"Nedeni mi var? İnsan olduğu için tabi ki de!" diye azarladım bize doğru yanaşmakta olan çocuğu. Pek saldıracak ya da gard alacak ruh halim kalmamıştı artık. İçine üştüğümüz durumu daha da karmaşıklaştırmayacaklarını umut ediyordum sadece, bir yandan strese yenik düşerken. Yani... Hepimiz burada tıkılı kalmışken tek derdimiz daha fazla dövüşmek olmazdı değil mi?
Zorlukla konuşmaya çalışan adama kafamı geri çevirdim. Bir yandan da korkak hareketlerle elimi uzatıp dokunmakla dokunmamak arasında kaldım. Kararsız hareketlerim son bulup en sonunda omzuna elimi değdirdiğimde, hiçbir şey olmamıştı. Adam gibi şoka uğramamış ya da taş tarafından esir alınmamıştım. Bundan biraz daha cesaret alıp taşın bittiği noktaları kurcalamaya başladım ben de. Elime bulaşan toza, taştan koparabildiğim kısımlara baktım elimde ufalayarak. Anladığım kadarıyla adamı dönüştürmekten ziyade, ince bir taş tabakasıyla kaplandığı bir teknikti sanırım. "Doton...?" diye mırıldandım biraz daha kurcalarken herifi. Tırnağımı bir yerden geçirdim, çekiştirdim. Bozuk para büyüklüğünde bir tabaka düştü çenesinin altından, arkasında sanki traş yanığı yemiş gibi hafif hafif kanayan bir cilt bıraktı. "Soyuluyor en azından. Ama böyle giderse bir haftayı bulur içinden çıkarmak." dedim ortaya doğru.
Bu sırada da Joaryu yaşananlar hakkındaki düşüncelerini uzun uzun anlatmaya koyuldu. Mühürlerden ve hecelerden girip çıkmış, bazı teoriler üretmiş ancak sonucunda bir şey sunamamıştı. Az önce neydiysem şimdi de o olduğum için, haliyle hala anlamıyordum mühürlerden. "Mührü kırıp tekniği geri çeviremezsek böyle amele gibi yolup duracağız herifi. Ben de sonrasında açılan yaralarını iyileştiririm." dedim bir çözüm üretmeye çalışırken. "Joaryu, gel yardım et. Soyalım herifi." Sarı Lale'ye döndüm. Bir kaşımı kaldırıp karizmatik karizmatik güldüm, "Ama maskeyi de alırım sonra ödeme olarak, Sarı seni." dedim adama mırıldanarak.
Gelen ayak sesleri ile salonun ortasına döndüm tekrar. Yaralı gül kaideye yanaşmış, diz çöküp incelemeye başlamıştı. "Shinji demek." dedim soğuk bir sesle, sonra iç çektim. "Bu aşamaya daha önce gelebilirdik, tanışma meselesine yani." Omuzlarımı silkip bir elimin avucunu havaya kaldırdım. "Eh... Ülkenizdeki karışıklık düşünülünce, anlaşılır bir durum. Sanırım öyle bir durumda ben de saldırganlığa alışırdım. Ama lütfen bir daha ki karşılaşmamızda üstümüze çocuk fırlatma." dedim. Amacım saygısızlık ya da bilmişlik değil, ortamı yumuşatmaktı. Birkaç saniye Yağmur İkilisi'nin yüzlerine baktım. Ardından, ciddileştim.
"Burayı patlatacak mıydın gerçekten? Çocuğa rağmen?" diye sordum ciddi bir sesle. Biraz da gözlerimi kıstım. Cevabını ve cevabının arkasındaki samimiyeti merak ediyordum. Tabi, samimiyetinin arkasındaki zekayı da. Belki de cidden patlatacaktı, ama aptal olduğu için böyle bir yola başvuracaktı. Hem yakışıklı hem de salak olamaz mıydı bir insan? Tek bir kelime ve mimik bir insan hakkında çok şey anlatabilirdi bazen, dinlemeyi bilene. Bu yüzden Sarı Bela ile uğraşmaya ara verdim bir süre işi Joaryu'ya kitleyip, Shinji'yi dinlerken. Cevabı ne olursa olsun aklıma kazınacak biri, daha doğrusu birileri oldukları zaten belliydi.
[Ryoken & Susumu & Joaryu & Shinji & Kazuya] Kırılma Noktası
- Kitamura Susumu
- Kusagakure

- Posts: 312
- Joined: August 31st, 2018, 1:49 am
- Location: Kusagakure Güvenlik Hattı
- Yamato Kazuya
- Amegakure

- Posts: 59
- Joined: May 20th, 2019, 3:17 pm
- Location: Eski Suruma Kasabası
Re: [Ryoken & Susumu & Joaryu & Shinji & Kazuya] Kırılma Noktası
Mor saçlı şerefsiz doğru diyordu. Sarışın adam taşa dönüşmüş olsa da biz de buradan dışarı çıkamayacağız gibi gözüküyordu. Birlikte çalışmamız gerektiği fikri sinirlerimi geriyor olsa da bu fikre katılıyordum. Mühürlerle ilgili konuşmaya başladığındaysa çoktan dinlemeyi bırakmıştım. Bu konuda hiçbir fikrim yoktu, ortamı bulandırmamak için hiç müdahil olmamayı tercih etmiştim.
Shinji-san yanıma gelip omzuma dokunduğunda bunun bir rahatlama emri olduğunu anlayıp derin bir nefes verdim. Savaş pozisyonunda değildik artık. Bu odanın içindeki herkes birlikte çalışmak zorundaydı. Durumu kavrayışım, perspektifimin açısını komple değiştirmem gerektiği yönündeydi. Benim için çok zor bir şeydi ama elimden geleni yapacaktım. Shinji-san’ın ardından çatık kaşlarımla odadakileri tek tek süzerek ben de ismimi ortaya atacaktım. “Kazuya.”
Beyaz saçlı Susumu’nun sözleri aklımdaki karmaşıklığı iyice bulandırmıştı. Taş kesilen adama bakarak bunları düşünmeye koyuldum. İnsan olduğu için… Düşmanın zayıflığı olsa olsa faydalanılacak bir şey değil midir? Düşmana insan gibi değer vermek, uğruna savaştığın halka ihanet etmekle eşdeğer olmaz mı? Eğer insan gibi değer verecek olsaydık, ölümüne dövüştüğümüz kişiler gerçekten düşmanlarımız olur muydu? Savaş ortamında karşı karşıya geldiklerimizin insanlığı bizi ne kadar ilgilendirirdi ki? Cevap bulamadığım sorular zaten yetenekleri kısıtlı beynimi iyice bulutsu kıvama getirip çorba yapmıştı. Düşünme kapasiteme eriştiğimi hissedebiliyordum. Yanıtlayamadığım sorular, belli ki aklımın mesnetsiz köşelerinde belirsiz bir süre daha yer edecekti.
Susumu’nun taş adamın üzerindeki tabakayı soymasıyla ben de aynısını yapmaya başladım. Bunu çıkış için bir adım olarak düşünüyordum. Tek elimle ufak ufak kısımları adamın derisinden ayırmaya başladım. Beyaz saçlının söylediğine göre böyle böyle kendisini bir haftada bu yeni deri tabakasından kurtarabilirdik. Uzun ve zorlayıcı bir süreydi ama daha kötü koşullarla karşılaştığım olmuştu. Buna katlanabilirdim.
Bir yandan sarı belayı soyuyorduk, bir yandan Susumu-san herkesin içinde Shinji-san’a ilgisini belli ediyordu. Sorular sorup Shinji-san’ın dudaklarına odaklanıyor, bakışlarıyla süzüyor, onu gözleriyle soyuyordu. Durumdan rahatsız olduğumu belli eden bakışlarla kafamı bir o yana, bir önümdeki taşlaşmış adama çeviriyordum. Rahatsızlığım ikisinin ilişkisini onaylamadığım için değil, bu durumlarda ne yapacağımı bilmediğim içindi. Bunlar, hayatında sevgiyi çok kısıtlı tadabilmiş biri olarak benim için çok yeni şeylerdi. Kafamı son kez çevirip ikisine baktığımda suratımda kocaman bir gülümseme vardı. Bunu fark ettiğimde hemen önüme dönüp işime devam ettim. Soy, soy, soy, soy, soy…
Shinji-san yanıma gelip omzuma dokunduğunda bunun bir rahatlama emri olduğunu anlayıp derin bir nefes verdim. Savaş pozisyonunda değildik artık. Bu odanın içindeki herkes birlikte çalışmak zorundaydı. Durumu kavrayışım, perspektifimin açısını komple değiştirmem gerektiği yönündeydi. Benim için çok zor bir şeydi ama elimden geleni yapacaktım. Shinji-san’ın ardından çatık kaşlarımla odadakileri tek tek süzerek ben de ismimi ortaya atacaktım. “Kazuya.”
Beyaz saçlı Susumu’nun sözleri aklımdaki karmaşıklığı iyice bulandırmıştı. Taş kesilen adama bakarak bunları düşünmeye koyuldum. İnsan olduğu için… Düşmanın zayıflığı olsa olsa faydalanılacak bir şey değil midir? Düşmana insan gibi değer vermek, uğruna savaştığın halka ihanet etmekle eşdeğer olmaz mı? Eğer insan gibi değer verecek olsaydık, ölümüne dövüştüğümüz kişiler gerçekten düşmanlarımız olur muydu? Savaş ortamında karşı karşıya geldiklerimizin insanlığı bizi ne kadar ilgilendirirdi ki? Cevap bulamadığım sorular zaten yetenekleri kısıtlı beynimi iyice bulutsu kıvama getirip çorba yapmıştı. Düşünme kapasiteme eriştiğimi hissedebiliyordum. Yanıtlayamadığım sorular, belli ki aklımın mesnetsiz köşelerinde belirsiz bir süre daha yer edecekti.
Susumu’nun taş adamın üzerindeki tabakayı soymasıyla ben de aynısını yapmaya başladım. Bunu çıkış için bir adım olarak düşünüyordum. Tek elimle ufak ufak kısımları adamın derisinden ayırmaya başladım. Beyaz saçlının söylediğine göre böyle böyle kendisini bir haftada bu yeni deri tabakasından kurtarabilirdik. Uzun ve zorlayıcı bir süreydi ama daha kötü koşullarla karşılaştığım olmuştu. Buna katlanabilirdim.
Bir yandan sarı belayı soyuyorduk, bir yandan Susumu-san herkesin içinde Shinji-san’a ilgisini belli ediyordu. Sorular sorup Shinji-san’ın dudaklarına odaklanıyor, bakışlarıyla süzüyor, onu gözleriyle soyuyordu. Durumdan rahatsız olduğumu belli eden bakışlarla kafamı bir o yana, bir önümdeki taşlaşmış adama çeviriyordum. Rahatsızlığım ikisinin ilişkisini onaylamadığım için değil, bu durumlarda ne yapacağımı bilmediğim içindi. Bunlar, hayatında sevgiyi çok kısıtlı tadabilmiş biri olarak benim için çok yeni şeylerdi. Kafamı son kez çevirip ikisine baktığımda suratımda kocaman bir gülümseme vardı. Bunu fark ettiğimde hemen önüme dönüp işime devam ettim. Soy, soy, soy, soy, soy…

► Show Spoiler
- Ikura Joaryu
- Kusagakure

- Posts: 23
- Joined: March 20th, 2025, 6:12 pm
Re: [Ryoken & Susumu & Joaryu & Shinji & Kazuya] Kırılma Noktası
Taşı soymaya başlayan Susumu'yu izlerken, kendi eti kopuyormuşçasına içi gıcıklanmaya başlanmıştı Joaryu'nun. Kimsenin maske hakkında ne bir bilgisi vardı ne de bir fikri. Herkes köy tarafından bilinçsizce buraya bu maskeyi almak için gönderilmiş gibi gözüküyordu. Belli ki diğer köylerin istihbaratları da aynı Kusagakure'de olduğu gibi, maskenin ne işe yaradığı ile ilgili yeterli bilgiyi toplayamamışlardı. Acele bir şekilde gönderilen ekipler önemli bir güce sahip olabilecek bu eşyayı sadece geri getirmekle bilgilendirilmişlerdi.
"Mührün etkisini bozabilirsek canı çok yanacak... Adamı soymayı bırakın Susumu-san, Kazuya-san." dedi Joaryu ve maskeyi incelemeye devam etti. Kimse mühürler hakkında Joaryu'dan daha fazlasını bilmiyordu. Joaryu'yu ise diğerlerinden ayıran tek şey, her gün mühür işli bir mektubu okuyup göz aşinalığının olmasıydı. "Geri çekilin bir şey deneyeceğim." dedi Joaryu ve çakrasını elinde yoğunlaştırmaya başladı. Yüksek miktarda çakrayı elinde biriktirdikten sonra maskeyi sertçe kavrayıp elindeki tüm enerjiyi maskeye aktardı. Bir şeyler olmasını bekler gibi önce maskeye sonra ise kendisini izleyen diğer üç shinobiye baktı. Başını hareket ettirmeden gözlerini odada gezdirerek bir şeylerin değişmesini bekledi.
"İşe yaramadı."
Taştan adamı yolan Susumu ve Kazuya, mühürlerden anlamadığını söyleyen Shinji ve bir şeyler yapabileceğini sanıp hiçbir faydası olmayan Joaryu. Odanın verdiği hissiyat tam bir başarısızlık örneğiydi. "Ne bakıyorsunuz en azından burayı patlatmaya çalışmadım." dedi Joaryu ve Shinji'ye ifadesiz bir surat ile bakmaya başladı. "Başka bir mekanizma var mıymış bari ?" diye sordu geri gelecek cevabın olumsuz olacağından emin bir şekilde. Biraz önce yaşanan dandik itişme yüzünden Ame'den gelen bu shinobilerden çok da haz etmiyordu.
"Bu arada patlatmak dedim de... Maskeyi patlatmayı deneyebiliriz ya da kırmayı. Biliyorum herkes şu an bu maske için burada ama hiçbirimizin bu mührü anlayabilecek seviyede olmadığı çok açık ortada. Belki mührü taşıyan objeyi yok etmek mührün bozulmasını sağlayabilir. Ne dersiniz?" dedi kendinden pek de emin olmayan bir şekilde. Maskeyi incelemeyi kesmiş, odanın duvarlarını incelemeye başlamıştı. Başka bir ipucu bulabilir mi diye arıyordu Joaryu hiçbir şey bulamadığı her saniye daha da kapana kısılmış ve vasıfsız hissederek. "Mührün taşıyan objeyi yok etmekle mührün taşıdığı enerjiyi de dışarıya salma ihtimalimiz var, yani bunu yaptığımızda yapının komple çökme ihtimali de yok değil..." . Emin değildi Joaryu, etraftakilerden bir yorum bekliyordu. Kimsenin hiçbir şey bilmediği bu odada, en küçük fikir kırıntısı bile çok değerliydi.
"Mührün etkisini bozabilirsek canı çok yanacak... Adamı soymayı bırakın Susumu-san, Kazuya-san." dedi Joaryu ve maskeyi incelemeye devam etti. Kimse mühürler hakkında Joaryu'dan daha fazlasını bilmiyordu. Joaryu'yu ise diğerlerinden ayıran tek şey, her gün mühür işli bir mektubu okuyup göz aşinalığının olmasıydı. "Geri çekilin bir şey deneyeceğim." dedi Joaryu ve çakrasını elinde yoğunlaştırmaya başladı. Yüksek miktarda çakrayı elinde biriktirdikten sonra maskeyi sertçe kavrayıp elindeki tüm enerjiyi maskeye aktardı. Bir şeyler olmasını bekler gibi önce maskeye sonra ise kendisini izleyen diğer üç shinobiye baktı. Başını hareket ettirmeden gözlerini odada gezdirerek bir şeylerin değişmesini bekledi.
"İşe yaramadı."
Taştan adamı yolan Susumu ve Kazuya, mühürlerden anlamadığını söyleyen Shinji ve bir şeyler yapabileceğini sanıp hiçbir faydası olmayan Joaryu. Odanın verdiği hissiyat tam bir başarısızlık örneğiydi. "Ne bakıyorsunuz en azından burayı patlatmaya çalışmadım." dedi Joaryu ve Shinji'ye ifadesiz bir surat ile bakmaya başladı. "Başka bir mekanizma var mıymış bari ?" diye sordu geri gelecek cevabın olumsuz olacağından emin bir şekilde. Biraz önce yaşanan dandik itişme yüzünden Ame'den gelen bu shinobilerden çok da haz etmiyordu.
"Bu arada patlatmak dedim de... Maskeyi patlatmayı deneyebiliriz ya da kırmayı. Biliyorum herkes şu an bu maske için burada ama hiçbirimizin bu mührü anlayabilecek seviyede olmadığı çok açık ortada. Belki mührü taşıyan objeyi yok etmek mührün bozulmasını sağlayabilir. Ne dersiniz?" dedi kendinden pek de emin olmayan bir şekilde. Maskeyi incelemeyi kesmiş, odanın duvarlarını incelemeye başlamıştı. Başka bir ipucu bulabilir mi diye arıyordu Joaryu hiçbir şey bulamadığı her saniye daha da kapana kısılmış ve vasıfsız hissederek. "Mührün taşıyan objeyi yok etmekle mührün taşıdığı enerjiyi de dışarıya salma ihtimalimiz var, yani bunu yaptığımızda yapının komple çökme ihtimali de yok değil..." . Emin değildi Joaryu, etraftakilerden bir yorum bekliyordu. Kimsenin hiçbir şey bilmediği bu odada, en küçük fikir kırıntısı bile çok değerliydi.

► Show Spoiler
- Hagane Shinji
- Amegakure

- Posts: 44
- Joined: March 16th, 2025, 10:04 pm
Re: [Ryoken & Susumu & Joaryu & Shinji & Kazuya] Kırılma Noktası
Burayı patlatacak mıydım? Ellerim kaidelerin üzerinde dolaşırken gelen bu soruyu kısa bir bakışla karşıladım. Üzerinde düşünmem gereken bir soruydu. İşler sarpa sardığında bu uzanacağım bir çözümdü, reddetmeyeceğim. Buna başarısızlığı örtmek mi denir yoksa başarısızlığı kabul etmemek mi onu da bilemem. Görevimiz maskeyi köye getirmekti. Maskenin önemini bilmiyorum ama diğer köyler de bu maskenin peşindeyse dengeleri değiştirecek bir güce sahip olduğuna eminim. Bu durumda maskeyi köye götüremememiz kadar, maskenin başka köylerin eline geçmemesi de önemliydi. Denklemi böyle kurduğumda cevabım da netlemişti. Evet, gerekirse patlatacaktım. Mor saçlı geri çekilmemizi söylediğinde birkaç adım geri attım. Susumu da mor saçlının uyarısı sonrası yanıma gelmişti. Üniformasının ön cebinde duran sigara paketi gözüme takıldı. Bakışlarımı farkeden Susumu paketi uzattığında paketten çıkan tek dalı aldım. Beklemediğim bir kibarlıkla dudaklarımın arasına yerleştirdiğim sigarayı anında ateşlemişti. Bu merete çok meraklı değildim. Bir yeraltı mahzenine sıkışmışsak en azından son demlerimizde farklı şeyleri denemiş olacaktım.
Çektiğim sigara dumanının ciğerlerimi doldurmasına izin verirken mor saçlı kendi teorilerini deniyor aynı zamanda bize anlatıyordu. Akademideki derslerimi hatırlıyorum. O zamanlar bazı dersler ne kadar sıkıcıysa, ne kadar bezdiriyorsa beni; benzer şeyleri şimdi de hissedebiliyordum. Bundan kaçıp Susumu'nun sorusunu cevaplamayı yeğliyordum. "O anda mı? Hayır." Diğer ihtimalleri tartacak süreyi tanıdım ona. "Maskeyi alamayacağımız, diğer köylere kaptıracağımız netleşseydi... Evet." İlk saldırımızın anlaşılabilir olduğunu söylemişti. Bunu da anlamalıydı. Sesimin tonlaması fazlasıyla ciddiydi, yetmezdi. Biraz daha ciddileşmeliydi. "Sadece blöftü. Ölüm kalımlık bir durumda değildik ya." Son cümlemi yalnızca onun duyabileceği bir şekilde söylemiştim. Riaru'nun sadece bizim halkımızı karanlığa itmediğini biliyorum. Kusa ve Ishi'ye yaptığı çıkarmalarda onların da masum insanları zarar görmüştü. Ancak biz her gün zarar görüyorduk. Yağmur halkı için her gün yeniden başlayan bir ölüm kalım mücadelesiydi. Değil on üç yaşındaki bir çocuk, yenidoğan bir bebek dahi teraziye koyulabilirdi.
Mor saçlının, Joaryu'nun takdire şayan ancak sonuçsuz denemeleri sonlandığında kaidelere geri döndüm. Kaideyi hareket ettirmek için iteledim, çekeledim. Yerinden sökmeyi dahi denedim. Hareket yoktu. "Buraya ulaşmak zor olsa da imkansız değildi. Muhtemelen maske aynı zamanda bir yemdi." Sarı saçlının maskeyi kaldırdığı platforma baktım. Hafif dik durmasını sağlayan ufak bir metal L parça bulunuyordu. Bu parçayı kaldırdığımda, altındaki zeminde kaidenin zemininden hafifçe çıkmış bir alan yer alıyordu. Gölgemin görüşümü engellememesi için hafifçe yana kayarak diğer kaidedeki ışığın aydınlatmasını sağladım. Butonumsu yapının üzerine kazınmış bir girdap işareti yer alıyordu. Bunun kime ait olduğunu anlamak için tarihi yalayıp yutmaya gerek yoktu. "Sanırım buldum." Girdap motifi işlenmiş çıkıntıyı olağanca gücümle ittirdim. Zemin tekrar titremeye başlarken kaidelerde yanan ışıklar birer birer, bir spiral şeklinde mavi renge döndü önce. Girişlerin önündeki maviye çalan bariyerler yavaşça soluklaşırken hepimizin kulağına zayıf bir 'çıt' sesi ulaşmıştı. Gözlerim hızla sarı saçlı shinobiye döndü. Vücudundaki kabuk misali parçalar hızla zemine düşüyordu. Ancak normale dönmeyen başka bir şey vardı. Maskenin rengi koyulaşırken tamamen bir taş haline döndü. Önce ortadan ikiye dikey, sonra yatak çatlayarak zemine doğru uçuşa geçti.
Ne bize yâr olmuştu, ne de onlara. Tek parmağımla hala çıkıntıya olabildiğince baskı uyguluyordum. Çantamdan çıkardığım kunaiyi parmağımı soktuğum girintiye çapraz bir şekilde sapladım. Bu, butonumsu yapının tekrar yukarı çıkmasını engelleyecekti. "Geldiğimiz yol dönüş için çok uygun değil. Yolu gösterirseniz..."
Çektiğim sigara dumanının ciğerlerimi doldurmasına izin verirken mor saçlı kendi teorilerini deniyor aynı zamanda bize anlatıyordu. Akademideki derslerimi hatırlıyorum. O zamanlar bazı dersler ne kadar sıkıcıysa, ne kadar bezdiriyorsa beni; benzer şeyleri şimdi de hissedebiliyordum. Bundan kaçıp Susumu'nun sorusunu cevaplamayı yeğliyordum. "O anda mı? Hayır." Diğer ihtimalleri tartacak süreyi tanıdım ona. "Maskeyi alamayacağımız, diğer köylere kaptıracağımız netleşseydi... Evet." İlk saldırımızın anlaşılabilir olduğunu söylemişti. Bunu da anlamalıydı. Sesimin tonlaması fazlasıyla ciddiydi, yetmezdi. Biraz daha ciddileşmeliydi. "Sadece blöftü. Ölüm kalımlık bir durumda değildik ya." Son cümlemi yalnızca onun duyabileceği bir şekilde söylemiştim. Riaru'nun sadece bizim halkımızı karanlığa itmediğini biliyorum. Kusa ve Ishi'ye yaptığı çıkarmalarda onların da masum insanları zarar görmüştü. Ancak biz her gün zarar görüyorduk. Yağmur halkı için her gün yeniden başlayan bir ölüm kalım mücadelesiydi. Değil on üç yaşındaki bir çocuk, yenidoğan bir bebek dahi teraziye koyulabilirdi.
Mor saçlının, Joaryu'nun takdire şayan ancak sonuçsuz denemeleri sonlandığında kaidelere geri döndüm. Kaideyi hareket ettirmek için iteledim, çekeledim. Yerinden sökmeyi dahi denedim. Hareket yoktu. "Buraya ulaşmak zor olsa da imkansız değildi. Muhtemelen maske aynı zamanda bir yemdi." Sarı saçlının maskeyi kaldırdığı platforma baktım. Hafif dik durmasını sağlayan ufak bir metal L parça bulunuyordu. Bu parçayı kaldırdığımda, altındaki zeminde kaidenin zemininden hafifçe çıkmış bir alan yer alıyordu. Gölgemin görüşümü engellememesi için hafifçe yana kayarak diğer kaidedeki ışığın aydınlatmasını sağladım. Butonumsu yapının üzerine kazınmış bir girdap işareti yer alıyordu. Bunun kime ait olduğunu anlamak için tarihi yalayıp yutmaya gerek yoktu. "Sanırım buldum." Girdap motifi işlenmiş çıkıntıyı olağanca gücümle ittirdim. Zemin tekrar titremeye başlarken kaidelerde yanan ışıklar birer birer, bir spiral şeklinde mavi renge döndü önce. Girişlerin önündeki maviye çalan bariyerler yavaşça soluklaşırken hepimizin kulağına zayıf bir 'çıt' sesi ulaşmıştı. Gözlerim hızla sarı saçlı shinobiye döndü. Vücudundaki kabuk misali parçalar hızla zemine düşüyordu. Ancak normale dönmeyen başka bir şey vardı. Maskenin rengi koyulaşırken tamamen bir taş haline döndü. Önce ortadan ikiye dikey, sonra yatak çatlayarak zemine doğru uçuşa geçti.
Ne bize yâr olmuştu, ne de onlara. Tek parmağımla hala çıkıntıya olabildiğince baskı uyguluyordum. Çantamdan çıkardığım kunaiyi parmağımı soktuğum girintiye çapraz bir şekilde sapladım. Bu, butonumsu yapının tekrar yukarı çıkmasını engelleyecekti. "Geldiğimiz yol dönüş için çok uygun değil. Yolu gösterirseniz..."
► Show Spoiler




