "Hız, düşmanı alt etmede en kritik noktalardan biridir. Kendi stiline en uygun yolu bulduğuna sevindim."
Teki, babasından onay almanın hala onu çocuk gibi sevindirdiğini fark ederek içten içe gülümsemişti. Küçüklüğünde, babasının kılıç eğitimleri sırasında onu sertçe eleştirdiği çok olmuştu. Ama şimdi, Yamamoto’nun Teki’nin gelişimini fark etmesi ve bunu dile getirmesi değerli bir şeydi onun için. Halen önünde uzun bir yol vardı ancak en örnek aldığı iki insanın Teki ile gurur duyuyor olması çok mutlu ediyordu kendisini. Bu sırada Sencha, Teki'nin önüne tekrar 1 bardak yeşil çay koymuştu. "Bugün uzun bir günün olacak. Çayını iç ve zihnini toparla." Bir bardak çay daha içmek istemiyordu aslında Teki ancak ailesinin çok kahve içen kişiler olmamasından ötürü başka çaresi de yoktu. Annesinin uzattığı fincanı almış ve çayın buharını içine çekerek sıcacık sıvıdan bir yudum almıştı. "Teşekkürler anne." Teki'nin kahvaltı yapmamış olduğunu düşündüğü için Sencha ona yemek hazırlamayı da teklif etmişti ancak Teki, evinde kahvaltı ettiğini söyleyerek bu teklifi kibarca reddetmişti.
"Yavaştan kalkmam lazım. Daha mezarlığa gideceğim. Gün sonunda çok yorulmamış olursam tekrar uğrarım belki." Teki, ailesiyle vedalaşıp önce ev sonra bahçe kapısını yavaşça açıp sokaklara doğru yürümeye başlamıştı. Mezarlığa gitmesi gerekiyordu. Evde bu kadar vakit harcayacağını düşünmemişti. Hoş, halen çok fazla vakti vardı ancak içten içe öğrencilerini bekletmekten de korkuyordu.
"Kendine iyi bak!"
"Çok germe kendini. Bu işe fazlasıyla uygunsun."
Teki, köyün batı duvarına bitişik mezarlığa giden taş döşeli yolları adımlarken, aklında annesinin ona Seimitsu Miyacho hakkında verdiği bilgiler vardı. Sencha, Miyacho'yu akademide verdiği kenjutsu derslerinden tanıyordu. Ona göre Miyacho, oldukça yetenekli ama bir o kadar da içine kapanık bir çocuktu. Ailesinin başına gelenlerden sonra sessizliği daha da derinleşmişti. Kenjutsuya fazlasıyla ilgi duyduğu için Sencha ile diğer öğretmenlerden daha çok konuşmuş ama yine de normal bir çocuğa kıyasla çok daha sessiz biriydi.
"Lanet Riaru ve adamları..."

毒
► Show Spoiler
- Kasumikage Teki
- Kusagakure
- Posts: 394
- Joined: October 22nd, 2018, 2:54 am
Re: [Takım Teki] İlk Gün
Kusagakure'de normal bir sabah, 07:35
Teki, mezarlığa giden taş döşeli yolda ağır adımlarla ilerlerken, sabahın sessizliğiyle baş başa kalmıştı. Köyün batı duvarına bitişik olan bu alan, hem köyün içindeydi hem de köyden biraz kopuk gibiydi. Kusagakure halkı, ölülerine her zaman büyük bir saygıyla yaklaşmıştı. Bu yüzden mezarlık, sık sık ziyaret edilen, bakımlı ve düzenli bir yerdi. Her bir anı taşı, bir hayatın son bulduğunu ama unutulmadığını hatırlatıyordu. Yavaşça derin bir nefes çekmişti ciğerlerine. Bu yolu kaç defa yürüdüğünü hatırlamıyordu bile. Ancak her seferinde içindeki hisler değişmeden kalıyordu. Aoba-sensei, Rei ve bir çok silah arkadaşı… Hepsi burada, bu taşların altında yatıyordu. Adımları devam ederken Aklı tekrar Miyacho ve ailesine kaymıştı. Seimitsu Miyacho… Teki, annesinin anlattıklarını hatırlamıştı. Genç bir shinobi adayı. Fazla konuşmayan, gözlerinde derin bir sessizlik taşıyan biri. Miyacho'nun ailesi, Riaru kuvvetleri tarafından öldürülmüştü. Süregelen savaşlarda pek çok shinobi ve sivil gibi onlar da hayatını kaybetmişti. Ancak geride bıraktıkları sessizlik, ölümlerinin gürültüsünden daha ağırdı. Sencha'nın anlattıklarına göre Miyacho, o günden sonra içine kapanmış ve kendini tamamen çalışmaya vermişti. Teki, bunun ne anlama geldiğini iyi biliyordu. Bir şeyleri unutmaya, belki de bastırmaya çalışıyordu.
Taş kaplı mezarlık girişine vardığında, adımlarını biraz daha yavaşlatmıştı. Girişin her iki yanında yükselen büyük taş direklerin üstüne, zamanla yosun tutmuş Kusagakure sembolü kazınmıştı. İçeri adım attığında, sessizlik onu tamamen sardı. Hafif bir rüzgâr esiyor, ağaçların yapraklarını usulca sallıyordu. İlk durak belliydi. Aoba-sensei...
Mezar taşını bulması uzun sürmemişti. Kusagakure'nin geleneklerine göre, her shinobinin külleri burada anı taşlarına serpiliyordu. Mezar taşının önünde adımlarını sonlandırmıştı. "Sensei..." Taşın önünde diz çökmüş ve bir elini yavaşça taşın pürüzlü yüzeyine koymuştu. "Yine geldim. Daha doğrusu yine buradayım. Ne zaman kendimden emin olamasam buraya geliyorum. Garip, değil mi? Senin eğitimlerinden kaçmak için köşe bucak kaçardım eskiden. Şimdi ise burada sana anlamsızca konuşuyorum." Gülümsemeye başlamıştı istemsizce ama gülümsemesi kısa sürmüştü. Gözleri mezar taşındaki o tanıdık isme takılmıştı tekrar. "Öğrencilerimi düşünüyorum, sensei. Nasıl yöneteceğimi, nasıl eğiteceğimi... Doğru kararları verip veremeyeceğimi bilmiyorum. Sensei olmak nasıl bir şeydi? Bana bunu hiç anlatmadın." Mezar taşına doğru eğilmiş ve alnını taşın soğuk yüzeyine yaslamıştı. "Keşke burada olsaydın sensei. Bana 'Bu kadar düşünme Teki, kafan patlayacak' derdin. Sonra da saçma sapan bir hikâye anlatırdın. Ben de başımı sallayıp 'Bunun konuyla ne alakası var?' derdim ama ben yine de içten içe rahatlamış olurdum." Kapamıştı gözlerini. Aoba-sensei'nin tüm hatıralarını, sesini, tavırlarını ve kahkahalarını hatırlamıştı. Hepsi artık anılardan ibaretti. Bir süre daha sessiz kaldıktan sonra ayağa kalkmıştı. "Rei'yi de ziyaret edeceğim sensei. Görüşmek üzere."
Bir kaç adım ötede Rei'nin mezarı duruyordu. Mezara yaklaşırken içindeki hislerin değiştiğini fark etmişti. Rei ile arkadaşlığını düşünmeye başlamıştı. Hiç yakın hissetmedikleri zamanları. Sonrasında yavaşça arkadaş olmaları. Neredeyse her günlerini beraber geçirmeye başladıktan sonra oluşmaya başlayan o sağlam dostluğu. Sakuma ile beraber yaptıkları çocuklukları. Dünyanın bu kadar ciddi bir yer olduğunu anlamadan önce hep eğlenecek bir nokta bulabilmelerini. Onu son gördüğü anı. Yolları ayrılırken Rei ve Aoba'nın koştuğu yöne doğru bakışını ve onları son kez canlı şekilde görüşünü. Rei'nin mezar taşının önüne geldiğinde düşüncelerini toparlayabilir hale gelmişti. "Rei..." Tekrar mezar taşının önünde diz çökmüş ve ellerini dizlerinin üstünde birleştirmişti. "Seni anlamak hep çok kolaydı çünkü seni anlamak için kelimelere ihtiyacım yoktu. Hepimizi gözlemlerdin, analiz ederdin. Şimdi burada oturduğumu görseydin, muhtemelen kaşlarını çatıp sessizce beklerdin. 'Bakalım Teki bu sefer ne saçmalayacak' der gibi." Cümlesi bittiği gibi gülmeye başlamıştı. Eğlenceli anılar dolmaya başlamıştı zihnine. "Bugün yeni öğrencilerimle tanışacağım Rei. İçlerinden birisi ailesini yakın zamanda kaybetmiş. Benim sizi kaybettikten sonra hissettiğim şeylerin çok daha ağırını hissettiğine eminim. Bu dünyada kendi yolunu bulmaya çalıştığını düşünüyorum ancak yükü ağır. Bunu anlayabiliyorum." Yumruklarını sıkmaya başlamıştı. "Onun bu yükü yalnız taşımaması için elimden geleni yapacağım."
Rei'nin mezarından ayrıldıktan sonra Miyacho'nun anne ve babasının mezarlarını bulmak için etrafa bakınmaya başlamıştı. Sencha mezarların yan yana olduklarını söylemişti. Kısa bir turlamanın ardından Seimitsu soyadını taşıyan iki taşı bulmuş ve önlerinde durmuştu. Normalde mezarlığı çok kez ziyaret ediyor olsa da tanımadığı kişilerin mezarlarını ziyaret etme alışkanlığı yoktu. İlk kez gerçekten hiç tanımadığı insanların mezarı önünde diz çökmüştü. "Merhaba Seimitsu ailesi." Sesi biraz titrek çıkmıştı ancak öksürerek toparlamıştı konuşmasını. "Ben, Kasumikage Teki. Kızınıza bugünden itibaren senseilik yapacağım. Ona göz kulak olacağım. Onu eğiteceğim. Kendi yolunu bulması için yanında olacağım." Derin bir nefes almıştı. "Siz burada olmayabilirsiniz ama Miyacho yalnız değil. Bunu bilmenizi istedim." Daha fazla ne söyleyebileceğini bilememişti. Bir süre sessizce mezar taşlarının önünde beklemeye devam ettikten sonra hafif rüzgar eserken ayağa kalkmıştı.
"Onunla herkesin gurur duymasını sağlayacağım."
Mezarlıktan çıkmak üzere kapıya doğru adımlarına başlamıştı. Gün halen devam ediyordu. Yaklaşık 3-4 saat sonra resmi olarak öğrencileri ile tanışacaktı. İçinde büyüyen heyecanı ile beraber yavaştan karnı da acıkmaya başlamıştı.
Teki, mezarlığa giden taş döşeli yolda ağır adımlarla ilerlerken, sabahın sessizliğiyle baş başa kalmıştı. Köyün batı duvarına bitişik olan bu alan, hem köyün içindeydi hem de köyden biraz kopuk gibiydi. Kusagakure halkı, ölülerine her zaman büyük bir saygıyla yaklaşmıştı. Bu yüzden mezarlık, sık sık ziyaret edilen, bakımlı ve düzenli bir yerdi. Her bir anı taşı, bir hayatın son bulduğunu ama unutulmadığını hatırlatıyordu. Yavaşça derin bir nefes çekmişti ciğerlerine. Bu yolu kaç defa yürüdüğünü hatırlamıyordu bile. Ancak her seferinde içindeki hisler değişmeden kalıyordu. Aoba-sensei, Rei ve bir çok silah arkadaşı… Hepsi burada, bu taşların altında yatıyordu. Adımları devam ederken Aklı tekrar Miyacho ve ailesine kaymıştı. Seimitsu Miyacho… Teki, annesinin anlattıklarını hatırlamıştı. Genç bir shinobi adayı. Fazla konuşmayan, gözlerinde derin bir sessizlik taşıyan biri. Miyacho'nun ailesi, Riaru kuvvetleri tarafından öldürülmüştü. Süregelen savaşlarda pek çok shinobi ve sivil gibi onlar da hayatını kaybetmişti. Ancak geride bıraktıkları sessizlik, ölümlerinin gürültüsünden daha ağırdı. Sencha'nın anlattıklarına göre Miyacho, o günden sonra içine kapanmış ve kendini tamamen çalışmaya vermişti. Teki, bunun ne anlama geldiğini iyi biliyordu. Bir şeyleri unutmaya, belki de bastırmaya çalışıyordu.
Taş kaplı mezarlık girişine vardığında, adımlarını biraz daha yavaşlatmıştı. Girişin her iki yanında yükselen büyük taş direklerin üstüne, zamanla yosun tutmuş Kusagakure sembolü kazınmıştı. İçeri adım attığında, sessizlik onu tamamen sardı. Hafif bir rüzgâr esiyor, ağaçların yapraklarını usulca sallıyordu. İlk durak belliydi. Aoba-sensei...
Mezar taşını bulması uzun sürmemişti. Kusagakure'nin geleneklerine göre, her shinobinin külleri burada anı taşlarına serpiliyordu. Mezar taşının önünde adımlarını sonlandırmıştı. "Sensei..." Taşın önünde diz çökmüş ve bir elini yavaşça taşın pürüzlü yüzeyine koymuştu. "Yine geldim. Daha doğrusu yine buradayım. Ne zaman kendimden emin olamasam buraya geliyorum. Garip, değil mi? Senin eğitimlerinden kaçmak için köşe bucak kaçardım eskiden. Şimdi ise burada sana anlamsızca konuşuyorum." Gülümsemeye başlamıştı istemsizce ama gülümsemesi kısa sürmüştü. Gözleri mezar taşındaki o tanıdık isme takılmıştı tekrar. "Öğrencilerimi düşünüyorum, sensei. Nasıl yöneteceğimi, nasıl eğiteceğimi... Doğru kararları verip veremeyeceğimi bilmiyorum. Sensei olmak nasıl bir şeydi? Bana bunu hiç anlatmadın." Mezar taşına doğru eğilmiş ve alnını taşın soğuk yüzeyine yaslamıştı. "Keşke burada olsaydın sensei. Bana 'Bu kadar düşünme Teki, kafan patlayacak' derdin. Sonra da saçma sapan bir hikâye anlatırdın. Ben de başımı sallayıp 'Bunun konuyla ne alakası var?' derdim ama ben yine de içten içe rahatlamış olurdum." Kapamıştı gözlerini. Aoba-sensei'nin tüm hatıralarını, sesini, tavırlarını ve kahkahalarını hatırlamıştı. Hepsi artık anılardan ibaretti. Bir süre daha sessiz kaldıktan sonra ayağa kalkmıştı. "Rei'yi de ziyaret edeceğim sensei. Görüşmek üzere."
Bir kaç adım ötede Rei'nin mezarı duruyordu. Mezara yaklaşırken içindeki hislerin değiştiğini fark etmişti. Rei ile arkadaşlığını düşünmeye başlamıştı. Hiç yakın hissetmedikleri zamanları. Sonrasında yavaşça arkadaş olmaları. Neredeyse her günlerini beraber geçirmeye başladıktan sonra oluşmaya başlayan o sağlam dostluğu. Sakuma ile beraber yaptıkları çocuklukları. Dünyanın bu kadar ciddi bir yer olduğunu anlamadan önce hep eğlenecek bir nokta bulabilmelerini. Onu son gördüğü anı. Yolları ayrılırken Rei ve Aoba'nın koştuğu yöne doğru bakışını ve onları son kez canlı şekilde görüşünü. Rei'nin mezar taşının önüne geldiğinde düşüncelerini toparlayabilir hale gelmişti. "Rei..." Tekrar mezar taşının önünde diz çökmüş ve ellerini dizlerinin üstünde birleştirmişti. "Seni anlamak hep çok kolaydı çünkü seni anlamak için kelimelere ihtiyacım yoktu. Hepimizi gözlemlerdin, analiz ederdin. Şimdi burada oturduğumu görseydin, muhtemelen kaşlarını çatıp sessizce beklerdin. 'Bakalım Teki bu sefer ne saçmalayacak' der gibi." Cümlesi bittiği gibi gülmeye başlamıştı. Eğlenceli anılar dolmaya başlamıştı zihnine. "Bugün yeni öğrencilerimle tanışacağım Rei. İçlerinden birisi ailesini yakın zamanda kaybetmiş. Benim sizi kaybettikten sonra hissettiğim şeylerin çok daha ağırını hissettiğine eminim. Bu dünyada kendi yolunu bulmaya çalıştığını düşünüyorum ancak yükü ağır. Bunu anlayabiliyorum." Yumruklarını sıkmaya başlamıştı. "Onun bu yükü yalnız taşımaması için elimden geleni yapacağım."
Rei'nin mezarından ayrıldıktan sonra Miyacho'nun anne ve babasının mezarlarını bulmak için etrafa bakınmaya başlamıştı. Sencha mezarların yan yana olduklarını söylemişti. Kısa bir turlamanın ardından Seimitsu soyadını taşıyan iki taşı bulmuş ve önlerinde durmuştu. Normalde mezarlığı çok kez ziyaret ediyor olsa da tanımadığı kişilerin mezarlarını ziyaret etme alışkanlığı yoktu. İlk kez gerçekten hiç tanımadığı insanların mezarı önünde diz çökmüştü. "Merhaba Seimitsu ailesi." Sesi biraz titrek çıkmıştı ancak öksürerek toparlamıştı konuşmasını. "Ben, Kasumikage Teki. Kızınıza bugünden itibaren senseilik yapacağım. Ona göz kulak olacağım. Onu eğiteceğim. Kendi yolunu bulması için yanında olacağım." Derin bir nefes almıştı. "Siz burada olmayabilirsiniz ama Miyacho yalnız değil. Bunu bilmenizi istedim." Daha fazla ne söyleyebileceğini bilememişti. Bir süre sessizce mezar taşlarının önünde beklemeye devam ettikten sonra hafif rüzgar eserken ayağa kalkmıştı.
"Onunla herkesin gurur duymasını sağlayacağım."
Mezarlıktan çıkmak üzere kapıya doğru adımlarına başlamıştı. Gün halen devam ediyordu. Yaklaşık 3-4 saat sonra resmi olarak öğrencileri ile tanışacaktı. İçinde büyüyen heyecanı ile beraber yavaştan karnı da acıkmaya başlamıştı.

毒
► Show Spoiler
- Kasumikage Teki
- Kusagakure
- Posts: 394
- Joined: October 22nd, 2018, 2:54 am
Re: [Takım Teki] İlk Gün
Kusagakure'de normal bir sabah, 08:29
Teki mezarlıktan çıkarken omuzlarında yavaş yavaş yorgunluktan kaynaklı bir ağırlaşma başladığını hissetmişti. Çok erken başladığı gününde saatlerdir yürüyordu sonuçta. Fakat önünde daha uzun bir gün vardı. Yarısını... Hatta çeyreğini bile tamamlamamıştı gününün daha. Derin bir nefes alarak, ciğerlerine Kusagakure'nin serin sabah havasını doldurmuştu. Köyün içine doğru yürümeye devam ederken, mezarlığın sessizliği yavaş yavaş geride kalmış, yerini Kusagakure'nin sabah temposuna bırakıyordu. Dükkanların çoğu ya açılmış ay da açılmaya başlıyordu. Bazı esnaflar tezgahlarını hazırlıyor, bazıları ise dükkanlarının önünü temizliyor ve müşterileri ile ilgileniyordu. Çoğu shinobi çoktan görevlerine ya da antrenmanlarına başlamıştı. Bazı insanlar köşe başlarında toplanmış sohbet ediyor, bazı shinobiler silah ve ekipmanlarını kontrol ediyordu. Çocuklar ise temiz alınmış bir uyku ile vücutlarına doldurdukları enerjileri asla tükenmeyecekmişçesine koşturuyordu Kusagakure sokaklarında.
Çevresini inceleye inceleye yürüyüşüne devam ederken Teki'nin gözleri, sol tarafında kalan bir fırının içinden gelen koku yüzünden hafifçe kısılmıştı. Sıcacık pişmiş hamur işlerinin kokusu aniden burnuna çarpmış ve midesinin ne zamandır boş olduğunu fark etmesine sebep olmuştu. "Tabii ya... Kahvaltı edeli baya oldu." Evden çıkmadan önce yediği 2 dilim avokadolu tostun kendisini daha uzun süre idare edeceğini düşünmüş ancak yanılmıştı. Tam o an aklına evden çıkarken kahve almayı unuttuğu da gelmişti. "Ahh... Tam ihtiyacım olan şey kahvesiz kalmaktı sahiden." Derin bir iç çekmişti unutkanlığı karşısında. Fakat çok dert etmemeyi tercih etti. Halen vakti vardı ve bu zamanı Hana-san'ın dükkanına gitmek için kullanabilirdi.
Hemen adımlarını dükkanın bulunduğu sokağa doğru çevirmişti. Hem uzun zamandır uğramıyordu Hana-san'ın dükkanına. 3 aydır Konohagakure'de eğitimde olduğu için haliyle fırsat bulamamıştı. Tatlı bir dango şişini ısırırken kahve yudumlamanın ona vereceği rahatlamaya fazlasıyla ihtiyacı vardı. Dükkanın bulunduğu sokağa girdiğinde hemen tanıdık bir yüzle göz göze gelmişti. "Kasumikage-san! Sabahın bu saatinde dışarılardasın? Bayadır görmüyordum seni." Sokağın köşesindeki silah dükkanının ustası, İgarashi, kapısında dikildiği dükkanında sigara içerken seslenmişti Teki'ye. Yüksek ihtimalle henüz müşterisi olmadığı için sigara keyfi yapıyordu. "Meşgul bir dönem geçiriyordum İgarashi-san. Şimdi bir süre buralarda olacağım gibi. Sen de erkencisin. Sigara içmeye başladığına göre dükkanı açalı en az 3 saat olmuş." Karşılıklı gülüşmeye başlamışlardı. "Eeee bu yaşlı eller halen iş görüyor ve bu silahlar kendi kendine bilenmiyor Kasumikage-san." Fazlasıyla saygı duyuyordu İgarashi'ye Teki. Eşini yıllar önce kaybetmiş, hiç çocuğu da olmamış. Eşinin vefatının sonrasında kendini tamamen işine adamış bir demirci. Zorlu bir görevden sonra hasar gören Kitsune'yi tamir ettirmek istemesi sayesinde tanışmışlardı İgarashi ile. O zamandan beri de ne zaman benzer bir yardıma ihtiyacı olsa kendini İgarashi'nin dükkanında bulur olmuştu Teki. Hatta Hana'nın dango dükkanını da bu sayede keşfetmişti. "Çok iyi bak kendine İgarashi-san!" Hafifçe başını eğerek vedasını etmiş ve adımlarına devam etmişti. "Sen de Kasumikage-san. Bir ara getir, Kitsune'yi bileyelim."
Sabah güneşinin altında hafifçe parlayan dükkanın tabelasını görünce keyiflenmişti Teki. Toplamda 4 ya da 5 kişinin aynı anda yemek yiyebileceği küçük bir dükkandı Hana'nın dükkanı. İlk gördüğünde dükkan olduğunu bile anlamamıştı Teki. Sonrasında İgarashi'nin bahsettiğini duyunca buranın bir dango dükkanı olduğundan haberdar olmuş ve Hana ile tanışmıştı. Yaşlı tonton bir nineydi Hana. Bir oğlu olduğunu biliyordu sadece. Eşi veya varsa başka çocukları hakkında bilgisi yoktu Teki'nin. İgarashi gibi çok konuşan birisi de değildi Hana. Daha doğrusu konuşur ama net konuşurdu. Sanki karşısındakini yormak istemiyor ve kendi de yorulmak istemiyormuş gibi daha kısa keserdi muhabbetleri. Sanki tek derdi sevgiyle hazırladığı dangoları daha çok kişiye servis etmekti. Bu yüzden dükkanında yemeğini bitirdikten sonra oturmaya devam eden kişileri de pek sevmezdi. Dükkandan içeri ilk adımını attığı gibi sıcak hamur, tatlı sos ve çay kokusu buram buram yüzüne çarpmıştı Teki'nin. İçerisi her zaman olduğu gibi sıcaktı. Hem fiziksel anlamda hem de ruhen.
"Aaa Kasumikage-kun! Bayadır uğramıyordun." Teki'yi görünce yüzünde büyük bir gülümseme belirmişti Hana'nın. Hafifçe eğilerek cevap vermişti Teki, yaşlı kadına. "Bir süredir dış görevdeydim Hana-san. Döner dönmez hemen uğrayamadım ama ilk duraklarımdan biri olduğunu bilmeni isterim." Keyifle gülmüştü Teki'nin bu cevabı karşısında yaşlı kadın. "Her zamankinden mi istersin?" Bir an ne kadar aç olduğunu sorgulamıştı Teki. Günün kalanında öğrencileri ile tanışırken karnından guruldama sesleri gelmesini istemiyordu. "Evet Hana-san. Üç şiş tatlı dango ve sert bir kahve." Siparişi aldığı gibi kafasıyla bir onaylama işareti yapmış ve mekanın iç kısmındaki küçük mutfağa yürümüştü Hana. Teki ise boş bir masalardan birine geçmiş ve sandalyeye oturmuştu. Kusagakure sabah saatlerinde hep böyle olurdu. İnsanlar önce yavaş yavaş uyanır ve gündelik hayatlarına başlarlardı. Bir kısmı Hana ve İgarashi gibi işleriyle meşgul olurken, bir kısmı meydanda veya dükkanlarda vakit geçirirdi. Teki keyif alıyordu bu düzenden. Kaotik savaş alanlarından veya gizli görevlerden dönünce, köyün bu sıradanlığı ona huzur verirdi. Taze kahve ve dango kokularıyla düşüncelerine dalmışken aradan bir kaç dakika geçmiş ve hazırladığı kahvesiyle beraber dango şişlerini masasına bırakmıştı Hana. Başıyla Hana'ya teşekkür ettikten sonra önce harika gözüken dango şişlerine bakmıştı Teki. Sonra kahvesinden bir yudum alarak gözlerini kapatmıştı. "Ellerine sağlık Hana-san."
Yemeğini bitirip kahvesini içtikten sonra Hana'ya teşekkür ederek dükkandan ayrılmıştı Teki. Sokaktan çıkarken tekrar İgarashi'ye selam vermiş ve köy meydanına doğru yöneltmişti adımlarını. Meydana yaklaştıkça köydeki hareketlilik de iyice artmıştı. Kusagakure'nin köy meydanı tam anlamıyla bir park gibiydi. Çimenlerle ve ağaçlarla kaplı geniş bir alan. Bu alanda dinlenenler, sohbet edenler, gölgede oturan yaşlılar, oynayan çocuklar ve nöbet tutan shinobiler... Ama en önemlisi meydanın tam merkezindeki Matsuoka idi. Yaşan bir varlık gibi saygı gösterilen Matsuoka, Teki için de meydanın en önemli figürüydü. Ağaca saygı duyar ve köyün halkının bir parçasıymış gibi görürdü onu. Bu yüzden meydana giriş yaptığı gibi eliyle selamlamıştı Matsuoko'yu. Öğrencileri ile tanışacağı vakte halen çok vardı. Bu sebeple biraz temiz hava eşliğinde köyün gürültüsünü dinlemek istiyordu. Gölgede kalmış boş bir bankı gözüne kestirdikten sonra hızlıca kimse kapmadan bankın tam ortasına oturmuştu. Yaptığı çocukça ve aceleci hareketten sonra gülmeden de duramamıştı. Arkasına güzelce yaslanıp, kafasını göğe diktiğinde şu an tam olarak hiçbir şey yapmadığını fark etmiş ve bunu ne zamandır yapmadığını düşünmüştü. Sadece oturmak... Bir anlığına bile olsa savaşları, kayıpları, görevleri ve sorumlulukları bir kenara bırakmak. Gözlerini kapatmıştı bir kaç saniyeliğine bunları düşünürken.
Anlamadığı boğuk bir ses duymuştu ilk olarak. Gözleri yavaşça açılırken göz kapakları beklediğinden daha zor ayrılmıştı birbirinden. Afallamıştı anlık olarak. Nerede olduğunu ve ne yaptığını algılamaya çalışırken birden karşısında küçük bir kızın kendisine baktığını fark etmişti. Küçük kız kafasını yana eğmiş, dikkatle ve merakla Teki'ye bakıyordu. Ne kadar olduğundan emin olmasa da bankta düşüncelere dalmışken uyuyakaldığından o an emin olmuştu Teki.
"Merhaba Kasumikage-sensei. Ben Katamari Haruka."
Teki mezarlıktan çıkarken omuzlarında yavaş yavaş yorgunluktan kaynaklı bir ağırlaşma başladığını hissetmişti. Çok erken başladığı gününde saatlerdir yürüyordu sonuçta. Fakat önünde daha uzun bir gün vardı. Yarısını... Hatta çeyreğini bile tamamlamamıştı gününün daha. Derin bir nefes alarak, ciğerlerine Kusagakure'nin serin sabah havasını doldurmuştu. Köyün içine doğru yürümeye devam ederken, mezarlığın sessizliği yavaş yavaş geride kalmış, yerini Kusagakure'nin sabah temposuna bırakıyordu. Dükkanların çoğu ya açılmış ay da açılmaya başlıyordu. Bazı esnaflar tezgahlarını hazırlıyor, bazıları ise dükkanlarının önünü temizliyor ve müşterileri ile ilgileniyordu. Çoğu shinobi çoktan görevlerine ya da antrenmanlarına başlamıştı. Bazı insanlar köşe başlarında toplanmış sohbet ediyor, bazı shinobiler silah ve ekipmanlarını kontrol ediyordu. Çocuklar ise temiz alınmış bir uyku ile vücutlarına doldurdukları enerjileri asla tükenmeyecekmişçesine koşturuyordu Kusagakure sokaklarında.
Çevresini inceleye inceleye yürüyüşüne devam ederken Teki'nin gözleri, sol tarafında kalan bir fırının içinden gelen koku yüzünden hafifçe kısılmıştı. Sıcacık pişmiş hamur işlerinin kokusu aniden burnuna çarpmış ve midesinin ne zamandır boş olduğunu fark etmesine sebep olmuştu. "Tabii ya... Kahvaltı edeli baya oldu." Evden çıkmadan önce yediği 2 dilim avokadolu tostun kendisini daha uzun süre idare edeceğini düşünmüş ancak yanılmıştı. Tam o an aklına evden çıkarken kahve almayı unuttuğu da gelmişti. "Ahh... Tam ihtiyacım olan şey kahvesiz kalmaktı sahiden." Derin bir iç çekmişti unutkanlığı karşısında. Fakat çok dert etmemeyi tercih etti. Halen vakti vardı ve bu zamanı Hana-san'ın dükkanına gitmek için kullanabilirdi.
Hemen adımlarını dükkanın bulunduğu sokağa doğru çevirmişti. Hem uzun zamandır uğramıyordu Hana-san'ın dükkanına. 3 aydır Konohagakure'de eğitimde olduğu için haliyle fırsat bulamamıştı. Tatlı bir dango şişini ısırırken kahve yudumlamanın ona vereceği rahatlamaya fazlasıyla ihtiyacı vardı. Dükkanın bulunduğu sokağa girdiğinde hemen tanıdık bir yüzle göz göze gelmişti. "Kasumikage-san! Sabahın bu saatinde dışarılardasın? Bayadır görmüyordum seni." Sokağın köşesindeki silah dükkanının ustası, İgarashi, kapısında dikildiği dükkanında sigara içerken seslenmişti Teki'ye. Yüksek ihtimalle henüz müşterisi olmadığı için sigara keyfi yapıyordu. "Meşgul bir dönem geçiriyordum İgarashi-san. Şimdi bir süre buralarda olacağım gibi. Sen de erkencisin. Sigara içmeye başladığına göre dükkanı açalı en az 3 saat olmuş." Karşılıklı gülüşmeye başlamışlardı. "Eeee bu yaşlı eller halen iş görüyor ve bu silahlar kendi kendine bilenmiyor Kasumikage-san." Fazlasıyla saygı duyuyordu İgarashi'ye Teki. Eşini yıllar önce kaybetmiş, hiç çocuğu da olmamış. Eşinin vefatının sonrasında kendini tamamen işine adamış bir demirci. Zorlu bir görevden sonra hasar gören Kitsune'yi tamir ettirmek istemesi sayesinde tanışmışlardı İgarashi ile. O zamandan beri de ne zaman benzer bir yardıma ihtiyacı olsa kendini İgarashi'nin dükkanında bulur olmuştu Teki. Hatta Hana'nın dango dükkanını da bu sayede keşfetmişti. "Çok iyi bak kendine İgarashi-san!" Hafifçe başını eğerek vedasını etmiş ve adımlarına devam etmişti. "Sen de Kasumikage-san. Bir ara getir, Kitsune'yi bileyelim."
Sabah güneşinin altında hafifçe parlayan dükkanın tabelasını görünce keyiflenmişti Teki. Toplamda 4 ya da 5 kişinin aynı anda yemek yiyebileceği küçük bir dükkandı Hana'nın dükkanı. İlk gördüğünde dükkan olduğunu bile anlamamıştı Teki. Sonrasında İgarashi'nin bahsettiğini duyunca buranın bir dango dükkanı olduğundan haberdar olmuş ve Hana ile tanışmıştı. Yaşlı tonton bir nineydi Hana. Bir oğlu olduğunu biliyordu sadece. Eşi veya varsa başka çocukları hakkında bilgisi yoktu Teki'nin. İgarashi gibi çok konuşan birisi de değildi Hana. Daha doğrusu konuşur ama net konuşurdu. Sanki karşısındakini yormak istemiyor ve kendi de yorulmak istemiyormuş gibi daha kısa keserdi muhabbetleri. Sanki tek derdi sevgiyle hazırladığı dangoları daha çok kişiye servis etmekti. Bu yüzden dükkanında yemeğini bitirdikten sonra oturmaya devam eden kişileri de pek sevmezdi. Dükkandan içeri ilk adımını attığı gibi sıcak hamur, tatlı sos ve çay kokusu buram buram yüzüne çarpmıştı Teki'nin. İçerisi her zaman olduğu gibi sıcaktı. Hem fiziksel anlamda hem de ruhen.
"Aaa Kasumikage-kun! Bayadır uğramıyordun." Teki'yi görünce yüzünde büyük bir gülümseme belirmişti Hana'nın. Hafifçe eğilerek cevap vermişti Teki, yaşlı kadına. "Bir süredir dış görevdeydim Hana-san. Döner dönmez hemen uğrayamadım ama ilk duraklarımdan biri olduğunu bilmeni isterim." Keyifle gülmüştü Teki'nin bu cevabı karşısında yaşlı kadın. "Her zamankinden mi istersin?" Bir an ne kadar aç olduğunu sorgulamıştı Teki. Günün kalanında öğrencileri ile tanışırken karnından guruldama sesleri gelmesini istemiyordu. "Evet Hana-san. Üç şiş tatlı dango ve sert bir kahve." Siparişi aldığı gibi kafasıyla bir onaylama işareti yapmış ve mekanın iç kısmındaki küçük mutfağa yürümüştü Hana. Teki ise boş bir masalardan birine geçmiş ve sandalyeye oturmuştu. Kusagakure sabah saatlerinde hep böyle olurdu. İnsanlar önce yavaş yavaş uyanır ve gündelik hayatlarına başlarlardı. Bir kısmı Hana ve İgarashi gibi işleriyle meşgul olurken, bir kısmı meydanda veya dükkanlarda vakit geçirirdi. Teki keyif alıyordu bu düzenden. Kaotik savaş alanlarından veya gizli görevlerden dönünce, köyün bu sıradanlığı ona huzur verirdi. Taze kahve ve dango kokularıyla düşüncelerine dalmışken aradan bir kaç dakika geçmiş ve hazırladığı kahvesiyle beraber dango şişlerini masasına bırakmıştı Hana. Başıyla Hana'ya teşekkür ettikten sonra önce harika gözüken dango şişlerine bakmıştı Teki. Sonra kahvesinden bir yudum alarak gözlerini kapatmıştı. "Ellerine sağlık Hana-san."
Yemeğini bitirip kahvesini içtikten sonra Hana'ya teşekkür ederek dükkandan ayrılmıştı Teki. Sokaktan çıkarken tekrar İgarashi'ye selam vermiş ve köy meydanına doğru yöneltmişti adımlarını. Meydana yaklaştıkça köydeki hareketlilik de iyice artmıştı. Kusagakure'nin köy meydanı tam anlamıyla bir park gibiydi. Çimenlerle ve ağaçlarla kaplı geniş bir alan. Bu alanda dinlenenler, sohbet edenler, gölgede oturan yaşlılar, oynayan çocuklar ve nöbet tutan shinobiler... Ama en önemlisi meydanın tam merkezindeki Matsuoka idi. Yaşan bir varlık gibi saygı gösterilen Matsuoka, Teki için de meydanın en önemli figürüydü. Ağaca saygı duyar ve köyün halkının bir parçasıymış gibi görürdü onu. Bu yüzden meydana giriş yaptığı gibi eliyle selamlamıştı Matsuoko'yu. Öğrencileri ile tanışacağı vakte halen çok vardı. Bu sebeple biraz temiz hava eşliğinde köyün gürültüsünü dinlemek istiyordu. Gölgede kalmış boş bir bankı gözüne kestirdikten sonra hızlıca kimse kapmadan bankın tam ortasına oturmuştu. Yaptığı çocukça ve aceleci hareketten sonra gülmeden de duramamıştı. Arkasına güzelce yaslanıp, kafasını göğe diktiğinde şu an tam olarak hiçbir şey yapmadığını fark etmiş ve bunu ne zamandır yapmadığını düşünmüştü. Sadece oturmak... Bir anlığına bile olsa savaşları, kayıpları, görevleri ve sorumlulukları bir kenara bırakmak. Gözlerini kapatmıştı bir kaç saniyeliğine bunları düşünürken.
Anlamadığı boğuk bir ses duymuştu ilk olarak. Gözleri yavaşça açılırken göz kapakları beklediğinden daha zor ayrılmıştı birbirinden. Afallamıştı anlık olarak. Nerede olduğunu ve ne yaptığını algılamaya çalışırken birden karşısında küçük bir kızın kendisine baktığını fark etmişti. Küçük kız kafasını yana eğmiş, dikkatle ve merakla Teki'ye bakıyordu. Ne kadar olduğundan emin olmasa da bankta düşüncelere dalmışken uyuyakaldığından o an emin olmuştu Teki.
"Merhaba Kasumikage-sensei. Ben Katamari Haruka."

毒
► Show Spoiler
- Kasumikage Teki
- Kusagakure
- Posts: 394
- Joined: October 22nd, 2018, 2:54 am
Re: [Takım Teki] İlk Gün
Kusagakure'de normal bir gün, 12:55
Köy meydanında esen hafif rüzgar, hem ağaçların yapraklarını usulca hışırdatıyordu hem de saçlarının ara ara uçuşmasına sebep oluyordu. Gergindi. Erken gelirse üzerindeki stresi bir nebze olsun azaltabileceğini umarak meydana giriş yapmıştı Katamari Haruka. Meydana ilk adımını attığı gibi gözleri etrafı süzmeye başlamıştı. Belki takım arkadaşları ve ustası çoktan buluşmuşlardı. Takım arkadaşlarının görünüşüne dair bir bilgisi yoktu ancak ustasının bembeyaz saçlara sahip birisi olduğunu biliyordu. Bu sebeple gözleri hemen Teki'yi aramıştı ama meydanda değil gibiydi ustası. İlk başka böyle düşünmüştü Haruka. Sonra bakışları büyük ağazın biraz ilerisinde, gölgenin denk geldiği bankta tek başına oturan kişiye takılmıştı. Beyaz saçlar...
"Kasumikage-sensei?"
Başını hafifçe yana eğip, bakışlarını merakla Teki'ye odaklamıştı. Ustası olacağı söylenen adam bir bankın ortasına yayılmış ve vücudu hafif yana kaymış bir şekilde gözleri kapalı şekilde belli ki uyuyordu. Şaşırmıştı Haruka. Böyle bir tanışma hayal etmemişti hiç. Sesinin Teki'ye ulaşmadığını düşünerek bir kez daha denemek istemişti şansını.
"Merhaba Kasumikage-sensei. Ben Katamari Haruka."
Nasıl daldığını fark bile etmediği uykusundan Haruka'nın sesi ile uyanan Teki, tam açamadığı gözleri ile küçük kıza bakıyordu. Halen gerçekliği tam algılayamamış ve uykusundan uyanamamıştı. 3-4 saniye kadar birbirlerine bakmışlardı. Kız konuşmuş ancak Teki hiçbir şey söylememişti. Ne zamandır uyuduğunu ve nasıl uyuyakalabildiğini sorguluyordu halen içten içe. "Sensei?" Haruka'nın sesini tekrar duyduğunda bu sefer gözleri bir anda tamamen açılmıştı Teki'nin. Yamuk halde oturduğu bankta dikleşerek ellerini dizlerine koymuş, içindeki panik duygusu ile beraber kıza bakmaya başlamıştı. "Harika Teki. Aferin... Dünyanın en mükemmel ilk izlenimine sahipsin artık." Fazlasıyla sinirlenmişti kendine. Haruka ise Teki'nin bir anda uyanıp toparlanmasını izlerken konuşmaya devam etmişti. "Umarım rahatsız etmemişimdir Kasumikage-sensei. Gerildiğim için meydana biraz erken gelmek istemiştim. Sonra sizi görünce yanınıza gelmek istedim." Hafifçe boğazını temizleyerek kendine güvenli bir tavır takınmaya çalışmıştı Teki saatlerdir uyuduğu banktan vücudunu ayırırken. "Çok iyi ettin Haruka." O an öğrencisine karşı dürüst olmanın çok daha uygun bir hareket olacağını düşünerek devam etmişti konuşmasına "Ben de heyecandan çok erken kalktım. Sabahın yorgunluğu vurunca uyuyakalmışım." Teki'nin cümlesi bittiği gibi Haruka'nın yüzüne bir gülümseme yerleşmişti. Bunun sebebinin Teki'nin dürüst olması mı yoksa bankta uyuyakalması mı olduğunu anlayamamıştı Teki.
"İlk gelen öğrencim sensin demek. Tanıştığıma çok memnun oldum Haruka. Ekibime hoş geldin." Hayallerindeki harika başlangıcı yapamamış olsa da bulundukları konumdan memnundu Teki. Haruka gayet sevimli bir kıza benziyordu. Direkt olarak Teki ile dalga geçmemiş veya çocukça bir hareket yapmamış olması kızın genel olgunluk seviyesi hakkında da bilgi veriyordu. Az önce kalktığı banka tekrar oturmuştu Teki. Bu sefer Haruka'yı da yanına davet etmişti. Kız, Teki'nin bu hareketi karşısında heyecanlanmış ve vakit kaybetmeden ustasının yanına oturmuştu. Yaklaşık 10-15 dakika boyunca Haruka ile muhabbet etmişti Teki. Kızın ailesinin çiçekçi dükkanı olduğunu ve Haruka'nın bitki bakımına düşkün olduğunu da bu süre zarfında öğrenmişti. Teki, saçlarının eskiden simsiyah olduğunu ancak bir kaç sene önce aniden tamamen beyazladıklarını Haruka'ya anlattığında çok şaşırmıştı küçük kız. Kendi saçlarının da böyle bir günde renk değiştirmesini kesinlikle istemiyordu.
Birden Matsuoka'nın yakınlarından yükselen ses ile hem Teki hem Haruka bakışlarını o yöne kaydırmıştı. "Ne dedim sana!? Buraya işemeyeceksin!" Teki gözlerini kısıp ağacın etrafındaki manzarayı süzmeye başlamıştı. "Bir sorun var sanırım Kasumikage-sensei." Teki'nin görebildiği kadarı ile Matsuoka'nın önünde genç bir çocuk vardı. Çocuğun tam olarak ne yaptığını anlayamamıştı ancak çocuğun tam önünde başka bir çocuk daha görmüştü Teki. Bembeyaz kıyafetler içinde, masmavi saçları dağınık bir şekilde alnına düşmüş bir çocuk... Diğer çocuğu omzundan kavramış ve bir yandan çocuğu sarsarken bir yandan da çocuğa bir şeyler izah etmeye çalışıyordu. Hareketlerinden çekingen biri olmadığı anlaşılıyordu mavi saçlı çocuğun. "Bakalım dertleri neymiş."
Teki ve Haruka oturdukları yerden kalkarak iki çocuğun bulunduğu yere doğru ilerlemeye başlamıştı. Mavi saçlı çocuk halen diğerini omzundan tutuyor ve bir şeyler söylüyordu. "Bir problem mi var gençler?" Sakin ama otoriter bir şekilde konuşmaya çalışmıştı Teki. Hem gerginliği çözmek istiyor hem de Haruka'ya kendini belli etmek istiyordu. "Evet! Bu çocuk az önce Matsuoka-sama'ya işemeye kalktı! Onu engelledim ama tekrar denemeyeceğinden de emin olmam gerekiyor. Bu yüzden ona tarih dersi verip Matsuoka-sama'nın önemini anlatmaya çalışıyorum." Mavi saçlı çocuğun sözlerini duyduğu gibi bakışlarını diğer çocuğa dikmişti Teki. Küçük bir çocuktu sidikli olan. Belki 10 yaşlarında. Suçlu hisseden ama dik durmaya da çalışan bir ifadeyle yere bakıyordu. Teki, bu tarz saygısız hareketlerden hoşlanmazdı. Özellikle Matsuoka gibi köy için değerli olan bir şeye karşı yapılanları hiç sevmezdi. Başını iki yana sallayarak "Matsuoka-dono'dan özür dile ve tekrar böyle bir şey yapma... Lütfen." demişti olabildiğince otoriter bir ses tonu ile. Teki'nin sözleri üstüne çocuğun yüzü daha da düşmüştü. "Özür dilerim..." diyerek hızla oradan uzaklaşmıştı.
Sidikli çocuğun mekanı terk etmesi sonrasında masmavi saçlı çocuk, ellerini beline koyarak derin bir nefes çekmişti ciğerlerine. "BEN! SHİNRAİ SEİTO! BİR GÖREVİ DAHA BAŞARIYLA TAMAMLADIM!!" Çocuğun bağrışı tüm köy meydanında yankılanırken Teki'nin kaşları kalkmış ve yüzü şaşkınlığını gizleyememişti. Bu çocuğun diğer öğrencisi çıkacağını asla tahmin edememişti. Bir yandan olayın saçmalığı yüzünden yüzü gülmeye başlarken, diğer yandan öğrencisinin de kendisi gibi Matsuoka'ya saygılı olması çok hoşuna gitmişti. "Selam Seito. Ben Kasumikage Teki. Görevini başarıyla tamamladığını onaylıyorum!" Tam o anda Seito'nun gözleri fal taşı gibi açılmış ve büyük bir şoka girmişti. 2-3 saniye süren sessizliğin ardından anca kendini toparlayabilmişti. "Kasumikage-sensei! Sonunda sizinle tanışabildiğim için çok mutluyum!"
Haruka ve Seito birbirleri ile tanışıp, muhabbet etmeye başladıklarında Teki'nin bakışları onlara doğru yürümekte olan yeni kişiye doğru kaymıştı. Koyu kahverengi saçları büyükçe bir kelebek tokası ile tepeden tutturulmuş, kahverengi gözleri ise dikkatle çevreyi inceliyordu yanlarına yaklaşan kişinin. Belindeki pembe beyazlı kına sahip katana ise oldukça ilgi çekiyordu. Teki ve iki çocuğa yeteri kadar yaklaştığında hafifçe başını eğerek konuşmaya başlamıştı katanalı kız. "Seimitsu Miyacho. Memnun oldum." Resmi olarak ekibin tüm üyeleri bir araya gelmişti. Sabahın köründe yataktan kalktığından beri heyecanla beklediği o an gelmişti sonunda. Güler yüzüyle 3 çocuğa da bir kez daha bakmıştı. Gururlu hissediyordu. Mutluydu da...
"Hoş geldin Miyacho. Ben Kasumikage Teki. Arkamda gördüklerin ise takım arkadaşların Katamari Haruka ve Shinrai Seito."
Köy meydanında esen hafif rüzgar, hem ağaçların yapraklarını usulca hışırdatıyordu hem de saçlarının ara ara uçuşmasına sebep oluyordu. Gergindi. Erken gelirse üzerindeki stresi bir nebze olsun azaltabileceğini umarak meydana giriş yapmıştı Katamari Haruka. Meydana ilk adımını attığı gibi gözleri etrafı süzmeye başlamıştı. Belki takım arkadaşları ve ustası çoktan buluşmuşlardı. Takım arkadaşlarının görünüşüne dair bir bilgisi yoktu ancak ustasının bembeyaz saçlara sahip birisi olduğunu biliyordu. Bu sebeple gözleri hemen Teki'yi aramıştı ama meydanda değil gibiydi ustası. İlk başka böyle düşünmüştü Haruka. Sonra bakışları büyük ağazın biraz ilerisinde, gölgenin denk geldiği bankta tek başına oturan kişiye takılmıştı. Beyaz saçlar...
"Kasumikage-sensei?"
Başını hafifçe yana eğip, bakışlarını merakla Teki'ye odaklamıştı. Ustası olacağı söylenen adam bir bankın ortasına yayılmış ve vücudu hafif yana kaymış bir şekilde gözleri kapalı şekilde belli ki uyuyordu. Şaşırmıştı Haruka. Böyle bir tanışma hayal etmemişti hiç. Sesinin Teki'ye ulaşmadığını düşünerek bir kez daha denemek istemişti şansını.
"Merhaba Kasumikage-sensei. Ben Katamari Haruka."
Nasıl daldığını fark bile etmediği uykusundan Haruka'nın sesi ile uyanan Teki, tam açamadığı gözleri ile küçük kıza bakıyordu. Halen gerçekliği tam algılayamamış ve uykusundan uyanamamıştı. 3-4 saniye kadar birbirlerine bakmışlardı. Kız konuşmuş ancak Teki hiçbir şey söylememişti. Ne zamandır uyuduğunu ve nasıl uyuyakalabildiğini sorguluyordu halen içten içe. "Sensei?" Haruka'nın sesini tekrar duyduğunda bu sefer gözleri bir anda tamamen açılmıştı Teki'nin. Yamuk halde oturduğu bankta dikleşerek ellerini dizlerine koymuş, içindeki panik duygusu ile beraber kıza bakmaya başlamıştı. "Harika Teki. Aferin... Dünyanın en mükemmel ilk izlenimine sahipsin artık." Fazlasıyla sinirlenmişti kendine. Haruka ise Teki'nin bir anda uyanıp toparlanmasını izlerken konuşmaya devam etmişti. "Umarım rahatsız etmemişimdir Kasumikage-sensei. Gerildiğim için meydana biraz erken gelmek istemiştim. Sonra sizi görünce yanınıza gelmek istedim." Hafifçe boğazını temizleyerek kendine güvenli bir tavır takınmaya çalışmıştı Teki saatlerdir uyuduğu banktan vücudunu ayırırken. "Çok iyi ettin Haruka." O an öğrencisine karşı dürüst olmanın çok daha uygun bir hareket olacağını düşünerek devam etmişti konuşmasına "Ben de heyecandan çok erken kalktım. Sabahın yorgunluğu vurunca uyuyakalmışım." Teki'nin cümlesi bittiği gibi Haruka'nın yüzüne bir gülümseme yerleşmişti. Bunun sebebinin Teki'nin dürüst olması mı yoksa bankta uyuyakalması mı olduğunu anlayamamıştı Teki.
"İlk gelen öğrencim sensin demek. Tanıştığıma çok memnun oldum Haruka. Ekibime hoş geldin." Hayallerindeki harika başlangıcı yapamamış olsa da bulundukları konumdan memnundu Teki. Haruka gayet sevimli bir kıza benziyordu. Direkt olarak Teki ile dalga geçmemiş veya çocukça bir hareket yapmamış olması kızın genel olgunluk seviyesi hakkında da bilgi veriyordu. Az önce kalktığı banka tekrar oturmuştu Teki. Bu sefer Haruka'yı da yanına davet etmişti. Kız, Teki'nin bu hareketi karşısında heyecanlanmış ve vakit kaybetmeden ustasının yanına oturmuştu. Yaklaşık 10-15 dakika boyunca Haruka ile muhabbet etmişti Teki. Kızın ailesinin çiçekçi dükkanı olduğunu ve Haruka'nın bitki bakımına düşkün olduğunu da bu süre zarfında öğrenmişti. Teki, saçlarının eskiden simsiyah olduğunu ancak bir kaç sene önce aniden tamamen beyazladıklarını Haruka'ya anlattığında çok şaşırmıştı küçük kız. Kendi saçlarının da böyle bir günde renk değiştirmesini kesinlikle istemiyordu.
Birden Matsuoka'nın yakınlarından yükselen ses ile hem Teki hem Haruka bakışlarını o yöne kaydırmıştı. "Ne dedim sana!? Buraya işemeyeceksin!" Teki gözlerini kısıp ağacın etrafındaki manzarayı süzmeye başlamıştı. "Bir sorun var sanırım Kasumikage-sensei." Teki'nin görebildiği kadarı ile Matsuoka'nın önünde genç bir çocuk vardı. Çocuğun tam olarak ne yaptığını anlayamamıştı ancak çocuğun tam önünde başka bir çocuk daha görmüştü Teki. Bembeyaz kıyafetler içinde, masmavi saçları dağınık bir şekilde alnına düşmüş bir çocuk... Diğer çocuğu omzundan kavramış ve bir yandan çocuğu sarsarken bir yandan da çocuğa bir şeyler izah etmeye çalışıyordu. Hareketlerinden çekingen biri olmadığı anlaşılıyordu mavi saçlı çocuğun. "Bakalım dertleri neymiş."
Teki ve Haruka oturdukları yerden kalkarak iki çocuğun bulunduğu yere doğru ilerlemeye başlamıştı. Mavi saçlı çocuk halen diğerini omzundan tutuyor ve bir şeyler söylüyordu. "Bir problem mi var gençler?" Sakin ama otoriter bir şekilde konuşmaya çalışmıştı Teki. Hem gerginliği çözmek istiyor hem de Haruka'ya kendini belli etmek istiyordu. "Evet! Bu çocuk az önce Matsuoka-sama'ya işemeye kalktı! Onu engelledim ama tekrar denemeyeceğinden de emin olmam gerekiyor. Bu yüzden ona tarih dersi verip Matsuoka-sama'nın önemini anlatmaya çalışıyorum." Mavi saçlı çocuğun sözlerini duyduğu gibi bakışlarını diğer çocuğa dikmişti Teki. Küçük bir çocuktu sidikli olan. Belki 10 yaşlarında. Suçlu hisseden ama dik durmaya da çalışan bir ifadeyle yere bakıyordu. Teki, bu tarz saygısız hareketlerden hoşlanmazdı. Özellikle Matsuoka gibi köy için değerli olan bir şeye karşı yapılanları hiç sevmezdi. Başını iki yana sallayarak "Matsuoka-dono'dan özür dile ve tekrar böyle bir şey yapma... Lütfen." demişti olabildiğince otoriter bir ses tonu ile. Teki'nin sözleri üstüne çocuğun yüzü daha da düşmüştü. "Özür dilerim..." diyerek hızla oradan uzaklaşmıştı.
Sidikli çocuğun mekanı terk etmesi sonrasında masmavi saçlı çocuk, ellerini beline koyarak derin bir nefes çekmişti ciğerlerine. "BEN! SHİNRAİ SEİTO! BİR GÖREVİ DAHA BAŞARIYLA TAMAMLADIM!!" Çocuğun bağrışı tüm köy meydanında yankılanırken Teki'nin kaşları kalkmış ve yüzü şaşkınlığını gizleyememişti. Bu çocuğun diğer öğrencisi çıkacağını asla tahmin edememişti. Bir yandan olayın saçmalığı yüzünden yüzü gülmeye başlarken, diğer yandan öğrencisinin de kendisi gibi Matsuoka'ya saygılı olması çok hoşuna gitmişti. "Selam Seito. Ben Kasumikage Teki. Görevini başarıyla tamamladığını onaylıyorum!" Tam o anda Seito'nun gözleri fal taşı gibi açılmış ve büyük bir şoka girmişti. 2-3 saniye süren sessizliğin ardından anca kendini toparlayabilmişti. "Kasumikage-sensei! Sonunda sizinle tanışabildiğim için çok mutluyum!"
Haruka ve Seito birbirleri ile tanışıp, muhabbet etmeye başladıklarında Teki'nin bakışları onlara doğru yürümekte olan yeni kişiye doğru kaymıştı. Koyu kahverengi saçları büyükçe bir kelebek tokası ile tepeden tutturulmuş, kahverengi gözleri ise dikkatle çevreyi inceliyordu yanlarına yaklaşan kişinin. Belindeki pembe beyazlı kına sahip katana ise oldukça ilgi çekiyordu. Teki ve iki çocuğa yeteri kadar yaklaştığında hafifçe başını eğerek konuşmaya başlamıştı katanalı kız. "Seimitsu Miyacho. Memnun oldum." Resmi olarak ekibin tüm üyeleri bir araya gelmişti. Sabahın köründe yataktan kalktığından beri heyecanla beklediği o an gelmişti sonunda. Güler yüzüyle 3 çocuğa da bir kez daha bakmıştı. Gururlu hissediyordu. Mutluydu da...
"Hoş geldin Miyacho. Ben Kasumikage Teki. Arkamda gördüklerin ise takım arkadaşların Katamari Haruka ve Shinrai Seito."

毒
► Show Spoiler
- Kasumikage Teki
- Kusagakure
- Posts: 394
- Joined: October 22nd, 2018, 2:54 am
Re: [Takım Teki] İlk Gün
Kusagakure'de normal bir gün, 13:12
Miyacho'nun da yanlarına gelmesiyle birlikte resmi olarak tüm takım üyeleri birbiriyle tanışmıştı. 3 öğrenci de birbiri ile bakışıyor, ara ara bakışları Teki'ye kayıyordu. Teki'nin sabahtan beri beklediği ve heyecanlandığı an sonunda gelmişti. Sabahın dördünden beri o kadar çok şey yapmıştı ki, şu anda sanki günün 44. saatindeymiş gibi hissediyordu. Güler yüzüyle önce Miyacho'ya sonra Seito'ya son olaraksa Haruka'ya bakmış ve elleri belinde konuşmaya başlamıştı. "Bugünden itibaren birlikte çok vakit geçireceğiz. Şimdi birbirimizi tanıtma vakti." Kurduğu cümledeki her kelime, hatta her harfi sorgulamıştı. Mental olarak bu ana çok daha hazırlıklı olacağını düşünüyordu ancak bankta uyuyakalması tüm planlarını alt üst etmişti. Yapacağı konuşmaya dair bir planlama şansı bile olmadığı için akışına bırakacaktı gidişatı. Onların gözünde kendini küçük düşürecek bir şey yapmaktan korkuyordu içten içe. "Ben Shinrai Seito! Geleceğin en büyük Kusagakure shinobisi! En büyük yeteneğim, her şeyde aşırı iyi olmam! Reflekslerim kuvvetlidir ve tabii ki asla pes etmem!” Setio tabii ki de söze en hızlı giren kişi olmuştu. "Eğlenceli bir kişiliksin Seito." düşüncesi direkt Teki'nin kafasında belirmişti. Sesi gür ve gençlik doluydu Seito'nun. Yüksek enerjisi de kendini belli ediyordu. Teki fark etmişti ki Seito hakkındaki düşüncelerini Miyacho hissetmemişti. Gözleri hafifçe kısık halde Seito'ya bakan Miyacho "Hmm... Enerjin gerçekten yüksek." demişti. Seito'nun bunu duyduğu gibi yüzündeki gülümsemenin büyümesi ve gururla "Teşekkür ederim!" demesini kimse beklemiyordu. Teki az kalsın cevabın absürtlüğünden ötürü gülecekti ama o daha bunu yapamadan Miyacho lafa girmişti.
"Bu bir övgü değildi."
Miyacho'nun sözünden sonra Seito'nun yüzündeki gülümseme bir an küçülür gibi olmuştu ancak yok olmamıştı. "Sen de güçlü görünüyorsun Miyacho!" Miyacho bir cevap vermemişti Seito'nun bu sözü üstüne. Suratında bir duygu belirtisi olmadan bakışlarını Haruka'ya kaydırmıştı. Teki ise ortamdaki anlık gerginlik yüzünden kontrolü kaybettiğini düşünmeye başlamıştı. Miyacho'nun ailesinin ölümünün ona etkisini bir nebze olsun anlayabilmişti kolaylıkla. Sencha'nın anlattıklarını anımsamıştı. Miyacho eskiden, şu an olduğu gibi bir kişiliğe sahip değildi. Dünyanın en mutlu insanı olmasa da çok daha fazla duyguya sahipti eskiden. Annesi ve babasının ölümünden sonra, ailesini kaybetmenin acısı ve şoku onu farklı bir insana dönüştürmüştü. Sarılmak istemişti o an Miyacho'ya Teki. Başarabilecek olsa tüm acılarını dindirmeyi istiyordu küçük kızın. Bu genç yaşında böylesi bir acıyla büyümüş ve büyüyecek olmasından ötürü içi sıkışmıştı.
Haruka, Seito'nun yüksek enerjisinden ötürü söz almakta zorlanmıştı. Teki'nin bunu gözlemlemesi zor olmamıştı çünkü Haruka net bir şekilde konuşmak istiyormuş gibi duruyor ancak Seito'dan kendine sıra bulamıyordu. Miyacho'nun söz konuşmasının ardından bakışlarını Haruka'ya çevirmiş olması o beklediği anın sonunda geldiğini belli etmişti Haruka'ya. "Ben Katamari Haruka! Ailem çiçek dükkanı işletiyor. Çiçekleri ve bitkileri ben de çok seviyorum. Bakımlarını yapmak çok eğlenceli." Nefesi tükenmişti bir an. Hızlıca bir nefes aldıktan sonra tekrar Seito'ya konuşmak sırasını kaptırmamak istermişcesine devam etmişti. "Ben de çiçek ve bitki bakımından çok keyif alırım. İleride sağlıkçı bir shinobi olmak istiyorum." konuşması bittiği gibi hızlı hızlı nefes almaya başlamıştı Haruka. Teki, küçük kızın bu hali karşısında kendini gülmemek için çok zor tutmuştu. Gülerse Haruka'nın yanlış anlayabileceğini düşünmüştü. "O yüzden mi kıyafetlerin çimen rengi?" Miyacho'nun bu sorusunu ön görememişti Teki. Onun böyle bir detaya karşı ilgisiz olacağını düşünürdü ama Miyacho aksi bir şekilde davranmıştı. "Halen eski mutluluğuna kavuşabilir." diye düşünmüştü Teki. Ailesini geri getiremezdi ancak mutluluğunu geri getirebilirdi Miyacho'nun. "Evet! Yeşil renk bana bitkileri anımsatıyor ve çok seviyorum!" demişti Miyacho'nun sorusuna karşı mutluluğunu gizleyemeyen Haruka. "Benim favori rengim beyaz! O yüzden hep beyaz giyerim!" diyerek tüm enerjisi ile konuşmaya katılmıştı Seito. Teki, Miyacho'nun da favori rengini söyleyerek konuşmayı devam ettireceğini düşünmüştü ama sessiz kalmayı tercih etmişti Miyacho. Tam da bu sebeple konuşmaya devam eden kişi Teki olmuştu.
"Benim favori rengim sanırım mor. Hiç üzerine düşünmemiştim ama şimdi siz favori renginizi söyleyince aklıma gelen ilk renk mor oldu." Seito ve Haruka'nın bakışlarını başarıyla üstüne çekmişti söyledikleri ile. Şimdi Miyacho'nun konuşmaya dahil edecekti. "Eee madem hepimiz kendimiz hakkında bilgi veriyoruz. Senin favori rengin nedir Miyacho?" Teki'nin sözleri bittiğinde herkesin bakışları Miyacho'ya dönmüştü. "Pembe..." Duyamamıştı kimse Miyacho'yu. Elini kulağına götürerek yaşlı taklidi yapmaya başlamıştı Seito. "Neeeee? Seni duyamadımmm." Bu lafın üzerine Miyacho'nun suratı hafifçe kızarmış ve kafasını aşağı eğerek, yere bakmaya başlamıştı. "F... Favori rengim pembe. Hem de en cırtlağı." 2-3 saniyelik biz sessizlik olmuştu takım arasında. Miyacho'nun favori renginin pembe olmasında kesinlikle bir sorun yoktu ancak onu ilk kez gören kişilerin aklına kesinlikle bu renk gelmezdi. "Pembe bence de güzel bir renk ama mavi çok daha iyi!" Seito'nun cümlesini duyduğu gibi kafasını kaldırmış ve kızgın bir şekilde Seito'ya bakmıştı Miyacho. "Pembe en güzel renktir!" İkilinin bu beklenmedik renk atışması Teki'yi hem şaşırtmış hem de mutlu etmişti. İkisinin da suratında belirli belirsiz bir mutluluk vardı öğrencilerinin. Birbirlerine karşı kızgınmış gibi favori renklerini savunuyorlardı ancak içten içe eğleniyor oldukları belliydi.
"Herkes birbirinin favori rengini de öğrendiğine göre geriye sadece Miyacho'nun kendini tanıması kaldı."
Seito ve Haruka, Miyacho'nun kendini tanıtmadığını tam o anda hatırlamıştı. Özellikle Haruka, Miyacho hakkında bilgi edinmeyi çok istiyor olacak ki bakışları direkt Miyacho'ya dönmüş ve pür dikkat dinlemeye başlamıştı takım arkadaşını. "Geldiğimde de değilim gibi adım Seimitsu Miyacho. Kenjutsu ustası olmak ve ailemin intikamını almak istiyorum. Annem ve babamı savaşta kaybettim. Bunu bana üzülmeniz için değil, bilmeniz için söylüyorum. Her günümüz beraber geçeceği için hemen söylemek istedim." Miyacho'nun sözü bittiği gibi Haruka koşarak kelebek tokalı kıza sarılmıştı. "Başın sağ olsun Miyacho! Ev yemeği yemen zor oluyorsa dilediğin zaman benim evime gelip bizim yemeklerimizden yiyebilirsin." Haruka'nın bu ani hareketi şaşırtmıştı Miyacho'yu. Kızarmış suratı ile istemsizce utanmış ve "Te... Teşekkürler Haruka. Çok sıkıntı yaşamıyorum ama misafiriniz olmayı isterim." Teki'nin asıl beklemediği tepkiyi gösteren ise Seito olmuştu. Haruka'nın Miyacho'ya sarılmasından 1-2 saniye sonra o da ikiliye sarılmış ve dolmuş gözleri ile ağlamaklı bir şekilde konuşmaya başlamıştı. "B.. Ben de... Ben de gelmek istiyorummm!!"
Miyacho'nun acısı o an grubu birbirine bağlayan bi gerçek olmuştu. Hem Haruka hem de Seito, Miyacho'nun acısıyla empati kurmuş ve üzülmüşler ve sadece üzülmekle kalmamış, takım arkadaşlarına destek olmak için ileri atılmışlardı. Teki çok mutlu olmuştu bu duygusal an karşısında. Miyacho'nun mutluluğunu geri döndürmek için sadece tek başına çalışmayactı. Bir takım olarak bunu beraber yapacaklardı. O an bu görevinde yalnız olmadığını net bir şekilde anlayabilmişti. "Başın sağ olsun Miyacho. Sen de farkındasındır ancak ben tekrar söylemek isterim. Bu andan itibaren hiçbirimiz yalnız değiliz." Miyacho takım arkadaşlarından böylesi bir tepki beklemediği için afallamıştı. Öncelikle kendisine sarılmaktan olan Seito ve Haruka'yı hafifçe iterek kendisini kurtarmış, ardından kıyafetini düzeltirken "Çok teşekkürler hepinize... Gerçekten." demişti.
Teki, birbiri ile sohbet etmeye başlayan öğrencilerini izlerken aralarındaki dinamiği de anlamaya çalışıyordu. Haruka, takımdaki herkesi şimdiden çok sevmiş gibiydi. Ne Seito'nun enerjisi ne de Miyacho'nun sertliği ile bir sorunu yoktu. Seito ve Miyacho'nun enerjileri ilk başta pek uyuşmamış olsa da aralarında süregelecek bir gerginlik olacağını düşünmüyordu. Ters karakterler de insanlardı ancak ikisi de birbirine saygı gösterebilecek kişilerdi Teki'ye göre. Seito'nun, Miyacho'ya ailesinin vefatını duyduğu gibi sarılması aslında dışarıdan gözüktüğü kadar çocuk ruhlu ve umursamaz olmadığını gösteriyordu. "Sensei, kendinizden bahsetmediniz."
Teki bakışların üstüne döndüğünü fark ettiğinde kollarını göğsünde bağlayarak gülümsemişti. Kısa ve öz bir tanıtım yapacaktı kendisi için. 3 çocuğun da ilgisini çekebileceğini düşünüyordu bu sayede. "Ben mi? Ben sadece havalı ve güçlü bir Kusagakure jouniniyim. Şanslı olduğunuzu düşünebilirsiniz. Çok iyi bir eğitim alacaksınız. Kenjutsu ve zehir teknikleri konusunda uzmanım denebilir. Çalışmayı ve çalışarak güçlenmeyi severim." Özenle seçmişti kelimelerini. Kenjutsu ile Miyacho'nun, zehir teknikleri ile Haruka'nın, çalışmak ve güçlenmek ile Seito'nun ilgisini çekmeyi planlamıştı ve planı tıkır tıkır işlemişti.
"Zehirler benim çok ilgimi çekiyor!"
"Sencha-sama'nın oğlu olduğunuz için çok iyi olduğunuzu düşünüyorum."
"Kasumikage-sensei beraber çalışalım ve güçlenelim!!"
Üç çocuk da parlamış gözleri ile Teki'ye bakıyordu. İşe yaramıştı Teki'nin planı. Artık Takım Teki resmi olarak oluşmuştu onun için.
"Aoba-sensei... Senden teslim aldığım meşaleyi tüm gücümle taşımaya devam ediyorum. Aynı meşaleyi bir sonraki jenerasyonun da gururla taşıyacağından emin olacağım."
Yaklaşık 2 saat boyunca aralıksız bir şekilde muhabbet etmişti Takım Teki. Herkes kendi hobilerinden ve meraklarından bahsetmişti bir diğerine. Herkes kendini olabildiğince açık bir şekilde ortaya dökmüştü. Miyacho diğerlerine göre biraz daha mesafeli olsa da, hepsi bu günden itibaren her görevlerine beraber çıkacaklarını biliyordu. Bu sebeple birbirlerini çok iyi tanımaları gerektiğini de biliyorlardı. Kısmen gergin başlayan gün Teki için harika ilerlemişti. Öğrencileri ile tanıştığı için çok mutluydu ve hepsini çok sevmişti. Onları harika shinobilere dönüştürmek ve Kusagakure için harika işler başarmak için sabırsızlanıyordu.
Miyacho'nun da yanlarına gelmesiyle birlikte resmi olarak tüm takım üyeleri birbiriyle tanışmıştı. 3 öğrenci de birbiri ile bakışıyor, ara ara bakışları Teki'ye kayıyordu. Teki'nin sabahtan beri beklediği ve heyecanlandığı an sonunda gelmişti. Sabahın dördünden beri o kadar çok şey yapmıştı ki, şu anda sanki günün 44. saatindeymiş gibi hissediyordu. Güler yüzüyle önce Miyacho'ya sonra Seito'ya son olaraksa Haruka'ya bakmış ve elleri belinde konuşmaya başlamıştı. "Bugünden itibaren birlikte çok vakit geçireceğiz. Şimdi birbirimizi tanıtma vakti." Kurduğu cümledeki her kelime, hatta her harfi sorgulamıştı. Mental olarak bu ana çok daha hazırlıklı olacağını düşünüyordu ancak bankta uyuyakalması tüm planlarını alt üst etmişti. Yapacağı konuşmaya dair bir planlama şansı bile olmadığı için akışına bırakacaktı gidişatı. Onların gözünde kendini küçük düşürecek bir şey yapmaktan korkuyordu içten içe. "Ben Shinrai Seito! Geleceğin en büyük Kusagakure shinobisi! En büyük yeteneğim, her şeyde aşırı iyi olmam! Reflekslerim kuvvetlidir ve tabii ki asla pes etmem!” Setio tabii ki de söze en hızlı giren kişi olmuştu. "Eğlenceli bir kişiliksin Seito." düşüncesi direkt Teki'nin kafasında belirmişti. Sesi gür ve gençlik doluydu Seito'nun. Yüksek enerjisi de kendini belli ediyordu. Teki fark etmişti ki Seito hakkındaki düşüncelerini Miyacho hissetmemişti. Gözleri hafifçe kısık halde Seito'ya bakan Miyacho "Hmm... Enerjin gerçekten yüksek." demişti. Seito'nun bunu duyduğu gibi yüzündeki gülümsemenin büyümesi ve gururla "Teşekkür ederim!" demesini kimse beklemiyordu. Teki az kalsın cevabın absürtlüğünden ötürü gülecekti ama o daha bunu yapamadan Miyacho lafa girmişti.
"Bu bir övgü değildi."
Miyacho'nun sözünden sonra Seito'nun yüzündeki gülümseme bir an küçülür gibi olmuştu ancak yok olmamıştı. "Sen de güçlü görünüyorsun Miyacho!" Miyacho bir cevap vermemişti Seito'nun bu sözü üstüne. Suratında bir duygu belirtisi olmadan bakışlarını Haruka'ya kaydırmıştı. Teki ise ortamdaki anlık gerginlik yüzünden kontrolü kaybettiğini düşünmeye başlamıştı. Miyacho'nun ailesinin ölümünün ona etkisini bir nebze olsun anlayabilmişti kolaylıkla. Sencha'nın anlattıklarını anımsamıştı. Miyacho eskiden, şu an olduğu gibi bir kişiliğe sahip değildi. Dünyanın en mutlu insanı olmasa da çok daha fazla duyguya sahipti eskiden. Annesi ve babasının ölümünden sonra, ailesini kaybetmenin acısı ve şoku onu farklı bir insana dönüştürmüştü. Sarılmak istemişti o an Miyacho'ya Teki. Başarabilecek olsa tüm acılarını dindirmeyi istiyordu küçük kızın. Bu genç yaşında böylesi bir acıyla büyümüş ve büyüyecek olmasından ötürü içi sıkışmıştı.
Haruka, Seito'nun yüksek enerjisinden ötürü söz almakta zorlanmıştı. Teki'nin bunu gözlemlemesi zor olmamıştı çünkü Haruka net bir şekilde konuşmak istiyormuş gibi duruyor ancak Seito'dan kendine sıra bulamıyordu. Miyacho'nun söz konuşmasının ardından bakışlarını Haruka'ya çevirmiş olması o beklediği anın sonunda geldiğini belli etmişti Haruka'ya. "Ben Katamari Haruka! Ailem çiçek dükkanı işletiyor. Çiçekleri ve bitkileri ben de çok seviyorum. Bakımlarını yapmak çok eğlenceli." Nefesi tükenmişti bir an. Hızlıca bir nefes aldıktan sonra tekrar Seito'ya konuşmak sırasını kaptırmamak istermişcesine devam etmişti. "Ben de çiçek ve bitki bakımından çok keyif alırım. İleride sağlıkçı bir shinobi olmak istiyorum." konuşması bittiği gibi hızlı hızlı nefes almaya başlamıştı Haruka. Teki, küçük kızın bu hali karşısında kendini gülmemek için çok zor tutmuştu. Gülerse Haruka'nın yanlış anlayabileceğini düşünmüştü. "O yüzden mi kıyafetlerin çimen rengi?" Miyacho'nun bu sorusunu ön görememişti Teki. Onun böyle bir detaya karşı ilgisiz olacağını düşünürdü ama Miyacho aksi bir şekilde davranmıştı. "Halen eski mutluluğuna kavuşabilir." diye düşünmüştü Teki. Ailesini geri getiremezdi ancak mutluluğunu geri getirebilirdi Miyacho'nun. "Evet! Yeşil renk bana bitkileri anımsatıyor ve çok seviyorum!" demişti Miyacho'nun sorusuna karşı mutluluğunu gizleyemeyen Haruka. "Benim favori rengim beyaz! O yüzden hep beyaz giyerim!" diyerek tüm enerjisi ile konuşmaya katılmıştı Seito. Teki, Miyacho'nun da favori rengini söyleyerek konuşmayı devam ettireceğini düşünmüştü ama sessiz kalmayı tercih etmişti Miyacho. Tam da bu sebeple konuşmaya devam eden kişi Teki olmuştu.
"Benim favori rengim sanırım mor. Hiç üzerine düşünmemiştim ama şimdi siz favori renginizi söyleyince aklıma gelen ilk renk mor oldu." Seito ve Haruka'nın bakışlarını başarıyla üstüne çekmişti söyledikleri ile. Şimdi Miyacho'nun konuşmaya dahil edecekti. "Eee madem hepimiz kendimiz hakkında bilgi veriyoruz. Senin favori rengin nedir Miyacho?" Teki'nin sözleri bittiğinde herkesin bakışları Miyacho'ya dönmüştü. "Pembe..." Duyamamıştı kimse Miyacho'yu. Elini kulağına götürerek yaşlı taklidi yapmaya başlamıştı Seito. "Neeeee? Seni duyamadımmm." Bu lafın üzerine Miyacho'nun suratı hafifçe kızarmış ve kafasını aşağı eğerek, yere bakmaya başlamıştı. "F... Favori rengim pembe. Hem de en cırtlağı." 2-3 saniyelik biz sessizlik olmuştu takım arasında. Miyacho'nun favori renginin pembe olmasında kesinlikle bir sorun yoktu ancak onu ilk kez gören kişilerin aklına kesinlikle bu renk gelmezdi. "Pembe bence de güzel bir renk ama mavi çok daha iyi!" Seito'nun cümlesini duyduğu gibi kafasını kaldırmış ve kızgın bir şekilde Seito'ya bakmıştı Miyacho. "Pembe en güzel renktir!" İkilinin bu beklenmedik renk atışması Teki'yi hem şaşırtmış hem de mutlu etmişti. İkisinin da suratında belirli belirsiz bir mutluluk vardı öğrencilerinin. Birbirlerine karşı kızgınmış gibi favori renklerini savunuyorlardı ancak içten içe eğleniyor oldukları belliydi.
"Herkes birbirinin favori rengini de öğrendiğine göre geriye sadece Miyacho'nun kendini tanıması kaldı."
Seito ve Haruka, Miyacho'nun kendini tanıtmadığını tam o anda hatırlamıştı. Özellikle Haruka, Miyacho hakkında bilgi edinmeyi çok istiyor olacak ki bakışları direkt Miyacho'ya dönmüş ve pür dikkat dinlemeye başlamıştı takım arkadaşını. "Geldiğimde de değilim gibi adım Seimitsu Miyacho. Kenjutsu ustası olmak ve ailemin intikamını almak istiyorum. Annem ve babamı savaşta kaybettim. Bunu bana üzülmeniz için değil, bilmeniz için söylüyorum. Her günümüz beraber geçeceği için hemen söylemek istedim." Miyacho'nun sözü bittiği gibi Haruka koşarak kelebek tokalı kıza sarılmıştı. "Başın sağ olsun Miyacho! Ev yemeği yemen zor oluyorsa dilediğin zaman benim evime gelip bizim yemeklerimizden yiyebilirsin." Haruka'nın bu ani hareketi şaşırtmıştı Miyacho'yu. Kızarmış suratı ile istemsizce utanmış ve "Te... Teşekkürler Haruka. Çok sıkıntı yaşamıyorum ama misafiriniz olmayı isterim." Teki'nin asıl beklemediği tepkiyi gösteren ise Seito olmuştu. Haruka'nın Miyacho'ya sarılmasından 1-2 saniye sonra o da ikiliye sarılmış ve dolmuş gözleri ile ağlamaklı bir şekilde konuşmaya başlamıştı. "B.. Ben de... Ben de gelmek istiyorummm!!"
Miyacho'nun acısı o an grubu birbirine bağlayan bi gerçek olmuştu. Hem Haruka hem de Seito, Miyacho'nun acısıyla empati kurmuş ve üzülmüşler ve sadece üzülmekle kalmamış, takım arkadaşlarına destek olmak için ileri atılmışlardı. Teki çok mutlu olmuştu bu duygusal an karşısında. Miyacho'nun mutluluğunu geri döndürmek için sadece tek başına çalışmayactı. Bir takım olarak bunu beraber yapacaklardı. O an bu görevinde yalnız olmadığını net bir şekilde anlayabilmişti. "Başın sağ olsun Miyacho. Sen de farkındasındır ancak ben tekrar söylemek isterim. Bu andan itibaren hiçbirimiz yalnız değiliz." Miyacho takım arkadaşlarından böylesi bir tepki beklemediği için afallamıştı. Öncelikle kendisine sarılmaktan olan Seito ve Haruka'yı hafifçe iterek kendisini kurtarmış, ardından kıyafetini düzeltirken "Çok teşekkürler hepinize... Gerçekten." demişti.
Teki, birbiri ile sohbet etmeye başlayan öğrencilerini izlerken aralarındaki dinamiği de anlamaya çalışıyordu. Haruka, takımdaki herkesi şimdiden çok sevmiş gibiydi. Ne Seito'nun enerjisi ne de Miyacho'nun sertliği ile bir sorunu yoktu. Seito ve Miyacho'nun enerjileri ilk başta pek uyuşmamış olsa da aralarında süregelecek bir gerginlik olacağını düşünmüyordu. Ters karakterler de insanlardı ancak ikisi de birbirine saygı gösterebilecek kişilerdi Teki'ye göre. Seito'nun, Miyacho'ya ailesinin vefatını duyduğu gibi sarılması aslında dışarıdan gözüktüğü kadar çocuk ruhlu ve umursamaz olmadığını gösteriyordu. "Sensei, kendinizden bahsetmediniz."
Teki bakışların üstüne döndüğünü fark ettiğinde kollarını göğsünde bağlayarak gülümsemişti. Kısa ve öz bir tanıtım yapacaktı kendisi için. 3 çocuğun da ilgisini çekebileceğini düşünüyordu bu sayede. "Ben mi? Ben sadece havalı ve güçlü bir Kusagakure jouniniyim. Şanslı olduğunuzu düşünebilirsiniz. Çok iyi bir eğitim alacaksınız. Kenjutsu ve zehir teknikleri konusunda uzmanım denebilir. Çalışmayı ve çalışarak güçlenmeyi severim." Özenle seçmişti kelimelerini. Kenjutsu ile Miyacho'nun, zehir teknikleri ile Haruka'nın, çalışmak ve güçlenmek ile Seito'nun ilgisini çekmeyi planlamıştı ve planı tıkır tıkır işlemişti.
"Zehirler benim çok ilgimi çekiyor!"
"Sencha-sama'nın oğlu olduğunuz için çok iyi olduğunuzu düşünüyorum."
"Kasumikage-sensei beraber çalışalım ve güçlenelim!!"
Üç çocuk da parlamış gözleri ile Teki'ye bakıyordu. İşe yaramıştı Teki'nin planı. Artık Takım Teki resmi olarak oluşmuştu onun için.
"Aoba-sensei... Senden teslim aldığım meşaleyi tüm gücümle taşımaya devam ediyorum. Aynı meşaleyi bir sonraki jenerasyonun da gururla taşıyacağından emin olacağım."
Yaklaşık 2 saat boyunca aralıksız bir şekilde muhabbet etmişti Takım Teki. Herkes kendi hobilerinden ve meraklarından bahsetmişti bir diğerine. Herkes kendini olabildiğince açık bir şekilde ortaya dökmüştü. Miyacho diğerlerine göre biraz daha mesafeli olsa da, hepsi bu günden itibaren her görevlerine beraber çıkacaklarını biliyordu. Bu sebeple birbirlerini çok iyi tanımaları gerektiğini de biliyorlardı. Kısmen gergin başlayan gün Teki için harika ilerlemişti. Öğrencileri ile tanıştığı için çok mutluydu ve hepsini çok sevmişti. Onları harika shinobilere dönüştürmek ve Kusagakure için harika işler başarmak için sabırsızlanıyordu.
Off Topic
Konu sonlanmıştır.

毒
► Show Spoiler