Page 1 of 1

Ben Bensem Ben Kimim?

Posted: March 24th, 2025, 1:02 am
by Kitamura Susumu
Aniden gözlerimi açmamla beni karşılayan beyaz tavan gözlerimi kamaştırdı. Gözlerimi geri kısıp nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Sağıma, soluma bakmaya çalıştıkça gözlerimin arkası şiddetli bir sancı gönderiyordu beynime, kafamı çevirmeye çalıştıkça da boynum çıt diye kırılacak gibi hissediyordum. Bir süre sonra tüm bu hisler bir örgünün sökülmesi misali azaldı ve bitti, hareketlerim biraz daha rahatladı. Fakat, çevremi artık daha iyi gözlemliyor olabilmeme rağmen bulunduğum odada yattığım yatak ve karşıdaki kapı haricinde hiçbir şey göremiyordum. Bembeyaz, boş, soğuk bir oda. Neden burada olduğuma, nasıl gelip nereye gideceğime dair hiçbir ipucu vermiyordu bu durum bana.

Yavaşça doğruldum yerimde, bacaklarımı aşağı sarkıtttım ve çıplak ayaklarımla yere bastım. Başta dizlerim beni koyuverecek, yere kapaklanacağım gibi hissetsem de vücudum düşündüğüm kadar hain çıkmadı. Bir ceylanın ilk adımları gibi bir iki titreyip, sallanıp toparlandım. Üzerimde dizlerime kadar gelen beyaz bir hasta önlüğü vardı. Bir anlık refleksle elim arkama gitti ve dramatik bir şekilde kafamı çevirerek ardıma baktım. Götüm açıkta mıydı ve açıkta olması bu bomboş odada bir fark yaratır mıydı? Kimse görmeyecek olsa bile medeniyete boyun eğip elimle kapatmalı mıydım? Neyse ki, buna gerek kalmamıştı. Yeterli genişlikte iki kere dolanan önlük, mabadamı pek de ala kapatmaktaydı.

Kapıya doğru ilerleyerek dışarı çıktım. En az geride bıraktığım oda kadar boş olan upuzun bir koridora çıkmıştım. Koridorun sonunda bir başka kapı daha vardı ve sağında solunda bir başka kapı, pencere, merdiven falan yoktu. Kutu gibi bir yerdeydim resmen, “Neredeyim lan ben?” diye fısıldadım kendi kendime. Nöbetten çıkınca saçma sapan bir yerde uyuya mı kalmıştım acaba? Ya da bir savaşın ortasındaydım da, bir çeşit genjutsu altına mı alınmıştım? Kesin yatmadan önce atıştırdım da şekerim fırladı, onun kabusunu çekiyorum şimdi değil mi? Sabırla diğer kapıya yöneldim. Açıp içeri girdiğimde beni karşılayan oda, az önce içinde bulunduğum odanın aynısıydı, tek bir farkla.

Boş ve bozulmamış yatağın başında, sandalyede yakışıklı mı yakışıklı, nur yüzlü, ay parçası gibi temiz yüzlü bir adam oturmaktaydı. Bendim kısaca, ben, karşımda oturuyor, bana bakıyordum, ben de bana. Önlüğüm yoktu ama, görev kıyafetlerim vardı üzerimde. İçimi birden ani bir korku kapladı, insan kendisine bakarken korkar mıydı? Karşımdaki ben de bana bakarken korkmuş muydu ve korktuysa neden suratına yansımamıştı? İlgisiz, hatta biraz da bıkkın gözlerle bana bakmaktaydı. Korkum biraz daha artarken kaşlarım iyice birbirine yaklaştı. Acele adımlarla kendime yaklaştım, yarı ağlak bir sesle “Siiiikkktiiiirrr….” derken. Dibime sokulup, gözlerimi suratıma diktim. “Öldüm mü lan yoksa? Oğlum, ölmedik de lan.” diye isyan ede ede sorguladım kendimi. Karşılığında aldığım cevap can sıkıcı bir öflemeden başka bir şey olmadı.

“Ya, otur şuraya be.” diye yanımızdaki ikinci sandalyeyi işaret etti bana. Az önce yatak vardı burada, nereye gitti ve bu sandalye nereden geldi? “Y-Yatak vardı burada.” dedim. Dişlerinin arasından sabırla “Sen otursana.” dedi bana ben. Oturmazsam sikecekti muhtemelen, oturdum ben de. Oturduğum sandalye gıcırdadı ve boş odanın ortasında karşılıklı sandalyelerde öylece birbirimize baktık bir süre. Halbuki, demin ortada falan değildik. Sağ duvara daha yakındık ve aramızda bir masa da yoktu. Şimdi ise en başından beri odanın ortasında böyle oturuyoduk ve karşımdaki ben bana dirseklerini masaya dayamış bir şekilde bakıyordu. Bir beyaz güvercin, tatlı tatlı uçarak solumuzdaki pencerenin pervazına kondu. “Cidden ölmüş olsan…” diye çevirdi kafasını pencereye doğru. "Son bir kez görmek istediğin başkaları olmaz mıydı?” Siyah bir güvercin aynı sakinlikle uçarak beyazın yanına kondu. Birkaç saniye pencerenin yoktan varoluşunu da, durumun saçmalığını da düşünmeden kuşları izledim sadece. Hüzün içimi yavaş yavaş kapladı ve omzumu silktim. “İstemem yeter miydi olması için?” Kafamı geri kendime çevirdim. Ağzını büküp, “Ne bileyim ben.” diye o da kendi omzunu silki. Tekrar kuşlara dönüp sessiz sessiz oturduk bir süre.

“Seni uyutan ilacı falan kesiyorlardır heralde.” diyerek sessizliği tekrar bozdu kendim, dünyanın en normal şeyinden bahsediyormuş gibi. Uyuyor muydum ki? Uyutuluyorsam ya cidden ölesim tutmuştur ya da birileri falan kaçırmıştır. İki türlü de göte gelmiş olmuyor muyum? Dikkatimi geri toparlayıp “Ne oldu ki?” dedim. Birkaç saniye bana baktı. Bakışlarından cidden salak olup olmadığımı tartmaya çalıştığını hissedebiliyordum ama odada fil vardı da ben görmüyormuşum gibi davranmasından da sıkılmaya başlamıştım yani. Cevap beklediğimi hatırlatmak için kafamı öne doğru uzattım. “Nanmin’de çok pis göte geldiniz.” O da kafasını bana uzattı, iyice suratıma yaklaştı. “Ana bacı girdiler size, kol gibi aha bu kadar!” diye koluyla kaba bir hareket yaptı. Hangi birini sindireceğimi şaşırarak kaşlarımı çatıp önümdeki masaya bakmaya başladım. Fakat diğer Susumu düşünmemi bölerek aniden ayağa fırladı ve deli deli hareketlerle konuşmaya başladı.

“Yani ben tabi elimden geleni yaptım! Ona kafa attım, bunu bıçakladım derken, yetemedim ki ya!” Sesi gittikçe yükseliyor, hareketleri biraz daha dengesizleşiyordu. “İyileşmedim iyileştirdim, yemedim yedirdim. Bi’ sigara yakın da ağzıma tutuşturun, öyle öleyim dedim! Vermediler!” Sandalyeye gereksiz bir tekme atarak pencereye doğru uçmasına sebep oldu ve kuşlar uçuşup kaçıştılar. “VERMEDİLER! İNSAN İNSANIN SON SİGARASINI ESİRGER Mİ YA? BİLİYORUM VARDI O KIZDA O DA İÇİYORDU, VEREBİLİRDİ!” İyice yükselmeye başlayan sesi odaya girdiğim anda hissettiğim korkuyu yeniden tetiklemişti. Kulaklarımda sesi yankılandıkça belimden boynuma doğru bir sancı dalgalanıyor, çenem kasılıyordu. Parmak uçlarım da hissizleşmeye başlamıştı biraz. Başıma da bir ağrı inceden giriyor muydu, ne? “Dur, bağırma ya.” yaptım elimle başımı tutarak. Dinlemedi. Ben kendime zaten aşina olduğum için sinirlenince susmayacağımdan emindim ama denedim yine de. “OROSPU ÇOCUKLARI YA!” diye bağırmaya devam edip, gitti sandalyeyi geri aldı geldi. Oturdu sinirle.

Burnundan nefes ala ala “Yaaa, şu halimize bak.” diye konuşmaya devam etti. Zaten sorduğum sorulara doğru düzgün cevap vermiyordu ya, soracak halim de kalmamaya başlamıştı. Odanın köşeleri yamuktu şimdi de, düz inmiyordu hiçbiri yere. Tavandaki lambalar da yamuktu ve bazıları ben bağırdıkça söner gibi oluyordu. Pencere zaten çoktan yok olmuştu. “Sen git, kurtar o kadar adamı… Sonra götüne kadar boru soksunlar böyle.” Sesi, sonlara doğru kısık ve küskün çıkmıştı. Tam ne hale geldiğini hayal edip sempati duyacak gibi olmuştum ki yine deli deli hallere girdi. Eliyle arkamı işaret etti, “Bak, şu orospu çocuğu var ya.” diye. “Kimseyi uyutmuyor bir aydır. Anasını sikeceğim onun ayaklanınca.” Gösterdiği şeyi merak edip arkamı döndüm. Her yerinden kablolar sarkan bir yatakta yaşlı, iki büklüm bir adam yatmakta, elindeki oksijen sensörünü inatla yatağının kızaklarına vurmaktaydı. “Banyo yaparken kayıp düşmüş. Ne bok yemeye bu yaşta banyo yaparsın ki zaten? YETER BE!” Elini masaya vurmasıyla sıçrayarak geri önüme döndüm.

Başımdaki ağrı hafifliği falan geride bırakarak alnımı çatlatacak seviyelere ulaşmaya başladı. Diğer elimi de kafama götürüp sıkıca ovalamaya başladım belki hafifler diye. Göğsümde, nefes alıp verdikçe bıçak saplanır gibi bir acı peydahlandı birden bire. Susumu bağırdıkça panik atak gibi bir şey mi geçirmeye başladım acaba? “Az bir sus, iyi değilim.” dedim nefes nefese kalmış bir şekilde. Sadece panik atakla kalırsa yine iyiydi tabi de, kalp krizi falan geçiriyorsam kendime ne kadar iyi müdahale edebilirdim emin değildim. Hele mevcut siniri de düşünülünce düşüp bayılınca kendimi tekmeleme riskim de var gibiydi, evet.

“Ne oldu?” dedi, meraktan değil de hesap sorar bir ses tonuyla. Ne demek istediğini anlamak için gözlerimi kaldırıp kendime baktım ellerimin arasından. Kötüyüz dedik diye insan hesap sorar mıydı be? Cidden bu kadar gıcık biri miydi acaba? Kaşları iyice çatılmıştı ve sabırsız bir şekilde parmağını masaya vurup duruyordu. Çıkan ses, amcanın sensörü vura vura çıkardığı seslere karışıyordu. Ritmik hareket midemi bulandırmaya başladı. Bakmamaya çalıştım parmağına, ama hipnotize olmuş gibi inatla izledim ve mide bulantım daha da perçinlendi. Kafamı sağa sola sallayıp “Kusacağım galiba.” dedim. “Git tabi.” dedi. Sesindeki hesap sorar ifade, siteme dönüşmüştü. Nereye gitmekten bahsettiğini, nedense sorgulamadım. Anlamış gibiydim ama neyi anladığımı sorsalar, hiçbir şey anlatamazdım.

Tanıdık bir suçluluk duygusu bütün duygularımı bastırarak üste çıktı. Bunu hissetmem için bir sebep yoktu ama aynı zamanda bir sürü sebep de varmış gibiydi. “Git sen de, bırak beni.” Nefesim iyice daraldı. Gözlerim yanmaya, kursağımda garip bir sıkışıklık hissetmeye başladım. Ağlayacak gibiydim, hatta ağlasam belki rahatlardım da ama bir türlü boğazımdaki düğüm çözülmüyor gibiydi. "Ben gitmek istemiyorum ki.” dedim isyan ederek. Kafamı tutan ellerim saçlarımı sıkmaya başladı. Hem acı artık dayanılmazdı, hem de bu duygu tufanından çıkmak kurtulmak istiyordum. Anlamıyordum hiçbir şeyi, neler oluyordu, neyin cezasını çekiyordum? “Ben niye bırakayım ki seni? Bana şuraya git diyolar gidiyorum, geri gel diyolar geliyorum. Ne derlerse onu yapıyorum!” diye bağırmaya başladım. “Tamam ya, hallederim ben. Git, n’apim.” dedi diğer Susumu daha da küsmüş bi sesle. Dudağını büzmüş, omzunu silkmişti tekrardan. Bana bakmıyordu. Gözü, pencerede tek kalan beyaz güvercine dikilmişti. Ne ara geri gelmişti? Ya da hiç gitmemiş miydi? Kuşun uçup gitmesiyle bana bağırtı koparttıracak şiddette bir sancı göğsüme saplandı.

“Madem hemen gidiyorsun, gitmeden önce şunu al bari.” Ayağa kalkıp elini cebine attı ve bana beyaz bir kağıt parçası uzattı. Zangır zangır titreyen elimle uzanıp aldım. “Belki hayatına bir anlam katar.” Arkasını çevirip, okumaya çalıştım. Harfler, şekiller önümde dans ediyor ama bir türlü hiçbirini seçemiyordum. Neydi bu kağıt? Kim yazmıştı, nereden gelmişti, ne demekti? Aklımın son parçasını da yitiriyormuşum gibi bir acele ile sağını solunu çevirmeye başladım panikle, kurcaladıkça iyice buruşturdum. Hayatın bütün sırrı bunda gizliymiş de bulmama çok az kalmış gibi bir heyecan ile evirip çevirmeye devam ettim kağıdı. Susumu, bana doğru iyice eğildi, kulağıma yanaştı. “N’oooldu? Okuyamıyor musun?” dedi muzip bir ses tonuyla. Ter içinde kalan suratımı kaldırıp kendime çevirdim. Ne yazdığını söylemesi için yalvarır gözlerle baktım. “Olur öyle.” diyerek geri çekildi ve sırıtmaya başladı bana. Başımı geri indirip masaya pes etmiş bir yumruk attım kağıdı iyice buruştururken. Sanki, tekrar başaramamış gibi hissetmiştim. Gene neyi becerememiştim bir fikrim olmasa da, bu da o suçluluk duygusu gibi tanıdık bir şeydi.

Yenilgiyi kabullenmiş bir şekilde masaya iyice kapanmışken ortamdaki ışık da gittikçe kararmaya başladı. Başımda dikilen Susumu lambayı mı blokluyor diye kontrol ettim, ama Susumu çoktan gitmişti. Arkamdaki amcanın sesi de epeydir gelmiyor gibiydi. Önümdeki masa yok oldu, boşa çıktı kollarım. Sandalyemin verdiği destek arkamdan kayboldu. Pat diye yere kapaklanıverdim. Kıçımın ağrıması bir yana, korkunç bir soğukluk hissetmeye başladım, ve bir belirsizlik. Her şey zifiri karanlığa dönüşürken kalp atışlarım artık arşa ulaşmış ve kalbimin sesi vücudumdaki her bir hücreye sesini duyurmak istercesine gürleşmişti. Gittikçe her şey yok oldu. Zaten odada pek bir halt yoktu ama bu kadar az şeyin bile yok olabiliyor olması canımı sıkmış, geri gelmelerini ister bir hale sokmuştu beni. Çok geçmeden karanlığın ortasında tek başıma kaldım. Tüm sesler birden bire kesilerek korkunun beni tamamen ele geçirmesine izin verdi. Var gücümle bağırmak için ağzımı açtım ve…

Aniden gözlerimi açmamla beni karşılayan beyaz tavan gözlerimi kamaştırdı. Az önceki panayıra baştan mı başlayacağımı düşünürken “Tamam ya, kendi kendine nefes alıyor işte.” diye bir ses çalındı kulağıma. Etrafta koşuşturan insanlar olduğunu hissediyor, ama kafamı çevirip bakamıyor, ses çıkaramıyordum. “O zaman geri uyutmuyorum.” dedi bir başka ses, cevap olarak. Ardından sesin sahibi görüş açıma girdi. Tanıdık, tatlı bir simaydı bu. Bana doğru eğildi ve gülümsedi. Yavaşça boynumun altındaki yastığı düzelterek beni biraz daha dikleştirdi. “Sakin ol.” dedi gözlerimdeki panik dolu bakışları yakalayarak. “Daha iyi olacaksın, ama şimdi bir şey düşünme ve nefes almaya bak.”