[Yamato Ryuji & Kotegawa Ooki] Tutsak
- Yamato Ryuji
- Posts: 65
- Joined: November 8th, 2018, 11:06 pm
Re: [Yamato Ryuji & Kotegawa Ooki] Tutsak
Arkasından yaklaştığım anda boynuna kunai saplayıp öldürebileceğim rakibimle yerde tepişirken bu hareketi yapmadığım için birkaç saniye için pişmanlık duysam da kafayı geçirip dövüşümüzü sonlandırdığım anda pişmanlık duygusundan kurtulmuştum. Hatta böyle düşündüğüm için kendimi yetersiz bile bulmuştum. Çünkü araştırmamızın devamını sağlamak için bu adamı canlı yakalayıp konuşturmamız gerekiyordu. Pek sorgu tekniği bilmesem de aklımda parıldayan birkaç fikirle doğaçlama yaparak işin içinden çıkabileceğimi düşünüyordum.
Sürekli olarak birilerinden bahseden rakibimin ne hakkında konuştuğunu anlamak imkansızdı. Fakat mantık yürütmek gerekirse onu başımıza gözcü olarak dikip bize saldırma görevi veren birileri vardı ve kendisine vaatlerde bulunmuştu. Şimdi de, dayak yediği için o kişiyi suçluyordu. Kendisine ihanet edildiğini düşünüyor gibiydi. Gözleri kapanmadan önce baktığı yön özellikle dikkatimi çekmişti. Boş değil, son derece anlamlı ve beklenti güdüsüyle attığı o bakışın yönünü aklımda tutacaktım. Bundan sonra gitmemiz gereken yer büyük ihtimalle o yönde olacaktı. Farklı bir açıdan yaklaşırsam, bu yön, daha fazla düşmanın geleceği yön de olabilirdi. Rakibimin sözlerinden sonra gardımızı olduğundan daha gergin durumda havada tutmamız gerektiğinin elzem olduğunu düşünmüştüm.
Küfürbaz düşmanım, vücudunu yenilmişlik ve dövülmüşlüğe teslim ederken yapmam gereken sıradaki işleri gözden geçirirken biraz olsun dinlenebilmek için bulunduğum yere oturmuştum. Yapacağım ilk iş nefesimi toparlamaktı. Bu sırada bacağıma saplanan kunaileri, yerlerinden yavaşça çıkarıp, kanayan yerlerimi kan akışını durdurana kadar bastırdıktan sonra pelerinimden koparacağım parçalarla bu bölgeleri tamponlayacaktım. Biraz canım yanacaktı ama buna kendimi çoktan hazırlamıştım.
Kendi yaralarımla ilgilendikten sonra aklıma Ooki gelmiş olsa da daha büyük aciliyeti olan mesele, dövdüğüm adamın ne zaman kendine geleceğini bilemememdi. Daha sonra işimize yarayacak olan henüz hayatını kaybetmemiş adamı, üzerindeki shinobi ekipmanlarıyla daha fazla dert çıkaramaması için ekipmanlarına el koyup kendime alacaktım. Ekipman arayışım sırasında dikkatle arayacağım bir başka şey de rakibi daha yakından tanımamı sağlayacak olan bir alınbandı olacaktı. Ardından kendi ekipman çantamdan çıkardığım misinayla, el mührü gerçekleştirememesi için ellerini birbirlerinden ayrı, belinin iki yanında duracak şekilde bel ve göbek bölgesinden geçirdiğim misinayla bağlayacaktım. Misinanın bir kısmıyla da ayaklarını birbirine yapıştırıp ayak bileklerinden bağladıktan sonra en azından bir süre sorun çıkaramayacağına emin olduğum bedenindeki kanayan yaralara kendimle aynı şekilde ilk yardım uygulayacaktım. Kırıklara nasıl müdahale edilmesi gerektiğini bilmediğim için o bölgelere hiç dokunmamayı planlıyordum.
Ancak bu kadar çabadan sonra ele geçirebildiğim ipucunu kendimden uzakta bırakamazdım. Gideceğim yere kadar, baygın bedeni de kıyafetinin ense kısmından tutup yerde sürükleyerek yanımda götürecektim. Rakibim eğer kendine gelirse akademi seviyesindeki bir jutsu olan Nawanuke ile bağlarından kurtulabileceğini bildiğim için gözümü üzerinden hiçbir şekilde ayırmayacaktım.
Düşmanla işim bittikten sonra Ooki'yle buluşup onun yaralarına da aynı şekilde müdahale etmeyi planlıyordum. Fakat kırık bölgelere nasıl müdahale edileceğini anımsamadığımdan ne yapabileceğim konusunda kararsızdım. Arkadaşımın bir şeyler biliyor olma ihtimaline bel bağlayıp ona sormak en doğrusuydu. Hem bir anda dibinde bitip kendisini sargılamaya çalışmam son derece garip olurdu. "Ooki-kun, sabit durmaya çalış, yaralarına bakacağım." Arkadaşımın bedenini incelerken, bir kadına bu kadar yakından dokunuyor olmak vücudumun alt bölgesinde bazı kıpırtılara sebep oluyor olsa da, yaralara nasıl müdahale edebileceğim konusuna odaklanarak düşünmeye çalışacaktım. "Kırıklarına nasıl müdahale etmem gerekiyor?" Aramızda geçecek olan istişareden sonra eldeki imkanlarla yapabileceğim her şeyi yaptıktan sonra, eğer müdahalelerimin yetersiz olduğunu düşünürsem, bu durumu arkamızdan gelecek destek ekibine bırakıp Ooki'ye sorgudan sonra burada kalıp düşmana göz kulak olmasını söyledikten sonra göreve tek başıma devam edecektim. Benim gözetimimdeyken daha fazla shinobinin, hele benimle aynı jenerasyondan bir arkadaşımın ölmesine veya sakat kalmasına izin veremezdim.
Yara bakımı işlemlerini hallettikten sonra sıra sorguya gelmişti. Bağlı vücudunu bir duvara yasladığım düşmanı konuşturmamız için uyanık durumda olması gerekiyordu. Bu durumun sonucu basitti, kullanabildiğim doğal element olan raiton chakrasını elime topladıktan sonra rakibe boynundan vereceğim elektrik şokuyla uyanacağını düşünüyordum. Eğer bu başarısız olursa kısa süreliğine Raiton no Yoroi açarak da şoklayabilirdim. Uyandığında yapacaklarım ve söyleyeceklerimi önceden hazırladıktan sonra soracağım soruları gözden geçirmiştim.
"Sen kimsin?", "Takeru nerede?", "Siz kimsiniz?", "Kaç kişiydiniz?", "Bize neden saldırdın?", "Yerde yatan sivil kıyafetli cesetler sizin ekibinizden mi, öyleyse kaç tanesi sizden?", "Diğerlerinin isimleri ne?", "Hangi köyün kaçaklarısınız?", "Diğerleri nerede?", "Karargahınız neresi?", "Tekrar soruyorum, Otake Takeru nerede?", "Adamı neden kaçırdınız?", "Bu saldırıyı kim planladı?", "Suç ortakların kimler?", "Bu görevi size kim verdi?", ...
Klasik, brüt kuvvete dayalı sorguyla başlayıp cevap vermediği her soru ve yalan söylediğini düşündüğüm her cevabı için bir parmağını kıracağım düşmanın birkaç seferden sonra buna dayanamamasını umuyordum. Kendini sıkıp yeniden bayıldığı her seferinde elektrik şoklarıyla onu uyandırıp sorguya devam edecektim.
Sorguladığım düşmanın ellerindeki parmaklar bittikten sonra hala istediğim cevapları alamadıysam burnundaki kırıkla biraz oynayarak canını acıtarak yapacağım yeni denemelerden de sonuç alamazsam sorguyu psikolojik boyuta taşımayı planlıyordum. Onun hakkında yürüttüğüm fikirlerden, kendi ekibinin ona ihanet ettiğini düşündüğünü biliyordum. Ağzımdan onu duygusal anlamda yıpratacak kelimeler çıkarıp istediğim bilgileri elde etmeyi planlıyordum. "Seni terk ettiler, yüzüstü bıraktılar, anlamıyor musun? Bizim geleceğimizi bildikleri için zaman kazanmak amacıyla geride bırakılan bir yemden ibaretsin sadece. Sana sözler verip arkasını dönen kişilerden intikam almak istemiyor musun?" Bu konuda ısrarla üzerine gidersem geri kalan kaçakları ele vereceğini umuyordum.
Sürekli olarak birilerinden bahseden rakibimin ne hakkında konuştuğunu anlamak imkansızdı. Fakat mantık yürütmek gerekirse onu başımıza gözcü olarak dikip bize saldırma görevi veren birileri vardı ve kendisine vaatlerde bulunmuştu. Şimdi de, dayak yediği için o kişiyi suçluyordu. Kendisine ihanet edildiğini düşünüyor gibiydi. Gözleri kapanmadan önce baktığı yön özellikle dikkatimi çekmişti. Boş değil, son derece anlamlı ve beklenti güdüsüyle attığı o bakışın yönünü aklımda tutacaktım. Bundan sonra gitmemiz gereken yer büyük ihtimalle o yönde olacaktı. Farklı bir açıdan yaklaşırsam, bu yön, daha fazla düşmanın geleceği yön de olabilirdi. Rakibimin sözlerinden sonra gardımızı olduğundan daha gergin durumda havada tutmamız gerektiğinin elzem olduğunu düşünmüştüm.
Küfürbaz düşmanım, vücudunu yenilmişlik ve dövülmüşlüğe teslim ederken yapmam gereken sıradaki işleri gözden geçirirken biraz olsun dinlenebilmek için bulunduğum yere oturmuştum. Yapacağım ilk iş nefesimi toparlamaktı. Bu sırada bacağıma saplanan kunaileri, yerlerinden yavaşça çıkarıp, kanayan yerlerimi kan akışını durdurana kadar bastırdıktan sonra pelerinimden koparacağım parçalarla bu bölgeleri tamponlayacaktım. Biraz canım yanacaktı ama buna kendimi çoktan hazırlamıştım.
Kendi yaralarımla ilgilendikten sonra aklıma Ooki gelmiş olsa da daha büyük aciliyeti olan mesele, dövdüğüm adamın ne zaman kendine geleceğini bilemememdi. Daha sonra işimize yarayacak olan henüz hayatını kaybetmemiş adamı, üzerindeki shinobi ekipmanlarıyla daha fazla dert çıkaramaması için ekipmanlarına el koyup kendime alacaktım. Ekipman arayışım sırasında dikkatle arayacağım bir başka şey de rakibi daha yakından tanımamı sağlayacak olan bir alınbandı olacaktı. Ardından kendi ekipman çantamdan çıkardığım misinayla, el mührü gerçekleştirememesi için ellerini birbirlerinden ayrı, belinin iki yanında duracak şekilde bel ve göbek bölgesinden geçirdiğim misinayla bağlayacaktım. Misinanın bir kısmıyla da ayaklarını birbirine yapıştırıp ayak bileklerinden bağladıktan sonra en azından bir süre sorun çıkaramayacağına emin olduğum bedenindeki kanayan yaralara kendimle aynı şekilde ilk yardım uygulayacaktım. Kırıklara nasıl müdahale edilmesi gerektiğini bilmediğim için o bölgelere hiç dokunmamayı planlıyordum.
Ancak bu kadar çabadan sonra ele geçirebildiğim ipucunu kendimden uzakta bırakamazdım. Gideceğim yere kadar, baygın bedeni de kıyafetinin ense kısmından tutup yerde sürükleyerek yanımda götürecektim. Rakibim eğer kendine gelirse akademi seviyesindeki bir jutsu olan Nawanuke ile bağlarından kurtulabileceğini bildiğim için gözümü üzerinden hiçbir şekilde ayırmayacaktım.
Düşmanla işim bittikten sonra Ooki'yle buluşup onun yaralarına da aynı şekilde müdahale etmeyi planlıyordum. Fakat kırık bölgelere nasıl müdahale edileceğini anımsamadığımdan ne yapabileceğim konusunda kararsızdım. Arkadaşımın bir şeyler biliyor olma ihtimaline bel bağlayıp ona sormak en doğrusuydu. Hem bir anda dibinde bitip kendisini sargılamaya çalışmam son derece garip olurdu. "Ooki-kun, sabit durmaya çalış, yaralarına bakacağım." Arkadaşımın bedenini incelerken, bir kadına bu kadar yakından dokunuyor olmak vücudumun alt bölgesinde bazı kıpırtılara sebep oluyor olsa da, yaralara nasıl müdahale edebileceğim konusuna odaklanarak düşünmeye çalışacaktım. "Kırıklarına nasıl müdahale etmem gerekiyor?" Aramızda geçecek olan istişareden sonra eldeki imkanlarla yapabileceğim her şeyi yaptıktan sonra, eğer müdahalelerimin yetersiz olduğunu düşünürsem, bu durumu arkamızdan gelecek destek ekibine bırakıp Ooki'ye sorgudan sonra burada kalıp düşmana göz kulak olmasını söyledikten sonra göreve tek başıma devam edecektim. Benim gözetimimdeyken daha fazla shinobinin, hele benimle aynı jenerasyondan bir arkadaşımın ölmesine veya sakat kalmasına izin veremezdim.
Yara bakımı işlemlerini hallettikten sonra sıra sorguya gelmişti. Bağlı vücudunu bir duvara yasladığım düşmanı konuşturmamız için uyanık durumda olması gerekiyordu. Bu durumun sonucu basitti, kullanabildiğim doğal element olan raiton chakrasını elime topladıktan sonra rakibe boynundan vereceğim elektrik şokuyla uyanacağını düşünüyordum. Eğer bu başarısız olursa kısa süreliğine Raiton no Yoroi açarak da şoklayabilirdim. Uyandığında yapacaklarım ve söyleyeceklerimi önceden hazırladıktan sonra soracağım soruları gözden geçirmiştim.
"Sen kimsin?", "Takeru nerede?", "Siz kimsiniz?", "Kaç kişiydiniz?", "Bize neden saldırdın?", "Yerde yatan sivil kıyafetli cesetler sizin ekibinizden mi, öyleyse kaç tanesi sizden?", "Diğerlerinin isimleri ne?", "Hangi köyün kaçaklarısınız?", "Diğerleri nerede?", "Karargahınız neresi?", "Tekrar soruyorum, Otake Takeru nerede?", "Adamı neden kaçırdınız?", "Bu saldırıyı kim planladı?", "Suç ortakların kimler?", "Bu görevi size kim verdi?", ...
Klasik, brüt kuvvete dayalı sorguyla başlayıp cevap vermediği her soru ve yalan söylediğini düşündüğüm her cevabı için bir parmağını kıracağım düşmanın birkaç seferden sonra buna dayanamamasını umuyordum. Kendini sıkıp yeniden bayıldığı her seferinde elektrik şoklarıyla onu uyandırıp sorguya devam edecektim.
Sorguladığım düşmanın ellerindeki parmaklar bittikten sonra hala istediğim cevapları alamadıysam burnundaki kırıkla biraz oynayarak canını acıtarak yapacağım yeni denemelerden de sonuç alamazsam sorguyu psikolojik boyuta taşımayı planlıyordum. Onun hakkında yürüttüğüm fikirlerden, kendi ekibinin ona ihanet ettiğini düşündüğünü biliyordum. Ağzımdan onu duygusal anlamda yıpratacak kelimeler çıkarıp istediğim bilgileri elde etmeyi planlıyordum. "Seni terk ettiler, yüzüstü bıraktılar, anlamıyor musun? Bizim geleceğimizi bildikleri için zaman kazanmak amacıyla geride bırakılan bir yemden ibaretsin sadece. Sana sözler verip arkasını dönen kişilerden intikam almak istemiyor musun?" Bu konuda ısrarla üzerine gidersem geri kalan kaçakları ele vereceğini umuyordum.

- GM - Naruto
- Game Master
- Posts: 2811
- Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm
Re: [Yamato Ryuji & Kotegawa Ooki] Tutsak
Ryuji: Rakibinden 7 shuriken, 4 kunai ve 2 misina teli çıkıyor. Bunları alarak önce ekipman çantandaki boş yerlere koyuyor, ardından kalanları misinalar hariç ceplerine tıkıştırıyorsun. Misinaları ise, rakibini bağlamak için kullanıyorsun. Planladığın her şeyi tamamen yapabilmek ve sağlam bağlayabilmek için iki misinayı birden kullanman gerekiyor. Ancak işini bitirdiğinde, rakibini tamamen hareketsiz bırakmış oluyorsun. Ardından, yaralı olan Ooki’nin yanına gidiyorsun seri bir şekilde. Kırıklarını ve yaralarını kontrol ettikten sonra, pelerininden büyükçe parçalar kopararak önce yüzünü arkadan öne sıkıca bağlıyorsun Ooki’nin. Ardından göğüs hizasını da kırıklarını içine alacak şekilde sarıyorsun. Pelerinin, sırtında 15-20 santimlik saçma bir kumaş parçası haline geliyor bu hareketlerinden sonra.
Ooki: Alışılmışın dışındaki kawarimi denemelerini beceremiyorsun. Yapabileceğin farklı bir şey olmadığı içinse, oturarak kendini toplamaya odaklanıyorsun. Etrafa bakındığında fırlatmalık birkaç taş görüyorsun, ancak bunlar çarptığın duvardan dökülen sıva benzeri taşlar olduğu için pek işine yaramayacaklarını düşünüp vazgeçiyorsun ekipman çantana doldurmaktan. Adamı bağlayan Ryuji, hızlıca yanına geliyor ve vücudunu kontrol etmeye başlıyor. Kaburga kırıklarını kontrol etmek için ellediğinde bile derin bir acı duyuyorsun. Yavaş yavaş ellerini hareket ettirmeye başlıyorsun bu esnada, yakın bir zamanda ayağa kalkabileceğine eminsin. Yaralarını sarıyor, ardından az önce bağladığı adamın yanına geri dönüyor.
Ryuji: Direkt chakra formunda şoklayacak kadar elektrik çıkaramayacağını düşündüğün için, raiton no yoroi tekniğini aktifleştirerek adamı çarpıyorsun. Tekniği aktifleştirmenle birlikte başının arkasına inceden bir ağrı giriyor. Yaraların ve chakra kullanımın, seni biraz zorluyor gibi gözüküyor. Henüz zor durumda değilsin, ancak çok uzun süre böyle kalabileceğinin bir garantisi de yok. Çarpıldığı an derin bir nefes alarak gözlerini açıyor rakibin. Beyni bulanık gibi görünüyor, ancak korkuyla bakıyor sana. Sorularını sormaya başlıyorsun, başta sessiz kalıyor. Ooki’nin kırmış olduğunu tahmin ettiğin serçe parmağın hemen yanındaki yüzük parmağından başlıyorsun kırmaya. Çatırtı sesiyle karışık çığlığı yankılanıyor adamın: “Dur! DUR!” diyor kendini toplayabildiği ilk an. Sorularını sormaya devam ediyorsun, o da fırsat bulduğu tüm aralarda konuşmaya başlıyor: “Adım Taka. Takeru’nun kim olduğunu bilmiyorum.” Orta parmağını da kırıyorsun. Yeniden bir çığlık kopuyor, gözleri dolmaya başlıyor adamın. “DUR! Kaçırdığımız adamı diyorsun. Bekle. Kazuya-sama’nın yanında. Kazuya-sama.” Derin derin nefes alıyor kendini kontrol etmek istercesine. “Kazuya-sama birilerinin mutlaka geleceğini ve onları oyalamamı söyledi. Hige’yi ve o önemli adamı alıp mağaraya döndüler.” Derin derin nefes almaya devam ediyor ve bir süre sessiz kalıyor. İşaret parmağını alıyorsun eline. Yeniden konuşmaya başlıyor telaşla: “Bizden değiller! Buranın halkı. Su ülkesinden geliyorum. Paralı askerim sadece! Kazuya-Sama’nın dediklerini yapıyoruz Hige ve ben!” Sorularının büyük bir kısmına daha cevap alamıyorsun. İşaret parmağını da kırıyorsun adamın. Acıyla haykırıyor yeniden, hemen sonrasındaysa bayılıyor. Tüm bildiklerini söylemiş gibi, daha fazla bir şey öğreneceğinden şüphelisin.
Ooki: Tüm bu sorgulama esnasında, oturduğun yerden olayı izliyorsun. Kulağındaki çınlama yavaşça azalıyor. Burun hizandaki bandaj görüşünün alt kısmını engellese de genel manada bir sorun yaşamıyorsun olayları izlerken. Yavaş yavaş hareket edebilecek hale geldiğini düşünüyorsun, ancak gerçekten kötü durumdasın. Burada kalıp destek ekibini beklemek ve Ryuji’yle birlikte bir sonraki hedefinize ilerlemek arasında gidip geliyorsun. kafanda.
Ryuji: Adamı sorgulaman bittikten sonra, Ooki’nin yanına dönüyorsun ve aldığın bilgileri kısaca özetliyorsun. Hali pek iç açıcı görünmüyor. Alt-üst ilişkileri açısından değerlendirdiğinde bu görevde komuta sende olduğu için ne yapman gerektiğini düşünüyorsun. Göreve tek başına devam etmeyi tercih edebilirsin, ancak olası risklere karşı tamamen açıkta olma fikri sana pek akıllıca gelmiyor. Ooki’yi durumuna bakmaksızın yanına almayı tercih edip bir şekilde idare edeceğini de umabilirsin. İki olasılığın da artı ve eksi yönleri var gibi görünüyor. Ooki’den fikir alıp almamak tamamen senin elinde, ve ne yapacağına karar vermen gerekiyor.
Ooki: Alışılmışın dışındaki kawarimi denemelerini beceremiyorsun. Yapabileceğin farklı bir şey olmadığı içinse, oturarak kendini toplamaya odaklanıyorsun. Etrafa bakındığında fırlatmalık birkaç taş görüyorsun, ancak bunlar çarptığın duvardan dökülen sıva benzeri taşlar olduğu için pek işine yaramayacaklarını düşünüp vazgeçiyorsun ekipman çantana doldurmaktan. Adamı bağlayan Ryuji, hızlıca yanına geliyor ve vücudunu kontrol etmeye başlıyor. Kaburga kırıklarını kontrol etmek için ellediğinde bile derin bir acı duyuyorsun. Yavaş yavaş ellerini hareket ettirmeye başlıyorsun bu esnada, yakın bir zamanda ayağa kalkabileceğine eminsin. Yaralarını sarıyor, ardından az önce bağladığı adamın yanına geri dönüyor.
Ryuji: Direkt chakra formunda şoklayacak kadar elektrik çıkaramayacağını düşündüğün için, raiton no yoroi tekniğini aktifleştirerek adamı çarpıyorsun. Tekniği aktifleştirmenle birlikte başının arkasına inceden bir ağrı giriyor. Yaraların ve chakra kullanımın, seni biraz zorluyor gibi gözüküyor. Henüz zor durumda değilsin, ancak çok uzun süre böyle kalabileceğinin bir garantisi de yok. Çarpıldığı an derin bir nefes alarak gözlerini açıyor rakibin. Beyni bulanık gibi görünüyor, ancak korkuyla bakıyor sana. Sorularını sormaya başlıyorsun, başta sessiz kalıyor. Ooki’nin kırmış olduğunu tahmin ettiğin serçe parmağın hemen yanındaki yüzük parmağından başlıyorsun kırmaya. Çatırtı sesiyle karışık çığlığı yankılanıyor adamın: “Dur! DUR!” diyor kendini toplayabildiği ilk an. Sorularını sormaya devam ediyorsun, o da fırsat bulduğu tüm aralarda konuşmaya başlıyor: “Adım Taka. Takeru’nun kim olduğunu bilmiyorum.” Orta parmağını da kırıyorsun. Yeniden bir çığlık kopuyor, gözleri dolmaya başlıyor adamın. “DUR! Kaçırdığımız adamı diyorsun. Bekle. Kazuya-sama’nın yanında. Kazuya-sama.” Derin derin nefes alıyor kendini kontrol etmek istercesine. “Kazuya-sama birilerinin mutlaka geleceğini ve onları oyalamamı söyledi. Hige’yi ve o önemli adamı alıp mağaraya döndüler.” Derin derin nefes almaya devam ediyor ve bir süre sessiz kalıyor. İşaret parmağını alıyorsun eline. Yeniden konuşmaya başlıyor telaşla: “Bizden değiller! Buranın halkı. Su ülkesinden geliyorum. Paralı askerim sadece! Kazuya-Sama’nın dediklerini yapıyoruz Hige ve ben!” Sorularının büyük bir kısmına daha cevap alamıyorsun. İşaret parmağını da kırıyorsun adamın. Acıyla haykırıyor yeniden, hemen sonrasındaysa bayılıyor. Tüm bildiklerini söylemiş gibi, daha fazla bir şey öğreneceğinden şüphelisin.
Ooki: Tüm bu sorgulama esnasında, oturduğun yerden olayı izliyorsun. Kulağındaki çınlama yavaşça azalıyor. Burun hizandaki bandaj görüşünün alt kısmını engellese de genel manada bir sorun yaşamıyorsun olayları izlerken. Yavaş yavaş hareket edebilecek hale geldiğini düşünüyorsun, ancak gerçekten kötü durumdasın. Burada kalıp destek ekibini beklemek ve Ryuji’yle birlikte bir sonraki hedefinize ilerlemek arasında gidip geliyorsun. kafanda.
Ryuji: Adamı sorgulaman bittikten sonra, Ooki’nin yanına dönüyorsun ve aldığın bilgileri kısaca özetliyorsun. Hali pek iç açıcı görünmüyor. Alt-üst ilişkileri açısından değerlendirdiğinde bu görevde komuta sende olduğu için ne yapman gerektiğini düşünüyorsun. Göreve tek başına devam etmeyi tercih edebilirsin, ancak olası risklere karşı tamamen açıkta olma fikri sana pek akıllıca gelmiyor. Ooki’yi durumuna bakmaksızın yanına almayı tercih edip bir şekilde idare edeceğini de umabilirsin. İki olasılığın da artı ve eksi yönleri var gibi görünüyor. Ooki’den fikir alıp almamak tamamen senin elinde, ve ne yapacağına karar vermen gerekiyor.
Off Topic
Out: Ooki, Kawarimi’nin tanımında “Obje yürüyerek ulaşılabilmelidir.” şeklinde bir belirteç bulunmakta. Yürüyemediğin için, tekniğin başarısız oluyor. Böyle kabul edebilirsin.
Ryuji: GM’lik esnasında adamın bayıldığını, yeniden uyandırabileceğini belirttim. Eğer adamı yeniden çarparsan sadece seninle bir tur daha döneceğiz sorguda neler olduğuyla alakalı. Bu durumda GM’liğin geri kalanını bir sonraki tura atacağız. Yok bu benim için yeterli diyorsan GM’liğin devamı geçerlidir. Aranızda konuşun anlaşın, ona göre rp yazın.
Ryuji: GM’lik esnasında adamın bayıldığını, yeniden uyandırabileceğini belirttim. Eğer adamı yeniden çarparsan sadece seninle bir tur daha döneceğiz sorguda neler olduğuyla alakalı. Bu durumda GM’liğin geri kalanını bir sonraki tura atacağız. Yok bu benim için yeterli diyorsan GM’liğin devamı geçerlidir. Aranızda konuşun anlaşın, ona göre rp yazın.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
- Yamato Ryuji
- Posts: 65
- Joined: November 8th, 2018, 11:06 pm
Re: [Yamato Ryuji & Kotegawa Ooki] Tutsak
Topladığım ekipmanları saydım, fırlattığım iki shurikeni eksilttikten sonra ceplerimde ve ekipman çantamda 10 shuriken, 7 kunai, 1 patlayıcı parşömen, 1 misina teli, 4 sis bombam vardı. Normalde köyün temin ettiğinin neredeyse iki katı ekipmanla dolaşmak az da olsa özgüvenimi artırmıştı.
Ooki'yi, aldığı hasar yüzünden bayılmadan önce elimden geldiğince toparlayacak hale sokmuştum. Derin bir nefesle oh çektikten sonra sorgulama faslına dönmüştüm.
Kazuya dediği adam için paralı askerlik yapan Taka, ayılıp bayılmaktan kalp krizi geçirmeden önce sorularımın çoğunluğunu yanıtlamıştı. Görevinin bizi oyalamak olması ve bizim burada oldukça fazla zaman kaybetmemiz, Takeru'ye adamları kovalayarak ulaşamayacağımızı gösteriyordu. Mağara dediği yere baskın yapmalıydık. Mağara neresiydi, Kazuya ve Hige'nin gücü ne seviyedeydi, güçlü ve zayıf noktaları nelerdi, hangi alanlar üzerine uzmanlaşmışlardı, Taka'nın bahsettiği ölümsüzlük ve yenilmezlik zırvaları neydi? Aldığım cevaplar, aklımda daha fazla soru işaretine yol açmıştı.
Taka'nın, dünyanın öbür ucu olan Su Ülkesi'nden, paralık askerlik yapmaya buraya geldiğine göre çok çaresiz kalmış ya da gerçekten büyük bir organizasyonla çalışıyor olması gerekiyordu. Bahsi geçen isimler ve saklanma alanlarının mağara olması ikinci düşündüğüm olasılığı gözümde elimine etmişti.
Öğrendiklerimi anlatmak üzere Ooki'ye doğru yürürken Taka'nın bağlanmış bedenini kucağımda taşıyıp yanımda götürecek, Ooki'nin oturduğu yerde tam yanına oturtacaktım. Bilgi alışverişimiz sonrasında zihnimde dolanan yeni soru işaretlerini yanıtlaması için Taka'yı yeniden kısa süreli Raiton no Yoroi aktifleştirerek uyandırıp zihnimdekileri dökecektim. Konuşturmayı başardığım için bu sefer daha rahat davranacaktım. Ayrıca ona daha fazla hasar verip bilgi aktaramayacak duruma gelmesini istemiyordum. Aynı rahatlığı karşı taraftan da bekliyordum. Ancak işler beklediğim gibi kolay yürümezse parmak kırma mevzusuna geri dönüş yapmaktan kaçınmayacaktım. Parmakları yetmezse de her zaman vücudunda daha fazla kemik vardı. İlla ki istediğim cevapları alacaktım. Yakaladığım düşmanı öldürmek istemiyordum ama öğrenmek istediklerim gerektiriyorsa onu öldürmeye çok yakın bir noktaya kadar yaklaştırıp orada bırakabilirdim. Esirimiz çarpıldıktan sonra ayağa kalkıp kollarımı göğsümde birleştirerek uyanmasını bekleyecektim.
Taka uyanınca kendisine gelene kadar daha fazla can yakmama niyetimi kendisine de belirtecektim. Elbette bunu sert şekilde ve edinebildiğim en sert yüz ifadesiyle ona aktaracaktım. "Şimdi, daha fazla canın yansın istemiyorsan... Daha doğrusu... Ya soracağım soruların cevaplarını bülbül gibi şakıyacaksın, ya da bilmek istediklerimi bana üzerine basılmış bir kedi gibi cıyaklayarak anlatacaksın. Yalan söylediğini anlarsam önce bir gözünü, sonra öbürünü, en son da cinsel organını vücudundan ayırırım." Anlaşıldığımdan emin olmak üzere kafamı yukarıdan aşağıya sallayıp Taka'dan onama bekleyecek, sözlerime öyle devam edecektim. "Kazuya'yı anlat, bildiğin her şeyi istiyorum. Amacı, motivasyonu, kimlerle çalıştığı, gücü, tarzı, stili, tipi, zayıf noktası, güçlü olduğu alanlar, her şeyi..." Alacağım cevabın ardından önemli kısımları zihnime kazıdıktan sonra aynı soruları Hige dediği kişi için de sorduğumu belirterek: "Hige, aynı şekilde." sözlerimin ardından yine alacağım cevapları dikkatlice dinleyecektim. Hige ile ilgili öğrenebildiklerimizin ardından sıra mağaraya gelecekti. "Mağara, bana mağarayı anlat. Nerede olduğuyla başla, nasıl bir yer olduğuyla devam et. Spesifik tarif istiyorum. Gizli geçitleri vesaire var mı, nöbet tutan birileri oluyor mu?" Mağarayı iyice öğrendikten sonra organizasyonla ilgili sorularımı ortaya dökecektim. "Kaç kişilik bir grubunuz var... veya vardı. Burada kaçını kaybettiniz, sen dahil bahsettiğin üç kişiden başka kimleri tanıyorsun? Az önce Kazuya ve Hige ile ilgili sorduğum soruları onlar için de soruyorum." Öğrenmek istediklerimin tamamıyla ilgili Taka'nın bildiklerini öğrendikten sonra en basit gibi görünen ama kafamı en çok kurcalayan soru işaretine geçecektim. "Ölümsüzlükle ve yenilmezlikle ilgili zırvaladıkların, detaylı açıklama istiyorum. Deli saçması da olsa en başından sonuna kadar anlat." Öğrenebildiğim her şeyi öğrendikten sonra kafamı Ooki'ye çevirip bu kadarının yeterli olup olmadığını sorguladığım, tek kaşımı havaya kaldırıp diğerini çattığım bakışımı atacaktım.
Ooki'yi, aldığı hasar yüzünden bayılmadan önce elimden geldiğince toparlayacak hale sokmuştum. Derin bir nefesle oh çektikten sonra sorgulama faslına dönmüştüm.
Kazuya dediği adam için paralı askerlik yapan Taka, ayılıp bayılmaktan kalp krizi geçirmeden önce sorularımın çoğunluğunu yanıtlamıştı. Görevinin bizi oyalamak olması ve bizim burada oldukça fazla zaman kaybetmemiz, Takeru'ye adamları kovalayarak ulaşamayacağımızı gösteriyordu. Mağara dediği yere baskın yapmalıydık. Mağara neresiydi, Kazuya ve Hige'nin gücü ne seviyedeydi, güçlü ve zayıf noktaları nelerdi, hangi alanlar üzerine uzmanlaşmışlardı, Taka'nın bahsettiği ölümsüzlük ve yenilmezlik zırvaları neydi? Aldığım cevaplar, aklımda daha fazla soru işaretine yol açmıştı.
Taka'nın, dünyanın öbür ucu olan Su Ülkesi'nden, paralık askerlik yapmaya buraya geldiğine göre çok çaresiz kalmış ya da gerçekten büyük bir organizasyonla çalışıyor olması gerekiyordu. Bahsi geçen isimler ve saklanma alanlarının mağara olması ikinci düşündüğüm olasılığı gözümde elimine etmişti.
Öğrendiklerimi anlatmak üzere Ooki'ye doğru yürürken Taka'nın bağlanmış bedenini kucağımda taşıyıp yanımda götürecek, Ooki'nin oturduğu yerde tam yanına oturtacaktım. Bilgi alışverişimiz sonrasında zihnimde dolanan yeni soru işaretlerini yanıtlaması için Taka'yı yeniden kısa süreli Raiton no Yoroi aktifleştirerek uyandırıp zihnimdekileri dökecektim. Konuşturmayı başardığım için bu sefer daha rahat davranacaktım. Ayrıca ona daha fazla hasar verip bilgi aktaramayacak duruma gelmesini istemiyordum. Aynı rahatlığı karşı taraftan da bekliyordum. Ancak işler beklediğim gibi kolay yürümezse parmak kırma mevzusuna geri dönüş yapmaktan kaçınmayacaktım. Parmakları yetmezse de her zaman vücudunda daha fazla kemik vardı. İlla ki istediğim cevapları alacaktım. Yakaladığım düşmanı öldürmek istemiyordum ama öğrenmek istediklerim gerektiriyorsa onu öldürmeye çok yakın bir noktaya kadar yaklaştırıp orada bırakabilirdim. Esirimiz çarpıldıktan sonra ayağa kalkıp kollarımı göğsümde birleştirerek uyanmasını bekleyecektim.
Taka uyanınca kendisine gelene kadar daha fazla can yakmama niyetimi kendisine de belirtecektim. Elbette bunu sert şekilde ve edinebildiğim en sert yüz ifadesiyle ona aktaracaktım. "Şimdi, daha fazla canın yansın istemiyorsan... Daha doğrusu... Ya soracağım soruların cevaplarını bülbül gibi şakıyacaksın, ya da bilmek istediklerimi bana üzerine basılmış bir kedi gibi cıyaklayarak anlatacaksın. Yalan söylediğini anlarsam önce bir gözünü, sonra öbürünü, en son da cinsel organını vücudundan ayırırım." Anlaşıldığımdan emin olmak üzere kafamı yukarıdan aşağıya sallayıp Taka'dan onama bekleyecek, sözlerime öyle devam edecektim. "Kazuya'yı anlat, bildiğin her şeyi istiyorum. Amacı, motivasyonu, kimlerle çalıştığı, gücü, tarzı, stili, tipi, zayıf noktası, güçlü olduğu alanlar, her şeyi..." Alacağım cevabın ardından önemli kısımları zihnime kazıdıktan sonra aynı soruları Hige dediği kişi için de sorduğumu belirterek: "Hige, aynı şekilde." sözlerimin ardından yine alacağım cevapları dikkatlice dinleyecektim. Hige ile ilgili öğrenebildiklerimizin ardından sıra mağaraya gelecekti. "Mağara, bana mağarayı anlat. Nerede olduğuyla başla, nasıl bir yer olduğuyla devam et. Spesifik tarif istiyorum. Gizli geçitleri vesaire var mı, nöbet tutan birileri oluyor mu?" Mağarayı iyice öğrendikten sonra organizasyonla ilgili sorularımı ortaya dökecektim. "Kaç kişilik bir grubunuz var... veya vardı. Burada kaçını kaybettiniz, sen dahil bahsettiğin üç kişiden başka kimleri tanıyorsun? Az önce Kazuya ve Hige ile ilgili sorduğum soruları onlar için de soruyorum." Öğrenmek istediklerimin tamamıyla ilgili Taka'nın bildiklerini öğrendikten sonra en basit gibi görünen ama kafamı en çok kurcalayan soru işaretine geçecektim. "Ölümsüzlükle ve yenilmezlikle ilgili zırvaladıkların, detaylı açıklama istiyorum. Deli saçması da olsa en başından sonuna kadar anlat." Öğrenebildiğim her şeyi öğrendikten sonra kafamı Ooki'ye çevirip bu kadarının yeterli olup olmadığını sorguladığım, tek kaşımı havaya kaldırıp diğerini çattığım bakışımı atacaktım.

- Kotegawa Ooki
- Posts: 160
- Joined: August 31st, 2018, 10:46 pm
Re: [Yamato Ryuji & Kotegawa Ooki] Tutsak
Kawarimi'yi kullanmaya çalıştığımda becerememiştim. Becerememin bir çok sebebi olabilirdi ama şu an için onlara kafa yoracak pozisyonda değildim. Bundan sonra yaptığım ilk şey etrafa bakıp taş aramak olmuştu. Çarpmamın etkisiyle sağa sola saçılmış bir kaç parça olsada bunların ne kadar etkili olacağı meçhuldü. Yani kunai ve shurikenlerimin öldüremediği adamları bunların öldüreceğine yada etkisiz hale getireceğine dair çok büyük şüphelerim olduğundan onları toplamaktan vazgeçmiştim.
Bu sırada yavaş yavaşta olsa kendime geliyordum. Olası bir terslikte olduğum yerden müdahale etmeyi seçmiş daha doğrusu buna zorunda kalmış olsamda işler bizim açımızdan iyi gitmişti. Ryujin rakibini etkisiz hale getirmiş yada belkide öldürmüş ve bunu yaptıktan sonra yanıma gelip yaralarımla ilgilenmişti. Görüşümü bir miktar engelleyecek kadar beni mumyaladıktan(!) sonra adamın yanına gitmişti.
Mumlayalandığım sırada dişimi zor sıkıyorduk. Elini vücuduma her koyduğu, sargı üst gövdemde her tur attığında yerimden hoplayacak gibi oluyordum. Belli ki acı eşiğim düşündüğüm kadar yüksek değildi. Bu konuda antrenman yapmam gerekiyordu. Tabi hayatta kalabilirsem. Yada hayatta kalsam bile Shinobiliğe devam edebilecek durumda olursam.
Antrenman ve geleceğimle ilgili fikirleri kafamda tartarken Ryujide işkenceye başlamıştı. Bu sırada benimde durumum gittikçe iyileşiyordu. Her ne kadar ilk halime göre daha iyi olsamda uzun bir süre tam güç dövüşemeyeceğimden emindim. Bu yüzden bu görevdeki opsiyonlarım baya ama baya kısıtlıydı.
Ryuji işkence sonunda bir takım bilgilere ulaşmıştı ama ne olduklarını kulağımdaki çınlama sağolsun duyamamıştım ama işin iyi tarafı bu çınlamada yavaş yavaş gidiyordu. Bir kaç dakika içinde ayağa kalkabileceğimden emindim ama kalktıktan sonra ne kadar hareket edebilirim ayrı bir soruydu. Dövüşme becerim ise tartışmaya açık olmayacak şekilde yok gibiydi.
Ryuji olduğu yerde biraz durup düşünecelere daldıktan sonra işkence ettiği adamı yanıma getirmişti. Adamın bir kaç parmağı olmaması gereken pozisyonlardaydı. Bu istemsizce yüzümde bir gülümsemeye sebeb olmuştu. Canımı yakıp bir kaç kere beni öksürten ve yaptığıma pişman eden bir gülümsemeye.
Adam dibimize geldiğinde ölmediğinide anlamıştım. Bu sırada Ryujin bana başından geçenleri ve öğrendiklerini anlatmıştı. Bende aynı şekilde ona benim öğrendiklerimi Ryomayı, bana söylediklerini ve onun yaralarını dağlamakla ilgili planlarımı anlatacaktım.
Bir birimizle konuşmamız bittiğinde Ryujin adamı uyandırıp sorgulamaya devam etmişti. O sorgulamakla uğraşırken ona yardımcı olabilmek için bir elimi adamın omzuna atıp " Bak koçum çok kötü bir gün geçiriyorum. Sen Kaon no Jutsu diye bir teknik duydun mu? Isıtma ile ilgili bir teknik. Yarım saatten kısa sürede taşı falan eritebiliyorsun. Hani düşün senin sikini... " diyip sol elimle adamın pantolonu üzerinden cinsel organını tutup sıkarak " tekniği aktifleştirsem ne olur? Bir kadına dönüşmen kaç saniye sürer? " diyerek tehdit edecektim.
Adamın sorgulaması bitince Ryujine " Benim gördüğüm kadarıyla önümüzde dört seçenek var. " diyecek ve sol elimle dört yapıp ona tutacaktım. Sonrasında aynı elimle sadece bir parmağımı kaldırıp " Bodoslama dalar ve onları haklayabileceğimizi umarız. " diyecek ve elimi indirip bu sefer iki parmağımı ona tutarak " Bu adamıda alıp geldiğimiz köye gider ve destek isteriz. Şansımız varsa bizden sonra gelecek Shinobilerle karşılaşır ve onları doğrudan buraya yönlendirerek zaman kaybını önleriz." dedikten sonra aynı hareketi bu seferde 3 yaparak gösterecek ve " Birimiz ki bu durumda o sen oluyorsun, düşmana dalar. Bu sırada diğerimizde adamı alarak veya almayarak köye gidip destek ister. Dalan, düşmanları oyalayabilirse destek birlikleri gelene kadar zaman kazanabilir. " dedikten sonra dördüncü kez elimi kaldırıp bu sefer dört yaptıktan sonra " Yada... " diyecek ve patlayıcı sardığım kunaiyi çıkartıp " Bir şekilde onların arasına sızmayı veya onları pusuya düşürmeyi deneyebilirsin. Benide tutsağın olarak götürürsün veya ben bir yerlerde pusarım veya ikimizde pusarken onları mağaradan çıkartacak bir şeyler yaparsın. İkimizde fırsatını bulursak saldırırız ama belirtmem gerekir ki... " diyip elimdeki patlayıcı parşömenli kunaiyi gösterip " şunun düşmana isabet etmemesi durumunda yapabileceğim çok bir şey yok. Şu halimde... " diyip üstüme başıma bakıp ona geri döndükten sonra " normal bir insandan yiyeceğim bir kaç darbe bile beni Ryomanın yanına götürebilir. " diyecek ve Ryujin'in ne diyeceğine bakacaktım. Planlarım çok yüzeyseldi. Bu konuda pek iyi değildim. İyi olmadığım gibi elimizde zayıftı.
Aklıma yapacak başka bir şey gelmiyordu ve insiyatif almak istemiyordum. Bu yüzden karşımdaki ne derse onu yapacaktım. İşin aslı Kurumi-samanın emirlerini yerine getirip bana verdiği ikinci şansı değerlendirmek istiyordum ama bir yandanda Takeru için hayatımı riske atmak istemiyordum. Başka bir değişle görevin lideri olan Ryuji bana git sen yorgunsun, yaralısın derse hiç tereddüt veya ısrar etmeden söylediğini yapacaktım. Böyle bir durumda suçlu bulunacağımı düşünmüyordum. Elbette Takeru'yu kurtardığımız bir senaryo daha iyiydi ama olurda kurtaramazsak elimden geleni yaptığımı ve en sonunda Ryuji'nin emirlerini dinlediğimi söyleyerek yırtabilirdim.
Bu sırada yavaş yavaşta olsa kendime geliyordum. Olası bir terslikte olduğum yerden müdahale etmeyi seçmiş daha doğrusu buna zorunda kalmış olsamda işler bizim açımızdan iyi gitmişti. Ryujin rakibini etkisiz hale getirmiş yada belkide öldürmüş ve bunu yaptıktan sonra yanıma gelip yaralarımla ilgilenmişti. Görüşümü bir miktar engelleyecek kadar beni mumyaladıktan(!) sonra adamın yanına gitmişti.
Mumlayalandığım sırada dişimi zor sıkıyorduk. Elini vücuduma her koyduğu, sargı üst gövdemde her tur attığında yerimden hoplayacak gibi oluyordum. Belli ki acı eşiğim düşündüğüm kadar yüksek değildi. Bu konuda antrenman yapmam gerekiyordu. Tabi hayatta kalabilirsem. Yada hayatta kalsam bile Shinobiliğe devam edebilecek durumda olursam.
Antrenman ve geleceğimle ilgili fikirleri kafamda tartarken Ryujide işkenceye başlamıştı. Bu sırada benimde durumum gittikçe iyileşiyordu. Her ne kadar ilk halime göre daha iyi olsamda uzun bir süre tam güç dövüşemeyeceğimden emindim. Bu yüzden bu görevdeki opsiyonlarım baya ama baya kısıtlıydı.
Ryuji işkence sonunda bir takım bilgilere ulaşmıştı ama ne olduklarını kulağımdaki çınlama sağolsun duyamamıştım ama işin iyi tarafı bu çınlamada yavaş yavaş gidiyordu. Bir kaç dakika içinde ayağa kalkabileceğimden emindim ama kalktıktan sonra ne kadar hareket edebilirim ayrı bir soruydu. Dövüşme becerim ise tartışmaya açık olmayacak şekilde yok gibiydi.
Ryuji olduğu yerde biraz durup düşünecelere daldıktan sonra işkence ettiği adamı yanıma getirmişti. Adamın bir kaç parmağı olmaması gereken pozisyonlardaydı. Bu istemsizce yüzümde bir gülümsemeye sebeb olmuştu. Canımı yakıp bir kaç kere beni öksürten ve yaptığıma pişman eden bir gülümsemeye.
Adam dibimize geldiğinde ölmediğinide anlamıştım. Bu sırada Ryujin bana başından geçenleri ve öğrendiklerini anlatmıştı. Bende aynı şekilde ona benim öğrendiklerimi Ryomayı, bana söylediklerini ve onun yaralarını dağlamakla ilgili planlarımı anlatacaktım.
Bir birimizle konuşmamız bittiğinde Ryujin adamı uyandırıp sorgulamaya devam etmişti. O sorgulamakla uğraşırken ona yardımcı olabilmek için bir elimi adamın omzuna atıp " Bak koçum çok kötü bir gün geçiriyorum. Sen Kaon no Jutsu diye bir teknik duydun mu? Isıtma ile ilgili bir teknik. Yarım saatten kısa sürede taşı falan eritebiliyorsun. Hani düşün senin sikini... " diyip sol elimle adamın pantolonu üzerinden cinsel organını tutup sıkarak " tekniği aktifleştirsem ne olur? Bir kadına dönüşmen kaç saniye sürer? " diyerek tehdit edecektim.
Adamın sorgulaması bitince Ryujine " Benim gördüğüm kadarıyla önümüzde dört seçenek var. " diyecek ve sol elimle dört yapıp ona tutacaktım. Sonrasında aynı elimle sadece bir parmağımı kaldırıp " Bodoslama dalar ve onları haklayabileceğimizi umarız. " diyecek ve elimi indirip bu sefer iki parmağımı ona tutarak " Bu adamıda alıp geldiğimiz köye gider ve destek isteriz. Şansımız varsa bizden sonra gelecek Shinobilerle karşılaşır ve onları doğrudan buraya yönlendirerek zaman kaybını önleriz." dedikten sonra aynı hareketi bu seferde 3 yaparak gösterecek ve " Birimiz ki bu durumda o sen oluyorsun, düşmana dalar. Bu sırada diğerimizde adamı alarak veya almayarak köye gidip destek ister. Dalan, düşmanları oyalayabilirse destek birlikleri gelene kadar zaman kazanabilir. " dedikten sonra dördüncü kez elimi kaldırıp bu sefer dört yaptıktan sonra " Yada... " diyecek ve patlayıcı sardığım kunaiyi çıkartıp " Bir şekilde onların arasına sızmayı veya onları pusuya düşürmeyi deneyebilirsin. Benide tutsağın olarak götürürsün veya ben bir yerlerde pusarım veya ikimizde pusarken onları mağaradan çıkartacak bir şeyler yaparsın. İkimizde fırsatını bulursak saldırırız ama belirtmem gerekir ki... " diyip elimdeki patlayıcı parşömenli kunaiyi gösterip " şunun düşmana isabet etmemesi durumunda yapabileceğim çok bir şey yok. Şu halimde... " diyip üstüme başıma bakıp ona geri döndükten sonra " normal bir insandan yiyeceğim bir kaç darbe bile beni Ryomanın yanına götürebilir. " diyecek ve Ryujin'in ne diyeceğine bakacaktım. Planlarım çok yüzeyseldi. Bu konuda pek iyi değildim. İyi olmadığım gibi elimizde zayıftı.
Aklıma yapacak başka bir şey gelmiyordu ve insiyatif almak istemiyordum. Bu yüzden karşımdaki ne derse onu yapacaktım. İşin aslı Kurumi-samanın emirlerini yerine getirip bana verdiği ikinci şansı değerlendirmek istiyordum ama bir yandanda Takeru için hayatımı riske atmak istemiyordum. Başka bir değişle görevin lideri olan Ryuji bana git sen yorgunsun, yaralısın derse hiç tereddüt veya ısrar etmeden söylediğini yapacaktım. Böyle bir durumda suçlu bulunacağımı düşünmüyordum. Elbette Takeru'yu kurtardığımız bir senaryo daha iyiydi ama olurda kurtaramazsak elimden geleni yaptığımı ve en sonunda Ryuji'nin emirlerini dinlediğimi söyleyerek yırtabilirdim.

- GM - Naruto
- Game Master
- Posts: 2811
- Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm
Re: [Yamato Ryuji & Kotegawa Ooki] Tutsak
Off Topic
GM - Naruto wrote: ↑December 28th, 2018, 3:36 pmEğer adamı yeniden çarparsan sadece seninle bir tur daha döneceğiz sorguda neler olduğuyla alakalı. Bu durumda GM’liğin geri kalanını bir sonraki tura atacağız.
Gayet net bir şekilde belirtmişim turun nasıl döneceğini oysa ki. Lütfen GM'in yazdığı şeyleri yoksaymayın veya işinize gelecek şekilde yorumlayıp etrafından dolaşmaya çalışmayın. Ooki sorguya katılabilecek ya da adamı tehdit edebilecek bir durumda olsaydı zaten böyle bir ibare kullanılmazdı GM'likte. Ooki'nin turu komple iptal. Ryuji'nin adamı taşıdığı kısım iptal. Herkes aynı yerinde.
Ryuji: Yeniden Raiton no Yoroi’yi aktifleştiriyorsun. Başının arkasında az önce hissettiğin ağrı bu kez daha sert saplanıyor sanki. Tokatlayarak uyandırabileceğini düşündüğün adam için iki kez üst üste Raiton no Yoroi’yi aktifleştirmiş olmak biraz gereksiz geliyor sana, ancak bunu düşündüğünde zırhını çoktan açmış durumdasın. Bir kez daha çarpıyorsun adamı. Dehşet içinde uyanıyor yeniden. Bu esnada kollarını birleştirmiş, tepesinde dikilmektesin. Faltaşı gibi açılmış gözlerle sana bakıyor ve gözleri doluyor yeniden. Kırık parmaklarının acısından kaynaklı da olabilir bu, korkusundan da. Emin olamıyorsun. Geri geri sürünerek kaçmaya çalışıyor bir süre, ancak ona zarar verme niyetin olmadığını görünce sert bir şekilde yutkunup beklemeye başlıyor. Tehditini savuruyorsun, sertçe başını sallıyor anladığını belirtircesine. Ardından sorularını sıralamaya başlıyorsun yeniden. Geciktiğinde canını yaktığını bildiği için, hiç beklemeden cevap vermeye başlıyor: “Bilmiyorum. Gerçekten bilmiyorum.” Üzerine bir adım atar gibi yapıyorsun, korkuyla gözlerini kapatıyor ve geri kaçmaya çalışıyor. Canının yanmadığını anlayınca gözlerini açıyor yeniden: “Hige benim partnerim. Savaş sonrasında büyük ülkelerde her yer çok güvenli. Bu tip küçük ülkelerde güvenlik daha zayıf, daha rahat çalışıyoruz. Katana kullanıyor, kenjutsusu iyidir. Elementi fuuton.” Tekrardan yutkunuyor. Alnının tamamen terle dolduğunu farkediyorsun. “Kazuya’nın kim olduğunu bilmiyorum. Bizi o buldu. Arada sırada bize getir götür işleri yaptırır. Birkaç ayda bir belki. Götürmemizi istediği şeyleri kişilere teslim etmeyiz, belirli bir noktaya bırakıp oradan ayrılırız. Kimle çalışıyor bilmiyorum. Görmedim. Gerçekten görmedim.” Öksürüyor birkaç kez, heyecandan ağzının ve boğazının kurumuş olduğunu tahmin ediyorsun. “İşi düştüğünde bizle iletişim kurar. Gücünün sınırlarını bilmiyorum, sadece çok güçlü olduğunu biliyorum. Önümde bir adamı ikiye böldüğünü gördüm. Büyük bir bisentosu var. Çok iri bir adam.” Yeniden, daha şiddetle öksürüyor. Bu esnada ağzından bir miktar kan geldiğini görüyorsun: “Mağaraya ilk defa bugün geldik. Bir yerleşim yeri değil. Geçici olarak kullanıyoruz. Birkaç yüz metre ilerideki korulukta, bulunması oldukça kolay. Sadece ikisi var. Nöbet tutan var mı bilmiyorum, geçit var mı bilmiyorum. Buraya bile ilk kez geldim ben.” Nefes alış verişi sıklaşıyor iyiden iyiye, zorlandığı çok belli: “Onun yenilmez olduğunu duyardık sağdan soldan. Gerçekliğini bilmiyorum, ama herkes söylüyordu bunu. Herkes yanılıyor olamaz değil mi? Benim de yenilmeme engel olacağını söyledi. Üzerime bir mühür koydu. Kendimi çok güçlü hissettim, ona inandım. Başka bir şey bilmiyorum. Yemin ederim. Sadece Kazuya’nın dediklerini yaptım, sadece. Yemin ederim. Canımı bağışla.” Ağlamaya başlıyor.
Off Topic
Edit: Sonradan farkettiğim birkaç hatayı düzelttim, ayrıca ekleme yapıyorum; adamla işiniz bittiyse Ooki bu turdan itibaren yazabilir. Yok sorguya devam edelim derseniz Ooki'yi yine pas geçeceğiz.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
- Yamato Ryuji
- Posts: 65
- Joined: November 8th, 2018, 11:06 pm
Re: [Yamato Ryuji & Kotegawa Ooki] Tutsak
Temel düşünceyi es geçip detaylandırdığım planlarım, bazen şu an olduğu gibi gereksiz efor sarf etmeme sebep olabiliyordu. Hatrı sayılır miktarda chakrayı çöpe attığımı fark edebilmek için kafamı zonklatan acıyı hissetmem gerekmişti. Çektiğim acıyı, yüz ifademle istemsizce belli etmek durumunda kalmıştım. Halbuki çok daha basit yöntemlerle, teknik kullanmadan halledebilirdim bu işi. Planlarımı hem basit, hem karmaşık olarak daha geniş açılardan gözden geçirmem gerekiyordu.
Ona sunduğum teklifte, ikimizin de işini kolaylaştıracak olan bülbül şakıması seçeneğini seçmişti Taka. Demek ki ergen sevimlisi yüz hatlarım ve küçük boyutlardaki vücudum, birilerini ölümüne korkutmam için engel teşkil etmiyordu. Başarıyı tatmak, her zaman olduğu gibi yüzümde beliren asimetrik sırıtmaya sebep olmuştu.
Öğrendiklerim kadarıyla yeni düşmanlarım silah taijutsusu üzerine yetenekli kimselerdi. Aldığım yaralar da göz önünde bulundurulduğunda doğrudan bir dövüşe girmek son derece tehlikeli olmakla birlikte oldukça ahmakçaydı. Hige, sürpriz unsurlarıyla alt edilebileceğe benziyordu. Fakat Taka'nın, Kazuya hakkındaki sözleri beni şimdiden ürkütmüştü.
Mağaranın da yerini öğrendiğime göre artık harekete geçebilirdim. Burada durup takviye ekibini beklemek, Takeru'nün bir daha bulunamamak üzere daha da uzaklaşmasına davetiye çıkarmak demekti. Bulunduğum noktadan Ooki'ye yanıma gelmesi için elimle işaret edecektim. Daha fazla dövüşecek durumda olmayan ekip arkadaşımı, destek ekiple buluşması ve esirimize göz kulak olması için burada bırakacaktım. Yanıma geldiğinde bu görüşlerimi kendisine aktarıp saldırı planımı şekillendirmeye başlayacaktım. "Ooki-kun, Taka'nın kaçmasına izin verme. Destek ekibi buraya geldiğinde onları arkamdan yollarsın." Sözlerimi ikiye bölüp mağaranın olduğu taraftaki koruluğu işaret ettikten sonra devamını getirecektim. "Şu tarafta, birkaç yüz metre ileride bir mağarada olduğunu öğrendim. Şanslıysak Takeru-sama hala oradadır." Söylediklerimin ardından, ikna olması son derece zor olan biri olduğunu bildiğim Ooki'nin gözlerinin içine bir kez daha bakacak ve görevde kimin üst olduğunu ona hatırlatacak tonlamayla: "Sana güveniyorum." diyecektim.
Kurduğum planlara dahil edebileceğim elimdeki ekstra imkanlar; Taka'dan, onun da Kaya Ülkesi shinobilerinden aldığı ekipmanlar, Taka'nın kendisi, sürpriz ihtimali ve destek ekibinin yetişeceği ümidiyle dövüşü uzun sürdürme şansımdı. Elimden eksilttiklerimse terazinin ağır geldiği tarafı oluşturuyordu; aldığım yaralar ve ekibim Kotegawa Ooki. Nerden bakarsam bakayım dezavantaj benim yanımda olsa da bu kriz durumunu fırsata çevirebilecek planlar kurmaya çalışıyordum. Shinobiliğin parlak ışığıyla karanlık mağaraları aydınlatmayı hedef bilmiştim.
Çabuk bir patlamayla ağır hasar verebileceğim fikriyle yola çıkıp, kullanacağım sürprizli yöntemleriyle düşmanlarıma yeterince yakınlaştıktan sonra oluşturacağım saldırı fırsatıyla aksiyona geçmeye karar vermiştim. Bunun için de Taka'nın vücudunu kullanacaktım. Bahsettiği, Kazuya tarafından kendisine bahşedilmiş mühür başta olmak üzere bedenini ayrıntılı şekilde inceleyip fırsatımın geri tepmesi ihtimalini en aza indirecektim. Henge no Jutsu ile kendisine dönüşüp, Taka rolü yaparak rakiplerime yaklaşmak zihnimde beliren planın en can alıcı noktasıydı. Hem bu sefer dövdüğüm adamları sorgulama ve konuşturma gereksinimlerimin olmaması işimi daha da kolaylaştırıyordu. Doğrudan ölümcül hamleler yapabilirdim. Ancak dövüşü başlatacak hamle olarak dizayn ettiğim patlama için iki adet patlayıcı parşömene ihtiyacım vardı, kendi tedariğimin yetersiz olduğu bu alanda Ooki'den destek isteyecektim. "Ooki-kun, bana patlayıcı parşömenini ödünç verir misin?" Ishigakure her shinobiye görevlerinden önce ve sonra birer adet patlayıcı parşömen temin ediyordu, bu görevde şimdiye kadar hiç kullanmamıştık. Ooki'nin bencillik edip kendi parşömenini kendisine ayırmak isteyebileceğini düşünsem de böyle yapmamasını umuyordum. Parşömeni alabilsem de alamasam da yola koyulacaktım.
Planımı bir kez daha gözden geçirdikten sonra yeterince incelediğim Taka'ya dönüşmek üzere el mühürlerine başlayacaktım. Yaptığım rolde en çok ihtiyacım olacağını düşündüğüm, bahsi geçen mühre özellikle dikkat ederek gözlerinin önünde kendisine dönüşeceğim Taka'ya gülümsedikten sonra mağaraya doğru koşmaya başlayacaktım. Ekipman çantama sığmayan shinobi ekipmanlarını, yeni kıyafetlerimin içinde daha verimli kullanabileceğimi düşündüğüm yerlere yerleştirecektim. Saldırı planım için düşündüğüm misinayla birbirlerine bağlanmış patlayıcı parşömen ve kunai çiftlerini, iki elimin dışa doğru hızlı bir hareketiyle avucumun içine alıp fırlatma veya saplama hareketleri yapabilmek için bileklerimin iç kısmına yerleştirecektim. Dışarıdan fark edilmeyecek kadar içeride olmalarına özen gösterecektim.
Ona sunduğum teklifte, ikimizin de işini kolaylaştıracak olan bülbül şakıması seçeneğini seçmişti Taka. Demek ki ergen sevimlisi yüz hatlarım ve küçük boyutlardaki vücudum, birilerini ölümüne korkutmam için engel teşkil etmiyordu. Başarıyı tatmak, her zaman olduğu gibi yüzümde beliren asimetrik sırıtmaya sebep olmuştu.
Öğrendiklerim kadarıyla yeni düşmanlarım silah taijutsusu üzerine yetenekli kimselerdi. Aldığım yaralar da göz önünde bulundurulduğunda doğrudan bir dövüşe girmek son derece tehlikeli olmakla birlikte oldukça ahmakçaydı. Hige, sürpriz unsurlarıyla alt edilebileceğe benziyordu. Fakat Taka'nın, Kazuya hakkındaki sözleri beni şimdiden ürkütmüştü.
Mağaranın da yerini öğrendiğime göre artık harekete geçebilirdim. Burada durup takviye ekibini beklemek, Takeru'nün bir daha bulunamamak üzere daha da uzaklaşmasına davetiye çıkarmak demekti. Bulunduğum noktadan Ooki'ye yanıma gelmesi için elimle işaret edecektim. Daha fazla dövüşecek durumda olmayan ekip arkadaşımı, destek ekiple buluşması ve esirimize göz kulak olması için burada bırakacaktım. Yanıma geldiğinde bu görüşlerimi kendisine aktarıp saldırı planımı şekillendirmeye başlayacaktım. "Ooki-kun, Taka'nın kaçmasına izin verme. Destek ekibi buraya geldiğinde onları arkamdan yollarsın." Sözlerimi ikiye bölüp mağaranın olduğu taraftaki koruluğu işaret ettikten sonra devamını getirecektim. "Şu tarafta, birkaç yüz metre ileride bir mağarada olduğunu öğrendim. Şanslıysak Takeru-sama hala oradadır." Söylediklerimin ardından, ikna olması son derece zor olan biri olduğunu bildiğim Ooki'nin gözlerinin içine bir kez daha bakacak ve görevde kimin üst olduğunu ona hatırlatacak tonlamayla: "Sana güveniyorum." diyecektim.
Kurduğum planlara dahil edebileceğim elimdeki ekstra imkanlar; Taka'dan, onun da Kaya Ülkesi shinobilerinden aldığı ekipmanlar, Taka'nın kendisi, sürpriz ihtimali ve destek ekibinin yetişeceği ümidiyle dövüşü uzun sürdürme şansımdı. Elimden eksilttiklerimse terazinin ağır geldiği tarafı oluşturuyordu; aldığım yaralar ve ekibim Kotegawa Ooki. Nerden bakarsam bakayım dezavantaj benim yanımda olsa da bu kriz durumunu fırsata çevirebilecek planlar kurmaya çalışıyordum. Shinobiliğin parlak ışığıyla karanlık mağaraları aydınlatmayı hedef bilmiştim.
Çabuk bir patlamayla ağır hasar verebileceğim fikriyle yola çıkıp, kullanacağım sürprizli yöntemleriyle düşmanlarıma yeterince yakınlaştıktan sonra oluşturacağım saldırı fırsatıyla aksiyona geçmeye karar vermiştim. Bunun için de Taka'nın vücudunu kullanacaktım. Bahsettiği, Kazuya tarafından kendisine bahşedilmiş mühür başta olmak üzere bedenini ayrıntılı şekilde inceleyip fırsatımın geri tepmesi ihtimalini en aza indirecektim. Henge no Jutsu ile kendisine dönüşüp, Taka rolü yaparak rakiplerime yaklaşmak zihnimde beliren planın en can alıcı noktasıydı. Hem bu sefer dövdüğüm adamları sorgulama ve konuşturma gereksinimlerimin olmaması işimi daha da kolaylaştırıyordu. Doğrudan ölümcül hamleler yapabilirdim. Ancak dövüşü başlatacak hamle olarak dizayn ettiğim patlama için iki adet patlayıcı parşömene ihtiyacım vardı, kendi tedariğimin yetersiz olduğu bu alanda Ooki'den destek isteyecektim. "Ooki-kun, bana patlayıcı parşömenini ödünç verir misin?" Ishigakure her shinobiye görevlerinden önce ve sonra birer adet patlayıcı parşömen temin ediyordu, bu görevde şimdiye kadar hiç kullanmamıştık. Ooki'nin bencillik edip kendi parşömenini kendisine ayırmak isteyebileceğini düşünsem de böyle yapmamasını umuyordum. Parşömeni alabilsem de alamasam da yola koyulacaktım.
Planımı bir kez daha gözden geçirdikten sonra yeterince incelediğim Taka'ya dönüşmek üzere el mühürlerine başlayacaktım. Yaptığım rolde en çok ihtiyacım olacağını düşündüğüm, bahsi geçen mühre özellikle dikkat ederek gözlerinin önünde kendisine dönüşeceğim Taka'ya gülümsedikten sonra mağaraya doğru koşmaya başlayacaktım. Ekipman çantama sığmayan shinobi ekipmanlarını, yeni kıyafetlerimin içinde daha verimli kullanabileceğimi düşündüğüm yerlere yerleştirecektim. Saldırı planım için düşündüğüm misinayla birbirlerine bağlanmış patlayıcı parşömen ve kunai çiftlerini, iki elimin dışa doğru hızlı bir hareketiyle avucumun içine alıp fırlatma veya saplama hareketleri yapabilmek için bileklerimin iç kısmına yerleştirecektim. Dışarıdan fark edilmeyecek kadar içeride olmalarına özen gösterecektim.

- Kotegawa Ooki
- Posts: 160
- Joined: August 31st, 2018, 10:46 pm
Re: [Yamato Ryuji & Kotegawa Ooki] Tutsak
Ryujinin sorgusu devam ederken bende boş boş oturup etrafa bakmış ve kendime gelmek için biraz daha dinlenmiştim. Yapacak fazla bir şey yoktu.
Ryujin adamı bırakıp yanıma geldiğinde olayları anlatmış ve benim beklemem gerektiğini söylemişti. Bende tam öyle yapacaktım.
Dövüşme becerisinden büyük oranda yoksun olduğum için Ryujiye çoğunlukla yük olurdum. Bu yüzden ona katılmak yerine olduğum yerde beklemek daha doğruydu. Aslında adamı ilk geldiğimiz köye götürmeyi düşünüyordum. Oradan yardım çağırabilirdim.
Ryuji bu sırada patlayıcı parşömenimi istemişti. Sarılı olduğu kunaiyi çıkartıp parşömeni ondan çektikten sonra Ryujin'e verip " Eğer iyi olursam belki onu ilk geldiğimiz köye götürüp teslim." ederim diyecektim. Bu konuda risk alıp almama konusunda kararsızdım. Destek birlikleri ile yolda veya köyde karşılaşırsam işleri oldukça hızlandırma şansım vardı ama diğer yandan onları kaçırıp işleri berbat etme ihtimalimde vardı.
Tüm bunları düşününce olası bir gitme eylemime karşı önlem almak için yere açık bir yere Ryujinin gittiği yeri ve Takeru'nun orada olduğunu kunai ile yazacaktım.
Ryujin gittikten sonra olduğum yerde bir elimde kunai ile adamın bir kaç metre ötesinde bekleyecektim. Ryujin'in iyice uzaklaştığından emin olduktan sonra adama dönüp " Bu işlerin piyasası nedir? Bir iş için kaç para alıyorsunuz? " diye vakit geçsin diye soru soracaktım.
İlerleyen vakitlerde eğer kendimi iyi hissedersem adamı bir iki metre ötemde yürüterek ilk geldiğimiz köye doğru ilerleyecektim.
Ryujin adamı bırakıp yanıma geldiğinde olayları anlatmış ve benim beklemem gerektiğini söylemişti. Bende tam öyle yapacaktım.
Dövüşme becerisinden büyük oranda yoksun olduğum için Ryujiye çoğunlukla yük olurdum. Bu yüzden ona katılmak yerine olduğum yerde beklemek daha doğruydu. Aslında adamı ilk geldiğimiz köye götürmeyi düşünüyordum. Oradan yardım çağırabilirdim.
Ryuji bu sırada patlayıcı parşömenimi istemişti. Sarılı olduğu kunaiyi çıkartıp parşömeni ondan çektikten sonra Ryujin'e verip " Eğer iyi olursam belki onu ilk geldiğimiz köye götürüp teslim." ederim diyecektim. Bu konuda risk alıp almama konusunda kararsızdım. Destek birlikleri ile yolda veya köyde karşılaşırsam işleri oldukça hızlandırma şansım vardı ama diğer yandan onları kaçırıp işleri berbat etme ihtimalimde vardı.
Tüm bunları düşününce olası bir gitme eylemime karşı önlem almak için yere açık bir yere Ryujinin gittiği yeri ve Takeru'nun orada olduğunu kunai ile yazacaktım.
Ryujin gittikten sonra olduğum yerde bir elimde kunai ile adamın bir kaç metre ötesinde bekleyecektim. Ryujin'in iyice uzaklaştığından emin olduktan sonra adama dönüp " Bu işlerin piyasası nedir? Bir iş için kaç para alıyorsunuz? " diye vakit geçsin diye soru soracaktım.
İlerleyen vakitlerde eğer kendimi iyi hissedersem adamı bir iki metre ötemde yürüterek ilk geldiğimiz köye doğru ilerleyecektim.

- GM - Naruto
- Game Master
- Posts: 2811
- Joined: August 25th, 2018, 6:19 pm
Re: [Yamato Ryuji & Kotegawa Ooki] Tutsak
Ryuji: Taka’nın bahsettiği mühüre bakmak istediğinde, elleri bağlı olduğu için sol omzunun hemen altını gösterebiliyor sadece çenesiyle. Konuşamadığından değil, belki de daha fazla konuşmak istemediğinden yaptığı tek şey bu oluyor. Bir kunaiyle üzerindeki basit kıyafetin kol kısmını kesiyorsun ve karşına sözkonusu mühür çıkıyor. Oldukça basit görünen, sana pek bir anlam ifade etmeyen bir şekil. Dokunuyor, kontrol ediyorsun ancak ekstra bir şey yapıyor gibi görünmüyor. Yapmak istediğin her şeyi sırayla yapıyor, henge ile Taka’nın görünümüne dönüşüyorsun. Dövmenin üzeri normal şartlarda giysiyle kapalı olduğu için pek bir şey farketmeyeceğinden dövme ayrıntısını işlemiyorsun tekniğine. Giysinin yırtılması gibi bir travma durumunda hengen bozulacağı için, çok da gerek yok zaten. Devamında, sözkonusu koruluğa doğru ilerlemeye koyuluyorsun.
Ooki: Her ihtimale karşı bir kunaiyle Ryuji’nin ilerlediği yönü ve Takeru’nun da orada olduğu bilgisini düz bir zemine kazıyorsun ilk iş olarak. Hala pek rahat yürüdüğün söylenemez, ancak o kadar kötü durumda da değilsin. Ryuji’nin sardığı bandajlar vücuduna ve yüzüne baskı oluşturarak en azından ağrıyı bir miktar azaltabiliyor. Az önce mesajını kodladığın kunaiyi eline alarak rakibinize yaklaşıyorsun ve birkaç metre ötesinde durup sorunu soruyorsun. Adam başta algılayamıyor durumu, meraklı gözlerle sana dönüyor. Hala korktuğu belli bariz, ancak en azından bir dehşet halinde değil gibi görünüyor. Elleri ve ayakları tamamen bağlı, ve hem senin hem de Ryuji’nin sırayla kırdığınız parmakları garip bir pozisyonda durmakta. Hafiften morumsu bir renk almaya başlamışlar bile. Acı çektiği çok bariz, ve sıkı sıkı bağlanmış misinanın bölgenin kanlanmasını engellediği de bir gerçek. Sorunun kendisine sorulduğunu anladığı zaman, siniri bozulmuşcasına kısa bir kahkaha atıyor: “Ne yani, sohbet mi ediyoruz şimdi de?” Sesi titriyor. Acıdan mı, korkudan mı, sinir bozukluğundan mı bilmiyorsun. Çok da umrunda değil aslında, yalnızca zaman geçirmeye çalıştığını ikiniz de biliyorsunuz. Adam da yapacak bir şey olmadığından ötürü, belki de yalnızca kafasını dağıtmak amacıyla sorunu cevaplıyor: “İşten işe değişir. Patrondan patrona da. Kimi ganimetin yarısını verir ve tamamen şanstır. Kimi fiyatı belirledikten sonra işi yapmamızı ister. Ganimet çok yüksek de olsa, çok az da olsa alacağımız para bellidir. Bazen kendimiz kervan basarız. En karlısı odur, ama en tehlikelisi de.” Adam konuşurken yüzü her kelimesinde tuhaf bir şekil alıyor. Kırık burnu ve kan içindeki yüzü sağlıyor belki bunu da. Gerçi senin yüzünün yarısını kaplayan bir sargı bezi olduğu gerçeğinin de farkında olduğun için pek yadırgamıyorsun durumu. “En azından özgürüz.” diyor adam ve duraksıyor bir süre: "Olduğu kadar." Tüm bu konuşması esnasında sağlam elinin ve bacaklarının ince ince hareket ettiğini görüyorsun. Durumdan rahatsız gibi. Kelimelere dökmese de, yalvarırcasına gözlerle bakıyor sana kendisini çözmen için. Anlayabiliyorsun.
Ryuji: Çok uzun olmayan bir koşunun ardından, adamın bahsettiği koruluğa ulaşıyorsun. Hafif tepelik bir yerde, eğimli bir şekilde uzanıyor yukarı doğru. Temkinli adımlarla ilerlemeye başlıyorsun ağaçların arasından. Ve gerçekten de çok zaman geçmeden yeşillerin arasına gizlenmiş bir mağara görüyorsun. Pek önemli bir yere benzemiyor, Etrafındaki yabani bitki ve otlardan normalde kullanılmayan bir yer olduğunu anlaman zor olmuyor. Uzaktan, bir ağacın arkasından bakıyorsun girişine doğru. İçeri doğru hemen kıvrım aldığı için ilerileri pek göremiyorsun. Elden bir şey gelmediğini anlayınca sakin adımlarla yürümeye başlıyorsun mağaraya. Girişine 4-5 metre kadar mesafe kaldığı zaman, hiç beklemediğin şekilde bir adam çıkıyor içeriden. Basit, Taka’nınkilere benzeyen kıyafetler giymekte. Başı öne eğik, bir sigara yakmaya çalışıyor gibi görünüyor. Stresli olduğu çok bariz, çakmakla uğraştığı için görmüyor seni başta. Nihayet sigarasını yakıp bir duman çektiğinde kafasını kaldırıyor ve farkediyor seni. İstemsiz olarak, Taka’nın görüntüsünde olsan bile farkedildiğin için bir anlığına telaşlanıyorsun ancak falso vermeden toplayabiliyorsun kendini. Adam seni farkettiği gibi koşar adımlarla yaklaşıyor ve arkasına bir bakış atarak mırıldanıyor sinirli sinirli: “Aptal! Nerede kaldın? Kazuya-Sama çıldırdı! Gitmemiz gerekiyor!” Sen daha bir şey yapmaya fırsat bulamadan, sigarasından bir nefes daha alıyor ve yere atıp söndürdükten sonra arkasını dönüp mağaraya ilerlemeye başlıyor hızlıca.
Ooki: Her ihtimale karşı bir kunaiyle Ryuji’nin ilerlediği yönü ve Takeru’nun da orada olduğu bilgisini düz bir zemine kazıyorsun ilk iş olarak. Hala pek rahat yürüdüğün söylenemez, ancak o kadar kötü durumda da değilsin. Ryuji’nin sardığı bandajlar vücuduna ve yüzüne baskı oluşturarak en azından ağrıyı bir miktar azaltabiliyor. Az önce mesajını kodladığın kunaiyi eline alarak rakibinize yaklaşıyorsun ve birkaç metre ötesinde durup sorunu soruyorsun. Adam başta algılayamıyor durumu, meraklı gözlerle sana dönüyor. Hala korktuğu belli bariz, ancak en azından bir dehşet halinde değil gibi görünüyor. Elleri ve ayakları tamamen bağlı, ve hem senin hem de Ryuji’nin sırayla kırdığınız parmakları garip bir pozisyonda durmakta. Hafiften morumsu bir renk almaya başlamışlar bile. Acı çektiği çok bariz, ve sıkı sıkı bağlanmış misinanın bölgenin kanlanmasını engellediği de bir gerçek. Sorunun kendisine sorulduğunu anladığı zaman, siniri bozulmuşcasına kısa bir kahkaha atıyor: “Ne yani, sohbet mi ediyoruz şimdi de?” Sesi titriyor. Acıdan mı, korkudan mı, sinir bozukluğundan mı bilmiyorsun. Çok da umrunda değil aslında, yalnızca zaman geçirmeye çalıştığını ikiniz de biliyorsunuz. Adam da yapacak bir şey olmadığından ötürü, belki de yalnızca kafasını dağıtmak amacıyla sorunu cevaplıyor: “İşten işe değişir. Patrondan patrona da. Kimi ganimetin yarısını verir ve tamamen şanstır. Kimi fiyatı belirledikten sonra işi yapmamızı ister. Ganimet çok yüksek de olsa, çok az da olsa alacağımız para bellidir. Bazen kendimiz kervan basarız. En karlısı odur, ama en tehlikelisi de.” Adam konuşurken yüzü her kelimesinde tuhaf bir şekil alıyor. Kırık burnu ve kan içindeki yüzü sağlıyor belki bunu da. Gerçi senin yüzünün yarısını kaplayan bir sargı bezi olduğu gerçeğinin de farkında olduğun için pek yadırgamıyorsun durumu. “En azından özgürüz.” diyor adam ve duraksıyor bir süre: "Olduğu kadar." Tüm bu konuşması esnasında sağlam elinin ve bacaklarının ince ince hareket ettiğini görüyorsun. Durumdan rahatsız gibi. Kelimelere dökmese de, yalvarırcasına gözlerle bakıyor sana kendisini çözmen için. Anlayabiliyorsun.
Ryuji: Çok uzun olmayan bir koşunun ardından, adamın bahsettiği koruluğa ulaşıyorsun. Hafif tepelik bir yerde, eğimli bir şekilde uzanıyor yukarı doğru. Temkinli adımlarla ilerlemeye başlıyorsun ağaçların arasından. Ve gerçekten de çok zaman geçmeden yeşillerin arasına gizlenmiş bir mağara görüyorsun. Pek önemli bir yere benzemiyor, Etrafındaki yabani bitki ve otlardan normalde kullanılmayan bir yer olduğunu anlaman zor olmuyor. Uzaktan, bir ağacın arkasından bakıyorsun girişine doğru. İçeri doğru hemen kıvrım aldığı için ilerileri pek göremiyorsun. Elden bir şey gelmediğini anlayınca sakin adımlarla yürümeye başlıyorsun mağaraya. Girişine 4-5 metre kadar mesafe kaldığı zaman, hiç beklemediğin şekilde bir adam çıkıyor içeriden. Basit, Taka’nınkilere benzeyen kıyafetler giymekte. Başı öne eğik, bir sigara yakmaya çalışıyor gibi görünüyor. Stresli olduğu çok bariz, çakmakla uğraştığı için görmüyor seni başta. Nihayet sigarasını yakıp bir duman çektiğinde kafasını kaldırıyor ve farkediyor seni. İstemsiz olarak, Taka’nın görüntüsünde olsan bile farkedildiğin için bir anlığına telaşlanıyorsun ancak falso vermeden toplayabiliyorsun kendini. Adam seni farkettiği gibi koşar adımlarla yaklaşıyor ve arkasına bir bakış atarak mırıldanıyor sinirli sinirli: “Aptal! Nerede kaldın? Kazuya-Sama çıldırdı! Gitmemiz gerekiyor!” Sen daha bir şey yapmaya fırsat bulamadan, sigarasından bir nefes daha alıyor ve yere atıp söndürdükten sonra arkasını dönüp mağaraya ilerlemeye başlıyor hızlıca.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
- Kotegawa Ooki
- Posts: 160
- Joined: August 31st, 2018, 10:46 pm
Re: [Yamato Ryuji & Kotegawa Ooki] Tutsak
Elimdeki kunai ile Ryujinin gittiğini ve nereye gittiğini yere yazdıktan sonra esiriminizin bir kaç adım ötesine oturmuş ve bu tarz adamlarla ilgili gerçekten merak ettiğim bir soruyu sormuştum. Kariyer değişikliği yapmak gibi bir planım yoktu. Diğerlerinden farklı sebeblerlede olsa İshi-cho'ya ve köye bağlıydım. Yinede benimkinden farklı bir meslek seçimi yapan ama başlangıçta benim gibi olan bu adamın durumu ilgimi çekmişti. Aslında ilgimi çeken şey onun yaşam biçimi değilde bundan elde ettiği kazançtı. Belkide bu genlerimde vardı. Babamda bir tüccar olarak bu tarz detaylarla fazlasıyla ilgilenirdi.
Babamla ortak bir noktamın oluşunu fark etmem beni oldukça rahatsız etmişti. Kendisinden ölesiye nefret etmesemde pek hoşlandığım biri olduğuda söylenemezdi. Juzo ile aynı kafadan bir insandı. Yeni nesli sevmez ve yaptıkları her şeyi eleştirirdi. Kuri-sama'dan da pek hoşlandığını sanmıyordum çünkü oda aşağı yukarı bizim neslimizdendi. Erken emekli olan, İshideki emlak balonunu başlatan onlar olmasına rağmen günümüzde ülkenin ve köyün sorunlarında bizim suçlu bulunmamız çok saçmaydı.
Adama sorduğum soru karşısında baya baya terslenmiştim. Bir tutsağın beni terslemesi elbetteki sinirlerimi bozmuştu. Kaşlarımı çatıp ,ki bandajlardan görmesini beklemiyordum, tehditkar bir bakış atmıştım ama bir kaç saniye içinde işleri bana açıklamıştı.
Anlattığı şeyler çok ilgimi çekmiyordu. Yani bir rakam verseydi tamam ama çok ucu açık konuşmuştu. Bir kervandan kaç para gelir ben nereden bileyim. Bu tarz konularla ilgilenseydim babamın işini devralırdım. Gerçi o benim o işleri devralmamdan çok zengin biri ile evlenip kocamın devralmasını tercih ederdi ki bu cinsiyetçiliği beni en çok gıcık eden noktalardan biriydi.
Adamın hal ve tavırlarından iplerinin daha doğrusu misinalarının gevşetilmesini istediği anlaşılıyordu. " Bahsettiğin adam Kazuya, büyük ihtimalle bir Kyudaichi kullanıcısı. Bende Judaichi kullanıcısıyım. Bahsettiklerine bakılırsa saf güç ve teknik bilgi açısından benim dengim gibi duruyor. Tabi ben keskin bir silah kullanmadığım için birini ortadan ikiye bölemem ama... " diyecektim ve boştaki elimi yumruk yapıp ona doğru tutarak " şu anki halimde bile atacağım bir yumrukla senin bana attığın kayalarla bana verdiğin hasardan daha fazlasını sana verebilirim. Tam gücümde ise göğsüne atacağım bir yumrukla kaburgalarını kırıp ciğerlerini ve kalbini patlatabilirim. Koca bir kayayı bu yumrukla..." diyip tekrar yumruğumu ona doğru tutarak " çatlattığım olmuştu. Tabi inanıp inanmamak sana kalmış ama bak... " diyicek ve kunaiyi göstererek " şunu 10 metreden senin sırtına sen koşarken atsam kalbini yada ciğerlerini delebilirim. " diyerek olası bir kaçma girişiminde başına gelecekleri anlatacaktım.
İşin aslı onu bana yaptıklarından sonra öldürmemek için büyük bir çaba sarf ediyordum. Eğer şu görev başarı ile sonuçlanırsa Kurumi-sama'dan onun sorgusuna bizzat katılma talebinde bulunacaktım.
Biraz daha sessiz sakin oturduktan sonra tekrardan adamla konuşmaya başlayacaktım. " Bizi isteseydin öldürebilirdin biliyorsun değil mi? Boğazımı sıkmak yerine kunai saplasaydın, arabaya döşemek yerine yerin altında tam altımıza veya elini çıkartıp bacaklarımıza patlayıcı parşömen sarsaydın, çıkıp Ryuji ile savaşacağına yerin altından bize saldırmaya devam etseydin veya yarattığın zombilere teknik kullandırtsaydın bizi yenmem mümkün olabilirdi. Neden böyle bir şey yapmadın? " diye soracaktım.
Başta Ryomayı savaşın ortasında sırtlayıp kaçmaya çalışmamın sebebi buydu. Yerin altında bize her an saldırabileceği için onu beklemek boşunaydı. Yerin altından saldırmasa bile zombilerini yollayabilirdi. Yani başka bir değişle bize karşı çok sayıda avantaja sahip olmasına rağmen görünüşe göre bodoslama saldırmayı tercih etmişti. Bunun nedenini merak etmiştim.
Tüm bunlar olurken olası bir patlamayada kulak kesilecektim. Ryujin'in elinde bendeki dahil iki patlayıcı parşömen vardı. Karşısında iki kişi olduğundan ikisinide kullanmak zorunda kalacaktı. Ya tek bir büyük patlama yada iki normal patlama duymam gerekiyordu. Bu konuda olacaklara göre adama ne yapmam gerektiği ve ondan sonra benim ne yapmam gerektiği değişecekti.
Babamla ortak bir noktamın oluşunu fark etmem beni oldukça rahatsız etmişti. Kendisinden ölesiye nefret etmesemde pek hoşlandığım biri olduğuda söylenemezdi. Juzo ile aynı kafadan bir insandı. Yeni nesli sevmez ve yaptıkları her şeyi eleştirirdi. Kuri-sama'dan da pek hoşlandığını sanmıyordum çünkü oda aşağı yukarı bizim neslimizdendi. Erken emekli olan, İshideki emlak balonunu başlatan onlar olmasına rağmen günümüzde ülkenin ve köyün sorunlarında bizim suçlu bulunmamız çok saçmaydı.
Adama sorduğum soru karşısında baya baya terslenmiştim. Bir tutsağın beni terslemesi elbetteki sinirlerimi bozmuştu. Kaşlarımı çatıp ,ki bandajlardan görmesini beklemiyordum, tehditkar bir bakış atmıştım ama bir kaç saniye içinde işleri bana açıklamıştı.
Anlattığı şeyler çok ilgimi çekmiyordu. Yani bir rakam verseydi tamam ama çok ucu açık konuşmuştu. Bir kervandan kaç para gelir ben nereden bileyim. Bu tarz konularla ilgilenseydim babamın işini devralırdım. Gerçi o benim o işleri devralmamdan çok zengin biri ile evlenip kocamın devralmasını tercih ederdi ki bu cinsiyetçiliği beni en çok gıcık eden noktalardan biriydi.
Adamın hal ve tavırlarından iplerinin daha doğrusu misinalarının gevşetilmesini istediği anlaşılıyordu. " Bahsettiğin adam Kazuya, büyük ihtimalle bir Kyudaichi kullanıcısı. Bende Judaichi kullanıcısıyım. Bahsettiklerine bakılırsa saf güç ve teknik bilgi açısından benim dengim gibi duruyor. Tabi ben keskin bir silah kullanmadığım için birini ortadan ikiye bölemem ama... " diyecektim ve boştaki elimi yumruk yapıp ona doğru tutarak " şu anki halimde bile atacağım bir yumrukla senin bana attığın kayalarla bana verdiğin hasardan daha fazlasını sana verebilirim. Tam gücümde ise göğsüne atacağım bir yumrukla kaburgalarını kırıp ciğerlerini ve kalbini patlatabilirim. Koca bir kayayı bu yumrukla..." diyip tekrar yumruğumu ona doğru tutarak " çatlattığım olmuştu. Tabi inanıp inanmamak sana kalmış ama bak... " diyicek ve kunaiyi göstererek " şunu 10 metreden senin sırtına sen koşarken atsam kalbini yada ciğerlerini delebilirim. " diyerek olası bir kaçma girişiminde başına gelecekleri anlatacaktım.
İşin aslı onu bana yaptıklarından sonra öldürmemek için büyük bir çaba sarf ediyordum. Eğer şu görev başarı ile sonuçlanırsa Kurumi-sama'dan onun sorgusuna bizzat katılma talebinde bulunacaktım.
Biraz daha sessiz sakin oturduktan sonra tekrardan adamla konuşmaya başlayacaktım. " Bizi isteseydin öldürebilirdin biliyorsun değil mi? Boğazımı sıkmak yerine kunai saplasaydın, arabaya döşemek yerine yerin altında tam altımıza veya elini çıkartıp bacaklarımıza patlayıcı parşömen sarsaydın, çıkıp Ryuji ile savaşacağına yerin altından bize saldırmaya devam etseydin veya yarattığın zombilere teknik kullandırtsaydın bizi yenmem mümkün olabilirdi. Neden böyle bir şey yapmadın? " diye soracaktım.
Başta Ryomayı savaşın ortasında sırtlayıp kaçmaya çalışmamın sebebi buydu. Yerin altında bize her an saldırabileceği için onu beklemek boşunaydı. Yerin altından saldırmasa bile zombilerini yollayabilirdi. Yani başka bir değişle bize karşı çok sayıda avantaja sahip olmasına rağmen görünüşe göre bodoslama saldırmayı tercih etmişti. Bunun nedenini merak etmiştim.
Tüm bunlar olurken olası bir patlamayada kulak kesilecektim. Ryujin'in elinde bendeki dahil iki patlayıcı parşömen vardı. Karşısında iki kişi olduğundan ikisinide kullanmak zorunda kalacaktı. Ya tek bir büyük patlama yada iki normal patlama duymam gerekiyordu. Bu konuda olacaklara göre adama ne yapmam gerektiği ve ondan sonra benim ne yapmam gerektiği değişecekti.

- Yamato Ryuji
- Posts: 65
- Joined: November 8th, 2018, 11:06 pm
Re: [Yamato Ryuji & Kotegawa Ooki] Tutsak
Mühür dediği şeyi gördüğümde fark etmiştim ki: Omzuna çizilen harfler sayesinde yenilmez olacağını sanan salağın tekiydi Taka. Belki anlayamadığım bir şeyler vardır diye dokunup anlamını çözmeye çalışsam da nereden bakarsam bakayım saçma sapan çizgilerden oluşan sulu boya gibi bir şeydi gördüğüm.
Dışarıdan baktığımda içeriyi göremediğim için baskın planımı biraz daha detaylandırmam gerekmişti. Otake Takeru'yü tanımlamadan yapacağım herhangi bir saldırı, görevi amacından saptırmak olacağı için dövüşü biraz daha ertelemem gerekiyordu. Öncelikle mağaranın iç kısmını keşfedecektim. Kaçaklarla ne yapacağıma daha sonra karar verecektim. Ancak bu zaman diliminde Henge'nin bozulmaması lazımdı. Reflekslerimi çelik kadar soğuk tutacaktım. Samimiyet veya kızgınlık, tekniğimi bozacak etkileşimlere yol açabilirdi.
Bir saniye önce sigara yakmaya çalışan, hedeflerimden biri olduğu kesinleşen adamın sözlerinden dolayı Hige olduğunu düşündüğüm kişi beni görünce Kazuya tarafından azar işiteceğimiz belli olmuştu. Gitmemiz gerektiği kelimesinden anladığım kadarıyla mağarada buluşup fırçalanma faslından sonra yeniden harekete koyulacaklardı. Beni, onları mağaranın dışına çıkarma zahmetinden kurtaran bu hazır plan işime geliyordu. Dikkat etmem gereken tek şey Kazuya bana kızdığı sırada darbe almamak olacaktı. Eğer böyle bir durumla karşılaşırsam reflekslerimi devreye sokmakla birlikte geldiğim kasabada zaten dayak yediğimi aktaran birkaç söz edip haydutların reisinden af dilenecektim.
Hiçbir şey söylemeden Hige'yi takip etmeye başlamıştım. Bu poziyonda onu denklemin dışına çıkarmak çok kolay olsa da sonradan Kazuya tarafından foyamın açığa çıkarılması çok kolaylaşacağından sabrımı sürdürüyordum. Zaten karşımdaki asıl tehdit Kazuya'ydı. Sürpriz faktörlerini, Hige'yi değil de onu saf dışı bırakacak şekilde kullanmak çok daha karlı olacaktı. Bu sırada bileklerimin iç kısmında sakladığım ekipmanları belli etmemeye gayret edecektim. Ayrıca henüz mağarayı keşfetmiş veya Takeru'yü tespit etmiş değildim. Planımın ilk aşaması savaş alanını tanımak ve hedefleri belirledikten sonra dövüş taktiklerimi belirlemekti.
Dışarıdan baktığımda içeriyi göremediğim için baskın planımı biraz daha detaylandırmam gerekmişti. Otake Takeru'yü tanımlamadan yapacağım herhangi bir saldırı, görevi amacından saptırmak olacağı için dövüşü biraz daha ertelemem gerekiyordu. Öncelikle mağaranın iç kısmını keşfedecektim. Kaçaklarla ne yapacağıma daha sonra karar verecektim. Ancak bu zaman diliminde Henge'nin bozulmaması lazımdı. Reflekslerimi çelik kadar soğuk tutacaktım. Samimiyet veya kızgınlık, tekniğimi bozacak etkileşimlere yol açabilirdi.
Bir saniye önce sigara yakmaya çalışan, hedeflerimden biri olduğu kesinleşen adamın sözlerinden dolayı Hige olduğunu düşündüğüm kişi beni görünce Kazuya tarafından azar işiteceğimiz belli olmuştu. Gitmemiz gerektiği kelimesinden anladığım kadarıyla mağarada buluşup fırçalanma faslından sonra yeniden harekete koyulacaklardı. Beni, onları mağaranın dışına çıkarma zahmetinden kurtaran bu hazır plan işime geliyordu. Dikkat etmem gereken tek şey Kazuya bana kızdığı sırada darbe almamak olacaktı. Eğer böyle bir durumla karşılaşırsam reflekslerimi devreye sokmakla birlikte geldiğim kasabada zaten dayak yediğimi aktaran birkaç söz edip haydutların reisinden af dilenecektim.
Hiçbir şey söylemeden Hige'yi takip etmeye başlamıştım. Bu poziyonda onu denklemin dışına çıkarmak çok kolay olsa da sonradan Kazuya tarafından foyamın açığa çıkarılması çok kolaylaşacağından sabrımı sürdürüyordum. Zaten karşımdaki asıl tehdit Kazuya'ydı. Sürpriz faktörlerini, Hige'yi değil de onu saf dışı bırakacak şekilde kullanmak çok daha karlı olacaktı. Bu sırada bileklerimin iç kısmında sakladığım ekipmanları belli etmemeye gayret edecektim. Ayrıca henüz mağarayı keşfetmiş veya Takeru'yü tespit etmiş değildim. Planımın ilk aşaması savaş alanını tanımak ve hedefleri belirledikten sonra dövüş taktiklerimi belirlemekti.
