[Kitamura Susumu & Tsujihara Iori] Esir
- GM - Naruto
- Game Master
- Posts: 2811
- Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm
Re: [Kitamura Susumu & Tsujihara Iori] Esir
Iori: Kılıcın adamın vücudundan ayrılıyor ve elinde hızla pozisyon değiştiriyor. Karşındaki adam ise bu esnada mühürlerine devam ediyor adım adım. Ters dönüyor, iki kolunun da kuvvetini kullanarak yapıyorsun saplama hamleni. Adamın boğazının orta kısmından giriyor kılıcın, adam tek elini refleks olarak sana doğru kaldırıyor ancak nafile. Önce ağzındaki ince deri parçasını öksürerek fırlatıyor, ardından adamın ağzı ufak bir fıskiyeye dönüyor. Soluk borusuna kaçan kanları öksürüyor, ciğerlerinin yetemediği noktada ise köpüren kan ağzının kenarlarından dökülmeye başlıyor.
Kılıcını biraz daha bastırırken kafanı çevirip diğer elemana bakıyorsun. Hafif geriye doğru eğilmiş, ciğerlerine dolu olan nefes farkedilir bir şişkinlik yaratmış. Vücudundan sanki birşeyler çekip alınmış gibi birden yere yığılıyor adam. Yere çivilediğin adama bakıyorsun. Gözleri açık, ağzından kanlar boşalıyor ancak suratında hala o saçma sırıtmayı görür gibisin.
Susumu'nun eski pozisyonunda ise irice bir ahşap kutu bulunmakta.
Susumu: Kawarimi uygulayarak kulübeye giriş yaptığınız yere atıyorsun kendini. Seksi seksi çıkardığın atletin ve kazağını yaranı kapatmak için kullanıyorsun. Adamın kopardığı kısım yaklaşık 2-3 parmak genişliğinde. Çok fazla derine inmediğini, hala nefes aldığın gerçeğine dayanarak çıkarabiliyorsun. Acı hala hissedilebilir büyüklükte. Ancak bir adamın can havliyle ısırması kadar itelemiyor seni bu... Islak olan kazağının tersini çevirerek kanama bölgesini temizliyorsun önce. Atletin yaran için bir ped, kazağından kestiğin kısım ise bu pedi sabitleyecek bir bandaj oluyor.
Daha iyisin. En azından yığılıp kalmayacaksın. Kopmuş derinin acısı, etine kilitlenmiş dişlere göre gözardı edilebilir birşey. Yine de boynunu sağa sola döndürdüğünde boyun kısmındaki acıyı harladığını hissediyorsun.
Yağmur şiddetini hala koruyor. Birbirinizi görebileceğiniz konumlardasınız. Iori dövüşün bittiğinden emin olduktan sonra soluklanarak diğerlerinin gittiği güzergaha bakıyor. Adamlardan bir iz yok. Herhangi bir canlıya dair bir belirti de yok. Göl ve kulübenin konumu nedeniyle açıklıkta sayılırsınız.
Kılıcını biraz daha bastırırken kafanı çevirip diğer elemana bakıyorsun. Hafif geriye doğru eğilmiş, ciğerlerine dolu olan nefes farkedilir bir şişkinlik yaratmış. Vücudundan sanki birşeyler çekip alınmış gibi birden yere yığılıyor adam. Yere çivilediğin adama bakıyorsun. Gözleri açık, ağzından kanlar boşalıyor ancak suratında hala o saçma sırıtmayı görür gibisin.
Susumu'nun eski pozisyonunda ise irice bir ahşap kutu bulunmakta.
Susumu: Kawarimi uygulayarak kulübeye giriş yaptığınız yere atıyorsun kendini. Seksi seksi çıkardığın atletin ve kazağını yaranı kapatmak için kullanıyorsun. Adamın kopardığı kısım yaklaşık 2-3 parmak genişliğinde. Çok fazla derine inmediğini, hala nefes aldığın gerçeğine dayanarak çıkarabiliyorsun. Acı hala hissedilebilir büyüklükte. Ancak bir adamın can havliyle ısırması kadar itelemiyor seni bu... Islak olan kazağının tersini çevirerek kanama bölgesini temizliyorsun önce. Atletin yaran için bir ped, kazağından kestiğin kısım ise bu pedi sabitleyecek bir bandaj oluyor.
Daha iyisin. En azından yığılıp kalmayacaksın. Kopmuş derinin acısı, etine kilitlenmiş dişlere göre gözardı edilebilir birşey. Yine de boynunu sağa sola döndürdüğünde boyun kısmındaki acıyı harladığını hissediyorsun.
Yağmur şiddetini hala koruyor. Birbirinizi görebileceğiniz konumlardasınız. Iori dövüşün bittiğinden emin olduktan sonra soluklanarak diğerlerinin gittiği güzergaha bakıyor. Adamlardan bir iz yok. Herhangi bir canlıya dair bir belirti de yok. Göl ve kulübenin konumu nedeniyle açıklıkta sayılırsınız.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
- Tsujihara Iori
- Posts: 154
- Joined: August 30th, 2018, 10:53 pm
Re: [Kitamura Susumu & Tsujihara Iori] Esir
Canım yanmamıştı. Ruhum için ise aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Kılıcım? Keyif almış gibiydi, olan herşeyin aksine.
Yanık tenlinin boğazından içeriye doğru ilerlerken odaklanabildiğim tek şey, elemanın bana bakışları ve kurtulmak için can havliyle salladığı eliydi. Ağzından fışkıran kanlar önce kuvvetli bir şelale gibi akıyordu parçalanan deri ve etle beraber, sonrasında ise usulca sakinleşip ufak bir nehire dönüşüyor, ağzının kenarlarında köpükleşiyordu. Garip bir tabloydu izlediğim. Çok garip. "İşte, canı çıkıyor" diyebileceğim bir an yoktu. Gözlerimi kapadığım veya izlemek istemediğim. Sadece, garipti. Çok garip.
Bir daha hareket etmeyecekti bu adam, bir daha ayağa kalkmayacak ve yürümeyecekti. Tanıdıkları varsa görmeyecek, söz verdiği birileri varsa sözlerini tutamayacaktı. Yanımdaki diğer cesedin hikayesine nasıl son verdiyse, kendi hikayesi de öylece sonlanmıştı. Bir gölün kenarında, harabelerin ortasında, çamurun içinde. Kendi mi seçmişti bu yolu? Zorlanmış mıydı? Belki de çoktan kabul etmişti, suradındaki kaybolmak bilmeyen sırıtışa rağmen.
Ayağı kalktım yavaşça, kılıcımı adamın boğazından ayırarak. Ölüm kalım anları ve şu anın arası git gide açılıyor, düşünmek istemediğim her şey bir bir zihnime hücum ediyordu. Keskin gözlerim rahatladı, büyüdü ve normal görünümüne döndü. Boştaki ıslak elimle suradımı sildim ve burnumu çektim. Neden öldürmeyi seçmişti? Daha önce kaç kişiyi öldürmüştü? Nöbet arkadaşına bu kadar kolay kıymasının sebebi neydi? Benim düşündüklerimi o da düşünmüş müydü, yoksa çoktan kalbi körelmiş miydi?
Onun hayatını sonlandırarak başkalarınınkini uzatmış mıydım? Susumu ve benimki uzamıştı, o kesindi.
Kılıcımı çevik bir bilek hamlesi ile savurdum üzerindeki kanı temizlemek için. Ardından usulca sırtımdaki kınına geri soktum. Derin bir nefes verdim. Bakışlarım hala yanık tenli üzerindeydi.
Demek bu kadar kolaydı ha, diye iç geçirdim kendi kendime. Tekrar yüzümü sildim, bu sefer iki elimle. Burnumu çektim ve alın bandımı düzelttim. Evet, bu kadar kolaydı. Bir sonraki ne zaman olacaktı? Nasıl olacaktı? Bu kadar siyah ve beyaz olacak mıydı?
Vakti gelince tereddüt etmeyeceğimden emindim, fakat adrenalin kanımdan çekildiğinde, savaşın ateşi söndüğünde, terim soğuduğunda kendim ile yalnız kalacaktım.
Sahi, babam nasıl köreltmişti kendini?
Daha fazla düşünmenin pek bir yararı olmayacaktı, hareket etmeliydik. Son defa suradımı sildim ve etrafıma bakındım. Diğer gruptan bir iz yoktu. Ne gittikleri yönde, ne de başka bir yerde. Susumu kendini güvene almıştı, yarasına müdahale ediyordu, galiba. İşini bitirince kalkıp yanıma gelirdi zaten.
Bir kaç adım uzaklaştım cesetlerden. Adamların gittikleri yönü iyice gözlerimle yoklayacaktım saklanmamızı sağlayacak ağaç ve kayalara dair. Yanlış hatırlamıyorsam o taraflara doğru ağaçlar ve onların gizlediği bir kaç yapı mevcuttu, bir ışık görebilirdim belki. Bu sürede Susumu yanıma gelirse onu iyice süzüp "İyi misin?" diyecektim. Aldığım cevabın ardından, "İlerlememiz lazım. Şu ağaçların o tarafa doğru giden grubun peşine düşmeliyiz." diyecek ve ters bir cevap almazsam saklanmak için ilk ağacın dibine koşacaktım.
Yanık tenlinin boğazından içeriye doğru ilerlerken odaklanabildiğim tek şey, elemanın bana bakışları ve kurtulmak için can havliyle salladığı eliydi. Ağzından fışkıran kanlar önce kuvvetli bir şelale gibi akıyordu parçalanan deri ve etle beraber, sonrasında ise usulca sakinleşip ufak bir nehire dönüşüyor, ağzının kenarlarında köpükleşiyordu. Garip bir tabloydu izlediğim. Çok garip. "İşte, canı çıkıyor" diyebileceğim bir an yoktu. Gözlerimi kapadığım veya izlemek istemediğim. Sadece, garipti. Çok garip.
Bir daha hareket etmeyecekti bu adam, bir daha ayağa kalkmayacak ve yürümeyecekti. Tanıdıkları varsa görmeyecek, söz verdiği birileri varsa sözlerini tutamayacaktı. Yanımdaki diğer cesedin hikayesine nasıl son verdiyse, kendi hikayesi de öylece sonlanmıştı. Bir gölün kenarında, harabelerin ortasında, çamurun içinde. Kendi mi seçmişti bu yolu? Zorlanmış mıydı? Belki de çoktan kabul etmişti, suradındaki kaybolmak bilmeyen sırıtışa rağmen.
Ayağı kalktım yavaşça, kılıcımı adamın boğazından ayırarak. Ölüm kalım anları ve şu anın arası git gide açılıyor, düşünmek istemediğim her şey bir bir zihnime hücum ediyordu. Keskin gözlerim rahatladı, büyüdü ve normal görünümüne döndü. Boştaki ıslak elimle suradımı sildim ve burnumu çektim. Neden öldürmeyi seçmişti? Daha önce kaç kişiyi öldürmüştü? Nöbet arkadaşına bu kadar kolay kıymasının sebebi neydi? Benim düşündüklerimi o da düşünmüş müydü, yoksa çoktan kalbi körelmiş miydi?
Onun hayatını sonlandırarak başkalarınınkini uzatmış mıydım? Susumu ve benimki uzamıştı, o kesindi.
Kılıcımı çevik bir bilek hamlesi ile savurdum üzerindeki kanı temizlemek için. Ardından usulca sırtımdaki kınına geri soktum. Derin bir nefes verdim. Bakışlarım hala yanık tenli üzerindeydi.
Demek bu kadar kolaydı ha, diye iç geçirdim kendi kendime. Tekrar yüzümü sildim, bu sefer iki elimle. Burnumu çektim ve alın bandımı düzelttim. Evet, bu kadar kolaydı. Bir sonraki ne zaman olacaktı? Nasıl olacaktı? Bu kadar siyah ve beyaz olacak mıydı?
Vakti gelince tereddüt etmeyeceğimden emindim, fakat adrenalin kanımdan çekildiğinde, savaşın ateşi söndüğünde, terim soğuduğunda kendim ile yalnız kalacaktım.
Sahi, babam nasıl köreltmişti kendini?
Daha fazla düşünmenin pek bir yararı olmayacaktı, hareket etmeliydik. Son defa suradımı sildim ve etrafıma bakındım. Diğer gruptan bir iz yoktu. Ne gittikleri yönde, ne de başka bir yerde. Susumu kendini güvene almıştı, yarasına müdahale ediyordu, galiba. İşini bitirince kalkıp yanıma gelirdi zaten.
Bir kaç adım uzaklaştım cesetlerden. Adamların gittikleri yönü iyice gözlerimle yoklayacaktım saklanmamızı sağlayacak ağaç ve kayalara dair. Yanlış hatırlamıyorsam o taraflara doğru ağaçlar ve onların gizlediği bir kaç yapı mevcuttu, bir ışık görebilirdim belki. Bu sürede Susumu yanıma gelirse onu iyice süzüp "İyi misin?" diyecektim. Aldığım cevabın ardından, "İlerlememiz lazım. Şu ağaçların o tarafa doğru giden grubun peşine düşmeliyiz." diyecek ve ters bir cevap almazsam saklanmak için ilk ağacın dibine koşacaktım.
- Kitamura Susumu
- Kusagakure
- Posts: 273
- Joined: August 31st, 2018, 1:49 am
Re: [Kitamura Susumu & Tsujihara Iori] Esir
Sonunda tam anlamıyla olmasa da rahatlığa erişebildim. Kawarimi yapmamı engelleyecek bir şeyle karşılaşmadan sıvıştım ortamdan, Iori'yi ucundan satmak pahasına. Zihnim, az önceki kısa sürede başıma gelen tonla şeyden dolayı ilk bir kaç saniye yeni bir tehlike beklese de, bir şeylerin olmayışıyla odağımı yaraya çevirebilirdim. Gavur şeyi gibi yanıyor olsa da, tahmin ettiğim gibi büyük bir yara değildi. Muhtemelen bir süre ters hareket yapmamaya dikkat etsem iyi olacak, ama durumumuzu göz önünde bulundurursak bu ne kadar mümkün, hesaplayamıyorum. Atletimi, bokumu püsürümü çıkarıp "Işşşş...." eşliğinde yarayı üstün körü sildim önce... Ardından planıma uyarak atleti eğreti bir ped haline getirip, kazakla sarıp sarmaladım. Hareketlerimi kısıtlayıp kısıtlamadığını, o sızlamayı tekrar yaşamak istemediğim için önce test etmedim. Ancak içeri geri dönüp aksiyona ve Iori'ye yardım etme vaktimin geldiğini hatırlamamla, saçma bir düşünceyi aklımdan geçirdiğimi de fark ettim somurtarak.
Kendime odaklandığım süre boyunca içeriye dikkat etmediğim için, kendimi Shunshin'e hazırladığım ilk saniyeyi yutmak zorunda kaldım. Buradan Iori'yi görebiliyorum ancak, görmez mi olaydım, sevine miydim, bilemiyorum. Bu bebe bizim yanık tenli sırıtık manyak orospu çocuğu kevaşeye kılıcı sokmuş, diğer cesedi de indirmiş, başlarında dikiliyordu. Yaman bebeymiş, ona lafım yok da, kimmiş nelermiş öğrenemeden öldürmesi iyi mi oldu emin değilim. Bence iyi oldu şerefsiz haysiyetsize, daha demin buna "Uyu sen kanka ben kaldırırım seni ayıqs." diyen elemanı öldüren adam bize patlayıcı parşömenleri rulo yapar sokardı eminim. Soğuk bir iki saniyelik sessizliği bozmak için "Oha... Öldürdün mü lan adamı?" diyerekten içeri yürümeye başladım. Ben az biraz yanaşırken, iyi olup olmadığımı sordu zaten. "Boynum biraz kötü, az biraz zorlamasam geçer belki ama..." diyerek cevap verdim, eh nezakaten de bir "Sen nasılsın?" iliştirdim sonuna. Sarsılmış duruyor muydu, az önce birini öldürmüş olması umrunda mıydı, ifadeleri okuma özürlüsü olduğumdan emin olamıyorum. Ben olsam epey etkilenirdim sanırım, daha önce kimseyi öldürmedim. Gözümün önünde ölenler oldu elbet, gerek az önce olduğu gibi düşman, gerek tanıdık, gerek yakın. Ama benim elimden ölen olmadı henüz. Acaba, Iori kaç kişiyi öldürmüştü? Bebe mebe diyorum sabahtan beri ama, çok da "masum" olmayan biri miydi, yoksa az önce ilk leşini mi almıştı?
Iori'nin burada daha fazla durmamamız gerektiğini söylemesiyle düşüncelerimi ölümden uzaklaştırdım ve şimdiye yoğunlaştım. Demek bir grup daha vardı, neyse ki olanları duyduklarına veya etrafta olduklarına dair sezdiğim bir şey yok. Canımı sıkan tek şey, boynum sızlarken bir kaç kişiyle daha kapışma ihtimaliyle karşı karşıya olmaktı. Bir şey söylemedim ilk, kafamı sessizce olur anlamında salladım. Ardından, yere çömelip, adamları incelemeye başladım. Belki, tiplerini iyice incelersem kılık değiştirmek için kullanabilirim, belki bu şekilde boynum iyice toparlanana kadar kapışmayı erteleyebilirim. Göze çarpan noktalara, karakteristik özelliklerine iyice dikkat etmeye çalıştım cesetlerin. Üstlerini falan da şöyle bir yokladım kim olduklarına dair bir şeyler çıkar mı umuduyla. Belki, güzel bir şeyler de çıkabilir yani... Neyse. İşim bittikten sonra Iori'ye doğru kafamı kaldırıp "Gidelim, gidelim ama çok çılgın atmamı bekleme bir süre." dedim. Hangi yolu takip ettiklerini Iori daha iyi bildiği için, önden gitmesine izin verecek ve onu takip edecektim.
Kendime odaklandığım süre boyunca içeriye dikkat etmediğim için, kendimi Shunshin'e hazırladığım ilk saniyeyi yutmak zorunda kaldım. Buradan Iori'yi görebiliyorum ancak, görmez mi olaydım, sevine miydim, bilemiyorum. Bu bebe bizim yanık tenli sırıtık manyak orospu çocuğu kevaşeye kılıcı sokmuş, diğer cesedi de indirmiş, başlarında dikiliyordu. Yaman bebeymiş, ona lafım yok da, kimmiş nelermiş öğrenemeden öldürmesi iyi mi oldu emin değilim. Bence iyi oldu şerefsiz haysiyetsize, daha demin buna "Uyu sen kanka ben kaldırırım seni ayıqs." diyen elemanı öldüren adam bize patlayıcı parşömenleri rulo yapar sokardı eminim. Soğuk bir iki saniyelik sessizliği bozmak için "Oha... Öldürdün mü lan adamı?" diyerekten içeri yürümeye başladım. Ben az biraz yanaşırken, iyi olup olmadığımı sordu zaten. "Boynum biraz kötü, az biraz zorlamasam geçer belki ama..." diyerek cevap verdim, eh nezakaten de bir "Sen nasılsın?" iliştirdim sonuna. Sarsılmış duruyor muydu, az önce birini öldürmüş olması umrunda mıydı, ifadeleri okuma özürlüsü olduğumdan emin olamıyorum. Ben olsam epey etkilenirdim sanırım, daha önce kimseyi öldürmedim. Gözümün önünde ölenler oldu elbet, gerek az önce olduğu gibi düşman, gerek tanıdık, gerek yakın. Ama benim elimden ölen olmadı henüz. Acaba, Iori kaç kişiyi öldürmüştü? Bebe mebe diyorum sabahtan beri ama, çok da "masum" olmayan biri miydi, yoksa az önce ilk leşini mi almıştı?
Iori'nin burada daha fazla durmamamız gerektiğini söylemesiyle düşüncelerimi ölümden uzaklaştırdım ve şimdiye yoğunlaştım. Demek bir grup daha vardı, neyse ki olanları duyduklarına veya etrafta olduklarına dair sezdiğim bir şey yok. Canımı sıkan tek şey, boynum sızlarken bir kaç kişiyle daha kapışma ihtimaliyle karşı karşıya olmaktı. Bir şey söylemedim ilk, kafamı sessizce olur anlamında salladım. Ardından, yere çömelip, adamları incelemeye başladım. Belki, tiplerini iyice incelersem kılık değiştirmek için kullanabilirim, belki bu şekilde boynum iyice toparlanana kadar kapışmayı erteleyebilirim. Göze çarpan noktalara, karakteristik özelliklerine iyice dikkat etmeye çalıştım cesetlerin. Üstlerini falan da şöyle bir yokladım kim olduklarına dair bir şeyler çıkar mı umuduyla. Belki, güzel bir şeyler de çıkabilir yani... Neyse. İşim bittikten sonra Iori'ye doğru kafamı kaldırıp "Gidelim, gidelim ama çok çılgın atmamı bekleme bir süre." dedim. Hangi yolu takip ettiklerini Iori daha iyi bildiği için, önden gitmesine izin verecek ve onu takip edecektim.
- GM - Naruto
- Game Master
- Posts: 2811
- Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm
Re: [Kitamura Susumu & Tsujihara Iori] Esir
Susumu: Ayrılmadan önce adamları inceliyorsun. Karanlık bir yana, ortadaki vaziyet o kadar boktan ki... Ölü olarak hareket eden adamın zaten boğazından üst kısım tanınmaz halde. Kırık burundan boşalan kanlar, yarı kesik boğaz, canlılıktan eser kalmayan teni... Diğer herif ise daha beter durumda.
Üstlerini arıyorsun. İkisinin ceplerinde de mavi tonlarında birer kumaş parçası buluyorsun. Yaklaşık 15 santim uzunluğunda, 5 santim genişliğinde. Uç kısımlarına yakın yerlerde bir hayli kırışıklıklar var. Kumaşa ve bu kırışık noktalara baktığında muhtemelen omuza bağlandığını tahmin ediyorsun bu kumaşların. Birini tamamen düzeltip baktığında üzerlerine çizilmiş birşeyler görüyorsun. Yan yana iki siyah daire.Bu iki siyah dairenin yanında ise yarım bir daire bulunuyor aynı boyutlarda. Yanına alıyorsan çantana tıkıştırıyorsun.
Kulübeye yaklaşırken gördüğünüz silüetler gölün sağ çaprazındaki alanda kalıyor. Göl kıyısı saklanma alanları açısından çok elverişli değil. Iori'nin önderliğinde, kıyıdan hafif uzaktaki bir ağaç grubuna doğru atılıyorsunuz öncelikle. İlerleyişiniz kıyı şeridinden ziyade, kıyıya bombeli bir şekilde sağ açıktan oluyor. Silüetlere yöneldikçe de gölden uzaklaşıyorsunuz.
Ağaçların sayısı artıyor. Siz ilerledikçe de zemin hafif bir eğim kazanıyor, sağ tarafınızda bulunan sıradağlara doğru yaklaşıyorsunuz.
Bir belki iki kilometre. Ağaçtan ağaca, yine siz açıktayken gökyüzünün aydınlanmamasını umarak gidiyorsunuz. Gözünüze iki katlı bir bina çarpıyor. Binanın çatısı düz değil, Köşelerden eğimli bir şekilde uzayarak, çatı kısmından yükselen bir kulenin yüzeyiyle birleşiyor. Binanın ön yüzüne bakan taraftasınız. Muhtemelen 200-300 metre bir uzaklık var. Ön tarafta, her katta ikişer adet cam bulunuyor. Camlar uzun ve dar. Belk bir insan genişliğinde. Tüm camlarda demir parmaklıklar bulunuyor. Kulenin uzunluğu ise göz kararı 60 metre kadar. Köşeli bir yapısı var ve yine görebildiğiniz ön tarafında toplam altı adet pencere bulunmakta. Bu pencereler de şekil itibariyle binadakiler ile aynı ve demir parmaklıklara sahip. Binaya giriş ise geniş bir kapı aracılığıyla sağlanıyor. Kapının sağ kısmı kırılmış durumda.
Bu binanın sağ yanında, sadece zemini bulunan yıkık bir bina daha bulunmakta. Ufak taş, kaya parçaları etrafında dağılmış. Sol tarafında ise ufak, ahşap bir kulübe bulunuyor. Konaklamadan ziyade depo amacıyla kullanılmak için yapılmış gibi. Fazlasıyla dar, bir insan boyutunda. Tek kapısı bulunuyor. Çevrede kimse görmüyorsunuz. Binadan ise ses yok.
Susumu sindiği ağacın dibinde yarasına yaptığı pansumanı sağlamlaştırırken birşey farkediyor. Sağa doğru 3-4 ağaç yanında, ağacın dibinde zeminden farklı birşeyler var. Toprak zeminle kaplı tahta bir yüzey. Yaklaşık yarısı gözüküyor, kalan kısmı ise üzerindeki cıvık toprakla kaplanmış.
Üstlerini arıyorsun. İkisinin ceplerinde de mavi tonlarında birer kumaş parçası buluyorsun. Yaklaşık 15 santim uzunluğunda, 5 santim genişliğinde. Uç kısımlarına yakın yerlerde bir hayli kırışıklıklar var. Kumaşa ve bu kırışık noktalara baktığında muhtemelen omuza bağlandığını tahmin ediyorsun bu kumaşların. Birini tamamen düzeltip baktığında üzerlerine çizilmiş birşeyler görüyorsun. Yan yana iki siyah daire.Bu iki siyah dairenin yanında ise yarım bir daire bulunuyor aynı boyutlarda. Yanına alıyorsan çantana tıkıştırıyorsun.
Kulübeye yaklaşırken gördüğünüz silüetler gölün sağ çaprazındaki alanda kalıyor. Göl kıyısı saklanma alanları açısından çok elverişli değil. Iori'nin önderliğinde, kıyıdan hafif uzaktaki bir ağaç grubuna doğru atılıyorsunuz öncelikle. İlerleyişiniz kıyı şeridinden ziyade, kıyıya bombeli bir şekilde sağ açıktan oluyor. Silüetlere yöneldikçe de gölden uzaklaşıyorsunuz.
Ağaçların sayısı artıyor. Siz ilerledikçe de zemin hafif bir eğim kazanıyor, sağ tarafınızda bulunan sıradağlara doğru yaklaşıyorsunuz.
Bir belki iki kilometre. Ağaçtan ağaca, yine siz açıktayken gökyüzünün aydınlanmamasını umarak gidiyorsunuz. Gözünüze iki katlı bir bina çarpıyor. Binanın çatısı düz değil, Köşelerden eğimli bir şekilde uzayarak, çatı kısmından yükselen bir kulenin yüzeyiyle birleşiyor. Binanın ön yüzüne bakan taraftasınız. Muhtemelen 200-300 metre bir uzaklık var. Ön tarafta, her katta ikişer adet cam bulunuyor. Camlar uzun ve dar. Belk bir insan genişliğinde. Tüm camlarda demir parmaklıklar bulunuyor. Kulenin uzunluğu ise göz kararı 60 metre kadar. Köşeli bir yapısı var ve yine görebildiğiniz ön tarafında toplam altı adet pencere bulunmakta. Bu pencereler de şekil itibariyle binadakiler ile aynı ve demir parmaklıklara sahip. Binaya giriş ise geniş bir kapı aracılığıyla sağlanıyor. Kapının sağ kısmı kırılmış durumda.
Bu binanın sağ yanında, sadece zemini bulunan yıkık bir bina daha bulunmakta. Ufak taş, kaya parçaları etrafında dağılmış. Sol tarafında ise ufak, ahşap bir kulübe bulunuyor. Konaklamadan ziyade depo amacıyla kullanılmak için yapılmış gibi. Fazlasıyla dar, bir insan boyutunda. Tek kapısı bulunuyor. Çevrede kimse görmüyorsunuz. Binadan ise ses yok.
Susumu sindiği ağacın dibinde yarasına yaptığı pansumanı sağlamlaştırırken birşey farkediyor. Sağa doğru 3-4 ağaç yanında, ağacın dibinde zeminden farklı birşeyler var. Toprak zeminle kaplı tahta bir yüzey. Yaklaşık yarısı gözüküyor, kalan kısmı ise üzerindeki cıvık toprakla kaplanmış.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
- Tsujihara Iori
- Posts: 154
- Joined: August 30th, 2018, 10:53 pm
Re: [Kitamura Susumu & Tsujihara Iori] Esir
Susumu elemanları incelemeye başladı yanıma varınca. Ben ise onlara bakmayı geçtim, düşünmek bile pek istemiyordum şu anda. Kafamı ondan öteye çevirdim, bir göz ucuyla yaptıklarını görecek şekilde ve etrafı incelemeye devam ettim. Bu sırada da, sorusuna karşılık "İyiyim." diyecektim. Sanki bir çok şeyi açıklıyormuş gibi. Fakat yeterliydi. Daha ötesine gerek olursa, konuşurduk.
Konuşacaktım da, birilerine. Fakat o birileri Susumu değildi, en azından o olsa bile şu anda yeri değildi. Görev çağrısındayken, başı boşluğun ve duygusallığın pek bir alemi yoktu aslında, zihnimi tekrar boşatlmalıydım o yüzden. Derin bir nefes aldım ve gözlerimin köşesinden, Susumu'nun bulduğu şeyleri inceledim. Bir sembol? Acaba haydutların mıydı? Yanına almıştı Susumu ve iyi yapmıştı. Bir ipucu. Düzenliydiler muhtemelen ve kendi işaretleri olacak kadar da uzun süreli iş yapmışlardı. Bir Kusagakure shinobisi koruması altındaki kervana saldırmaları da bunun kanıtıydı aslında, saflarında bir shinobi bulundurmaları da. İkimizin halledebileceği bir şey olup olmadığını ciddi bir şekilde düşünmek gerekiyordu.
Gerçi bir şeyleri halletmemiz de gerekmezdi. Kinshi'yi sağ salim eve geri götürdüğümüz sürece, bizim işimiz tamamdı.
Susumu işini bitirince ağaçların olduğu yöne doğru ilerledik. Göl taraflarından gidesim vardı aslında ama açıklık alan oluşu planı sıkıntıya düşürürdü. Ağaçların arkasından ilerlemek her zaman için iyi olacaktı.
Özellikle kulübeyi arkada bırakmak.
Bir kilometre kadar ilerlemiştik bu ufak ormanın içerisinde ağaçtan ağaca gizlenerek. Bir sıkıntı yaşamamıştık fakat yağmurun etkisinin ağaçların altında azalması biraz yardımcı oluyordu dinlenmeme. Bir sonraki hedef için hazırlanıyordum kendi kendime. Bir sonraki hedef... Bir sonraki insan. Bir sonraki dövüş.
Bir sonraki ölüm.
Nemli suradımı sildim ve önümdeki kuleyi incelemeye başladım. İnce demirli pencereler yüksek kat seviyesi ve ince bir mimari tam bir gözcü kulesi diye bağırıyordu. Kırık kapısı da vakti zamanında terkedildiğini gösteriyordu. Gözlerimle iyice taradım görebildiğim pencereleri ve ışık aradım, eğer görebilirsem birilerinin olduğundan emin olabilirdim.
Yine de bir plana ihtiyacımız vardı. Şu anda tek giriş ön kapı gibi görünüyordu. Fakat eskiyle bu yapı, belki bazı pencerelerindeki demirler de eskimiş ve dökülmüş olabilirdi. Veya çatıdan, kulenin üst tarafından da girebilirdik, eğer girebileceğimiz bir yer var ise. Fakat şu anda emin olamamıştım, biraz daha gözlem yapmak daha yerinde olacaktı.
Yerimde çöktüm ve iyice gizlendim, Susumu'ya da eğilmesi ve yerini koruması için bir el işareti yaptım, basitçe elimi kaldırıp "Dur" gibi bir işaret yapacaktım. Ardından ışık, yıkık bir pencere, yaşama dair bir iz, çatı katından giriş gibi şeyler için gözümü dört açıp yapıyı incelemeye başlayacaktım.
Yine de her halükarda elim kılıcımdaydı. Ters bir şeyler olursa, aniden çekmek için çekinmeyecektim.
Konuşacaktım da, birilerine. Fakat o birileri Susumu değildi, en azından o olsa bile şu anda yeri değildi. Görev çağrısındayken, başı boşluğun ve duygusallığın pek bir alemi yoktu aslında, zihnimi tekrar boşatlmalıydım o yüzden. Derin bir nefes aldım ve gözlerimin köşesinden, Susumu'nun bulduğu şeyleri inceledim. Bir sembol? Acaba haydutların mıydı? Yanına almıştı Susumu ve iyi yapmıştı. Bir ipucu. Düzenliydiler muhtemelen ve kendi işaretleri olacak kadar da uzun süreli iş yapmışlardı. Bir Kusagakure shinobisi koruması altındaki kervana saldırmaları da bunun kanıtıydı aslında, saflarında bir shinobi bulundurmaları da. İkimizin halledebileceği bir şey olup olmadığını ciddi bir şekilde düşünmek gerekiyordu.
Gerçi bir şeyleri halletmemiz de gerekmezdi. Kinshi'yi sağ salim eve geri götürdüğümüz sürece, bizim işimiz tamamdı.
Susumu işini bitirince ağaçların olduğu yöne doğru ilerledik. Göl taraflarından gidesim vardı aslında ama açıklık alan oluşu planı sıkıntıya düşürürdü. Ağaçların arkasından ilerlemek her zaman için iyi olacaktı.
Özellikle kulübeyi arkada bırakmak.
Bir kilometre kadar ilerlemiştik bu ufak ormanın içerisinde ağaçtan ağaca gizlenerek. Bir sıkıntı yaşamamıştık fakat yağmurun etkisinin ağaçların altında azalması biraz yardımcı oluyordu dinlenmeme. Bir sonraki hedef için hazırlanıyordum kendi kendime. Bir sonraki hedef... Bir sonraki insan. Bir sonraki dövüş.
Bir sonraki ölüm.
Nemli suradımı sildim ve önümdeki kuleyi incelemeye başladım. İnce demirli pencereler yüksek kat seviyesi ve ince bir mimari tam bir gözcü kulesi diye bağırıyordu. Kırık kapısı da vakti zamanında terkedildiğini gösteriyordu. Gözlerimle iyice taradım görebildiğim pencereleri ve ışık aradım, eğer görebilirsem birilerinin olduğundan emin olabilirdim.
Yine de bir plana ihtiyacımız vardı. Şu anda tek giriş ön kapı gibi görünüyordu. Fakat eskiyle bu yapı, belki bazı pencerelerindeki demirler de eskimiş ve dökülmüş olabilirdi. Veya çatıdan, kulenin üst tarafından da girebilirdik, eğer girebileceğimiz bir yer var ise. Fakat şu anda emin olamamıştım, biraz daha gözlem yapmak daha yerinde olacaktı.
Yerimde çöktüm ve iyice gizlendim, Susumu'ya da eğilmesi ve yerini koruması için bir el işareti yaptım, basitçe elimi kaldırıp "Dur" gibi bir işaret yapacaktım. Ardından ışık, yıkık bir pencere, yaşama dair bir iz, çatı katından giriş gibi şeyler için gözümü dört açıp yapıyı incelemeye başlayacaktım.
Yine de her halükarda elim kılıcımdaydı. Ters bir şeyler olursa, aniden çekmek için çekinmeyecektim.
- Kitamura Susumu
- Kusagakure
- Posts: 273
- Joined: August 31st, 2018, 1:49 am
Re: [Kitamura Susumu & Tsujihara Iori] Esir
Çok olmasa da saçma bir şeye niyetlendiğimi adamları doğru düzgün inceleyemezken anladım. Göz gözü göremiyor, benim gözlem neyime? Az biraz bir şeyler seçebiliyorum ama seçmesem daha iyi olacak, o derece. Iori'nin geçirişleri, kaderin sillesi derken, epey bir yamulmuş, kaymışlar tip olarak. Kullanmam gerekirse, yanık tenlinin ilk şimşek çaktığı anda gördüğüm halini aklımda kaldığı kadarıyla kullanmaya çalışabilirim aslında ama... O da sakat iş sanırım. Az bir dudak büktüm hayal kırıklığıyla, ardından sağlarını sollarını dürtüklemeye devam ettim cesetlerin. Çok geçmeden bulduğum iki çaput parçası, incelemeyi sonlandırmak için aradığım bahane oldular. Cesetlere bir daha dönüp bakmamacasına yerimden yavaşça kalktım, bulduğum parçaları düzenlerken. Nedendir bilmem, bez parçalarına işlenmiş daireler bana Ay'ın evrelerini anımsattı. Bir nevi rozet işlevi görüyor olmalıydılar. Hangi grubu temsilen yapılmışlardı bilemesem de çıkan olaylar nedeniyle pek de iyi niyetli bir organizasyona ait olmadıklarını varsayıyorum.
Bulduğum bez parçalarını çantama sokuşturarak Iori'yi takip etmeye başladım. Zaten kulübeye varmadan önce de çok az konuşmuştuk ama sessizlik şu an nedense daha rahatsız ediciydi benim için. Yani sonuçta yanımda az önce birini öldürmüş masum suratlı bir bebe var, gayet normal bence rahatsız hissetmem. Sanırım artık gizliliği yerlerde çırpınacak kadar da önemsemiyoruz, ama yine de bir ağaçlara kaykılma durumu da var farketmedim değil. Belki ortam yumuşar, gerim gerim gerilmekten kurtulurum düşüncesiyle zaman zaman ağzımı açtığım da oldu, ancak sohbet başlatıcıların en eziği cümlelerim ağzımdan çıkamadan yok oldu her seferinde. Zaten, Gyaku-san'ın bahsetmiş olduğu eski gözlem kulesi olduğundan neredeyse emin olduğum bir yapıyı seçmeye başlamamla, belki böylesi daha iyidir diyerekten iyice sineye çektim kendimi. Olabildiğimden daha da sessizleştim. Biraz daha abanmayla, depar atmayla ulaşabileceğimiz bir mesafede karşımızda duruyor mekan. Hatta, Iori'nin bahsettiği adamlar mevzuu olmasa yapacağım ilk iş yardırıp ön kapıdan girmek bile olabilir. Severim çat kapı girmeyi ortamlara. Yapıyı biraz daha inceleyip etraftaki detaylara yoğunlaşırken, bir yandan da kendini hatırlatıp duran yarama laf dinletmek için pansumanı sıkılaştırmaya başladım. Klasik, içimden minik sövmelerimi gerçekleştirip tişörtle iyice uğraşırken çok anlamsız bir şey dikkatimi çekti. Önce, karanlıkta ne göreceğim ulan ışık oyunudur belki diye önemsemedim. Ama baktım gitmiyor gördüğüm şey, hatta inceledikçe mana kazanıyor, gözlerimi kısarak hafiften ilerlemeye başladım.
Iori de fark etti mi bilmiyorum ancak baktığım noktadaki zeminin farklılığı bana boynumdaki acıyı da, karşımdaki gözlem kulesini de anlığına unutturdu. Ellerimi pansumandan çekip hemen şurada, 3-4 ağaç uzağımda olan yere ilerlemeye başladım. Burada muhtemelen tahta bir yapı var ve yarısının açıkta olduğu göz önünde bulundurulursa kötü hava şartlarında şıppadanak ortaya çıkabileceği düşünülmemiş, yapan gerizekalının ellerine sağlık. Hafifçe eğilip tahta yüzeyin kalan kısmını kaplayan toprağı ittirmeye, boyutlarını, nedir ne işe yarardırını incelemeye başladım. Tuzakla falan göte gelme durumunun olmayacağından eminsem ve kapak gibi bir şeyler varsa aralamaya çalışacağım.
Bulduğum bez parçalarını çantama sokuşturarak Iori'yi takip etmeye başladım. Zaten kulübeye varmadan önce de çok az konuşmuştuk ama sessizlik şu an nedense daha rahatsız ediciydi benim için. Yani sonuçta yanımda az önce birini öldürmüş masum suratlı bir bebe var, gayet normal bence rahatsız hissetmem. Sanırım artık gizliliği yerlerde çırpınacak kadar da önemsemiyoruz, ama yine de bir ağaçlara kaykılma durumu da var farketmedim değil. Belki ortam yumuşar, gerim gerim gerilmekten kurtulurum düşüncesiyle zaman zaman ağzımı açtığım da oldu, ancak sohbet başlatıcıların en eziği cümlelerim ağzımdan çıkamadan yok oldu her seferinde. Zaten, Gyaku-san'ın bahsetmiş olduğu eski gözlem kulesi olduğundan neredeyse emin olduğum bir yapıyı seçmeye başlamamla, belki böylesi daha iyidir diyerekten iyice sineye çektim kendimi. Olabildiğimden daha da sessizleştim. Biraz daha abanmayla, depar atmayla ulaşabileceğimiz bir mesafede karşımızda duruyor mekan. Hatta, Iori'nin bahsettiği adamlar mevzuu olmasa yapacağım ilk iş yardırıp ön kapıdan girmek bile olabilir. Severim çat kapı girmeyi ortamlara. Yapıyı biraz daha inceleyip etraftaki detaylara yoğunlaşırken, bir yandan da kendini hatırlatıp duran yarama laf dinletmek için pansumanı sıkılaştırmaya başladım. Klasik, içimden minik sövmelerimi gerçekleştirip tişörtle iyice uğraşırken çok anlamsız bir şey dikkatimi çekti. Önce, karanlıkta ne göreceğim ulan ışık oyunudur belki diye önemsemedim. Ama baktım gitmiyor gördüğüm şey, hatta inceledikçe mana kazanıyor, gözlerimi kısarak hafiften ilerlemeye başladım.
Iori de fark etti mi bilmiyorum ancak baktığım noktadaki zeminin farklılığı bana boynumdaki acıyı da, karşımdaki gözlem kulesini de anlığına unutturdu. Ellerimi pansumandan çekip hemen şurada, 3-4 ağaç uzağımda olan yere ilerlemeye başladım. Burada muhtemelen tahta bir yapı var ve yarısının açıkta olduğu göz önünde bulundurulursa kötü hava şartlarında şıppadanak ortaya çıkabileceği düşünülmemiş, yapan gerizekalının ellerine sağlık. Hafifçe eğilip tahta yüzeyin kalan kısmını kaplayan toprağı ittirmeye, boyutlarını, nedir ne işe yarardırını incelemeye başladım. Tuzakla falan göte gelme durumunun olmayacağından eminsem ve kapak gibi bir şeyler varsa aralamaya çalışacağım.
- GM - Naruto
- Game Master
- Posts: 2811
- Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm
Re: [Kitamura Susumu & Tsujihara Iori] Esir
Iori: Ağacın dibine iyice çöküyorsun. İçeriden bir hareket yok. Ses konusunda emin olamıyorsun. Bulunduğunuz mesafenin üzerine hava şartları da eklenince pek birşey duyman mümkün değil. Camlara bakıyorsun tek tek, parmaklıkların yapısını inceliyorsun. Kırıldıkları, eksik oldukları yerler yok. Sadece şimşeklerden sonra hafif bronza kaçan renklerini farkediyorsun. Muhtemelen fazlasıyla paslılar. Ancak kalınlıklarından ötürü fazlasıyla sağlam duruyorlar.
Parmaklıklar pencere girintilerinde, beton zemine sabitler. Yerlerinden çıkarılabilecek gibi de durmuyorlar.
Susumu: Yaranı, acını unutarak gördüğün şeye ilerliyorsun. İlerlerken kendini açığa çıkarmamak için yine ağaçları kullanıyorsun.
Tahta yüzeyin yarısı çamurla kaplı. Kalın bir yüzey. Üzerini temizlerken zorlanıyorsun bu nedenle. Yaklaşık 50x50lik, kare bir tahta. Çok kalın sayılmaz. Açığa çıkması ise muhtemelen yağmur yüzünden toprağın deforme olmasından kaynaklı. Dibindeki ağacın ortaya çıkan kökleri de bu teoriyi destekliyor.
Tahtayı hafifçe yerinden oynatıyorsun. Harekete geçen, tetiklenen birşey yok. Emin olmak için kunaini çıkararak tahtanın alt kısmına sokuyor ve tam bir tur çeviriyorsun zemin boyunca. Takılan birşey yok. Ancak alt kısımda bir boşluk olduğuna emin oluyorsun. Tahta zemini hafifçe ittiriyorsun. Tamamen karanlık bir çukur. Şimşeği bekliyor ve net bir görüş elde ediyorsun. Aşağıya doğru uzanan, yaklaşık bir metrelik bir merdiven var. Merdivenin bittiği noktadan, hedeflediğiniz binaya doğru giden tünelimsi birşey var. Boyutları hakkında tam bir çıkarım yapmak zor çünkü neredeyse tamamen çamurlu suyla kaplanmış bu alan. Tünelimsi alanda belki 1-2 başlık boşluk kalmış suyun hücum etmediği. Tamamen dolması çok uzun sürmez.
Iori: Pencerelerin içini görebilecekmiş gibi gözlemlemeye devam ediyorsun binayı. Elin, kılıcının kabzasında. Bu sırada yağmur biraz daha artıyor, her bir damla vücudunuza mermi gibi iniyor. Şimşekler ise, sanki kıyameti müjdelermiş gibi artıyor. Gök hiç olmadığı kadar hışımla gürlüyor. İkinci katta en sağ pencerede bir ışık görüyorsun milisaniyelik bir anda. Yanıyor ve sönüyor. Bakışların oraya yöneliyor.
Bu ışık patlamasından sonra siyah bir silüet binanın arka tarafından, sağ yüzüne doğru depara kalkıyor. Kılıcın bir santim çıkıyor yerinden. Adam hızını koruyor, hatta biraz daha arttırıp, binanın yine sağ tarafındaki bir ağaca atılıyor. Ağaç gövdesinde bir saniye bile durmadan ağaçtan kuvvet alarak yukarıya doğru, çapraz bir şekilde uçuşa geçiyor.
Güç aldığı ağacın yana doğru eğildiğini görüyorsun, gözlerin adamı takip etmekte zorlanıyor. Kılıcın biraz daha hareketleniyor. Gökyüzü silüetin hareketlerine uyum sağlayarak, ard arda çakan şimşekler ile neredeyse iki saniye aydınlanıyor. Adam havada uçuşunu bir taklayla süsleyerek mevcut hızını kuleye dalmak için kullanıyor. Kuvvetle savurduğu yumruk, kulenin orta yüksekliklerinde bir yere isabet ediyor. Kulenin sağ yüzeyinde, adamın darbesinden ötürü bir yarık oluşuyor ve dengesi tamamen bozuluyor. Sağ tarafa doğru devrilmeye başlıyor. 2-3 saniye içerisinde muhtemelen zeminle bütünleşecek. Kulenin devrilen parçası binanı üzerine denk gelirse dayanıp dayanamayacağına dair bir fikrin yok.
Adamın içeriye dalış yaptığı anda, gözlerin başka bir yere kayıyor. İkinci katta, orta kısma yakın olan sağ pencere. Binanın en sağında önce sarı-kırmızı tonlarında bir ışık beliriyor. Ardından bu ışık, sol kısma doğru artarak ilerlerken sanki bir engele çarpmış gibi duruyor ve bu pencereden dışarı taşıyor. Alevler.
Çevrende hareket yok. Adamın kuleye indirdiği darbeden ötürü kopan gürültü ise yağmur tarafından yutulmuş durumda. Binanın çevresinde, en azından görebildiğin kısımda sizden başka birini tespit edemiyorsun.
Susumu: Yer altındaki geçidi incelerken bir gümbürtü kopuyor. Yerine sinerek kafanı uzatıyorsun ağacın kenarından. Az önce dimdik olan kule sağa doğru yatık. Kafan mı yatık kule mi yatık bunu sorgularken kule yere olan açısını giderek azaltıyor. Binanın ortaya yakın olan sağ penceresinden dışarı ise alevler fışkırıyor. Sol tarafta ışığa dair birşey yok.
Aranızdaki mesafe tahmini olarak 10 metre. Birbirinizin görüş açısındasınız.
Parmaklıklar pencere girintilerinde, beton zemine sabitler. Yerlerinden çıkarılabilecek gibi de durmuyorlar.
Susumu: Yaranı, acını unutarak gördüğün şeye ilerliyorsun. İlerlerken kendini açığa çıkarmamak için yine ağaçları kullanıyorsun.
Tahta yüzeyin yarısı çamurla kaplı. Kalın bir yüzey. Üzerini temizlerken zorlanıyorsun bu nedenle. Yaklaşık 50x50lik, kare bir tahta. Çok kalın sayılmaz. Açığa çıkması ise muhtemelen yağmur yüzünden toprağın deforme olmasından kaynaklı. Dibindeki ağacın ortaya çıkan kökleri de bu teoriyi destekliyor.
Tahtayı hafifçe yerinden oynatıyorsun. Harekete geçen, tetiklenen birşey yok. Emin olmak için kunaini çıkararak tahtanın alt kısmına sokuyor ve tam bir tur çeviriyorsun zemin boyunca. Takılan birşey yok. Ancak alt kısımda bir boşluk olduğuna emin oluyorsun. Tahta zemini hafifçe ittiriyorsun. Tamamen karanlık bir çukur. Şimşeği bekliyor ve net bir görüş elde ediyorsun. Aşağıya doğru uzanan, yaklaşık bir metrelik bir merdiven var. Merdivenin bittiği noktadan, hedeflediğiniz binaya doğru giden tünelimsi birşey var. Boyutları hakkında tam bir çıkarım yapmak zor çünkü neredeyse tamamen çamurlu suyla kaplanmış bu alan. Tünelimsi alanda belki 1-2 başlık boşluk kalmış suyun hücum etmediği. Tamamen dolması çok uzun sürmez.
Iori: Pencerelerin içini görebilecekmiş gibi gözlemlemeye devam ediyorsun binayı. Elin, kılıcının kabzasında. Bu sırada yağmur biraz daha artıyor, her bir damla vücudunuza mermi gibi iniyor. Şimşekler ise, sanki kıyameti müjdelermiş gibi artıyor. Gök hiç olmadığı kadar hışımla gürlüyor. İkinci katta en sağ pencerede bir ışık görüyorsun milisaniyelik bir anda. Yanıyor ve sönüyor. Bakışların oraya yöneliyor.
Bu ışık patlamasından sonra siyah bir silüet binanın arka tarafından, sağ yüzüne doğru depara kalkıyor. Kılıcın bir santim çıkıyor yerinden. Adam hızını koruyor, hatta biraz daha arttırıp, binanın yine sağ tarafındaki bir ağaca atılıyor. Ağaç gövdesinde bir saniye bile durmadan ağaçtan kuvvet alarak yukarıya doğru, çapraz bir şekilde uçuşa geçiyor.
Güç aldığı ağacın yana doğru eğildiğini görüyorsun, gözlerin adamı takip etmekte zorlanıyor. Kılıcın biraz daha hareketleniyor. Gökyüzü silüetin hareketlerine uyum sağlayarak, ard arda çakan şimşekler ile neredeyse iki saniye aydınlanıyor. Adam havada uçuşunu bir taklayla süsleyerek mevcut hızını kuleye dalmak için kullanıyor. Kuvvetle savurduğu yumruk, kulenin orta yüksekliklerinde bir yere isabet ediyor. Kulenin sağ yüzeyinde, adamın darbesinden ötürü bir yarık oluşuyor ve dengesi tamamen bozuluyor. Sağ tarafa doğru devrilmeye başlıyor. 2-3 saniye içerisinde muhtemelen zeminle bütünleşecek. Kulenin devrilen parçası binanı üzerine denk gelirse dayanıp dayanamayacağına dair bir fikrin yok.
Adamın içeriye dalış yaptığı anda, gözlerin başka bir yere kayıyor. İkinci katta, orta kısma yakın olan sağ pencere. Binanın en sağında önce sarı-kırmızı tonlarında bir ışık beliriyor. Ardından bu ışık, sol kısma doğru artarak ilerlerken sanki bir engele çarpmış gibi duruyor ve bu pencereden dışarı taşıyor. Alevler.
Çevrende hareket yok. Adamın kuleye indirdiği darbeden ötürü kopan gürültü ise yağmur tarafından yutulmuş durumda. Binanın çevresinde, en azından görebildiğin kısımda sizden başka birini tespit edemiyorsun.
Susumu: Yer altındaki geçidi incelerken bir gümbürtü kopuyor. Yerine sinerek kafanı uzatıyorsun ağacın kenarından. Az önce dimdik olan kule sağa doğru yatık. Kafan mı yatık kule mi yatık bunu sorgularken kule yere olan açısını giderek azaltıyor. Binanın ortaya yakın olan sağ penceresinden dışarı ise alevler fışkırıyor. Sol tarafta ışığa dair birşey yok.
Aranızdaki mesafe tahmini olarak 10 metre. Birbirinizin görüş açısındasınız.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
- Kitamura Susumu
- Kusagakure
- Posts: 273
- Joined: August 31st, 2018, 1:49 am
Re: [Kitamura Susumu & Tsujihara Iori] Esir
Tam bir yıllaaan gizliliğinde tahta yapıya yanaşarak incelemeye başladım. Umduğum gibi, bir kapak çıkması beni ilk başta sevindirdi. Hatta herhangi bir yamuğunun olmaması bu sevincimi perçinledi, ancak kapağı kaldırmamla gördüğüm sahne bu sevincimi uçurup götürdü. İçeriye, ağzına kadar olmasa da bayağı bir su basmış. Hayır ben ne bekliyordum ki zaten? Lanet yerde yağmur yüzünden sağlam ağaç bile kalmıyorken kupkuru, konforlu bir geçit bulmayı mı? Kendi kendime sinirlendim az biraz. Ulan... Ben yüzme de bilmiyorum ki! Bazı shinobilerin bırak yüzmeyi, su altında nefes bile alabildiğini duymuştum ama gerizekalı ve asosyal bir terliksi hayvandan hallice olduğumdan bunları öğrenme gereği duymadım. Şimdi de ceremesini çekiyor gibi hissediyorum. Kendime duyduğum sinir biraz daha arttı, ancak bu da uzun sürmedi. Bir anlığına gök falan mı yarıldı diye düşündüğüm bir gürültü beni yerimde kedi gibi sıçrattı.
"Oha amnskym!" diye hızlıca söverekten büzüştüm sıçramamı takriben. Hayır gök falan yarılma zahmetinde değildi henüz, ama karşıdaki gözlem kulesinin de canı pek sıkılmış gibi bir hali vardı. Garipliğe anlam verebilmek için refleks olarak kafamı doksan derece yana yatırdım iyice, o zaman dank etti bir şeyler. Kafam yatıkken normal olan görüntü kafamı düzeltince garipleşiyorsa, kule yıkılmış olmalıydı. Sırf bunu düşünmek bile az önce kendime olan kızgınlığımı geri getirmişti. Acaba, sırıtık velet boynumdan parça koparırken beynimim ucunu falan da mı emiklemişti, bu ne yavaş çalışmak, bu ne saçma analiz yahu? Büzüşmemi bozup tekrar gevşerken yavaşça yerimden ayağa kalktım ve karşımdaki sahneye iyice odaklandım. Iori de aynı şekilde az ötemde durmuş karşıyı izliyordu. Ben kapakla uğraşırken kulenin neden devrilmeye karar vermiş olduğunu görmüş olabilir, ancak kule de yerinde durmuyor hani kopmaya diskolarda coşmaya devam ediyor resmen. Üstelik, yangın da çıktı anasını satayım. Bu hengameyi uzaktan uzaktan izlemek keyif sigarası yakma isteği yaratsa da bu hissi bastırıp Iori'ye iyice yanaştım.
Omzunu dürtükleyip bulduğum kapağı işaret ettim önce, bir şey demeden. Ardından, "Muhtemelen kuleye giden bir tünel, ama suyla dolmuş." diye durumu açıkladım. "Direkt kuleye gidip olaya dalmak daha mantıklı sanırım." diye de kendi fikrimi ekledim üstüne. Açıkçası, tüneli tercih etmesini istemem. Hem yavaş, hem de yüzmek sıkıntı. Ayrı gayrı yollara düşmeyi de istemiyorum, takım dediği geçici olarak kurulmuş olsa da ayrılmaz. Bu sebeplerden ötürü kararı Iori'ye bırakacağım. Tünel derse tünel, direkt gitmek derse direkt gitmeyi tercih edeceğim.
"Oha amnskym!" diye hızlıca söverekten büzüştüm sıçramamı takriben. Hayır gök falan yarılma zahmetinde değildi henüz, ama karşıdaki gözlem kulesinin de canı pek sıkılmış gibi bir hali vardı. Garipliğe anlam verebilmek için refleks olarak kafamı doksan derece yana yatırdım iyice, o zaman dank etti bir şeyler. Kafam yatıkken normal olan görüntü kafamı düzeltince garipleşiyorsa, kule yıkılmış olmalıydı. Sırf bunu düşünmek bile az önce kendime olan kızgınlığımı geri getirmişti. Acaba, sırıtık velet boynumdan parça koparırken beynimim ucunu falan da mı emiklemişti, bu ne yavaş çalışmak, bu ne saçma analiz yahu? Büzüşmemi bozup tekrar gevşerken yavaşça yerimden ayağa kalktım ve karşımdaki sahneye iyice odaklandım. Iori de aynı şekilde az ötemde durmuş karşıyı izliyordu. Ben kapakla uğraşırken kulenin neden devrilmeye karar vermiş olduğunu görmüş olabilir, ancak kule de yerinde durmuyor hani kopmaya diskolarda coşmaya devam ediyor resmen. Üstelik, yangın da çıktı anasını satayım. Bu hengameyi uzaktan uzaktan izlemek keyif sigarası yakma isteği yaratsa da bu hissi bastırıp Iori'ye iyice yanaştım.
Omzunu dürtükleyip bulduğum kapağı işaret ettim önce, bir şey demeden. Ardından, "Muhtemelen kuleye giden bir tünel, ama suyla dolmuş." diye durumu açıkladım. "Direkt kuleye gidip olaya dalmak daha mantıklı sanırım." diye de kendi fikrimi ekledim üstüne. Açıkçası, tüneli tercih etmesini istemem. Hem yavaş, hem de yüzmek sıkıntı. Ayrı gayrı yollara düşmeyi de istemiyorum, takım dediği geçici olarak kurulmuş olsa da ayrılmaz. Bu sebeplerden ötürü kararı Iori'ye bırakacağım. Tünel derse tünel, direkt gitmek derse direkt gitmeyi tercih edeceğim.
- Tsujihara Iori
- Posts: 154
- Joined: August 30th, 2018, 10:53 pm
Re: [Kitamura Susumu & Tsujihara Iori] Esir
Demirliklerle şansım yaver gitmemişti. Yaşlı oldukları aşikardı fakat bu yaşlılığa dayanabilecek şekilde üretildikleri de belliydi. Oradan bize bir şeyler çıkmayacak gibi görünüyordu. Aslında mantıklı düşününce, ön kapı dışında başka bir yerlerden içeri girebilmemiz saçma olurdu; burası bir gözcü kulesiydi muhtemelen ve güvenlik had safhada olacak şekilde tasarlanıp inşa edilmişti. Tek şans binanın yaşı sebebiyle oluşabilecek olan hasarlar ve yıkıntılardı. Lakin görünürde o da yoktu.
"Yapacak bir şey yok" diye içimden geçirdim ve bir plan tasarlamaya başladım aklımda. Tam bu sırada ise, başka hareketlenmeler olmuştu. İkinci katta bir şeyler yanıp sönmüştü, bir saniyeliğine. İçeride canlı vardı, emin olmuştum. Beklediğim sinyaldi resmen bu.
Fakat harekete geçmemi engelleyen bir gelişme daha olmuş, yere biraz daha sinmemi ve kılıcımı kabzasından bir kaç santim serbest bırakmamı sağlamıştı. Bir silüet, sanırım bir erkeğe ait olan bir silüet hatta, binanın arka tarafından bize göre sağda kalan cephesine doğru koşturmaya başlamıştı. Hızını arttırarak bu koşuşunu devam ettirdi ve bir ağaca sıçradı. Sıçradıktan sonra da, ondan destek alarak daha yükseğe zıpladı. Tertemiz bir şekilde görebiliyordum onu, yıldırımlar gök yüzünde çakarken beyaz arkaplandaki siyah bir toz parçası gibiydi.
Ardından pek de inanamayacağım, rapora yazarken bile tereddüt edeceğim bir şey oldu.
Eleman binanın üstündeki kuleye doğru uçtu ve bir yumruk geçirdi. Kule, bu yumruğa dayanamayarak yana yatmaya başladı ve kökünü binadan ayırdı! "Ğha?" Bir kaşımı kaldırmış ve dudaklarımı ekşitmiştim; çok güçlü Taijutsu kullanıcıları ile karşılaşmamıştım ama duymuştum. Var olduklarından ziyade birini karşımda görmüş olmak şaşırtıyordu. Böyle yumruklar nadir bulunurdu. O yumruğun diğer tarafında olmak asla istediğim bir şey değildi ama görev gerektiriyorsa, önüne çıkacaktım da.
Kule git gide eğilmeye başladı ve açılan yarıktan içeri daldı eleman. Ardından ikinci katın orta kısımlarına doğru, sağ tarafta kalan bir pencereden alevleri gördüm. İçeride her ne oluyorsa işler kızışıyordu. Harekete geçme sırası bizdeydi artık. Gözlerimi tekrar keskinleştirdim ve devrilen kuleye baktım, ardından Susumu beni omzumdan dürttü.
Arka tarafta bir şeylerle uğraşıyordu, bir şeyler bulmuştu. Bir yer altı geçidi, fakat su ile dolmuş. Muhtemelen tek gitsem geçebilirdim zira suyun altında nefes almamı sağlayan bir teknik biliyordum, ancak ayrılmamız mantıklı değildi. Bakışımı ondan öteye, tekrar devrilen kuleye ve yarığa çevirdim. "Haklısın. Yarıktan içeri girelim, kaybedecek pek vaktimiz yok. İçeri daldığımız gibi savaşa hazır olalım." Dedim, ardından kılıcımı çektim ve Shunshin için gerekli tek el mührünü yaptım; tek seferde, hareketimi bozmadan kuleye varana kadar hızlıca hareket edecektim. Olabilecek en hızlı şekilde varmamız gerekliydi, varınca ayaklarıma chakra odaklayıp zıplayabileceğim en yüksek mesafeye zıplayacaktım, ardından ayaklarımdaki chakra ile duvara yapışıp koşmaya devam edecektim. Amacım adamın açtığı yarıktan içeri, hemen arkasından girmekti. Susumu'nun beni takip edeceğinden emindim.
Elemanın ana kapıyı kullanmayışı biraz tedirgin etmişti beni. İçimde oluşan ilk fikir kapıdan girmekti ama tuzak olma ihtimalini daha bu herif ortaya çıkmadan zihnimin arkadalarında gezdiriyordum. Herif ise bize yeni bir kapı oluşturmuştu. Onunla karşılaşmamız gerekirse, dediğim gibi, yapacak bir şeyim yoktu. Kırık kaburgalar ne kadar acıyabilirdi ki zaten?
Kaldı ki ortada bir Kusagakure shinobisinin hayatı söz konusuydu ve onun hayatı vücudumdaki tüm kemiklerden değerliydi. İçeri daldığım gibi önce ortamı bir anlığına inceleyecek, ardından üzerime gelecek herhangi bir saldırı için hazırlık yapacaktım.
"Yapacak bir şey yok" diye içimden geçirdim ve bir plan tasarlamaya başladım aklımda. Tam bu sırada ise, başka hareketlenmeler olmuştu. İkinci katta bir şeyler yanıp sönmüştü, bir saniyeliğine. İçeride canlı vardı, emin olmuştum. Beklediğim sinyaldi resmen bu.
Fakat harekete geçmemi engelleyen bir gelişme daha olmuş, yere biraz daha sinmemi ve kılıcımı kabzasından bir kaç santim serbest bırakmamı sağlamıştı. Bir silüet, sanırım bir erkeğe ait olan bir silüet hatta, binanın arka tarafından bize göre sağda kalan cephesine doğru koşturmaya başlamıştı. Hızını arttırarak bu koşuşunu devam ettirdi ve bir ağaca sıçradı. Sıçradıktan sonra da, ondan destek alarak daha yükseğe zıpladı. Tertemiz bir şekilde görebiliyordum onu, yıldırımlar gök yüzünde çakarken beyaz arkaplandaki siyah bir toz parçası gibiydi.
Ardından pek de inanamayacağım, rapora yazarken bile tereddüt edeceğim bir şey oldu.
Eleman binanın üstündeki kuleye doğru uçtu ve bir yumruk geçirdi. Kule, bu yumruğa dayanamayarak yana yatmaya başladı ve kökünü binadan ayırdı! "Ğha?" Bir kaşımı kaldırmış ve dudaklarımı ekşitmiştim; çok güçlü Taijutsu kullanıcıları ile karşılaşmamıştım ama duymuştum. Var olduklarından ziyade birini karşımda görmüş olmak şaşırtıyordu. Böyle yumruklar nadir bulunurdu. O yumruğun diğer tarafında olmak asla istediğim bir şey değildi ama görev gerektiriyorsa, önüne çıkacaktım da.
Kule git gide eğilmeye başladı ve açılan yarıktan içeri daldı eleman. Ardından ikinci katın orta kısımlarına doğru, sağ tarafta kalan bir pencereden alevleri gördüm. İçeride her ne oluyorsa işler kızışıyordu. Harekete geçme sırası bizdeydi artık. Gözlerimi tekrar keskinleştirdim ve devrilen kuleye baktım, ardından Susumu beni omzumdan dürttü.
Arka tarafta bir şeylerle uğraşıyordu, bir şeyler bulmuştu. Bir yer altı geçidi, fakat su ile dolmuş. Muhtemelen tek gitsem geçebilirdim zira suyun altında nefes almamı sağlayan bir teknik biliyordum, ancak ayrılmamız mantıklı değildi. Bakışımı ondan öteye, tekrar devrilen kuleye ve yarığa çevirdim. "Haklısın. Yarıktan içeri girelim, kaybedecek pek vaktimiz yok. İçeri daldığımız gibi savaşa hazır olalım." Dedim, ardından kılıcımı çektim ve Shunshin için gerekli tek el mührünü yaptım; tek seferde, hareketimi bozmadan kuleye varana kadar hızlıca hareket edecektim. Olabilecek en hızlı şekilde varmamız gerekliydi, varınca ayaklarıma chakra odaklayıp zıplayabileceğim en yüksek mesafeye zıplayacaktım, ardından ayaklarımdaki chakra ile duvara yapışıp koşmaya devam edecektim. Amacım adamın açtığı yarıktan içeri, hemen arkasından girmekti. Susumu'nun beni takip edeceğinden emindim.
Elemanın ana kapıyı kullanmayışı biraz tedirgin etmişti beni. İçimde oluşan ilk fikir kapıdan girmekti ama tuzak olma ihtimalini daha bu herif ortaya çıkmadan zihnimin arkadalarında gezdiriyordum. Herif ise bize yeni bir kapı oluşturmuştu. Onunla karşılaşmamız gerekirse, dediğim gibi, yapacak bir şeyim yoktu. Kırık kaburgalar ne kadar acıyabilirdi ki zaten?
Kaldı ki ortada bir Kusagakure shinobisinin hayatı söz konusuydu ve onun hayatı vücudumdaki tüm kemiklerden değerliydi. İçeri daldığım gibi önce ortamı bir anlığına inceleyecek, ardından üzerime gelecek herhangi bir saldırı için hazırlık yapacaktım.
- GM - Naruto
- Game Master
- Posts: 2811
- Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm
Re: [Kitamura Susumu & Tsujihara Iori] Esir
İlerleyişiniz esnasında kulenin kopan kısmı düşüşünü sürdürüyor. Binanın sağ tarafına doğru devrilen kule önce binanın eğik tavanına çarpıyor, ardından zeminle bütünleşiyor. Sağnak yağmurun sesini bastıracak bir gümbürtü çıkarıyor bu. Binanın sarsıldığını hissediyorsunuz. Ancak görevine layık bir sağlamlıkta, herhangi bir zarar görmemiş gibi.
İkinci katın duvarına sabitlendiğiniz o kısa anda, Iori sol taraftaki pencerelerden yakın olanından içeriye bir bakış fırlatıyor. Binanın sol yüzeyindeki penceresinden giren birkaç ışık hüzmesi. Yere bakıyor. Yerde düzenli bir şekilde yerleştirilmiş birkaç parşömen görüyor.
Kulenin yaklaşık yarısı yıkılmış durumda. Siz sağlam kalan ve girişi açık olan kısımdan içeriye dalıyorsunuz. Düz bir zemin. Ortasında büyükçe bir yarık var. Yarığın ulaşım sağladığı yerde, yani kulenin bir alt katında zeminde yine benzer bir yarık. Sizin giriş yaptığınız katta alt katlara ulaşım sağlayan dairesel bir merdiven bulunuyor sağ duvar hizasında. Ancak buraya dalan adamın normal yollarla ile ilerlemek gibi bir niyeti yok.
Binada kopan yeni bir gümbürtü ile sarsılıyor. Siz ise daha fazla vakit kaybetmeden katların zemininde açılmış yarıklardan serbest düşüşe geçiyorsunuz. Zemin ile temas ettiğiniz anda gardınızı alıyorsunuz. Geniş bir odadasınız. Odanın tavanı yukarıya doğru uzayarak, kulenin başladığı noktada birleşiyor. Binanın konik yapısındaki ara kat muhtemelen. Düştüğünüz yer odanın ortalarına tekabül ediyor. Sağ tarafınızda kuleye ve alt katlara ulaşım sağlayan merdivenlerin başlangıcı var. Odanın sağ köşesi ise masalarla dolu. Masaların çevresinde kırık sandalyeler, çevreye dağılmış eşyalar var. Belki kulenin yıkılması belki de kullanılmayan normal bir oda. Durup inceleyecek zaman bulamıyorsunuz.
Adamın odanın sol tarafında. Göl kenarından kule taraflarına ilerlediğini gördüğünüz elemanlar ile aynı giyim tarzına sahip. Tek dizi kırık biçimde, ayağının altındaki zemine odaklı. Siz zeminle buluştuktan yarım saniye sonra, sağ eliyle zemine bir yumruk geçiriyor ve zemini tamamen yıkıyor. Yıkılan zemin ise onu bir alt kata ulaştırıyor.
Bağrışmalar duyuyorsunuz. Yardım için haykıran iki erkek sesi. Bu bağrışmalarda cesaretten eser yok. Bağrışmaları takip eden bir kadın sesi. 'Duvara !' diye bağrıyor. Zemindeki yarığa en yakın kişi olan Iori, istemsizce 4-5 hızlı adım atarak alt katı görebileceği bir noktaya ilerliyor.
Adam henüz doğrulma aşamasında. Tam olarak dikilemeden sağ omzuna, karnına ve tam suratının ortasına birşeyler isabet ediyor. Iori bunun bir fuuton tekniği olduğunun anlayabiliyor. Adam vücuduna isabet eden bu şeylerden sonra görüş açısından çıkıyor Iori'nin. Çıkan sese bakarsa duvara yapışıyor isabet eden darbelerden ötürü.
Susumu ise, Iori alt katı incelerken iniş yaptığınız yerin sağ tarafındaki merdivenlere dönüyor. Alt kattan gelen boğuk konuşma seleri. Birkaç küfürü seçip çıkarabiliyor içinden. Bu küfürlerin en harlı halinde tekrar alevler beliriyor ve bir kısmı merdivenlerden üste kadar ulaşıyor. Dikkatini çeken nokta, alt katta gördüğün ilk alevler sağ taraftan sol tarafa doğru ilerlerken, bu seferkinin kaynağı tam tersi gibi duruyor. En azından ışıltının başladığı noktayı hesapladığında bu çıkarıma varabiliyorsun. Alevler bir saniye sonra sonlanıyor.
İkinci katın duvarına sabitlendiğiniz o kısa anda, Iori sol taraftaki pencerelerden yakın olanından içeriye bir bakış fırlatıyor. Binanın sol yüzeyindeki penceresinden giren birkaç ışık hüzmesi. Yere bakıyor. Yerde düzenli bir şekilde yerleştirilmiş birkaç parşömen görüyor.
Kulenin yaklaşık yarısı yıkılmış durumda. Siz sağlam kalan ve girişi açık olan kısımdan içeriye dalıyorsunuz. Düz bir zemin. Ortasında büyükçe bir yarık var. Yarığın ulaşım sağladığı yerde, yani kulenin bir alt katında zeminde yine benzer bir yarık. Sizin giriş yaptığınız katta alt katlara ulaşım sağlayan dairesel bir merdiven bulunuyor sağ duvar hizasında. Ancak buraya dalan adamın normal yollarla ile ilerlemek gibi bir niyeti yok.
Binada kopan yeni bir gümbürtü ile sarsılıyor. Siz ise daha fazla vakit kaybetmeden katların zemininde açılmış yarıklardan serbest düşüşe geçiyorsunuz. Zemin ile temas ettiğiniz anda gardınızı alıyorsunuz. Geniş bir odadasınız. Odanın tavanı yukarıya doğru uzayarak, kulenin başladığı noktada birleşiyor. Binanın konik yapısındaki ara kat muhtemelen. Düştüğünüz yer odanın ortalarına tekabül ediyor. Sağ tarafınızda kuleye ve alt katlara ulaşım sağlayan merdivenlerin başlangıcı var. Odanın sağ köşesi ise masalarla dolu. Masaların çevresinde kırık sandalyeler, çevreye dağılmış eşyalar var. Belki kulenin yıkılması belki de kullanılmayan normal bir oda. Durup inceleyecek zaman bulamıyorsunuz.
Adamın odanın sol tarafında. Göl kenarından kule taraflarına ilerlediğini gördüğünüz elemanlar ile aynı giyim tarzına sahip. Tek dizi kırık biçimde, ayağının altındaki zemine odaklı. Siz zeminle buluştuktan yarım saniye sonra, sağ eliyle zemine bir yumruk geçiriyor ve zemini tamamen yıkıyor. Yıkılan zemin ise onu bir alt kata ulaştırıyor.
Bağrışmalar duyuyorsunuz. Yardım için haykıran iki erkek sesi. Bu bağrışmalarda cesaretten eser yok. Bağrışmaları takip eden bir kadın sesi. 'Duvara !' diye bağrıyor. Zemindeki yarığa en yakın kişi olan Iori, istemsizce 4-5 hızlı adım atarak alt katı görebileceği bir noktaya ilerliyor.
Adam henüz doğrulma aşamasında. Tam olarak dikilemeden sağ omzuna, karnına ve tam suratının ortasına birşeyler isabet ediyor. Iori bunun bir fuuton tekniği olduğunun anlayabiliyor. Adam vücuduna isabet eden bu şeylerden sonra görüş açısından çıkıyor Iori'nin. Çıkan sese bakarsa duvara yapışıyor isabet eden darbelerden ötürü.
Susumu ise, Iori alt katı incelerken iniş yaptığınız yerin sağ tarafındaki merdivenlere dönüyor. Alt kattan gelen boğuk konuşma seleri. Birkaç küfürü seçip çıkarabiliyor içinden. Bu küfürlerin en harlı halinde tekrar alevler beliriyor ve bir kısmı merdivenlerden üste kadar ulaşıyor. Dikkatini çeken nokta, alt katta gördüğün ilk alevler sağ taraftan sol tarafa doğru ilerlerken, bu seferkinin kaynağı tam tersi gibi duruyor. En azından ışıltının başladığı noktayı hesapladığında bu çıkarıma varabiliyorsun. Alevler bir saniye sonra sonlanıyor.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.