[Chouwano Kagi] Ağlatırlar, güldürürler.
- Chouwano Kagi
- Kaçak
- Posts: 260
- Joined: June 4th, 2020, 6:05 pm
[Chouwano Kagi] Ağlatırlar, güldürürler.
"İşte yeniden gidiyorsun. Uzun uzadıya giden şu uçsuz bucaksız, iki kapılı diyarda."
"İşte yeniden gidiyorum. Üçüncüsünü arıyorum, çıkmak için diyardan."
"Maksat çıkmaksa mekandan, var mıdır kıymeti, hangisinden çıktığından?"
Belki vardı, belki yoktu ama her kapının sonunda ayrı bir 'şey' vardı. Belki beğeneceğimiz, belki nefret edeceğimiz şeyler idi bunlar. Belki ona ulaşmak için sözlerinden, ahitlerinden ve belki de duruşlarından ödün verecekleri akıl ile sınırlanamayacak kadar güzel şeyler. Belki de ondan kaçmak için sözlerinden, ahitlerinden ve belki de duruşlarından ödün verecekleri akıl ile sınırlanamayacak kadar kötü şeyler.
Sonunda ikisi de aynı şey olmaz mıydı? Derler ki: "Hayat, seçimlerimizden ibarettir." Kagi de bir zamanlar böyle düşünüyordu. Hangi yemeği isterse yemesi yalnızca bir arzulamaya bakıyordu. Matsuoka ağacının altına isterse gidip otururdu. Görevi uğruna birisinin kanını etrafa saçmak yalnızca birkaç saniye sürecek bir iş idi ve hepsi de ancak ve ancak Kagi isterse olacak şeylerdi. Bunların hepsinin kendi seçimlerinin olduğuna inanmak basit ve kolaydı. O zamanlar bir kuş gibi özgür, tüy gibi hafif idi. Asıl meşakkat, o mağarada arkasına dönüp de baktığında aslında hiçbirini kendi isteğiyle yapmadığını anlaması ile başlamıştı.
Eğer 'özgür' bir insan her seçiminde aslında bu yola sevk edilmiş ise tam olarak bir özgürlükten bahsedilebilir miydi? Kagi, her eyleminde ve her fikrinde başka bir varlığın tesirini görmeden edemiyordu. Şu ormanda birisi ona tam da şu anda bir Kunai fırlatmış olsa muhtemelen ölecekti. Bu noktada Kagi'nin seçenekleri nelerdi? Ona kunai fırlatacak olan kişi bunu niye fırlatacaktı? Belki çaresizlikten, belki yapabiliyor olmaktan ve belki de aynı bir zamanlar onun yaptığı gibi görevi uğruna yapacaktı. Peki ya onu bu yola iten şeyleri etkileyenler neydi? Bu döngünün sonu, başıydı. Kagi varlığını hissedebildiği herkesin bir diğer varlık tarafından tesir altında olduğunu hissedebiliyordu.
Bugün, geçmişinde yaptıklarını kimi varlık ve olguların tesiri ile yaptıklarını görerek pişman olduğunu dile getirebiliyordu fakat yine de farkındaydı ki şu an yaşadığı hayat da Chagama'nın fikirleri ve insan varlığının geliştirdiği duygu ve kültür ile ilişkiliydi. Bu onu daha büyük bir çıkmaza itiyordu. Zira olur da başarıp diğer varlıkların somut veya soyut bütün tesirlerinden kurtularak bir karar verecek güce erişse dahi kendi öz varlığını oluşturan değerlerden hiçbir zaman kurtulamayacaktı. Bu zincir, o tamamen 'yok' haliyle var olmadıkça, onu bağlamaya devam edecekti.
Nihayetinde haksız değildi. Eğer maksat dünyadan ayrılmaksa ölüm ile ayrılmanın, tecrit olarak var olmanın ya da Rinne'yi tamamen kırarak ayrılma arasında aslında pek de fark yoktu. Kapının ardındaki sevsek de sevmesek de aynı şey olacaktı. Bizim ona karşı duyacağımız sevginin kademesi bir şeyi değiştirmeyecekti. Zira değişecek bile olsaydı ona karşı tutumumuz daha biz doğmadan belirlenmiş olacaktı. İşte Kagi bu diyarda bu gerçekliğe teslim olmuş halde dolaşıyordu. İşte Kagi'nin rahiplerden, insanlardan, bu dünyanın bütün varlıklarından istediği şey onu bu gerçekliği güneş gibi parlak ve yakıcı olan teslimiyetten kurtarmasıydı.
Büyük bir kabustan uyanır gibi gözlerini açmıştı. Panikle çevresinde göz gezdirdi. Ağaçlara, toprağa ve ağaçların arasından kandil ışıkları süzülen tapınağa baktı. Kayda değer bir şey olmadığına kani olunca derin bir nefes verdi. Hoş, neye binaen böylesine savunma durumundaydı; onu da bilmiyordu. Susuzluktan alt dudağı çatlamıştı ve diliyle kurumuş kabuğu sehven kaldırarak canını acıtmıştı. Gözlerinde büyük bir yorgunluğun izleri kolaylıkla görülebiliyordu. Zamanı tayin etmek için göğe baksa da ağaçların yoğunluğundan ufuk çizgilerini göremiyordu. Zaman ne olursa olsun uyumasına ama 'gerçekten' uyumasına çok ihtiyacı vardı. Uygun bir yer bulma veya ayarlamaya takati de kalmamıştı.
Gözlerini yeniden açtığında güneş tam tepeden yüzüne vuruyordu. Kim bilir kaç saat uyumuştu. Elini güneşin huzmeleri arasında sanki bir saçı okşuyormuşçasına gezdirdi. "Nihayetinde hiçbir anlamı olmayacaksa bu gaye niye?" diye düşündü. Orada öylece yatarak hiç olmayı istedi. Bütün yüklerinden, düşüncelerinden ve kendisinden ayrılmak istedi fakat yine de bu mezardan kalkacaktı. İşte zaten sorun da burada değil miydi?
Zihinsel bir yorgunluğu hissetmeye devam etse de dinçleşmişti. Ayağa kalkıp üzerini kirleten toprak ve bitkilerden kendini arındırabildiği kadar arındırdı. Ardında bıraktığı ya da bırakabileceği hiçbir şey yoktu. Hiç var olmamış gibi gelmiş ve gidiyordu. Motoichi'nin kendisini buraya getirdiği güzergahtan geriye doğru giderek hatırında kalan kuyulardan birine gidecek ve su ihtiyacını karşılayacaktı.
Bansai'nin ölümü aydınlatılmadan, Ateş Tapınağı'ndan buna dair bir haber gelmeden Ateş Ülkesi'nden ayrılmak istemiyordu. Eğer şüphelendikleri gibi Kagi gerçekten de bu ölümde parmağı olan birisi ise cezasını çekmek üzere bu ülkede bulunacaktı. Uzak bir yere giderek insanları onu arama zahmetine sokmak istemezdi. Bu ucu keskin kılıcın öbür tarafında ise Ateş Ülkesi'nde amacı kalmamışlık vardı. Bu ülke hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Zira daha Ateş Rahipleri'nin varlığından bile emin olmayarak buraya gelmişti.
Bu kaybolmuşluk hissi içinde gezinip durdu. Bu his ona hem büyük bir özgürlük sunuyor hem de onu kalın prangalar ile bağlıyordu. 'Ev' denilen yerin yokluğunu şimdi daha net hissediyordu. Mevcut konjonktürde evden yoksunluk bir özgürlüğü de beraberinde getiriyordu ancak pek az kişi bu özgürlüğün bedellerini göğüsleyebilme yetisine sahipti.
Nihayetinde Kagi, eski bir hatırayı canlandırmaya ve yeniden yaşamaya karar verdi. Ayrıca, buraya gelen bir önceki kişi ile de aynı kişi olmadığına da hemfikirdi. Bunca insanın "Evim." derken gururlanarak belirttiği o yerleşim yerini bir kez daha görmek, bir kez daha gezmek istedi. Herkesin -ve bir zamanlar kendisinin- büyük bir gururla bahsettiği Uzumaki Naruto ve Konohalılar ile bir kez daha konuşmayı diledi.
Shinobi Dünyası'nın yeni çağını inşa eden bu 'muzaffer' topluluğun gözünden Shinobi Dünyası'nın geri kalanı nasıl görülüyordu? Uzumaki Naruto, gerçekten de Kagi'nin addettiği üzere yalnızca kaderi sayesinde mi Konohalıların kendisine yönelttiği bu nefretin üstesinden gelebilmişti? Eğer Naruto, bunu gerçekten de yalnızca kendisi çabası ile başarmışsa bunu hangi yol sayesinde başarmıştı?
Soru sormak, hele Kagi gibi avare birisi için soru sormak oldukça basit ve zahmetsiz işlerdi. Asıl meşakkat bu sorulara yanıt ve yanıt verebilecek birilerini aramak ve bulmakta yatıyordu. Akıbet: İşte Kagi yeniden yollarda başı boş geziyordu. Konoha ne taraftaydı, yol güvenli miydi? Bilmiyordu. Bilmesine de gerek yoktu.
"İşte yeniden gidiyorum. Üçüncüsünü arıyorum, çıkmak için diyardan."
"Maksat çıkmaksa mekandan, var mıdır kıymeti, hangisinden çıktığından?"
Belki vardı, belki yoktu ama her kapının sonunda ayrı bir 'şey' vardı. Belki beğeneceğimiz, belki nefret edeceğimiz şeyler idi bunlar. Belki ona ulaşmak için sözlerinden, ahitlerinden ve belki de duruşlarından ödün verecekleri akıl ile sınırlanamayacak kadar güzel şeyler. Belki de ondan kaçmak için sözlerinden, ahitlerinden ve belki de duruşlarından ödün verecekleri akıl ile sınırlanamayacak kadar kötü şeyler.
Sonunda ikisi de aynı şey olmaz mıydı? Derler ki: "Hayat, seçimlerimizden ibarettir." Kagi de bir zamanlar böyle düşünüyordu. Hangi yemeği isterse yemesi yalnızca bir arzulamaya bakıyordu. Matsuoka ağacının altına isterse gidip otururdu. Görevi uğruna birisinin kanını etrafa saçmak yalnızca birkaç saniye sürecek bir iş idi ve hepsi de ancak ve ancak Kagi isterse olacak şeylerdi. Bunların hepsinin kendi seçimlerinin olduğuna inanmak basit ve kolaydı. O zamanlar bir kuş gibi özgür, tüy gibi hafif idi. Asıl meşakkat, o mağarada arkasına dönüp de baktığında aslında hiçbirini kendi isteğiyle yapmadığını anlaması ile başlamıştı.
Eğer 'özgür' bir insan her seçiminde aslında bu yola sevk edilmiş ise tam olarak bir özgürlükten bahsedilebilir miydi? Kagi, her eyleminde ve her fikrinde başka bir varlığın tesirini görmeden edemiyordu. Şu ormanda birisi ona tam da şu anda bir Kunai fırlatmış olsa muhtemelen ölecekti. Bu noktada Kagi'nin seçenekleri nelerdi? Ona kunai fırlatacak olan kişi bunu niye fırlatacaktı? Belki çaresizlikten, belki yapabiliyor olmaktan ve belki de aynı bir zamanlar onun yaptığı gibi görevi uğruna yapacaktı. Peki ya onu bu yola iten şeyleri etkileyenler neydi? Bu döngünün sonu, başıydı. Kagi varlığını hissedebildiği herkesin bir diğer varlık tarafından tesir altında olduğunu hissedebiliyordu.
Bugün, geçmişinde yaptıklarını kimi varlık ve olguların tesiri ile yaptıklarını görerek pişman olduğunu dile getirebiliyordu fakat yine de farkındaydı ki şu an yaşadığı hayat da Chagama'nın fikirleri ve insan varlığının geliştirdiği duygu ve kültür ile ilişkiliydi. Bu onu daha büyük bir çıkmaza itiyordu. Zira olur da başarıp diğer varlıkların somut veya soyut bütün tesirlerinden kurtularak bir karar verecek güce erişse dahi kendi öz varlığını oluşturan değerlerden hiçbir zaman kurtulamayacaktı. Bu zincir, o tamamen 'yok' haliyle var olmadıkça, onu bağlamaya devam edecekti.
Nihayetinde haksız değildi. Eğer maksat dünyadan ayrılmaksa ölüm ile ayrılmanın, tecrit olarak var olmanın ya da Rinne'yi tamamen kırarak ayrılma arasında aslında pek de fark yoktu. Kapının ardındaki sevsek de sevmesek de aynı şey olacaktı. Bizim ona karşı duyacağımız sevginin kademesi bir şeyi değiştirmeyecekti. Zira değişecek bile olsaydı ona karşı tutumumuz daha biz doğmadan belirlenmiş olacaktı. İşte Kagi bu diyarda bu gerçekliğe teslim olmuş halde dolaşıyordu. İşte Kagi'nin rahiplerden, insanlardan, bu dünyanın bütün varlıklarından istediği şey onu bu gerçekliği güneş gibi parlak ve yakıcı olan teslimiyetten kurtarmasıydı.
Büyük bir kabustan uyanır gibi gözlerini açmıştı. Panikle çevresinde göz gezdirdi. Ağaçlara, toprağa ve ağaçların arasından kandil ışıkları süzülen tapınağa baktı. Kayda değer bir şey olmadığına kani olunca derin bir nefes verdi. Hoş, neye binaen böylesine savunma durumundaydı; onu da bilmiyordu. Susuzluktan alt dudağı çatlamıştı ve diliyle kurumuş kabuğu sehven kaldırarak canını acıtmıştı. Gözlerinde büyük bir yorgunluğun izleri kolaylıkla görülebiliyordu. Zamanı tayin etmek için göğe baksa da ağaçların yoğunluğundan ufuk çizgilerini göremiyordu. Zaman ne olursa olsun uyumasına ama 'gerçekten' uyumasına çok ihtiyacı vardı. Uygun bir yer bulma veya ayarlamaya takati de kalmamıştı.
Gözlerini yeniden açtığında güneş tam tepeden yüzüne vuruyordu. Kim bilir kaç saat uyumuştu. Elini güneşin huzmeleri arasında sanki bir saçı okşuyormuşçasına gezdirdi. "Nihayetinde hiçbir anlamı olmayacaksa bu gaye niye?" diye düşündü. Orada öylece yatarak hiç olmayı istedi. Bütün yüklerinden, düşüncelerinden ve kendisinden ayrılmak istedi fakat yine de bu mezardan kalkacaktı. İşte zaten sorun da burada değil miydi?
Zihinsel bir yorgunluğu hissetmeye devam etse de dinçleşmişti. Ayağa kalkıp üzerini kirleten toprak ve bitkilerden kendini arındırabildiği kadar arındırdı. Ardında bıraktığı ya da bırakabileceği hiçbir şey yoktu. Hiç var olmamış gibi gelmiş ve gidiyordu. Motoichi'nin kendisini buraya getirdiği güzergahtan geriye doğru giderek hatırında kalan kuyulardan birine gidecek ve su ihtiyacını karşılayacaktı.
Bansai'nin ölümü aydınlatılmadan, Ateş Tapınağı'ndan buna dair bir haber gelmeden Ateş Ülkesi'nden ayrılmak istemiyordu. Eğer şüphelendikleri gibi Kagi gerçekten de bu ölümde parmağı olan birisi ise cezasını çekmek üzere bu ülkede bulunacaktı. Uzak bir yere giderek insanları onu arama zahmetine sokmak istemezdi. Bu ucu keskin kılıcın öbür tarafında ise Ateş Ülkesi'nde amacı kalmamışlık vardı. Bu ülke hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Zira daha Ateş Rahipleri'nin varlığından bile emin olmayarak buraya gelmişti.
Bu kaybolmuşluk hissi içinde gezinip durdu. Bu his ona hem büyük bir özgürlük sunuyor hem de onu kalın prangalar ile bağlıyordu. 'Ev' denilen yerin yokluğunu şimdi daha net hissediyordu. Mevcut konjonktürde evden yoksunluk bir özgürlüğü de beraberinde getiriyordu ancak pek az kişi bu özgürlüğün bedellerini göğüsleyebilme yetisine sahipti.
Nihayetinde Kagi, eski bir hatırayı canlandırmaya ve yeniden yaşamaya karar verdi. Ayrıca, buraya gelen bir önceki kişi ile de aynı kişi olmadığına da hemfikirdi. Bunca insanın "Evim." derken gururlanarak belirttiği o yerleşim yerini bir kez daha görmek, bir kez daha gezmek istedi. Herkesin -ve bir zamanlar kendisinin- büyük bir gururla bahsettiği Uzumaki Naruto ve Konohalılar ile bir kez daha konuşmayı diledi.
Shinobi Dünyası'nın yeni çağını inşa eden bu 'muzaffer' topluluğun gözünden Shinobi Dünyası'nın geri kalanı nasıl görülüyordu? Uzumaki Naruto, gerçekten de Kagi'nin addettiği üzere yalnızca kaderi sayesinde mi Konohalıların kendisine yönelttiği bu nefretin üstesinden gelebilmişti? Eğer Naruto, bunu gerçekten de yalnızca kendisi çabası ile başarmışsa bunu hangi yol sayesinde başarmıştı?
Soru sormak, hele Kagi gibi avare birisi için soru sormak oldukça basit ve zahmetsiz işlerdi. Asıl meşakkat bu sorulara yanıt ve yanıt verebilecek birilerini aramak ve bulmakta yatıyordu. Akıbet: İşte Kagi yeniden yollarda başı boş geziyordu. Konoha ne taraftaydı, yol güvenli miydi? Bilmiyordu. Bilmesine de gerek yoktu.
- GM - Naruto
- Game Master
- Posts: 2811
- Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm
Re: [Chouwano Kagi] Ağlatırlar, güldürürler.
Ateş Tapınağı’nın güney kısmında yer alan ormanlık alanda yaptığın ilerleme esnasında yeni hedef noktanı kafanda belirliyorsun. İzcilik becerilerin, Ateş Tapınağı’na batıdan doğuya doğru bir ilerleme ile ulaştığını, bu nedenle Konoha’ya ulaşmak için ise güneye yönelmen gerektiğini sana söylüyor. Tependeki Güneş’in hareketleri, yeni rotanı çizmen için sana ziyadesiyle yeterli oluyor ve adımlarını Ateş Ülkesi’nin güney kesimlerine doğru atmaya başlıyorsun.
İlerleyişinin temposu sıradan insanların adımlarından daha hızlı olmuyor. Orman içerisinde bir shinobide olması gereken tüm dikkatle ilerlemeye devam ediyorsun. Ancak etrafta senin adına tehdit oluşturabilecek herhangi bir şey tespit edemiyor veya böylesine bir tehdit algılamıyorsun. Yer yer ortaya çıkan vahşi hayvanların yarattığı gerilim dışında ilerlemeni etkileyen hiçbir şey olmuyor. BU haliyle, yaklaşık birkaç saat ilerliyor ve akabinde orman içinde insana dair ilk yaşam belirtilerini keşfediyorsun.
Yaklaşık 100 metre kadar ileride, ağaçların arasından görebildiğin kadarıyla, az sayıda bulunan kişilerin odunculuk yaptığını görüyorsun. Birkaçının elinde baltalar, diğerlerinde testereler bulunuyor ve bazıları da kütük haline getirilmiş ağaçları bir yerlere taşıyor. Bu aşamada ağaçlardan dolayı görüşün çok iyi olmadığı için grubun kaç kişi olduğunu, kimlerin neler yaptığını tam detaylı göremiyorsun. Ancak görebildiğin kadarıyla herkes bir şekilde harıl harıl çalışıyor gibi duruyor. Bununla birlikte, önünde hemen doğuya doğru yönelen başka bir patika da bulunuyor. Yani bu adamlara hiç ilişmeden ilerleyebileceğin bir yolun daha olduğunu fark edebiliyorsun.
İlerleyişinin temposu sıradan insanların adımlarından daha hızlı olmuyor. Orman içerisinde bir shinobide olması gereken tüm dikkatle ilerlemeye devam ediyorsun. Ancak etrafta senin adına tehdit oluşturabilecek herhangi bir şey tespit edemiyor veya böylesine bir tehdit algılamıyorsun. Yer yer ortaya çıkan vahşi hayvanların yarattığı gerilim dışında ilerlemeni etkileyen hiçbir şey olmuyor. BU haliyle, yaklaşık birkaç saat ilerliyor ve akabinde orman içinde insana dair ilk yaşam belirtilerini keşfediyorsun.
Yaklaşık 100 metre kadar ileride, ağaçların arasından görebildiğin kadarıyla, az sayıda bulunan kişilerin odunculuk yaptığını görüyorsun. Birkaçının elinde baltalar, diğerlerinde testereler bulunuyor ve bazıları da kütük haline getirilmiş ağaçları bir yerlere taşıyor. Bu aşamada ağaçlardan dolayı görüşün çok iyi olmadığı için grubun kaç kişi olduğunu, kimlerin neler yaptığını tam detaylı göremiyorsun. Ancak görebildiğin kadarıyla herkes bir şekilde harıl harıl çalışıyor gibi duruyor. Bununla birlikte, önünde hemen doğuya doğru yönelen başka bir patika da bulunuyor. Yani bu adamlara hiç ilişmeden ilerleyebileceğin bir yolun daha olduğunu fark edebiliyorsun.
Off Topic
Konunuza bakan GM, bendeniz Fortius'tur. Konu için pasiflik süresi 48 saat olarak planlanmaktadır. Konuyla ilgili her türlü sıkıntınızda bana özel mesaj yoluyla ulaşabilirsiniz. Keyifli RP'ler.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
- Chouwano Kagi
- Kaçak
- Posts: 260
- Joined: June 4th, 2020, 6:05 pm
Re: [Chouwano Kagi] Ağlatırlar, güldürürler.
Yürüdü ve yürüdü. Birbirine benzeyen ağaçların arasından süzülen ışığın sahibine güvenerek ilerledi. '' Benim lanetim bu mudur? '' diye düşündü. Zira varlığı bile belirsiz bir 'şey' için sarhoş bir meczup gibi bir sağa bir sola yürüyordu ve bu yolculukta ona yol gösterecek tek şey ise biri ileride birisi geride görülen iki ufuk idi. Onlardan başka dostu yoktu.
Acele etmiyordu; yürümek dışında yapabileceği bir eylem olmadığı için bunu olabildiğince uzatmak istiyor bile denebilirdi. Meşgul olmak istiyordu fakat bu meşguliyetin bir karşılığını da görmek istiyordu. Oysa nasıl bakarsa baksın, nereye bakarsa baksın gördüğü tek şey fanilik ve beyhudelik idi. Kendisi buna ikna olur da 'lanet' der miydi; bunu kabul edecek yüreğe sahip miydi bilinmez fakat sizler, acıyınız Kagi'ye. Bu gerçeği bilen birisinin ölüp de bir hiçmiş gibi unutulacağını bilmesi ne büyük acıdır, bilir misiniz? Sorarım sizlere.
Uyurgezer, hatta yürüyen bir ölü gibiydi. Nereye gittiği önemsiz gibiydi. Kendini bir yöne doğrultmuş öylece gidiyordu. Onu bu kendi içinde boğulmaktan kurtaran şeyler ancak yere bakarken gördüğü yılanlar, sesini duyduğu yırtıcılardı. İşte ancak o zaman halen daha yaşadığının farkına varıp da gönlünce nefes alıyordu. Sizler, acıyınız Kagi'ye.
Saatler geçmişti fakat Kagi hem aylar hem saniyeler geçmiş gibi hissediyordu. Aklı ile bedeni ayrı kabuklarda birbirinden bağımsız hareket ediyor gibi hissediyordu. Aklının içindeki zaman ile bedeninin içinden geçtiği zaman birbirini tutmuyordu. Ardışık adımlar sürüp giderken uzun süre sonra yeniden doğada olmaması gereken bir ses işitti. Cansız gözlerini kaldırarak sesin geldiği yöne doğru baktı. 'Tak, tak, tak.' 'Hrrrt, Hrrt, Hrrrt'
Ürkek adımlar ile sese doğru ilerledi. Ağaçların arkasından sesin kaynağını izledi. Bir grup insan ağaç kesiyordu. Ağaçları sivri baltaları ile dövüyor, jilet dişli testereler ile gövdelerini biçiyorlardı. Uzaktan oturup onları izlemek istedi. Bu yaşadığı buhrandan ancak başka bir insanın hayatını izleyerek -bir süreliğine de olsa- uzaklaşabilirdi.
Bir gövdenin arkasından onları izledi. "İnsanlar ağaç keserken üzülüyor mu?" diye düşündü. Yakmak için olsun, barınmak için olsun, belki de yiyor olsun. Nihayetinde o da bir can değil miydi. İnsanlar gerçekten de bu hayat denilen piramidin tepesinde olması gereken canlılar mıydı. Buna insandan başka birisi karar vermiş miydi? Kagi bunları bilmiyordu, bilemeyecekti ama yine de üzerinde düşünecekti. Sizler, acıyınız Kagi'ye.
Sanki bir fener balığının ağzına doğru yürüyen minik balıklardan birisiydi. Ufak ve sessiz adımlarla ağaçlar görüşünü kapatmayana dek yavaşça yanlarına doğru yürüdü ve nihayetinde hiçbir ağaç diğer hiçbir çalışanı görmesini engellemeyince durdu. Hiçbir şey demedi, seslenmedi. Yalnızca izledi. Ne yapıyorlar, ne diyorlar? Bilmek istiyordu. Meraklı gözlerle izlemeye başladı.
Acele etmiyordu; yürümek dışında yapabileceği bir eylem olmadığı için bunu olabildiğince uzatmak istiyor bile denebilirdi. Meşgul olmak istiyordu fakat bu meşguliyetin bir karşılığını da görmek istiyordu. Oysa nasıl bakarsa baksın, nereye bakarsa baksın gördüğü tek şey fanilik ve beyhudelik idi. Kendisi buna ikna olur da 'lanet' der miydi; bunu kabul edecek yüreğe sahip miydi bilinmez fakat sizler, acıyınız Kagi'ye. Bu gerçeği bilen birisinin ölüp de bir hiçmiş gibi unutulacağını bilmesi ne büyük acıdır, bilir misiniz? Sorarım sizlere.
Uyurgezer, hatta yürüyen bir ölü gibiydi. Nereye gittiği önemsiz gibiydi. Kendini bir yöne doğrultmuş öylece gidiyordu. Onu bu kendi içinde boğulmaktan kurtaran şeyler ancak yere bakarken gördüğü yılanlar, sesini duyduğu yırtıcılardı. İşte ancak o zaman halen daha yaşadığının farkına varıp da gönlünce nefes alıyordu. Sizler, acıyınız Kagi'ye.
Saatler geçmişti fakat Kagi hem aylar hem saniyeler geçmiş gibi hissediyordu. Aklı ile bedeni ayrı kabuklarda birbirinden bağımsız hareket ediyor gibi hissediyordu. Aklının içindeki zaman ile bedeninin içinden geçtiği zaman birbirini tutmuyordu. Ardışık adımlar sürüp giderken uzun süre sonra yeniden doğada olmaması gereken bir ses işitti. Cansız gözlerini kaldırarak sesin geldiği yöne doğru baktı. 'Tak, tak, tak.' 'Hrrrt, Hrrt, Hrrrt'
Ürkek adımlar ile sese doğru ilerledi. Ağaçların arkasından sesin kaynağını izledi. Bir grup insan ağaç kesiyordu. Ağaçları sivri baltaları ile dövüyor, jilet dişli testereler ile gövdelerini biçiyorlardı. Uzaktan oturup onları izlemek istedi. Bu yaşadığı buhrandan ancak başka bir insanın hayatını izleyerek -bir süreliğine de olsa- uzaklaşabilirdi.
Bir gövdenin arkasından onları izledi. "İnsanlar ağaç keserken üzülüyor mu?" diye düşündü. Yakmak için olsun, barınmak için olsun, belki de yiyor olsun. Nihayetinde o da bir can değil miydi. İnsanlar gerçekten de bu hayat denilen piramidin tepesinde olması gereken canlılar mıydı. Buna insandan başka birisi karar vermiş miydi? Kagi bunları bilmiyordu, bilemeyecekti ama yine de üzerinde düşünecekti. Sizler, acıyınız Kagi'ye.
Sanki bir fener balığının ağzına doğru yürüyen minik balıklardan birisiydi. Ufak ve sessiz adımlarla ağaçlar görüşünü kapatmayana dek yavaşça yanlarına doğru yürüdü ve nihayetinde hiçbir ağaç diğer hiçbir çalışanı görmesini engellemeyince durdu. Hiçbir şey demedi, seslenmedi. Yalnızca izledi. Ne yapıyorlar, ne diyorlar? Bilmek istiyordu. Meraklı gözlerle izlemeye başladı.
- GM - Naruto
- Game Master
- Posts: 2811
- Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm
Re: [Chouwano Kagi] Ağlatırlar, güldürürler.
Ağaçların arasında bir müddet görebildiğin kadar adamları izliyor ve sesleri dinliyorsun. Kulağına adamların herhangi bir sözü ilişmiyor ve sadece ağaçların gövdelerini döven baltaların ve testerelerin seslerini duyuyorsun. Bir müddet sonra ise, ağaçların arasında ilerleyerek adamları net bir şekilde görebileceğin bir konuma geçmeye karar veriyorsun. Ağaçların arasında attığın adımlar, ormana hakim olmaya başlayan balta ve testere seslerinden pek duyulmuyor. Bu nedenle de pek fark edilmeden adamları görebileceğin açıklık alana varıyorsun.
Ormanın içinde nispeten bir miktar daha açıklık bulunan bir alana geldiğinde ilk dikkatini çeken, çoktan gövdelerinden ayrılmış ve sadece yere on santim kadar kalan gövdeleriyle kurumaya yüz tutmuş ağaçlar görüyorsun. Farkındalığın, bu ağaçların henüz yeni kesilen türden olmadıklarını sana söylüyor. Bu ağaçların biraz ilerisinde ise, sekiz tane adam görüyorsun. Her birinin elinde tuttukları baltalarla ikişerli gruplara ayrıldıklarını ve gruptaki kişilerin sırayla kendi paylarına düşen ağaçların gövdelerine baltalarını indirdiklerini görüyorsun. Şöyle bir baktığında, adamların 3-4 ağacı çoktan indirmiş olduklarını fark edebiliyorsun. Adamların yapılı vücutları, yaptıkları işe yeni başlamış insanlar olmadıklarını da sana anlatmaya yetiyor. Bu grup içerisinde henüz seni fark eden biri olmuyor ve her biri işlerine devam ediyor.
Grup içerisinde bakışlarını gezdirdiğinde, üç kişinin yere yığılmış olan ağaç gövdelerini parçalamakta olduğunu görüyorsun. Bununla birlikte diğer bir üç kişi parçalanmış ağaç gövdelerini bir yere sürüklüyorlar. Adamların rotasına baktığında ise altı kişinin kurdukları bir oduncu tezgahında kendilerine gelen gövdeleri kütük haline getirmekte olduğunu görebiliyorsun. Her biri işine son derece konsantre olmuş ve tecrübeli bir şekilde işlerini yapan adamlardan 100 metreden daha az bir uzaklıkta olsan da henüz seni fark edebilmiş gibi görünmüyorlar. Bu haliyle adamların seni fark edebileceklerinden de şüphelisin.
Ormanın içinde nispeten bir miktar daha açıklık bulunan bir alana geldiğinde ilk dikkatini çeken, çoktan gövdelerinden ayrılmış ve sadece yere on santim kadar kalan gövdeleriyle kurumaya yüz tutmuş ağaçlar görüyorsun. Farkındalığın, bu ağaçların henüz yeni kesilen türden olmadıklarını sana söylüyor. Bu ağaçların biraz ilerisinde ise, sekiz tane adam görüyorsun. Her birinin elinde tuttukları baltalarla ikişerli gruplara ayrıldıklarını ve gruptaki kişilerin sırayla kendi paylarına düşen ağaçların gövdelerine baltalarını indirdiklerini görüyorsun. Şöyle bir baktığında, adamların 3-4 ağacı çoktan indirmiş olduklarını fark edebiliyorsun. Adamların yapılı vücutları, yaptıkları işe yeni başlamış insanlar olmadıklarını da sana anlatmaya yetiyor. Bu grup içerisinde henüz seni fark eden biri olmuyor ve her biri işlerine devam ediyor.
Grup içerisinde bakışlarını gezdirdiğinde, üç kişinin yere yığılmış olan ağaç gövdelerini parçalamakta olduğunu görüyorsun. Bununla birlikte diğer bir üç kişi parçalanmış ağaç gövdelerini bir yere sürüklüyorlar. Adamların rotasına baktığında ise altı kişinin kurdukları bir oduncu tezgahında kendilerine gelen gövdeleri kütük haline getirmekte olduğunu görebiliyorsun. Her biri işine son derece konsantre olmuş ve tecrübeli bir şekilde işlerini yapan adamlardan 100 metreden daha az bir uzaklıkta olsan da henüz seni fark edebilmiş gibi görünmüyorlar. Bu haliyle adamların seni fark edebileceklerinden de şüphelisin.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
- Chouwano Kagi
- Kaçak
- Posts: 260
- Joined: June 4th, 2020, 6:05 pm
Re: [Chouwano Kagi] Ağlatırlar, güldürürler.
Sessizce odunculara yaklaştıktan sonra kaskatı durup önündeki yıkıma baktı. Ağaçlar ardı ardına biçilmiş ve geride kalan kökleri her birisinin kendi mezar taşı olmuştu. Bu mezar taşlarını kabaca saymak istedi fakat dağınıklıkları sebebi ile bir süre sonra aynı kütükleri saydığına kâni olarak bundan vazgeçti. Kütüklerin ilerisinde bulunan odunculara doğru baktı. Tereddüt göstermeksizin işlerine devam ediyorlardı. Her biri baltasını güçten bir öncekinden daha hınçla, daha kuvvetlice ağacın gövdesine saplıyor, çıkarıyor bir daha saplıyor ve yetmiyor bir daha saplıyordu. Ancak ağaç olur da önlerinde eğilirse vurmayı keseceklerdi. "Ne ulusun ya ağaç. Oysa verdiğin candır, demediğin 'Of!'. Söyleyesin n'olur; canı kime teslim edersin de bir kez olsun demezsin 'Yok!' ?" diye söylendi ve bir süre öylece durdu. Belki de ağaç dile gelir de yanıtlar diye bekledi. Bu büyük sır ile yere devrilmeye başlayan ağaca doğru imrenerek baktı. Ağacın devrilen gövdesinde kendince bir gülümseme, bir mutluluk gördü. "Hâlin hâl, yolun yoldur. Hoşça kalasın."
Yüzünü biraz öteye çevirerek kesilen ağaçların toplandığı ve sonra da parçalandığı yeri fark etti. "Ölmen yetmez, bir de cesedini keserler. Niye inlemezsin?" dedi. Yine bekleyecekti. Oduncu bir tomruğu tamamen parçalara bölüp de kenara atana kadar bekledi. Belki olur da oduncuya karşı gelir ve de sorusunu yanıtlar diye bekledi. Yine yanıt gelmedi. "Hâlin hâl, yolun yoldur. Hoşça kalasın."
Yavaşça tomrukların kesildiği tezgahlara doğru yürüdü. Birisi ona seslenmezse tomrukların yanına kadar yürüyecek ve en nihayetinde tomruklardan birisine dokunarak bir şeyler hissetmeyi bekleyecekti. Birisi ona seslenirse olduğu yerde kalacak ve hafifçe ürkek bir ifade ile seslenen kişiye doğru bakacaktı.
Yüzünü biraz öteye çevirerek kesilen ağaçların toplandığı ve sonra da parçalandığı yeri fark etti. "Ölmen yetmez, bir de cesedini keserler. Niye inlemezsin?" dedi. Yine bekleyecekti. Oduncu bir tomruğu tamamen parçalara bölüp de kenara atana kadar bekledi. Belki olur da oduncuya karşı gelir ve de sorusunu yanıtlar diye bekledi. Yine yanıt gelmedi. "Hâlin hâl, yolun yoldur. Hoşça kalasın."
Yavaşça tomrukların kesildiği tezgahlara doğru yürüdü. Birisi ona seslenmezse tomrukların yanına kadar yürüyecek ve en nihayetinde tomruklardan birisine dokunarak bir şeyler hissetmeyi bekleyecekti. Birisi ona seslenirse olduğu yerde kalacak ve hafifçe ürkek bir ifade ile seslenen kişiye doğru bakacaktı.
- GM - Naruto
- Game Master
- Posts: 2811
- Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm
Re: [Chouwano Kagi] Ağlatırlar, güldürürler.
Adımlarını tezgaha doğru yönelttiğinde, ilk olarak ağaç kesen kişilerin dikkatini çekiyorsun. Ancak adamlar senin varlığını fark etseler bile, buradan geçip giden biri olarak düşünüyor olmalılar ki sana ilişmeyip işlerini yapmaya devam ediyorlar. Tezgahın olduğu yere vardığında ise duruyor ve tomruklardan birine dokunuyorsun. Dışarıdan bakıldığında tomruğa dokunan bir kadından öte bir halin bulunmadığı için hissettiklerini de ancak içinde yaşayabiliyorsun. Birkaç saniye sessizlik içinde koruduğun bu hal, hemen yanıbaşına gelmiş, kan ter içinde olan bir adamın “Bayan iyi misiniz?” sorusuyla bozuluyor. O anda kafanı kaldırıp baktığında, üzerinde bir kıyafeti olmayan ve kaslı duran, altında ise uzun ve kirli pantolonu bulunan bir adam görüyorsun. Muhtemelen yirmili yaşlarının sonunda olan adamın uzun saçları da terden sırılsıklam olmuş ve teni de güneş tarafından bir nebze kavrulmuş gibi duruyor. Bakışları endişeyle bilinmezlik arasında gidip gelen adamın hemen ardında iki kişi daha görsen de, bu adamlar şimdilik hareketsiz ve senden gelecek tepkiyi bekler halde duruyorlar. Diğerleri ise çalışmalarına ara vermeksizin devam ediyor.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
- Chouwano Kagi
- Kaçak
- Posts: 260
- Joined: June 4th, 2020, 6:05 pm
Re: [Chouwano Kagi] Ağlatırlar, güldürürler.
Genç kız heyecanlanmıştı. Elini tomruğun kuru kabukları üzerinde gezdirmeden önce büyük bir huşu ve vecd beklemişti. Elini bu ölü kabuklara değirmek için hem can atıyor hem de -nedenini bilmese de- bir endişe duyuyordu. Birazcık duraksamadan sonra sonunda cesaretini topladı. Gözlerini kapattı ve doluca bir nefes alıp elini tomruklardan birinin üzerine koydu.
Gözlerini hiç açmadan bu bedeninden ayrılmış ağacın özünü hissetmeye çalıştı. Dünyayı hiç kendi gibi görmeyen, hiç kendi gibi düşünmeyen ve belki de yaşamak dışında hiçbir ortak özelliği bulunmayan bu kader ortağı ile bir olmak istedi. Aklını olabildiğince boşaltmaya çalıştı. Öyle ki hissiyatında yalnızca bir eli ve de değdiği odun kalmış idi.
Güneş'in tadını, toprağın adını öğrenmeye çalıştı. Dünyayı bir yaprağın, dalın ve kökün gözü ile görmeye niyet etti. Canın hayatı kısa idi; bir, iki, işte üç. Canın hayatı uzun idi; işte, görebilene. "Gösterin!" diye inledi Kagi. Eli titriyordu, alnı ise ıslanıyordu. Hiçbir şey görmedi, gösterilmedi. Kagi hafif bir acıyla beraber devam etti: "İşte can, canana kurban, benlik üryan, amadeyim ya meydan." Eli tomruğun üstünde durmaya devam ediyordu. Yanıtsızlığın sürdüğü her saniye ile beraber o eli orada tutmanın zahmeti de artıyordu.
Güneş'in tadını bal addetti. "Bal! Bal!" dedi. Ağzına tat gelmedi. Dünyayı bir yaprağın, dalın ve kökün gözü ile görmeye çalıştı lakin nihayetinde bitki olamadı. Canın hayatını görmek istedi, göstermediler. Canını canana sundu, kabul etmediler. Soyundu üryan çıktı meydana, bakmadan geçtiler. Akıbet; katmadılar Kagi'yi, Sohbet-i Hemdem, Bezm-i Cem'e. Açtı yeniden gözlerini birinden süzülen bir damla ile.
"Hâliniz hal, yolunuz yoldur. Hoşça kalasınız."
Gözündeki yaşı apar topar silerek kendisine seslenene baktı. Buraya nasıl geldiğini, niye geldiğini tam anlamıyla hatırladığını söylese, yalan söylemiş olurdu. İçindeki o üzüntü, huşu ve heyecan gibi birbiriyle karışarak oluşan nice isimsiz duygular birer birer siliniyor, birbirleri arasına perde çekiyor ve nihayetinde geriye yalnızca mahcubiyeti bırakıyorlardı. Gözünü yeniden silip doğrularak oturduğu yerden kalktı. Söyleyeceği hem mecaz, hem gerçek idi.
"Ben... Sanırım kayboldum."
Gözlerini hiç açmadan bu bedeninden ayrılmış ağacın özünü hissetmeye çalıştı. Dünyayı hiç kendi gibi görmeyen, hiç kendi gibi düşünmeyen ve belki de yaşamak dışında hiçbir ortak özelliği bulunmayan bu kader ortağı ile bir olmak istedi. Aklını olabildiğince boşaltmaya çalıştı. Öyle ki hissiyatında yalnızca bir eli ve de değdiği odun kalmış idi.
Güneş'in tadını, toprağın adını öğrenmeye çalıştı. Dünyayı bir yaprağın, dalın ve kökün gözü ile görmeye niyet etti. Canın hayatı kısa idi; bir, iki, işte üç. Canın hayatı uzun idi; işte, görebilene. "Gösterin!" diye inledi Kagi. Eli titriyordu, alnı ise ıslanıyordu. Hiçbir şey görmedi, gösterilmedi. Kagi hafif bir acıyla beraber devam etti: "İşte can, canana kurban, benlik üryan, amadeyim ya meydan." Eli tomruğun üstünde durmaya devam ediyordu. Yanıtsızlığın sürdüğü her saniye ile beraber o eli orada tutmanın zahmeti de artıyordu.
Güneş'in tadını bal addetti. "Bal! Bal!" dedi. Ağzına tat gelmedi. Dünyayı bir yaprağın, dalın ve kökün gözü ile görmeye çalıştı lakin nihayetinde bitki olamadı. Canın hayatını görmek istedi, göstermediler. Canını canana sundu, kabul etmediler. Soyundu üryan çıktı meydana, bakmadan geçtiler. Akıbet; katmadılar Kagi'yi, Sohbet-i Hemdem, Bezm-i Cem'e. Açtı yeniden gözlerini birinden süzülen bir damla ile.
"Hâliniz hal, yolunuz yoldur. Hoşça kalasınız."
Gözündeki yaşı apar topar silerek kendisine seslenene baktı. Buraya nasıl geldiğini, niye geldiğini tam anlamıyla hatırladığını söylese, yalan söylemiş olurdu. İçindeki o üzüntü, huşu ve heyecan gibi birbiriyle karışarak oluşan nice isimsiz duygular birer birer siliniyor, birbirleri arasına perde çekiyor ve nihayetinde geriye yalnızca mahcubiyeti bırakıyorlardı. Gözünü yeniden silip doğrularak oturduğu yerden kalktı. Söyleyeceği hem mecaz, hem gerçek idi.
"Ben... Sanırım kayboldum."
- GM - Naruto
- Game Master
- Posts: 2811
- Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm
Re: [Chouwano Kagi] Ağlatırlar, güldürürler.
Yüzlerine bakmadığın için konuşman esnasından etrafında olan üç kişinin ne şekilde bir tavır takındığını göremiyorsun. Kafanı kaldırıp sana soru soran adamla göz göze geldiğinde ise adamın yüzünde tedirginlik izlerine rastlayabiliyorsun. Adamın hemen arkasında duran iki kişinden senin sağ tarafına konumlanmış olanı “Abi deli galiba, çok şey yapma istersen.” diyor. Senin soluna düşen adam tepkisiz dursa da diğer adamın sözlerine katılıyor gibi duruyor. Seninle konuşan adam ise istemsiz gibi yarım adım kadar geriye yaslandıktan sonra “Nereden geliyorsun ve nereye gidiyordun?” diyor. Sana yardımcı olmak ister gibi dursa da aksi bir durumda olayı hemen kapatacak gibi tavır alan adamın vereceğin cevaba göre tavır alacağını rahatlıkla anlıyorsun. Diğer iki adam pek durmak istemeseler de oldukları yerde beklemeye devam ediyorlar. Bu esnada ortamda çalışanların birkaçı da seni fark etmiş durumda, ancak şimdilik seninle ilgilenecek gibi görünmüyorlar.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
- Chouwano Kagi
- Kaçak
- Posts: 260
- Joined: June 4th, 2020, 6:05 pm
Re: [Chouwano Kagi] Ağlatırlar, güldürürler.
Sözlerini bitirdikten sonra kir ve çamurun mahvettiği elbisesini silkelemeye başladı. Sağındaki adam ona "deli" deyince hafif ve kısaca güldü. Haksız sayılmazlardı elbet, ağaçla konuşmaya çalışan kişiye insanoğlu başka ne ad verebilirdi? Diğer oduncu, ilk konuşan ise bir deli ile muhatap olmayı pek istemiyor olsa gerekti ki bir adım geri çekilmiş ve sözlerine öyle devam etmişti. Kagi halen daha kendisine "deli" dendiği için sırıtır bir halde duruyordu.
Adam kendisine nereye gittiğini sorduktan 3-5 saniye kadar daha kolunu ve üstünü silktikten sonra kendisine deli diyen adama gülerek baktı. "Haksızsın, diyemem. Ben olsam ben de o sıfatı layık görürdüm." Nereden geliyordu Kagi? Kusagakure? Amegakure? Yağmur Ülkesi? Ateş Tapınağı. Hepsi birer yanıttı doğrusu ki, bunlar yalnızca somut ve insanlar hakkında fikir oluşturabilecek yerler idi. Bir de burada yalnızca Kagi'nin vakıf olduğu yer ve mekanlar vardı ki, yalnızca yolu anlatsa saatlerini alacak tariflerdi. Nihayetinde, basit olan yolu seçecekti.
"Ateş Tapınağı'ndan geliyorum." dedi, yeniden omzunu silkelerken. "Niyetim ise Konohagakure taraflarıdır." Bu sırada sağ dirseğinin arkasındaki büyükçe lekeyi fark edince yüzünde huzursuz bir ifade oluştu. Diğer eliyle temizlemeye çalıştıysa da elini kirletmekle kalmıştı. "Sizden o istikametteki yolları sormak durumundayım. Mümkünse..." Eliyle kolundaki kirden başlayarak üstünü gösterdi. "... bir de kaplıca yeri söyleyebilirseniz çok müteşekkir olurum."
Adam kendisine nereye gittiğini sorduktan 3-5 saniye kadar daha kolunu ve üstünü silktikten sonra kendisine deli diyen adama gülerek baktı. "Haksızsın, diyemem. Ben olsam ben de o sıfatı layık görürdüm." Nereden geliyordu Kagi? Kusagakure? Amegakure? Yağmur Ülkesi? Ateş Tapınağı. Hepsi birer yanıttı doğrusu ki, bunlar yalnızca somut ve insanlar hakkında fikir oluşturabilecek yerler idi. Bir de burada yalnızca Kagi'nin vakıf olduğu yer ve mekanlar vardı ki, yalnızca yolu anlatsa saatlerini alacak tariflerdi. Nihayetinde, basit olan yolu seçecekti.
"Ateş Tapınağı'ndan geliyorum." dedi, yeniden omzunu silkelerken. "Niyetim ise Konohagakure taraflarıdır." Bu sırada sağ dirseğinin arkasındaki büyükçe lekeyi fark edince yüzünde huzursuz bir ifade oluştu. Diğer eliyle temizlemeye çalıştıysa da elini kirletmekle kalmıştı. "Sizden o istikametteki yolları sormak durumundayım. Mümkünse..." Eliyle kolundaki kirden başlayarak üstünü gösterdi. "... bir de kaplıca yeri söyleyebilirseniz çok müteşekkir olurum."
- GM - Naruto
- Game Master
- Posts: 2811
- Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm
Re: [Chouwano Kagi] Ağlatırlar, güldürürler.
Üzerine dikilmiş gözlerin altında konuşmaya başlıyor ve cümlelerini sıralıyorsun. Ancak konuşmanın başı Ateş Tapınağı olunca, adamların yüzündeki ifade biraz daha şaşkınlığa dönüyor gibi. Hatta arkada, sana göre sağında duran adam “Yok abi, kesin deli bu. Gidiyorum ben.” diyerek bulunduğu yerden ayrılıyor. Seninle iletişime geçen uzun saçlı adam ise daha tedirgin bir şekilde durarak ve hemen ilerindeki yolu işaret ederek “Bu yolu takip et. Sonra bir ayrım gelecek, o ayrımdan sağa döneceksin. Orada bir kontrol noktası var, onu da geçtikten sonra düz güneye doğru ilerlerken Tanzaku’ya varırsın. Orada kaplıca falan da bulursun zaten. Sonra da Konoha’ya geçebilirsin.” diyor, sanki bir an önce gitmeni diler gibi.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.