Ishigakure: Mektup
Posted: September 7th, 2020, 3:45 pm


Öğlen saatleri, baharın gelişiyle birlikte nispeten ısınan hava artık bu saatlerde ince kıyafetleri rahatlıkla giyebilmenize imkan sağlamakta. Görevde de olmadığınızdan mütevellit, sivil ve rahat kıyafetler içerisinde bir restoranda oturmaktasınız. Pencere kenarında olmanızdan mütevellit, dışarıyı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ortanızdaki masada hafif çıtırtılarla yanmakta olan ızgaranın üstünde az önce büyük bir iştahla tüketmiş olduğunuz etlerin kalıntıları durmakta. Beraber çıktığınız son avın ardından çok zaman geçmemiş olsa bile, dostluğunuz pekişmiş durumda ve eskisine kıyasla birbirinizle daha sık görüşmektesiniz. Birbirinize duyduğunuz karşılıklı güven bunun en büyük belirtisi belki de. Garson gelip masadaki bulaşıkları temizlemeye başlarken görevde olmamanızın da getirdiği rahatlıkla boş boş muhabbet etmekle meşgulsünüz. Soğuk içeceklerinizi yudumlarken, dışarıda, dükkanın önünden geçmekte olan iki kızın size bakarak hafifçe kikirdeştiğini görebiliyorsunuz. Eskiye kıyasla, daha bilinir olduğunuz aşikar. Ancak sivillerden ziyade, köyünüzde size selam veren shinobi sayısının belirgin artışından oldukça memnunsunuz. İçinde bulunduğunuz askeri komunitede saygı görmenin sizi üst seviyelere taşıyabileceğini biliyorsunuz ve başarı hissinin vermiş olduğu genel memnuniyet sizi bir süredir idare etmiş durumda. Kızlar geçtikten, siz de muhabbetinize yeniden başladıktan hemen sonra restorana giren shinobi yelekli biri dikkatinizi çekiyor. Tanıdık bir sima, Ishichou binasında görevli olan memurlardan biri olduğunu kolaylıkla farkedebiliyorsunuz: “Ryu-san, Butsuo-san. Ishichou-sama’dan bir mesajım var.” Yeleğinin cebinden iki parşomen çıkarıyor ve üzerinde isimlerinizin yazdığını görebildiğiniz bu parşomenleri size uzatıyor.

Sıradan bir antrenman günü. Gün sıradan, ancak halihazırda takımınla birlikte içinde bulunduğunuz antrenmanı tanımlamak için harika-mükemmel-muazzam gibi sıfatlar yetersiz kalmakta. Ishigakure’nin en işlek ve kalabalık caddelerinden birinde, insanların garip bakışları altında terden sırılsıklam haldesiniz. Sol bacağın Rei’nin sağ bacağına bilekten bağlı durumda. Sağ bacağında ise Tsugi var. İkişer elinizde ise, ağzına kadar su dolu olan bardaklar mevcut. Kulaklarınızı kapatan devasa tüylü kulaklıklar ise adeta manzaraya son noktayı koyuyor. Dış bir göz tarafından bakılacak olursa, dört bacaklı garip bir canavara benzediğiniz kolaylıkla söylenebilir.İki öğrencin, utanma sınırını çoktan geçmiş ve yalnızca işlerine odaklanmış gibi görünüyorlar. Bu antrenmanın tam olarak ne işe yarayacağını onlara anlatmamış olduğun bir gerçek, ancak sana duydukları güven sorgulama hissiyatlarını birkaç adım geride bırakmış gibi görünüyor. Pektabii, bunda durumun garipliğinin de etkisi olabilir. Aynı anda hem adımlarınızı koordine etmeye çalışıyor, hem elinizdeki bardaklardaki suyu kaybetmemeye çalışıyor, hem kalabalığın içinde ilerlemeye çalışıyor, hem de kulağınızda bangır bangır çalan müzik yüzünden birbirinizi duyamamanıza bağlı olarak garip garip iletişmeye çalışıyorsunuz. Antrenmanın tam olarak ne işe yaradığına sen bile yüzde yüz emin değilsin aslında, uykusuz bir gecenin son saatlerinde birden fazla fikri yoğurmanla ortaya çıkan bir şey. Mutlaka bir işe yarayacaktır diye düşünüyorsun, biraz da umut ediyorsun. İçinde bulunduğunuz caddeyi, son bir saatte yaklaşık 35 kere baştan yürümüş durumdasınız. Bardaklardaki sular -özellikle Rei’nin- birden fazla kez yenilenmiş durumda. En az siviller kadar garip bir yüz ifadesi olan tanıdık chuuninin aniden karşınızda belirmesiyle bir an duruyorsun. Chuuninin ağzı oynuyor, ancak ne dediğ hakkında hiç bir fikrin yok. Diğerlerinin harekete devam etmesi, statik pozisyonunu oldukça zedeliyor tabii ki. Son raddede, üçünüz birden yere yığılmış durumda oluyorsunuz. Kulaklığının kafandan fırlamasıyla birlikte, bu garip görüntü karşısında ne yapacağını bilemeyen chuuninin ‘amaan, ne olursa olsun artık’ modundaki ses tonuyla kurduğu cümleyi işitiyorsun: “Ishichoudan, ıı, bir mesaj var, Chisa-San.” Parşomeni yerde olan senin karın bölgene koyuyor çekingen bir tavırla. Ardından ne yapacağına emin olamadan uzaklaşıyor.

Huzursuz bir gecenin ardından, sabahın erken saatlerinde nispeten karanlık sayılabilecek evinde boş boş oturmaktasın. Bunun sebebi, yapacak başka bir şey bulamaman değil. Başka bir şey yapabilecek gücü kendinde görememen. Bir nevi yoksunluk krizi olarak nitelendirebilirsin bunu. İlk defa başına gelmiyor, ancak her seferinde ilk kez yaşıyormuşçasına etkiliyor seni. Büyük gücün karşılığının büyük olduğu aşikar. Kolunun duyduğu açlık, tüm iradeni yoksayıp adeta kilitliyor seni. Başka bir şey düşünemiyorsun, rahat bir pozisyona geçemiyorsun, uyuyamıyorsun. Tarifleyemediğin bir rahatsızlık hissi var üzerinde. Bunun çok yakında geçeceğini biliyorsun, ancak saniyeler ve dakikalar öylesine yavaş ki. Köyde olduğun dönemlerde bu ihtiyacın bizzat Ishichou tarafından karşılanıyor, ancak bu durum köyden uzakta başına geldiğinde başvurman gereken yolları biliyorsun. Bundan rahatsız olup olmadığın tamamen senin vicdanına kalmış durumda; gelgelelim şuan beklemek dışında yapabileceğin pek bir şey yok. Güneş iyiden iyiye yükseliyor, akşamın geç saatlerinde başlayan ve tüm gece süren huzursuzluk hissin ise her saniye katlanarak artmakta. Kuryenin yakın bir zamanda geleceğini biliyorsun, ancak sabrının kalıp kalmadığına emin değilsin. Belki de bir koşu hastaneye gidip bir torba kan çalsan işler çok daha kolay olabilir. Kolay ve hızlı. Bu düşünce beynine kurtçuk gibi dalıp her bir zerrene hakim olmaya başlarken, kapıdan gelen tıklama sesi tüm odağını oraya yönlendirmene sebep oluyor. Son hızla çökmüş olduğun kanepeden kalkıp ilerliyor ve sonuna kadar açıyorsun kapıyı. Karşında, shinobi yelekli birini görüyorsun. Elinde, ufak bir kasaya benzer bir şey tutmakta. Chuuninin kim olduğunu umursamıyorsun bile, suratına bakmadan ve dediklerini dinlemeden elindeki kutuyu kapıyor ve kapıyı kapatmaya yelteniyorsun. Bu, normal şartlarda asla yapmayacağın bir şeyken bu gibi yoksunluk krizlerine girdiğin durumlarda karşı koyamadığın bir davranış haline gelmiş durumda. Kapı çarpılmadan tam bir saniye önce, chuuninin yeleğinin cebinden bir parşomen çıkarıp kapı aralığından uzattığını görüyorsun. Boştaki elinle hızla alıyorsun parşomeni, kapı kapanırken parşomen çoktan evin içinde bir yerlere fırlatılmış durumda. Daha sonra da bakabilirsin nasıl olsa, önceliklerin farklı.

Son dönemler senin için fazlasıyla sıradan geçmiş durumda. Pek fazla köy dışına görevlendirilmiyorsun. Bunda cephede bizzat savaşmış olmanın yanısıra savaştan sonra bile sınırötesi operasyonlarda görevlendirilmiş olmanın etkisinin olduğu aşikar. Dinlendirilmeye alınmış gibi hissediyorsun kendini. Bu hem iyi, hem de kötü. Köyün uğruna çok fazla şey yapabileceğinin farkındasın. Ara ara da olsa, potansiyelinin köy sınırları içindeki devriye ve nöbetlerde harcanıp harcanmadığına dair düşünceler beliriyor kafanda. Yine de, senin gibi pek çok chuuninin ara ara da olsa mutlaka böyle görevlerde çalıştığını düşününce için biraz soğuyor. Hırlamaya ve öksürük krizlerine girmeye devam ediyorsun, ancak bu artık çok normal gibi geliyor sana. Sanki doğduğundan beri böyleymişsin gibi hissediyorsun. İçten içe, kışın bitip baharın gelişiyle belki biraz rahatlayacağını ve az da olsa iyileşeceğini ümit etmiş olsan da değişen hiç bir şeyin olmadığını farketmen uzun sürmüyor. Yine de çok kötü durumda sayılmazsın. Tedaviyle alakalı herhangi bir gelişme olmayışı seni üzüyor. Ancak Ishichou’ya duyduğun saygı ve güven, senin için mutlaka uğraştığını düşünmen için yeterli. Düşünceler, birbirleri üstüne binip yoğun bir zihin sarmalı oluştururken arkandan gelen bir sesle irkiliyorsun hafifçe. Ishigakure sokaklarında, gece vakti devriye atmaktasın. Geceler oldukça sakin köyde. Bunu seviyorsun. Sakinliği bozan sese dikkatli bir şekilde dönüp savunma pozisyonu almak üzereyken, tanıdık bir sima görüyorsun karşında. Pozisyonun normale dönerken kulaklarını dört açıyorsun: “Usagi-san, iyi nöbetler. Bugün devriyeye çıkmak üzereyken Ishichou binasından sana teslim etmem için bir parşomen verdiler. Gece bir noktada karşılaşacağımızı biliyordum, hazır seni görmüşken ileteyim.” Sana yaklaşıp shinobi yeleğinin cebinden bir parşomen çıkarıyor. Mat sokak lambalarının ışığında, üzerinde adın yazılı olan parşomeni alıyorsun.

Akşamüstü saatleri, baharın sıcaklığı gelmiş olsa da ferah bir serinlik var evinin içinde. Pektabii, bu serinlik yorgun ve terli vücudunun rahatlaması için pek yeterli sayılmaz. Özellikle de uzun bir nöbetin ardından sabaha karşı eve geldiğin ve beş altı saat uyuduktan sonra direkt olarak antrenmana başladığın için. Evinin, üzerinde çalıştığın şey için oldukça uygun olduğu söylenebilir. Bu sebeple -en azından şimdilik- dışarıda çalışmak için bir alan aramana gerek kalmamış durumda. Bunda şimdilik bu güce yalnızca kendinin şahit olmasını istemenin de etkisi var elbet. Kontrolü tam manasıyla eline alana ve olası bir istenmeyen zarar ihtimalini ekarte edene dek çalışman gerektiğini biliyorsun. Odanın tam merkezine yerleştirmiş olduğun bir yer minderinin üzerindesin ve çeşitli boyut ve ağırlıktaki eşyaları çevrene dizmiş durumdasın. Uyandırdığın bu güç, seni şaşırtmış ve hatta birazcık bile olsa korkutmuş olsa da duyduğun heyecan her şeyin üstesinden gelmeye yetiyor. Bir süredir çalışıyor olsan da, dört beş kez kalkıp ortamı yeniden düzenlemiş olmandan dolayı alan konusunda sıkıntı yaşamıyorsun. Şimdiki hedefin ise, basit bir karton koli üzerine konulmuş büyükçe cam bir şişe. Karton, içi su dolu cam şişenin ağırlığını kaldırabiliyor gibi görünüyor şimdilik. Sağ elini, hafifçe yukarıdan aşağıya doğru savuruyorsun cam şişeye odaklanırken. İlk anda farkettiğin şey, kolinin hafifçe aşağı doğru büküldüğü oluyor. Birkaç saniye sonra ise iyiden iyiye yamulmuş ve aşağı doğru meyillenmiş oluyor koli. Devam ediyorsun. Odağını korumaktasın. Nihayetinde, koli tamamen düz bir pozisyona geçiyor ve su dolu cam şişe bir ‘KÜT’ sesiyle aşap zemine oturuyor. Ağırlığı, kolinin dayanıklılığını aşıp yere ulaşabilecek kadar güçlenmiş durumdaki cam şişeye keyifle bakıyorsun birkaç saniye boyunca. Çalan kapı ise, aldığın bu keyiften bir anlığına uzaklaşmana sebep oluyor. Ayaklanıp kapıya ilerlerken çevrene bakınıyorsun. Duvarlara çarparak kırılmış birkaç vazo, sağa sola dağılmış kitaplar ve ninja ekipmanları, yastıklar. Garip bir ortam olduğu aşikar. Kapıyı açtığında, karşında orta yaşlı tanıdık bir chuunin görüyorsun: “Ringo-kun, rahatsız ettiğim için kusura bakma. Ishichou-sama bunu sana iletmemi istedi, eve giderken uğrayayım dedim.” Elinde tuttuğu parşomeni sana doğru uzatıyor. Üzerinde isminin yazdığını net bir şekilde görebiliyorsun. Merakla uzanıyorsun parşomene. “Görüşmek üzere Ringo-kun.”

Ishigakure kapısındaki ufak kulübede, günlük nöbetlerden birini tutmaktasın. Sıkıcı sayılabilecek bir iş, ancak son dönemlerde özellikle Çimen Ülkesi’nde yaşandığını duyduğunuz kaçak mülteciler durumu yaptığınız işin öneminin yükselmesine sebep oluyor. Kaya Ülkesi ve Ishigakure’nin şimdilik bu konuda ciddi bir problemi yok gibi gözükmekte. Ancak önlemlerin zararının olmayacağının farkında olacak kadar bilinçlisin. Bunda paranoyak yapının da etkisi olduğu aşikar. İster istemez bazen mülteci kılığına girmiş bir Riaru ajanının köye dalabileceğini, sivillere zarar verebilecek bir aktiviteye girişebileceğinin hayalini kurup kendi kendine geriliyorsun. Eğer bu olay, sen nöbetteyken gerçekleşirse ve buna müdahale edemezsen yaşanacak şeylerin vicdanı sorumluluğunu kaldırıp kaldıramayacağın konusunda pek emin değilsin. Neyse ki, mesain dolmak üzere ve bugün pek gelen giden olmaması işine gelmiş durumda. Önünde, medikal ninjalığa dair arada sırada açıp baktığın eski bir kitap durmakta. Henüz gerçekleştirmeye fırsat bulamamış olsan da, yegane hedefine duyduğun ilgiden hiçbir şey eksilmiş değil. Yazılanları pek anladığın söylenemez. Ancak birden fazla kez okumuş olduğun kısımları tekrar tekrar okurken bile heyecan duyabiliyorsun. Motivasyonun ve tutkularının bu yönde olduğu aşikar. Ve bir gün, çok başarılı bir medikal ninja olacağına dair inancın tam. Güneş yavaş yavaş batmaya başlarken, uzun bir süredir sabit oturduğun için kollarını kaldırıp hafifçe geriniyorsun. Baharın getirmiş olduğu sıcaklık hafif bir mayışıklık bırakıyor üzerinde. Köy içlerinden sana doğru ilerleyen bir shinobiyi farketmenle, devir saatinin geldiğini anlıyor ve hafifçe ayaklanıyorsun. Kitabı koltuk altına alırken, gelecek shinobiyi selamlamak üzere kulübenin dışına çıkıyorsun. Tanıdık bir yüz, orta yaşlı bir chuunin: “Merhaba Teijo-kun. Umarım sorunsuz bir gün geçirmişsindir. Ishichou-Sama sana bu parşomeni iletmemi istedi, şimdilik burayı devralıyorum. Sen dinlenmene bak.” Uzattığı parşomeni alıyor ve üzerinde kendi ismini farkediyorsun. Köy içlerine doğru yola çıkarken, parşomene duyduğun merağı eve kadar saklayabileceğini düşünmektesin.
Mektup içeriğine baktığınızda, yakın bir zamanda düzenlenecek olan jounin sınavına köyünüzün Chou'su tarafından katılmaya uygun görüldüğünüzle alakalı bir bildiri karşılıyor sizleri. Bir süre önce yapılmış olan duyuruların üzerine, bu sınava katılmaya layık görülmenizin gururu kaplıyor içinizi. Mektupta yazan bir diğer şey ise, kararınızı üç gün içerisinde Chou binasına bildirmeniz gerektiği.
Off Topic
Belirtildiği üzere, köyünüzün lideri tarafından sınava katılmaya layık görüldünüz ancak bunu kabul etmek veya reddetmek sizlerin elinde. İçinde bulunduğunuz durumla birlikte mektubu alışınızı, konuyla alakalı hissiyatınızı ve sonucu bildiren birer rp alalım sizlerden. Sıra önemli değil.