Cehennemden Bir Gece

Kusagakure'nin güvenliğini sağladığı, Çimen/Yağmur ülke sınırından başlayıp Yağmur Ülkesi'nin ortasından geçen ve Kaya/Çimen ülkesini bağlayan ana yolu da kapsayan hat.
Post Reply
User avatar
Kitamura Susumu
Kusagakure
Kusagakure
Posts: 273
Joined: August 31st, 2018, 1:49 am
Künye:

Cehennemden Bir Gece

Post by Kitamura Susumu » April 18th, 2025, 9:24 pm

Toprağın ağırlığı her nefes alışverişimde sırtımı biraz daha sıkıştırırken kaburgalarımın da teker teker çatladıklarını hissedebiliyordum. Ortama dolan toz bulutu genzime doluyor, her bir zerre bu müşkül durumumu daha da zor bir hale getirmek için özel bir çaba sarf ediyordu. Patlamanın yankısı hala kulaklarımdaydı, çevremdekilerin bağırtıları ise bu çınlamaya karışıyordu. Yarı bulanık görüşüme takılan ise bir el vardı karşımdaki toprak yığınının altında. Parmakları hafif hafif seyiriyor, yaşam her geçen saniye biraz daha çekiliyordu teninden. İşaret parmağında Nariko’ya ait olan nergis şeklindeki yüzüğü görmemle kaburgalarımın zaten zorladığı kalp atışlarım biraz daha sızılı bir hale dönüştü. Çok değil, 2-3 saat önce kendi aramızda laflarken bu yüzüğü Kusagakure’de bıraktığı sevgilisinin hediye ettiğini, bazı milletlerde bunun bir evlilik teklifi anlamına geldiğini, belki de gerçekten onunla yaşamaya başlamasının iyi bir fikir olabileceğini anlatıyordu. Sevdiğini sürekli hatırlatacak bir parça taşımanın ne kadar güzel bir his olduğunu düşünüyordum ben de, dalgın dalgın etrafıma bakıp anlattığı şeyler ilgimi çekmiyormuş gibi davranırken.

Vücudumda dolaşan chakraya zor da olsa odaklanıp kollarıma ve bacaklarıma güç verdim. Toprak yığıntısı beni bırakmamaya yemin etmiş olacaktı ki, altından sürünüp çıkana kadar epey bir çırpınıp çabalamam gerekti. Birkaç dakika süren ancak saatler gibi hissettiren bu gayretimin sonunda ise her bir noktası sızlayan derbeden vücudumu dinleyemeden Nariko’ya emeklemek zorunda kaldım. Bir bekleyeni varken, hayır, bir bekleyeni olmasa bile onu burada bırakamaz, bütün tanrıların unuttuğu bu lanet mağarada ölmesine, unutulmasına izin veremezdim. Önce irili ufaklı taş yığınlarını öteledim beceriksizce. Tırnaklarımı toprağa geçirerek var gücümle itelemeye, kızın nefes alabileceği bir boşluk yaratmaya çalıştım. Bu sırada on on beş metre ötemde çökmüş tahkimat kirişlerinin ardından Shun inatla ismimi sayıklıyor, kızın toprak altından gelen basık seslerini duymamı engelliyordu. “Ne var? NE?!” diye başımı kaldırıp çığlık attım adama doğru. Parmak uçlarımın yanmasına, bacaklarımdaki hissizliğe bir de boğazımdaki kanlı ve testeremsi his katılmıştı şimdi. Sinir seviyemin hızla yükselmeye ve bütün kanın beynime doğru ilerlemeye başladığını hissettim. Shun, iyi sayılırdı. Bilinci açıktı, oturabiliyordu. Bacağı iğrenç bir biçimde katlanmış ve kaval kemiği dışarı çıkmıştı. Saniyelerin önemini fark etse, Nariko’dan daha iyi bir durumda olduğunu anlayıp sabredebilse, birkaç saniyede halledebileceğim bir durumdaydı yani. Fakat çenesi kapanmıyor, sürekli bana sesleniyor, cevap vermediğimde ise tepkisiz kalamayacağımı bildiği için “Kitamura!” diye bağırıp duruyordu. “Nariko’yu çıkarmam lazım. Bekle biraz!” diye seslendikten sonra gözlerimi devirip toprağı eşeleme çabama devam ettim. Shun’un söylenmeleri ise Ama, bir dinlesen… şeklindeki ufak mırıltılarla sonlandı.

Gittikçe zayıflamaya başlayan kol kaslarıma içimden ettiğim küfürler eşliğinde Nariko’nun bedenini toprak altından çıkardım. Chakramı bir an önce yoğurma isteğimi bastırarak seri hareketlerle kızı muayene etmeye, problemlerin en önemlilerini tespit etmeye başladım. Kafatasının sol arka tarafında kötü bir şişlik vardı, bilinci gidip geliyor, anlamsız sesler çıkarıyordu. Ağzına doluşmuş toprağı parmağımla çıkarıp, kafasını yana çevirdim. Birkaç saniye sonra bu anlamsız mırıldanışları “Anne…"ye dönüştü, sonra da gözleri tamamen kapandı. Hızlı hızlı nefes alıp veriyor fakat sol göğsü kalkmıyordu. Toprak yığını muhtemelen akciğerinin sönmesine sebep olmuştu ve ellerindeki morluklara bakılırsa oksijen seviyesi de epey düşmeye başlamıştı. Sabrıma daha fazla devam edemeyerek ellerimi göğsünde birleştirip chakrama yoğunlaştım. Yeşil ışık salındıkça nefes alışverişleri daha da dolgunlaşıyor, ben ise hayatın bir miktar daha parmaklarımdan çekildiğini hissediyordum. Garipti, daha önce de yaralı bir şekilde insanları iyileştirdiğim olmuştu ama böyle müşkül bir hale bu kadar çabuk düşmemiştim. Chakramı uzun süre kullandıktan sonra bunu yaptığım anlarda bile böyle bir yorgunluk bastırmamıştı fakat şimdi ruhum gitgide daha da siliniyor, chakramı bir türlü istediğim gibi yoğuramıyordum. Nariko ise ona verebileceğim şifanın bir damlasını bile heba etmemeye karar vermiş olacaktı ki benim bu zayıf performansıma rağmen her geçen saniye daha da iyi bir tepki veriyor, daha düzenli bir şekilde nefes alıp veriyordu. Bir noktada gözlerini bile geri açtı. Toz toprağın kuruttuğu sesiyle “Teşekkür ederim.” diye fısıldayarak, geri bayıldı.

Kafamı göğsüne yaslayarak ciğerlerinden gelen sesleri dinledim. İki taraf da artık eşit havalanıyordu. Kalp atışları ise düzenli, uyuyan birine uygun bir hızda atıyor ve herhangi bir baskıya maruz kalmıyormuş gibi sesler çıkarıyordu. Kafasındaki şişliğe yapabileceğim ekstra bir şey yoktu, az önce uyguladığım Shousen, herhangi bir hasar vardıysa oraya da etki edecekti zaten. Geriye yapmam gereken tek şey dizlerimin etrafına göllenmeye başlayan kanın kaynağını bulup, kızın durumu tekrar kötüleşmeden orayı da kapatmaktı. Derin bir nefes aldım. Kararmaya başlayan odağımı geri kazanmak için kaşlarımı çatarak alnımın ortasını ovalamam gerekti ama bu bir işe yaramadı. Gözlerimin önünde adeta karıncalar geziyor, kulaklarımda beynimi patlatacak şiddette bir uğultu kopuyordu. Sanırım patlamanın etkisi ve üstüme o kadar şeyin yığılması beni cidden tüketmişti. Devam etmeden önce bir chakra hapı almaya karar verip elimi belimdeki çantama doğru uzattım. Fakat yolda çarptığım sert cisim ve vücuduma yayılan şiddetli acıyla o an fark ettim ki kanamanın kaynağı kızdaki herhangi bir yara değildi. Karnımın sağ tarafında, muhtemelen böbreğimden geçmekte olan büyükçe bir demir çubuk saplı olduğu yerden bana bakmaktaydı.
Image
Künye
İsim: Kitamura Susumu
Yaş: 22
Cinsiyet: Errkek
Boy: 173
Kilo: 50
Element: Raiton
Köy: Kusagakure
Seviye: B - Rank
Rütbe: Tokubetsu Jounin
Nam: Karanlık

Puanlar
GP: 0
VP: 25
PP: 3


Linkler
Karakter Kartı
Gelişim
Dükkan
Teknik Geliştirme
Teknik Yaratma
Mod Yaratımı
Efsanevi Yaratık Kaydı

Profil
Güç: C - Rank
Çeviklik: C - Rank
Potansiyel: C - Rank
Kondisyon: D - Rank
Zihin: B - Rank
Varlık: C - Rank

Beceri Listesi
[Güç] Atletizm: F
[Çeviklik] Akrobasi: F
[Çeviklik] El Hassasiyeti: F
[Çeviklik] Saklanma: F
[Kondisyon] Form: F
[Potansiyel] Ninshuu: F
[Varlık] Aldatma: F
[Varlık] Empati: F
[Varlık] Sosyalleşme: F
[Zeka] Farkındalık: F
[Zeka] İzcilik: F
[Zeka] Bilim: F


Teknikler
Genjutsu: Rakumei no Jutsu, D Rank
Genjutsu: Teishi no Jutsu, C Rank
Genjutsu: Jubaku Satsu, B Rank
Genjutsu: Shibou no Jutsu, B Rank
Genjutsu: Magen: Bunshin, B Rank
Genjutsu: Omotsuki, A Rank
Ninjutsu: Ninpou, Shunshin, D Rank
Ninjutsu: Raiton, Ikazuchi no Kiba, C Rank
Ninjutsu: Raiton, Raijin no Tate, B Rank

Stiller ve Kabiliyetler
Stil: Ayatsu, D Rank
Stil: Musatsu, C Rank
Kabiliyet: J Kesiş (Musatsu, C Rank)
Kabiliyet: Çift silah Kullanımı (Musatsu, C Rank)

Yönelimler
Iryou-nin, A Rank

Karakterin Üzerinde Bulunan Ekipmanlar/Eşyalar
Cennet Küpeleri. Iori'den hatıra.
Medikal At Arabası
Tantou


Özellikler
-
User avatar
Kitamura Susumu
Kusagakure
Kusagakure
Posts: 273
Joined: August 31st, 2018, 1:49 am
Künye:

Re: Cehennemden Bir Gece

Post by Kitamura Susumu » April 18th, 2025, 11:45 pm

“Oha.” diyerek can havliyle elimi demirin etrafına bastırdım. Ve acı artık yaranın farkında olmam neticesinde geri gitmemeye inat ederek kaldı vücudumda. Her bir noktama tekrar tekrar uğramaya, her saniye şiddetini iyice arttırmaya başladı. Dişlerimi sıkıp ıkınmaya başladım bir yandan tavana bakıp demirin nereden düştüğünü bulmaya çalışırken, sanki düştüğü yeri bulabilsem sonucu değiştirebilecekmişim gibi. “Aptal Amegakure’liler…” diye geçirdim aklımdan. Sadece tahtadan oluşan tahkimat inşa etmeleri yetmeyecekmiş gibi, her boka metal aksam sokma fanatizmleri yüzünden ölümle burun burunaydım şimdi. Tabi arkalarında büyük bir patlama bırakmadan ölürlerse rahat edemeyecek olan şu Riaru piçleriydi asıl bu durumun sebebi ama, o başka bir konu şimdi. Elimi biraz daha sıkarak demire iyice sarıldım. Çekip çıkarsam, muhtemelen bir kaç saniye içinde Nariko’nun üzerine yığılarak ölecektim, fakat böyle de kanamamı çok blokladığı söylenemezdi. Kafamı indirip artık açık tutmakta zorlandığım gözlerle Shun’a baktım. Bu rezil haliyle bile içimizde en sağlamı oydu şu an, bir şekilde faydalı bir hale gelmesini sağlamalıydım.

Yavaş yavaş ona doğru emeklemeye başladım. O da önce büyüyen gözlerle bana bakıp sessiz bir şekilde ne yaptığımı sorguladı, ardından bu soruları cümlelere döküldü. “Sen de bana doğru sürün, bir şey yap, gel.” diye derdimi anlatmaya çalıştım emeklerken fakat aptal herif beni dinlemek yerine ne yaptığımı, neden kendimi iyileştirmediğimi sormaya devam edip durdu. Ayağına gelmek zorunda kaldım kısaca. Ben, içimden koca bir demir parçası geçiyorken emekleyebiliyorsam o da yarısı dışarıda olan bir kemikle hareket edebilirdi pek tabii ama sakalım olmadığı için dinlenmediğim şanssız durumlardan birindeydim yine. Bir elimi omzuna yasladım yanına geldiğimde, tekrar derdimi anlatacak enerjiyi toplayana kadar dinlendim. Nefes alışverişlerimdeki kan kokusu artık biraz daha belirginleşmişti. Demir ise ben emeklerken yere sürtüne sürtüne bütün sinir uçlarımı harap edene kadar uyarmış olmalıydı ki, artık acı pek de hissetmiyordum. Bu hem iyi, hem de korkutucu bir şeydi. “Nariko baygın. Benim ise kendimi iyileştirecek kadar gücüm kalmadı.” dedim kelime aralarında nefes almak için duraklayarak. “Ama bacağın… Kolayca iyileştirebilirim, ve sen gidip yardım çağırabilirsin.” Shun’un protestoları ve karşı gelişleri arasında, diğer elimi adamı acıdan ciyaklatacak şekilde sertçe bacağının üzerine koydum. Aslında amacım canını acıtmak değildi fakat vücudumdaki hissizlik hareketlerimi de kontrol etmemi engellemeye başlamıştı.

Vücudumda kalan son chakraya odaklandım. Bütün dikkatimi Shun’un bacağındaki elime vererek kırılan bacağını iyileştirmeye yavaş yavaş başladım. “Sen gelene kadar dinlenirim ben de.” diye son bir kez mırıldandım, dediğim şeye kendim bile inanmayarak. Shun gidip birilerini bulana kadar muhtemelen daha fazla dayanamayacak, o geldiğinde çoktan öbür tarafı boylamış olacaktım. Beni geri döndürebilseler bile bir sebzeden farkım kalmayacaktı. Fakat şu an bunu düşünmek ve zihnimin son kalan parçasını bu gerçeğin paniğiyle sarsmak istemiyordum. Shun’u en azından yürüyebilecek bir hale getirebilirsem, yardım bulamasa bile Nariko’yu taşıyıp buradan çıkarabilirdi. Toparlandıklarında da buraya dönüp bedenimi köye geri götürebilir, bilmediğim topraklarda çürümemi engelleyebilirlerdi. Derinden gelen acı bir nefes verdim içimdeki chakra damla damla çekilmeye devam ederken. Düşünüp stres olmayacağım dediğim halde zihnim çoktan ölümle ilgili düşüncelere kapılmış ve titrememi biraz daha şiddetlendirmeye başlamıştı.

Etten oluşan son bir örgü daha Shun’un bacağını sararken elimdeki yeşil ışık yok oldu. Ardından istemsizce adamın omzuna yığıldım. O ise dizlerinin üstünde doğrulup beni tuttu ve nazikçe yere uzanmamı sağladı. Bir an gülümsemeden edemedim, yarı ölü halimle bile ustalığımı konuşturabilmiş ve bacağını hiç kırılmamış bir hale getirebilmiştim, böyle hemen rahat kullanabildiğine göre. Buruk suratımı Shun’a çevirerek “Koş.” dedim nefrese karışan bir fısıltıyla. Fakat Shun ayaklanıp yola koyulmak yerine bir manyak gibi çantama ulaşmaya çalışıyor, içindekileri yere döküp bir şeyler arıyordu. “Adrenalin… Adrenalin yapayım mı? İşe yaradığını duymuştum.” diye alelacele konuşuyor, sadece adrenalin yapmak istese yine iyi dedirtecek cinsten saçma teorilerini kendince tartıyordu. “Bir an önce ölmemi istiyorsan, evet.” diye geçirdim aklımdan, gözlerim tavana dikilirken. Göz kapaklarım ağırlaşıyor, bakıp göremeyen bir hale giriyordum gittikçe. Bir süre sonra Shun’dan gelen sesler hepten kesildi. Susmuş muydu, yoksa duyma yetimi de mi kaybediyordum bilmiyordum. Ardından, ortalık kararmaya başladı. Televizyonun karşısında battaniyesiz bir şekilde uyuyakalmışımcasına bir titreme aldı bedenimi. Oluyordu galiba sonunda, ne zaman beni bulup alacak diye zaman zaman meraklandığım ölüm hiç beklemediğim bir anda, rezil bir mağarada beni yakalamıştı galiba.

Daha önce, bir gün bir şey olsa ve öleceğimi anlasam nasıl hisseder, ne tepki verirdim diye kafamda kurduğum anlar olmuştu. Shinobi olup da bu anı hayal etmeyen var mıdır emin de değilim zaten ya, neyse. Hep bir savaş meydanında, bağırış çığırış ve bol aksiyon eşliğinde olacağını düşünmüştüm. Bir de gerçekleşirken çok korkacağımı. Duygulara boğulup kaybettiğim kim varsa birbir anımsayacağıma, sonunda annem ile Fuu’nun yanına varacağım için buruk bir sevinç ile dolacağıma emindim. Ölmeden önce yapamadıklarım, söyleyemediklerim birbir aklıma gelecekti. Köyün o ücra köşesindeki eski üç katlı evi satın alıp tamir ettirmediğime küfür edecektim. Halbuki bir katını muayenehane yapacak, en alt girişine ise belki ufak bir dojo kuracaktım. Sonra Iori’ye anlatamadıklarım aklıma gelecekti, ve onu bir kere daha göremeden gideceğim için son bir kez kırılacaktım. Tavukları ve atları Kei-sensei’ye iyi ki emanet etmişim diyecektim. Tüm bunlar birbir aklımdan geçerken göğsüme beyaz bir güvercin konacaktı ve her şeyi kabullenmiş son bir gülümsemeyle göçüp gidecektim bu dünyadan.

Fakat tasarladığım ve farkında olmasam da ideal ölüm şekli olarak bellediğim ne varsa hiçbiri gerçekleşmiyordu şu an. Ölüm acımasız bir zorba misali üzerime çullanmıştı ve hatıralarıma ulaşmamı engelliyordu. Ne kadar zorlasam da kimsenin suratını aklıma getiremiyordum. Son bir kez duymak istediğim kahkalar ve şakalar kulağımda şakımıyor, yerine korkunç bir sessizlik beni sağır ediyordu. Tüm bu olanlara sinirlenmek istedim. İstediğim şekilde ölemediğime içimden küfürler etmek, üzülmek istedim, fakat yapamadım. Zaman hem durmuş hem de akıp gidiyor gibiydi ve ben tepkisizdim. Duyamıyor, konuşamıyor, göremiyor, hissedemiyordum. “Hissedemediğimi” hissedebiliyor, düşüncelerim durduğu halde içinde bulunduğum durumun rezil bir halde olduğunu düşünebiliyordum. Bir paradoksa girdiğimin hem farkındaydım, hem de değil. Çok geçmeden karanlık, sanki dahası da olabilirmiş gibi, daha derin bir hal aldı. Sessizlik iyice sustu. Gözlerim iyice kapandı ve altımdaki zemine dair bütün emareler yok oldu. Ve ben, sanırım, öldüm.
Image
Künye
İsim: Kitamura Susumu
Yaş: 22
Cinsiyet: Errkek
Boy: 173
Kilo: 50
Element: Raiton
Köy: Kusagakure
Seviye: B - Rank
Rütbe: Tokubetsu Jounin
Nam: Karanlık

Puanlar
GP: 0
VP: 25
PP: 3


Linkler
Karakter Kartı
Gelişim
Dükkan
Teknik Geliştirme
Teknik Yaratma
Mod Yaratımı
Efsanevi Yaratık Kaydı

Profil
Güç: C - Rank
Çeviklik: C - Rank
Potansiyel: C - Rank
Kondisyon: D - Rank
Zihin: B - Rank
Varlık: C - Rank

Beceri Listesi
[Güç] Atletizm: F
[Çeviklik] Akrobasi: F
[Çeviklik] El Hassasiyeti: F
[Çeviklik] Saklanma: F
[Kondisyon] Form: F
[Potansiyel] Ninshuu: F
[Varlık] Aldatma: F
[Varlık] Empati: F
[Varlık] Sosyalleşme: F
[Zeka] Farkındalık: F
[Zeka] İzcilik: F
[Zeka] Bilim: F


Teknikler
Genjutsu: Rakumei no Jutsu, D Rank
Genjutsu: Teishi no Jutsu, C Rank
Genjutsu: Jubaku Satsu, B Rank
Genjutsu: Shibou no Jutsu, B Rank
Genjutsu: Magen: Bunshin, B Rank
Genjutsu: Omotsuki, A Rank
Ninjutsu: Ninpou, Shunshin, D Rank
Ninjutsu: Raiton, Ikazuchi no Kiba, C Rank
Ninjutsu: Raiton, Raijin no Tate, B Rank

Stiller ve Kabiliyetler
Stil: Ayatsu, D Rank
Stil: Musatsu, C Rank
Kabiliyet: J Kesiş (Musatsu, C Rank)
Kabiliyet: Çift silah Kullanımı (Musatsu, C Rank)

Yönelimler
Iryou-nin, A Rank

Karakterin Üzerinde Bulunan Ekipmanlar/Eşyalar
Cennet Küpeleri. Iori'den hatıra.
Medikal At Arabası
Tantou


Özellikler
-
Post Reply

Return to “Kusagakure Güvenlik Hattı”