[Takım Teki] İlk Gün
Posted: March 25th, 2025, 11:39 pm
Kusagakure'de normal bir sabah, 04:08
Yatakta dönmeye devam ederken artık uykuya dalmasının pek mümkün olmadığı aydınlanması ile derin bir iç çekmiş ve vücudunu yumuşak yatağından ayırmıştı. Yorganını kenara iterken, gecenin serinliği tenine dokunmuş ve hafifçe irkilmesine sebep olmuştu Teki'nin. Uykusunu alabilmiş olmayı ve düzgün bir saatte uyanmış olmayı çok isterdi fakat heyecanından olsa gerek düşündüğünden çok daha erken uyanmıştı. Yatağının hemen yanında duran saate baktığında havanın neden halen aydınlanmamış olduğunu da anlamıştı. Odanın loş karanlığında parlayan rakamlar sabahın dördünü gösteriyordu. Sabahın dördü... Gökyüzü halen lacivertin en koyu tonlarını taşırken, köyün büyük kısmı hala sessizliğin içinde uyuyordu. Güzelce yüzünü yıkadıktan sonra kahve makinesinin tuşuna basmış ve günün ilk can suyunu hazırlamaya başlamıştı. Makinenin hafif tıkırtısı mutfakta yankılanmış, ardından kahve çekirdeklerinin o kendine has kokusu yavaş yavaş havaya yayılmıştı. Özellikle öğleden sonra uykusuzluğunun kendini çok daha belli edeceğine inanarak yanına da kahve alacaktı. Peki Teki'nin uyuyamamasını sağlayan ve gününe daha gün bile başlamamışken başlamasına sebep olan olay neydi? Bugün Teki ilk defa öğrencileri ile tanışacaktı.
Kahvenin koyu renginin fincanda hafifçe dalgalanışını izlerken, aklında bir düşünce vardı. "Umarım iyi çocuklardır" diye söylenerek ilk kahvesini kupasına doldurmuştu. Çok büyük olmayan evine anca sığdırdığı tek kişilik masaya yaslanmış olan sandalyeyi kendine doğru çekmiş ve kurulmuştu. İlk yudumuyla beraber kahvenin acımsı aromatik tadı boğazından geçiş etmiş ve içini ısıtmıştı. Evin biraz havasız olduğunu düşündü o anda. Küçük bir daire olmasından dolayı pencereler kapalı bir şekilde uyuduğunda evdeki hava sabaha doğru ağır bir hale geliyordu. Elinde kupası ile pencereye yöneldi. Pencereyi açtığı gibi evin içine nüfuz eden Kusagakure havasından derin bir nefes çekmişti hemen ciğerlerine. Kusagakure’nin havası her zamanki gibi ferahlatıcıydı.
Düşündüğünden çok daha erken uyandığı için şimdi gününü planlaması da zor hale gelmişti. Öğrencileri ile öğleden sonra 1 gibi köy meydanında buluşacaklardı. Hepsinin evine bu şekilde haber yollanmıştı. Kafadan 9 saat kadar boş bir zaman sahip olduğu için hemen köy meydanına gitmek de istemiyordu doğal olarak. "Hazır vakit varken anneme uğramak iyi olabilir. Kesin uyanıktır zaten" diye söylendi kendi kendine. Boş evin içinde tek konuşan Teki'ydi. Seviyordu düşüncelerini sesli dile getirmeyi. Tek yaşamanın kendisine kattığı yeni özelliklerden biriydi bu. Ailesinin evinde kalırken böyle bir huyu yoktu. Orada, her sabah mutfaktan gelen konuşmalar olurdu, kahvaltı sesleri, çay kaşığının bardağa vurması… Şimdi ise mutfağında sadece kahve makinesinin son tıkırtıları duyuluyordu. Şimdi içten içe başka insanların olduğu ortamlarda da kendi kendine konuşmaktan korkuyordu hatta.
Buzdolabını açıp içine bakmaya başlamıştı kahvesinden bir diğer yudumunu da alırken. Çok fazla kahvaltılık ürüne sahip değildi ancak tost ekmeği ve avokadoyu görmesi yeterli olmuştu. 2 dilim ekmek ve bir avokadoyu dolaptan çıkardıktan sonra mutfak tezgahının üstünde duran kesme tahtasına koymuştu. Mutfak dolabının içinden küçük bir kase almış ve içini 2 tatlı kaşığı kadar zeytinyağı ile doldurmuştu. Sonrasında yağa çok az karabiber ve tuz eklemeyi de ihmal etmemişti. Kase kenarda dururken bu sefer sıra avokado ile ilgilenmeye gelmişti. Çekmeceden çıkardığı bıçak ile önce avokadoya tam tur bir çizik atmış ve ikiye ayırmıştı. Bıçak kabuğun içinden pürüzsüzce geçmiş, bu hamleyle ikiye ayrılan avokadonun yarısı sessizce kesme tahtasına düşmüştü.
Çekirdeksiz kısmın içindeki yeşil yağlı meyve bölgesini kaseye aktarmıştı avokado kabuğunun kenarlarından sıkarak. Çekirdekli kısma da aynı hareketi yapmıştı ancak öncesinde elindeki bıçağı çekirdeğe saplayarak, onu yapışık durduğu yerden ayırmıştı. Özellikle avokado çekirdeğini çıkartmak çok eğlenceli geliyordu Teki'ye. O koca çekirdeğin, bıçağın etkisiyle hafifçe dönerken çıkardığı boğuk ‘pop’ sesi hoşuna gidiyordu."Ehehe..." diye hafifçe gülümsemişti. Bu küçük anlar, bazen günün en huzurlu kısımları oluyordu. Geri kalan tek iş yağlı kasenin içindeki avokadoyu çatalla ezerek kıvama sokmaktı. Kahvesinden üçüncü ve dördüncü yudumlarını da aldıktan sonra avokadoyu ezmeye başlamıştı Teki.
Avokado ezmeli 2 dilim ekmeği keyifle mideye indirdikten sonra biten kahvesiyle beraber oluşan kirli bulaşıklarını mutfak lavabosunda yıkamayı düşündü ancak daha fazla vakit kaybetmek istemiyordu. Sadece birkaç saat sonra çok daha büyük sorumluluklarla karşı karşıya olacağını biliyordu. Bulaşıkları lavabonun içinde bıraktıktan sonra hızlıca üstünü değişmek için yatak odasına geri dönmüştü. Öğrencileri ile tanışacağı zaman üstünde shinobi kıyafetleri olacaktı ancak saat çok erken olduğu için önce annesine, sonrasında da Kusagakure mezarlığına uğrayacaktı. "Hemen üniformamı giymesem de olur aslında..." diye söylendi kendi kendine fakat ikna edemedi benliğini. "Tekrar eve uğramak da istemiyorum." diyerek kesin kararını kendine açıkladı ve görevlerde de giyindiği gibi giyinerek kendini siyah kıyafetler ile kapladı ve Kusagakure alın bandını alnına taktı.
"Acaba Aoba-sensei de böyle heyecanlanmış mıydı bizimle tanışacağı gün?"
Evinden çıkıp Kusagakure sokaklarında ilk adımlarını atmaya başladığında aklında beliren ilk düşünce bu olmuştu Teki'nin. Biraz üzmüştü bu düşünce onu. Hiçbir zaman Aoba-sensei ile o güne dair düşünceleri özelinde konuşmamışlardı. Artık konuşmalarının mümkün olmaması karşısında ezilmişti Teki. Anlık olarak Kusagakure Takaım 4'e dair anıları canlanmaya başlamıştı gözünde. Tanışmaları, Rei ile yaptığı dövüşler, Sakuma'yla beraber kurdukları rezil planlar, Aoba'nın öğretileri, beraber çıktıkları görevler... O gün... Aoba-sensei ve Rei'nin öldükleri göreve dair anılar kafasında canlanmaya başladığı gibi adımlarını yere sabitlemiş ve halen aydınlanmamış gökyüzüne çevirmişti bakışlarını.
"Yapabileceğin bir şey yoktu Teki."
Ailesinin evine doğru adımlarını hızlandırmıştı. Olumsuz düşüncelere odaklanması gereken bir gün değildi bu gün. Eskiyi düşünerek kendine eziyet etmek yerine geleceğe odaklanacaktı.
Yanına kahve almayı unutmuştu...
Yatakta dönmeye devam ederken artık uykuya dalmasının pek mümkün olmadığı aydınlanması ile derin bir iç çekmiş ve vücudunu yumuşak yatağından ayırmıştı. Yorganını kenara iterken, gecenin serinliği tenine dokunmuş ve hafifçe irkilmesine sebep olmuştu Teki'nin. Uykusunu alabilmiş olmayı ve düzgün bir saatte uyanmış olmayı çok isterdi fakat heyecanından olsa gerek düşündüğünden çok daha erken uyanmıştı. Yatağının hemen yanında duran saate baktığında havanın neden halen aydınlanmamış olduğunu da anlamıştı. Odanın loş karanlığında parlayan rakamlar sabahın dördünü gösteriyordu. Sabahın dördü... Gökyüzü halen lacivertin en koyu tonlarını taşırken, köyün büyük kısmı hala sessizliğin içinde uyuyordu. Güzelce yüzünü yıkadıktan sonra kahve makinesinin tuşuna basmış ve günün ilk can suyunu hazırlamaya başlamıştı. Makinenin hafif tıkırtısı mutfakta yankılanmış, ardından kahve çekirdeklerinin o kendine has kokusu yavaş yavaş havaya yayılmıştı. Özellikle öğleden sonra uykusuzluğunun kendini çok daha belli edeceğine inanarak yanına da kahve alacaktı. Peki Teki'nin uyuyamamasını sağlayan ve gününe daha gün bile başlamamışken başlamasına sebep olan olay neydi? Bugün Teki ilk defa öğrencileri ile tanışacaktı.
Kahvenin koyu renginin fincanda hafifçe dalgalanışını izlerken, aklında bir düşünce vardı. "Umarım iyi çocuklardır" diye söylenerek ilk kahvesini kupasına doldurmuştu. Çok büyük olmayan evine anca sığdırdığı tek kişilik masaya yaslanmış olan sandalyeyi kendine doğru çekmiş ve kurulmuştu. İlk yudumuyla beraber kahvenin acımsı aromatik tadı boğazından geçiş etmiş ve içini ısıtmıştı. Evin biraz havasız olduğunu düşündü o anda. Küçük bir daire olmasından dolayı pencereler kapalı bir şekilde uyuduğunda evdeki hava sabaha doğru ağır bir hale geliyordu. Elinde kupası ile pencereye yöneldi. Pencereyi açtığı gibi evin içine nüfuz eden Kusagakure havasından derin bir nefes çekmişti hemen ciğerlerine. Kusagakure’nin havası her zamanki gibi ferahlatıcıydı.
Düşündüğünden çok daha erken uyandığı için şimdi gününü planlaması da zor hale gelmişti. Öğrencileri ile öğleden sonra 1 gibi köy meydanında buluşacaklardı. Hepsinin evine bu şekilde haber yollanmıştı. Kafadan 9 saat kadar boş bir zaman sahip olduğu için hemen köy meydanına gitmek de istemiyordu doğal olarak. "Hazır vakit varken anneme uğramak iyi olabilir. Kesin uyanıktır zaten" diye söylendi kendi kendine. Boş evin içinde tek konuşan Teki'ydi. Seviyordu düşüncelerini sesli dile getirmeyi. Tek yaşamanın kendisine kattığı yeni özelliklerden biriydi bu. Ailesinin evinde kalırken böyle bir huyu yoktu. Orada, her sabah mutfaktan gelen konuşmalar olurdu, kahvaltı sesleri, çay kaşığının bardağa vurması… Şimdi ise mutfağında sadece kahve makinesinin son tıkırtıları duyuluyordu. Şimdi içten içe başka insanların olduğu ortamlarda da kendi kendine konuşmaktan korkuyordu hatta.
Buzdolabını açıp içine bakmaya başlamıştı kahvesinden bir diğer yudumunu da alırken. Çok fazla kahvaltılık ürüne sahip değildi ancak tost ekmeği ve avokadoyu görmesi yeterli olmuştu. 2 dilim ekmek ve bir avokadoyu dolaptan çıkardıktan sonra mutfak tezgahının üstünde duran kesme tahtasına koymuştu. Mutfak dolabının içinden küçük bir kase almış ve içini 2 tatlı kaşığı kadar zeytinyağı ile doldurmuştu. Sonrasında yağa çok az karabiber ve tuz eklemeyi de ihmal etmemişti. Kase kenarda dururken bu sefer sıra avokado ile ilgilenmeye gelmişti. Çekmeceden çıkardığı bıçak ile önce avokadoya tam tur bir çizik atmış ve ikiye ayırmıştı. Bıçak kabuğun içinden pürüzsüzce geçmiş, bu hamleyle ikiye ayrılan avokadonun yarısı sessizce kesme tahtasına düşmüştü.
Çekirdeksiz kısmın içindeki yeşil yağlı meyve bölgesini kaseye aktarmıştı avokado kabuğunun kenarlarından sıkarak. Çekirdekli kısma da aynı hareketi yapmıştı ancak öncesinde elindeki bıçağı çekirdeğe saplayarak, onu yapışık durduğu yerden ayırmıştı. Özellikle avokado çekirdeğini çıkartmak çok eğlenceli geliyordu Teki'ye. O koca çekirdeğin, bıçağın etkisiyle hafifçe dönerken çıkardığı boğuk ‘pop’ sesi hoşuna gidiyordu."Ehehe..." diye hafifçe gülümsemişti. Bu küçük anlar, bazen günün en huzurlu kısımları oluyordu. Geri kalan tek iş yağlı kasenin içindeki avokadoyu çatalla ezerek kıvama sokmaktı. Kahvesinden üçüncü ve dördüncü yudumlarını da aldıktan sonra avokadoyu ezmeye başlamıştı Teki.
Avokado ezmeli 2 dilim ekmeği keyifle mideye indirdikten sonra biten kahvesiyle beraber oluşan kirli bulaşıklarını mutfak lavabosunda yıkamayı düşündü ancak daha fazla vakit kaybetmek istemiyordu. Sadece birkaç saat sonra çok daha büyük sorumluluklarla karşı karşıya olacağını biliyordu. Bulaşıkları lavabonun içinde bıraktıktan sonra hızlıca üstünü değişmek için yatak odasına geri dönmüştü. Öğrencileri ile tanışacağı zaman üstünde shinobi kıyafetleri olacaktı ancak saat çok erken olduğu için önce annesine, sonrasında da Kusagakure mezarlığına uğrayacaktı. "Hemen üniformamı giymesem de olur aslında..." diye söylendi kendi kendine fakat ikna edemedi benliğini. "Tekrar eve uğramak da istemiyorum." diyerek kesin kararını kendine açıkladı ve görevlerde de giyindiği gibi giyinerek kendini siyah kıyafetler ile kapladı ve Kusagakure alın bandını alnına taktı.
"Acaba Aoba-sensei de böyle heyecanlanmış mıydı bizimle tanışacağı gün?"
Evinden çıkıp Kusagakure sokaklarında ilk adımlarını atmaya başladığında aklında beliren ilk düşünce bu olmuştu Teki'nin. Biraz üzmüştü bu düşünce onu. Hiçbir zaman Aoba-sensei ile o güne dair düşünceleri özelinde konuşmamışlardı. Artık konuşmalarının mümkün olmaması karşısında ezilmişti Teki. Anlık olarak Kusagakure Takaım 4'e dair anıları canlanmaya başlamıştı gözünde. Tanışmaları, Rei ile yaptığı dövüşler, Sakuma'yla beraber kurdukları rezil planlar, Aoba'nın öğretileri, beraber çıktıkları görevler... O gün... Aoba-sensei ve Rei'nin öldükleri göreve dair anılar kafasında canlanmaya başladığı gibi adımlarını yere sabitlemiş ve halen aydınlanmamış gökyüzüne çevirmişti bakışlarını.
"Yapabileceğin bir şey yoktu Teki."
Ailesinin evine doğru adımlarını hızlandırmıştı. Olumsuz düşüncelere odaklanması gereken bir gün değildi bu gün. Eskiyi düşünerek kendine eziyet etmek yerine geleceğe odaklanacaktı.
Yanına kahve almayı unutmuştu...