[Geçmiş] Chouwa

Tarım ürünleriyle önem kazanmış kasaba.
Post Reply
User avatar
Chouwano Kagi
Kaçak
Kaçak
Posts: 268
Joined: June 4th, 2020, 6:05 pm
Künye:

[Geçmiş] Chouwa

Post by Chouwano Kagi » April 19th, 2025, 2:13 am

Off Topic
Kagi'nin beş yıl önceki ve bugünkü durumundan çok farklı halinin anlatıldığı bu konu içerisinde Kagi'nin kullandığı ve kullanacağı yetenek ve stiller yalnızca bu konuyla alakalı bir durumdur. RP-Out olarak yeniden bu teknikleri veya stilleri almazsa GM'li konularda kullanmayacaktır. Unutmuş olduğu veya biliyorsa bile kullanmayacağı, ismen dahi zikretmeyeceği varsayılmalıdır.
Bir rüya gibiydi. Beklediğinden daha fazla tepki veriyordu fakat sanki buna değiyordu. Zira Konoha'ya giderken içinde yalnızca Naruto-sama'yı belki görürüm umudu vardı ve yalnızca bunun gerçekleşmesi halinde ne kadar mutlu olabileceğini hayal ediyordu. Şimdi ise onun elini sıkmış ve tebrikini almış biriydi. Hayatın bu ufak dokunuşlarla ne kadar değişebileceği büyüleyiciydi. Oysa dünya açısından bugün, geçen haftanın bugününden pek de farklı değildi. Annesi yine inekleri sağıyor, babası yine bahçenin yabani otunu topluyordu.

Chuunin Sınavı görevinden döneli bir hafta olmuştu. Bir hafta boyunca hiçbir şey yapmamış ve o anı kafasında hep yeniden canlandırmıştı. Her bir yeniden düşünüşünde kendince bir farklı detay yaratıyor, bir farklı detayı silip atıyordu. Artık o an, alnının terli olmadığı bir ana dönüşmüştü; teşekkür etmeden önce yutkunmamış, Naruto onu diğer Kusalılardan daha çok övmüştü. Nitekim sonunda kendi özel gerçekliğinde, kendi anısını yaratmıştı.

Bu keyif verici sarhoşluğun bugün sekteye uğraması gerekiyordu. Zira bugün Kusachou Nise-sama'nın huzuruna çağrılmış ve kafa izni fiilen son bulmuştu. Öğlen vakti gerçekleşecek bu toplantı için aheste aheste hazırlanıyordu. Tantou’sunu sırtına yerleştirdi, çantasını sağ bacağına bağladı ve Kusa bandını sol omzuna iliştirdi. Odasını yalapşap topladıktan sonra küçük kulübeden çıktı.

Annesi bahçedeydi. O fark etmeden gizlice yanına usulca sokuldu ve bir anda üzerine atlayıp yanağından sulu sulu öptü. Annesinin başta ödü kopsa da Kagicik akademide «gizlilik esasları»'nı öğrendi öğreneli onun yanına hep böyle sokulur ve böyle sürprizler yapardı. Haliyle bir süre sonra bağışıklık denebilecek bir soğukkanlılık kazanmıştı. "İzin biter bu kızçe kaçar. Tavuklar, kazlar da artık ellerinden öper annecik" dedi. "Bir yere yollamazlarsa akşam evde olurum, siz yine de beni beklemeyin ama." Minori bunu duyunca gülümsemesi ister istemez hafifçe silindi. Biricik kızının bir shinobi oluşunu eninde sonunda kanıksamıştı ancak halen daha bu tarz kopukluklar durumunda endişe etmeden duramıyordu. "Eğer uzağa yollarlarsa eve uğra da azık hazırlayayım." Kagi iki baş parmağını kaldırarak "Babama onu sevdiğimi söyle." dedi ve annesinin hafifçe dolmuş gözlerinin ardında usulca çit kapısından çıkıp gitti.

Genç kız usul adımlarla Kusa merkezine doğru ilerliyordu. Çiftlikleri köyden birkaç kilometre uzaktaydı. Bu yüzden yolu ne zaman köye düşse aynı kontrol noktasından geçiyordu. Bu sebeple devriyeci shinobilerin birçoğuyla bir ahbaplığı vardı. Onu kapıda gören Yasui isimli Chuunin ona takıldı: "Ooo biz artık bu kapılara uğramaz diyorduk. Anbu, Kusachou koruması falan oldu herhalde dedik." Kagi gülümsedi: "Sayılır, sayılır. Yeni makamıma geçmeden bir uğrayayım dedim. Daha da görüşemeyiz yoksa." Yasui'nin yüzü şaşkınlıkla karışık bir burukluğa evrildi. "Harbiden mi?" Kagi, Yasui'nin oltaya gelmesine pek sevindi. "Ne sandın ya? Oğlum ben artık Konoha'nın koskoca bekçisiyim. Ayak görevi yapar mıyım artık?"

-Ee nereye gidiyorsun peki?

-Gizli oğlum gizli. Artık biz de deriniz.

Dedikten sonra bir göz kırptı Kagi. Yasui her şeyi gerçek sanarak hafif dolu gözlerle ayağa kalkıp sarılmak istedi. Kagi ise histerikçe bir gülüş attı. "Şaka be şaka. Kim n'apsın beni. Benim gibi kaç tanesi vardı orada." Yasui rahatlamış bir ifadeyle gözlerini sildi. Sesindeki çatlamaları gizlemeye çalışıp ama pek de başarılı olamayarak "Ehehe, anlamıştım zaten ya. Rol yapıyodum." Kagi kaşlarını kaldırdı ve şapşalca güldü. Sağ elini hafifçe havaya kaldırarak selam verdi ve Kusachou binasına doğru olan yolculuğuna devam etti.

Bir süre sonra binaya vardı ve az önceki şakacı tavrı yok olup gitmişti. Gözleri bir kaplan gözü gibi sanki kırpmadan duruyor ve inanılmaz bir disiplin içinde hareket ediyordu. Kusachou'nun kapısına kadar geldi ve görevli shinobiye adını ve sicil numarasını bildirdi. Kimi zaman usulen bile olsa sorulduğu için alın bandını çıkarıp içini göstermeye hazırlandı fakat kapıdaki shinobi elini sallayarak "Gerek yok." dedi ve kapıyı tıklattı. "Zaten seni bekliyorlardı."

Kapı açılıp da bir adım ileriye attıktan sonra Kagi'nin bakışlarında bir şaşkınlık görüldü. Zira ismen tanımasa da Chouwano klanından, yani kendi klanından olduğunu bildiği üç kişi içeride, Nise-sama ile beraber duruyordu. Kagi bu kısa süreli bir afallamadan sonra usulünce selamını verdi ve "Buyurunuz Kusachou-sama." dedi.

Nise yavaşça ayağa kalkıp "Hoş geldin Kagi." dedi. "Tatilinin sonuna geliyoruz küçük hanım. Zira tatilini hiç de beklediğim gibi geçirmiyorsun." Kagi, başını önüne doğru bir suçlu afacan çocuk gibi eğdi. Nise'nin nasıl olur da kendisinin bir hafta boyunca gerçekten hiçbir şey yapmadan oturmasını bildiğini sorgulamadı. Nihayetinde ona boşuna "Gözcü" denmediğini biliyordu. "O yüzden en azından pasını ve sarhoşluğunu atacağın bir göreve gideceksin." Kagi hiçbir detayı sormadan başını salladı ve "Emredersiniz." dedi. Bu atıllığının yüzüne vurulması ile kulak ve yanakları kıpkırmızı olmuştu. Bu utançla "Konoha'yı fethet" dense en azından deneyip uğrunda can verecek kadar kanı kaynamıştı.

Nise yanında oturan orta yaşlı Chouwano kadınına hafifçe başını salladıktan sonra çıkabilirsiniz işareti yaptı. Ardından o da Kagi'nin yanında bulunan ikiliye doğru başını salladı ve ardından Kagi'nin gözlerine bakarak ona da başını salladı. Kagi nihayetinde bu kadını tanımıyordu ancak bakışlarında bir hiyerarşi hissetti ve ister istemez o da diğer ikiliyle beraber arkasını dönüp odadan çıktı. Odadan çıkınca kendini sudan çıkmış balık gibi hissetti. Zira diğer Chouwano insanları onu ve babasını ne zaman görse pek pas vermez ve iletişim kurmaktan kaçınırlardı. Kagi de bu durumu kanıksamış ve onlarla pek denk gelmemeye çalışmaya başlamıştı. Şimdi ise yanyana duruyorlardı.

Tam adını söyleyecekti ki ilk olarak kendi yaşlarında, nispeten kendisine benzeyen kız konuştu. "Adım Surudai. Aynı klandan olduğumuzu bildiğiñi varsayıyorum." Kagi bu laf üzerine ister istemez bir eziklik hissetti. Evet aynı klandalardı fakat bu bir mana ifade etmiyordu. Bu sırada kendilerinden biraz büyük olduğunu düşündüğü adam söze girdi: "Beñ de Gunzei. Görevin detaylarını isterseñ yolda anlatalım." Kagi başını sallayarak onayladı ve ardından bir şeyi hatırlayarak söze girdi: "Eğer görev uzaklara gitmeyi gerektiriyorsa iki dakika eve uğrayabilir miyim?"

Bunu duyunca Surudai ile Gunzei birbirine baktı ve ardından Surudai "Tabii ki, zaten yolumuzuñ üstü." diyerek bunu kabul etti. Böylelikle üç kandaş Saisu'nun Çiftliği'ne doğru yola koyuldu. Birkaç dakika sonra vardılar ve kapının önünde durdular. Kagi kapıyı tıklatırken onlar çitlerin dışında bekliyorlar ve genç kızı izliyorlardı. Kapıyı Minori açtı ve kapının yanında hazır beklettiği azığı uzatmaya hazırlanırken çitin ötesinde bulunan iki Chouwano'yu fark etti. Fısıldayarak Kagi'ye "Bunlar ne arıyor burada, başın mı dertte? Bizden ne istiyorlar?" diye endişeyle sordu. Bu sözlerden sonra arkasına dönerek "Saisu!" diye sessizce seslendi.

Kagi "Onlar görevdeki yoldaşlarım anne. Ricam üzerine geldiler." dedi. "Aman ne güzel bir ricada bulunmuşsun." diyerek sessiz fakat tiz bir sesle Kagi'yi haşladı. Surudai ve Gunzei, Minori'nin endişesini görünce kapıya arkalarını dönüp Kusa yoluna doğru bakmaya başladılar. Bu sırada kapıya gelen Saisu çitteki misafirlere doğru baktı. "Yoksa o Surudai mı?" diye sessizce Kagi'ye sordu. Ardından el sallayıp selam vermeye hazırlanıyordu ki Minori elini tutup indirdi "Saçmalama be adam, saçmalama!" diye bir de onu haşladı. Kagi kapı önünde daha fazla münakaşa yaşanmaması için azık çantasını aldı ve kapıdan uzaklaşmaya başladı. Minori sessizce bazı uyarılar yapmaya çalışsa da Kagi pek anlamadı ve bir süre sonra sesini duyuramayacağını fark eden Minori de konuşmayı bırakıp öylece kızını izlemeye başladı. Bu sırada Saisu'nun yüzünde ise şapşal bir gülümseme vardı.

Kagi çit kapsını açtı ve ikiliye doğru "Artık hazırım, gidebiliriz." dedi. Surudai başını sallayarak ilk koşar adımı atan kişi oldu. Birkaç saniye sonra üç kandaş Çimen Ormanları'nda kaybolup gitti.

~~
Image
► Show Spoiler
User avatar
Chouwano Kagi
Kaçak
Kaçak
Posts: 268
Joined: June 4th, 2020, 6:05 pm
Künye:

Re: [Geçmiş] Chouwa

Post by Chouwano Kagi » April 26th, 2025, 11:49 pm

Saisu’nuñ Çiftliği’nden ayrılalı henüz bir dakika olmuştu ki, Gunzei söze girdi:

“Konoha’daki Chuunin Sınavı süresince devriyeleriñ üstünde fazlasıyla yük vardı. Birçok shinobiñ görevde olması, bazı haydut gruplarına fırsat doğurdu. Özellikle Yağmur Ülkesi ile olan sınırda kervan yağmaları, kundaklamalar ve saire yaşandı.
Bizim öncelikli amacımız, bu grupları tespit etmek. Sonrasında saldırmak mı, yoksa geri çekilip Kusachou’ya durumu bildirmek mi, birlikte karar veririz.”


Sonra hafifçe Kagi’ye dönerek ekledi:

“Buraya kadar sormak istediğiñ bir şey var mı?”

Kagi başını hafifçe salladı:

“Hayır, her şey makul görünüyor.”

Bu kez sözü Surudai aldı:

“Yolumuz uzun. Donshi’ye varmadan önce Funahashi’de konaklayacağız. Oradaki karakoldan da mevcut duruma dair bir brifing alırız sanıyorum.”

Kagi bu planla ilgili bir şey söylemedi ve baş sallamakla yetindi. Ancak ortamda bir tür uyumsuzluk sezmişti; bu, onu konuşmaktan alıkoyuyordu. Yine de bir süre sessiz ilerlediler.

Sessizliği yeniden Surudai bozdu:

“Klanımız hakkında ne biliyorsun?”

Kagi soruya hazırlıksız yakalanmıştı. Profesyonel bir görevin ortasında bir anda soy konuşmasına geçilmesi onu kısa süreliğine afallattı. Tereddütle cevap verdi:

“Sanırım genel olarak bizi sevmediğiñizi?”

Surudai anında karşılık verdi:

“Señi değil, babañı.”

Kagi yüzünü buruşturdu, öfkesini bastırmadan tısladı:

“Bu ne saçma bir diyalog ya böyle.”

Gerilim artmadan Gunzei araya girdi:

“İkiniñ de sessiz olmasıñı istiyorum. Kavga etmeniñ bize bir yararı yok. Surudai’ıñ amacı señi kızdırmak değildi, yalnızca yetenekleriñi ölçmek istiyordu. Biraz patavatsızdır, o kadar.
Kenjutsu yetenekleriñ, Katon kullanımıñ veya başarabildiyseñ Yoton konusunda ne durumda olduğuñu bilmek istedik.
Sonuçta bizden ayrı da olsañ bir Chouwano’suñ. Bazı şeyler ırsidir — sadece saçımız, gözümüz gibi değil… Gerçi oñlar da buna dahil ama esas olarak kastettiğim şey yetenekleriñ.”


Kagi bir nebze sakinleşti. Duraksadıktan sonra yanıtladı:

“Herhalde iyi bir tantou kullanıcısıyım. Katon’da da fena sayılmam ama Yoton’u hiç kullanmadım.”

Kagi bu cevabın ardından küçümseyici bir bakış beklemişti, ama öyle olmadı. Sanki bunu doğal karşılıyorlarmış gibiydi. Gunzei hafifçe gülümsedi:

“Klan dojomuza bir kez bile gelmeden başardıklarıñ etkileyici, Kagi-san. Umarım birlikte sorunsuz bir uyum yakalarız.
Zira bu bizim kanımızda var.”


Gunzei sustuktan sonra Surudai, ses tonunu yumuşatarak konuştu:

“Kabalık ettiğim için özür dilerim. Sadece saña karşı bir art niyetimiziñ olmadığını bilmeñi istedim.”

Kagi için bu yine sinir hoplatıcı bir sözdü. Zira «art niyet»'in kendisine veya babasına olması onun için pek de bir şey fark etmiyordu. Burnundan seslice soludu fakat bir şey demedi ve yollarına bir süre daha devam ettiler.

Kusa'dan ayrılalı yaklaşık 4 saat olunca bir düzlükte durdular. Bölge genel olarak güvenli olduğundan pek de tedbir almadılar. Kagi annesinin hazırladığı azıktan bir kutu çıkarıp kek yemeye başladı. Surudai ve Gunzei de benzer çörek ve önceden pişirilmiş yağıyla beraber konservede muhafaza edilmiş et yemeği çıkardı. Kagi onların ne yediğini pek umursamamıştı fakat bir anda önüne bir tabak uzandı. Surudai getirdikleri et ve çörekten birazını ona uzatıyordu. Kagi almakta tereddüt edince de önüne koydu. Sonra yarım bir ağızla da "Yalnızca hamur işi yeme. Bu çok sağlıksız." dedi. Kagi yalnızca başını sallayarak teşekkür etti ve o da kek kabını Gunzei ile Surudai’ın arasına koydu. Onlar da aynı şekilde teşekkür etti. Bu, Kagi için Surudai ile arasında olan buzların hafif de olsa eridiği ilk andı. Art niyetten ziyade patavatsız olduğuna biraz da olsa ikna olmuştu.

Bir süre sessizce yediler. Rüzgâr çimenleri nazikçe okşarken, ufukta akşamın ilk tonları belirmeye başlamıştı. Herkes az çok doymuş, yüzlerde yorgun ama daha rahat ifadeler yer etmişti.

Gunzei, güneşin konumuna göz attıktan sonra ayağa kalktı:

“Biraz daha yol almamız iyi olur. Gün batmadan Funahashi’ye varmak lazım.”

Kagi, bu söz üzerine tabakları toparlamaya koyuldu. Surudai da ona yardım etti, bu defa sessizce. Ardından üçlü tekrar yola koyuldu; ama bu kez, sabahkinden daha hafif bir atmosfer eşliğinde. Bir sonraki durakları, gün kararmadan önce varmayı umdukları Funahashi idi. Oraya varana kadar da kimseden çıt çıkmadı.

Akşamın mor ve alacalı tonları göğü esir almaya başladığında üç yoldaş ufukta Funahashi'nin devasa surlarını görür oldu. Surları görünce bir ağacın üstünde durup bir süre surları izlemeye koyuldu. O durunca önce Gunzei sonra da Surudai onun yanında duraksadı. Kagi bu namını duyduğu fakat hiç gitmediği şehri göreceği için biraz da olsa heyecanlanmıştı ve yol yorgunluğunu bir nebze olsun unuttu. "Daha önce hiç Funahashi'ye gelmiş miydiniz?" diye sordu. Surudai ve Gunzei kısa bir süreliğine birbirine baktı ve bakışlarıyla kendi dinamiklerinde bir şeyleri sorup cevapladılar. Surudai "Evet" dedi. "Yazları geliriz." Gunzei sözü devraldı: "Çiçek festivali için." Kagi hafifçe güldü. Zira Chouwano'lar Kusa içinde pek görülmez, görüldüğünde de sinirli tavırlarıyla bilinen bir klandı. Onların toplanıp çiçek festivaline gitmesi komik gelmişti. Surudai bu gülüşün ardındaki aşağılamayı hissetti ve sinirlenerek Kagi'ye doğru yürümeye çalıştıysa da Gunzei araya girdi: "Belki bu yaz beraber gideriz ha Kagi-san?" Kagi bu teklif karşısında çok şaşırmış ve gülüşü hızla yok olmuştu. Biraz duraksayıp "Tabii, neden olmasın.." dedi.

Funahashi'ye vardıklarında surların ne kadar azametli olduğunu daha iyi görebiliyordu. Dibinden baktığında sanki surlar göğe yükseliyormuş da surun boyu bittiğinden değil de gözün görebileceği ufku aştığından dolayı göremiyormuş gibi bir hisse kapıldı. O göğe bakarken Funahashi'nin koruyucu shinobileri kendilerini kontrol etmeye başlamıştı bile. Gunzei alın bandını çıkardı ve kapıdaki görevlilere gösterdi. "Chouwano ekibiyiz. Sanıyorum ki bekleniyorduk ve yine sanıyorum ki karakolda bir randevumuz da bulunmakta." dedi. Güvenlik güçleri önce Gunzei'ye sonra da birbirlerinin kopyası gibi duran arkadaki ikiliye baktıktan sonra onların alın bantlarını görme gereksinimi görmedi. "Tabii." dedi. "Görüşmeniz yarın sabah gerçekleşecek." Ardından bir shinobiden ziyade resmi bir üniforma giyinmiş memuru göstererek "Sizi konaklayacağınız lojmana götürecek" dedi.

Lojmana geldiklerinde Gunzei bir başka odaya Surudai ile Kagi ise bir başka odaya götürülmüştü. Başta iki kız da ayrı odaları olacağına inansa da cinsiyet üzere bir ayrımla iki oda verilmesi bürokratik olarak kulağa çok da yanlış gelmiyordu. Nitekim iki kız da bu durumdan içten içe rahatsızdı. Zira aralarında hala bir uyumsuzluk vardı ve bu uyumsuzluğu dengeleyen Gunzei an itibariyle yanlarında da değildi. İkisi de birbirine bir şey söylemekten çekiniyor fakat bu durum ortamı daha da bunaltıyordu. Birbirlerine yokmuş gibi davranabilecekleri kadar büyük bir odada değillerdi.

Kagi cam kenarındaki şilteye doğru yönelip dibine oturmuş ve çantasını açıp kurcalamaya başlamıştı. Surudai ise kapıya yakın şilteye geçmişti. Kagi herhangi bir şey yapmaktan çekinirken Surudai üstünü değiştirmeye başladı. Kagi ona doğru bakmanın uygunsuz olacağını düşünerek başını çevirse de Surudai'ın üstündeki onlarca yara izi ister istemez dikkatini çekmişti. Surudai, Kagi'nin kendisine baktığının farkında olarak umursamadan giyinmeye devam etti. Başından bluzunu geçirirken "Doya doya bak." dedi. Kagi bunu duyunca utanıp yüzünü cama doğru çevirdi. "B-ben yalnızca izlerine bakıyordum!" Surudai bluzunu giyip hafifçe sırıttı. "Ne varmış izlerimde? Señde yok mu yoksa." Surudai bu sözleri her ne kadar aşağılayıcı tonda kullanmadıysa da Kagi öyle anladı. "Hayır, ben işimi temiz yaparım."

-Beñim yapamadığımı nereden çıkardıñ?

-Çünkü bir sürü yara almışsın?

Surudai hafifçe güldü:

-Bunları baña düşmanlarım değil kandaşlarım hediye etti.

Kagi bu yanıt karşısında afallamıştı. Chouwa Dojo'sunda nasıl bir eğitim süreci yaşandığını düşünür oldu. Surudai'a bir cevap veremedi, Surudai da daha fazla bir şey demedi. Şiltesine uzandı ve üstüne de ince bir battaniye çekip uyumaya hazırlandı. Kagi de sessizce aynı adımları izleyerek yattı. Aklında Surudai'ın vücudundaki onca yara izi ve sabahki brifing vardı.

~~
Image
► Show Spoiler
User avatar
Chouwano Kagi
Kaçak
Kaçak
Posts: 268
Joined: June 4th, 2020, 6:05 pm
Künye:

Re: [Geçmiş] Chouwa

Post by Chouwano Kagi » May 8th, 2025, 8:21 pm

Güneşin ışıkları odaya vurmaya başladığında ilk uyanan Surudai olmuştu. Hafifçe doğrulup esnedi; şiltenin gıcırtısı, sabah sessizliğini delerek Kagi'nin de gözlerini aralamasına neden oldu. Henüz uykulu gözlerle etrafına bakan Kagi, Surudai’nin çoktan oturmuş olduğunu fark edince ona baktı. Surudai, kısa bir gülümsemeyle "Güñaydın." dedi.

Kagi de aynı sözcüğü, biraz daha yumuşak bir tonda tekrar ederek karşılık verdi. Konuşmaya ihtiyaç duymadan, her sabahki alışkanlıkla şiltelerini toplamaya başladılar. Kagi, düzgün katlanmış kenarları hizalarken Surudai çoktan kendi işini bitirmiş, pencerenin yanına geçmişti. O dışarıyı izlerken Kagi de bir köşeye geçip flak setini giyip Kusa bandını koluna iliştirdi.

Bir süre sessizlik hüküm sürdü. Dışarıdan gelen hafif rüzgâr sesiyle birlikte, içerideki huzur bozulmadan bir süre devam etti. İki kız birbirinin en azından varlıklarına alışmış, kabullenmişti. Bu uyum hali kapının üç kere tıklanmasıyla sekteye uğradı. Düşmancıl bir ortamda olmadıklarından büyük bir teyakkuz haline geçmediler belki ama yine de Kagi, Surudai'a doğru baktı ve kendilerince anlaştılar. Kagi kapıya yöneldi "Kim o?" dedi. Kapıdaki Gunzei idi. "Hazırsanız beş dakikaya dış kapının önünde olun."

İkili kapının önüne indiğinde Gunzei söylendiği gibi onları bekliyordu. Yüzünde nüktedan bir gülümsemeyle "Birbirinizi boğazlamadığınız içim öyle rahatladı ki." dedi. Kagi de Surudai da gülmedi, bir şey de demedi. Gunzei bu üstenci şakasının pek de karşılık bulmadığını görünce sessizce "Birdi iki oldu." dedi ve karakola doğru yürümeye başladı. İkili de onu takip etti.

Karakol şehir mimarisiyle uyumlu sıradan bir yapıydı. Yine de Kagi yaklaşık 50 kişilik bir kadroyu kapsayacak bir yere göre oldukça büyük olduğunu düşündü. İçeri girdiklerinde kapıdaki görevli onları görür görmez "Buyurun." diyerek önlerine geçti ve bir toplantı odasına götürüldüler. Görevli onları içeri bıraktıktan sonra odadan ayrıldı.

Toplantı odası, sade ama düzenliydi. Uzun bir masa, etrafında düzgünce dizilmiş sandalyeler ve karşı duvarda büyük bir harita—şehrin detaylı bir planı. Haritanın üstüne kırmızı, mavi ve yeşil renklerle işaretlenmiş bölgeler serpiştirilmişti. Odaya girer girmez bu harita dikkatlerini çekti. Surudai'nin gözleri hemen Doushi çevresine kaydı; orası, diğer bölgelere göre çok daha yoğun işaretlenmişti. Yeşil bölgeler genel olarak Funahashi'de bulunurken Doushi'ye yaklaştıkça maviler, Doushi'ye varıldığında ise kırmızılar yoğunlaşıyordu. Yine de Doushi çevresinde de yeşil yok değildi.

Kısa bir süre sonra beyaz saçlı, orta boylu ve yaklaşık 30'lu yaşlarında bir adam içeri girdi ve masanın üstüne bir dosya bıraktı. "Ben Shibai, Tokujo'yum. Görevde size eşlik edeceğim." dedi. Es vermeden devam etti. "Durum, Kusa'ya ilk bildirildiği kadar vahim değil fakat yine de geçerliliğini koruyor." Shibai az önce Surudai'ın incelediği haritaya doğru yöneldi. Eline bir uzun çubuk aldı ve devam etti: "Yeşil renkler nötralize edilen hücreleri ve eylemleri temsil ediyor. Mavi, ihbarlı veya tedbirli bölgeleri, kırmızı ise tehdit bölgelerini ifade ediyor. Doushi Kasabası içinde bir tehdit söz konusu değil fakat ahali o kadar korkmuş durumda ki sanki kuşatma altındaymış gibi davranıyor. Tabii bu da bizim zaten iç savaş sebebiyle dalgalanan Yağmur Ülkesi ve yolun ucundaki Taş Ülkesi'ne ticaretimizin iyiden iyiye durması demek. Haliyle sürece bırakılacak bir durum değil." Surudai bu arada yakaladığı bir boşlukta hemen söze girdi: "Haydutlar tahmini kaç kişi ve nasıl bir karşılık beklemeliyiz?" Shibai çubuğu masanın üstüne koyup yanıtladı: "Doğrusu, Funahashi ile Doushi arasında gerçekleşen çatışmalarda tek tük shinobilere rastladık fakat bunlar Genin bile zor denecek seviyedeydi fakat şu an ayının inine doğru ilerlediğimizi varsayarsak biraz daha zorlayıcı rakiplerle karşılaşmamız mümkün."

Gunzei söze girdi: "Görev tanımımız nedir peki? Tüm bölgeyi biz mi temizleyeceğiz?" dedi. Shibai yeniden sözü devraldı: "Bu hususta sizin ve benim görev tanımımızda farklılıklar var. Benim amacım bu saldırıların belirli bir yerden yönetilip yönetilmediğini tespit etmek. Bu hususta önemli olarak işaretlenen bazı bölgelerde haydutlardan esir almam veya tatmin edici belgeye ulaşmam gerekiyor. Sizin için ise basitçe bana yardım etmeniz ve 'kırmızıları yeşile' çevirmeniz kâfi." Gunzei "Yani hepsini." dedi net bir tavırla. Yapamayacağından değil de uzun sürebilecek olmasından hayıflanıyordu. Shibai "Doushi, kapılarını yeniden açana kadar diyelim." dedi. Sesinde biraz da otoritesini hissettiren bir tavır vardı. Üçü de bu lafın üzerine bir şey demedi.

Shibai son sözünü söyleyeceğini ima eden bir hareketle önündeki dosyayı kapattı. "Bir ticaret kervanı kılığında ilerlemeyi planlıyorum. Zira amaçları genel olarak lojistik ürünleri oluyor. Böylelikle sürpriz elementine sahip olabiliriz. Sonrasında da yol haritamızı netleştiririz. Başka bir sorunuz var mı?"

Hepsi başını "hayır" anlamında salladı ve Shibai ile beraber karakoldan ayrılmak üzere kapıdan çıktılar. Hedefleri artık Doushi idi.

~~
Image
► Show Spoiler
User avatar
Chouwano Kagi
Kaçak
Kaçak
Posts: 268
Joined: June 4th, 2020, 6:05 pm
Künye:

Re: [Geçmiş] Chouwa

Post by Chouwano Kagi » May 19th, 2025, 3:14 am

Ekip iki ayrı at vagonuna yerleşti. Vagonun içleri kumaş, sebze-meyve ve çeşitli emtianın olduğu ıvır zıvırla doldurulup etrafına beyaz bir branda gerdiler fakat bakanın boşluklardan rahatça ürünleri görebileceği davetkar bir biçimde açık bıraktılar. Hepsi de Henge no Jutsu ile sıradan bir Ishili tüccara dönüştüler. Surudai ile Kagi bir vagona, Gunzei ile Shibai de öndeki vagona geçtiler.

Vagonlar aheste bir tempoyla, toprak yolun kıvrımlı hattı boyunca ilerlemeye başladı. Atların nal sesleri ve tekerleklerin aralık taşlara çarpan ritmik gıcırtısı, havada asılı duran gerginliği biraz da olsa bastırıyordu. Yol kenarında sararmış otlar, rüzgârla birlikte başlarını sallıyor; uzaklarda Doushi’nin dumanı zor fark edilen çatıları belli belirsiz görünüyordu. Görev gereği havadan sudan konuşmaları gerekiyordu fakat iki kız bu detayı pek de yerine getiremiyor gibiydi.

Kagi dizginleri tutuyordu. Atın huyundan suyundan o da pek anlamazdı fakat bir "çiftçi kızı" olarak yular tutanlardan birisi olması gerektiği hafiften hissettirilmişti. Bu yüzden dizginleri eline almış ve atı yavaş yavaş sürme işi ona kalmıştı. Bu yüzden dikkati hem atlarda hem de yoldaydı. Surudai ise arkada, kutuların yanında öylece oturuyordu. Bir süre sonra sıkılarak bu sessizliği bozmak istedi. Yakınındaki kutuya iki kere tıklattıktan sonra "Bunların içini harbiden tamamen doldurmuşlar mı, boş olsa ne fark ederdi ki?" diye sordu. Kagi ona hızlıca bir kere bakıp ardından yola döndü: "Öyle şeylerden bahsetme, göreve odaklansak daha iyi." diye hızlıca kestirip attı fakat kısa bir süre durup sanki o da bir adım atması gerektiğini hissederek devam etti: "Sanıyorum ki ne olacağı belli olmaz diye her türlü detayı düşünmüşler. Yine de çok kurcalama, kutunun altlarında mühürler gördüm. Ne işe yaradıklarını ben de bilmiyorum." Surudai bunu duyunca elini kutulardan çekti ve vagonun önüne doğru, Kagi'nin yanına sokuldu. "Ne hakkında konuşacağız o zaman?" diye sordu. Kagi de "Bilmem ki. Ticaret hakkında konuşacak kadar bilgim yok. Birbirimizi de o kadar tanımıyoruz." dedi.

Surudai oflayarak söze devam etti. "Daha neyimi öğreñeceksiñ ki?"

Kagi dizginleri bırakmadı ama yine de omuz silkme hareketi yaptı. "Neyini biliyorum ki? Adın, klanın. İşte bu kadar." dedi sesinde hafif bir öfkeyle.

"Klanım señiñ de klanıñ."

"Neyi benim klanım? İsmimin önünde adınız var. Ee yani?"

"E peki öyleyse sor hadi."

"Neyi?"

"Klanımız hakkında bilmek istediğiñ şeyleri."

Kagi bu yanıt karşısında afalladı. Zira daha önce hiç aklında böyle bir şey yoktu. Aklına gelen ilk şey Surudai'ın vücudundaki yaralar oldu.

"Peki o zaman; gerçek kılıçlarla mı antrenman yapıyorsunuz?"

Surudai gözlerini yuvarladı. "Neyle yapacaktık?"

"Tahta kılıçlarla. İyi bir kılıç ustası olmak için her yerini çizdirip gözünü kaybedecek kadar ileri gitmenize gerek yok."

Surudai güldü: "Yanılıyorsuñ. Eğer canını yanacağını bilirseñ kılıçlardan daha çok kaçmaya meyilli olursun."

"Doğrudur fakat ben yara bere içinde olmamayı tercih ederim."

Surudai bu yanıt karşısında içten içe öfkelendi ve "Öyleyse benimle antrenman yapmamaya çalış küçük hanım zira o temiz vücuduna Kusa sembolü çizene kadar durmam." dedi. Sesinde bariz bir üstenci bir ton vardı.

Kagi bunun altında kalmak istemedi ve aynı tonda söze girdi. "Ben çizim yapmakla uğraşmam prenses. Eğer elimde çelik varsa aldığı suyu unutmaz... " Yanı başında duran Surudai'ın kulağına kadar eğildi ve fısıldayarak "...amacını icra eder." dedi.

Surudai buna yalnızca gülümsedi ve ardından "Güzel." dedi. Kagi bu sırada dizginleri ona doğru uzattı ve "Babanın uşağı yok. Biraz da sen sür." diyerek yanıt beklemeden kucağına bıraktı. Ardından da arka tarafa geçen bu sefer o oldu.

Yaklaşık yarım saat sonra Surudai fısıldayarak "Kagi!" dedi. Gözü hala yolda, elleri de dizginlerdeydi. Kagi usulca öne doğru yanaştı fakat Surudai'ın yanına geçmedi. "Ben de duydum." diyerek yanıtladı. Vagonun etrafındaki çalılardan pek de doğal olmayan bir çıtırtı duymuşlardı. Çalılardaki hareketlilik ve ses öylesine amatörce idi ki ikili ön vagona durumu bildirecekleri "Kasa düşürme" sinyalini yapmadılar. Surudai önde olduğu için konum bildirimlerini o yapacaktı. Bu yüzden eliyle bazı rakam işaretleri yaparak seslerin vagona göre konumunu işaretliyordu. Kagi ise bir kasanın altındaki tantousuna doğru uzanmış öylece bekliyor ve perdenin arasından bir Surudai'ın tarafına bir de vagonun arkasında açıklığa göz gezdiriyordu.

Bu stresli anlar yaklaşık bir dakika sonra Shibai'ın "dinlenmek" için bir düzlük bulmasıyla zirveye ulaştı. Öndeki vagondan indi ve kızların vagonuna doğru yürümeye başladı. Elini havaya kaldırarak "Şurada biraz dinlenelim kızlar." dedi. Kagi istemeye isteme tantousunu vagonun içinde bıraktı ve Surudai'ın yanına çıktı. Ardından da birlikte atlardan indiler. Gunzei elinde bir şilte ile geldi ve ağacın dibine serdi. Kagi'ye seslenerek "Su testisini getir de çay yapalım." dedi. Bu tiyatro bir süre devam etti ve sonunda üç kişi geldikleri yol yönünden kendilerine doğru yaklaştı.

Gunzei "Selam dostlar. Siz de mi Funahashi'den geliyorsunuz yoksa?" diye söze giren ilk kişi oldu. Konuşurken kendi doğal aksanını bastırmaya özen gösteriyordu. Oturduğu yerden kalkmadı ve yalnızca elini kaldırmakla yetindi. Gelen adamların eli yüzü çok da kötü değildi fakat içlerinde taşıdıkları kötü niyetin çehrelerine yansımasını da her insan görebilirdi. Ortalarındaki adam biraz daha öne çıkarak eğilerek selam verdi. "Doğrudur dost. Funahashi'den gelip Yağmur Ülkesi'ne gideceğiz."

-Öyleyse buyurunuz. Uzun yoldan gelmişsiniz çayımız var.

-Sağ olunuz. Siz ne taraftan gelip gidiyorsunuz?

-Taa Taki'den çıktık yola. Nehir Ülkesi'ne doğru gitme niyetindeyiz. Fakat yolların durumu malum. Biz yalnızca Yağmur'da şu Riaru denen adama haraç öderiz diyorduk da buralarda da haydutlar çoğalmış diye duyduk.

-Hoş, daha hiç karşılaşmadık gerçi...

-Doğru, buralarda çoğaldılar. Hatta iki vagon yükle buradan geçmek için ya çok aptal olmak lazım ya da çok cesur.

-Hehehe doğru. Fakat biz de bu işin kaşarıyız. Riaru'da sorun yok. Şuradan öyle ya da böyle geçelim yeter.

-Riaru'da niye sorun yok?

Gunzei ile Shibai birbirine baktı ve öne doğru eğilerek fısıldar bir tonda;

-Bir vagon yükü ona götürüyoruz zaten.

Bunu duyan üçlünün gözleri fal taşı gibi aydınlandı. Riaru'nun işine yarayan onların işine hayli hayli yarardı.
Adamların ortasında duran, yaşça büyük olan liderleri hafifçe kaşlarını çattı ama ses tonunu bozmadan sordu:

-Bir vagon yükü, ha? Riaru ne zamandan beri kumaşla, sebzeyle ilgilenir oldu?

Gunzei çok hafifçe güldü. Elini çaydanlığa uzatırken konuştu:

-Her "sebze satan" sebze satsaydı dünya daha huzurlu bir yer olurdu, şüphesiz.

Adamlar kısa bir süre birbirlerine baktılar. İçlerinden daha kısa olanı, gözleri biraz fazla oynak duran genç, gülümseyerek sordu:

-Altında ne var peki?

Gunzei cevap vermedi, onun yerine Shibai atıldı:

-Önemsiz şeyler. dedi gülerek.

En arkadaki üçüncü adam bir adım ileri çıktı. Diğerlerine göre daha sessiz ve kasvetli duruyordu. Elini kemerindeki kısa kılıca götürdü ama çekmedi, sadece dokundu. Bakışı doğrudan Kagi’ye kaydı. Kız, Gunzei'nin tiyatrosuna odaklanmış gibi dursa da çevresindeki her hareketi izliyordu. Adam onunla göz göze geldi, hafifçe başını eğdi.

-Yani önemli şeyler. dedi gülerek.

Kagi kaşlarını çattı ama Surudai hızlıca söze girdi, sesi alışılmadık bir nezaketle süslenmişti:

-Bizi bağışlayın... Biz sadece emanetçiyiz. Teslimat noktasını geçmeden içerik hakkında konuşmamız pek de kabul edilebilir bir şey olmaz. Hele de yük sizin değilse. Ve hele de yükün sahibi ketum olmamızı tembihlediyse.

Orta yaşlı lider başını eğerek dudaklarını büzdü. Ardından bir kahkaha attı.

-Heh. Emanetçi öyle mi? Uslu uslu konuşmanıza bakılırsa ya gerçekten ne taşıdığınızı bilmiyorsunuz ya da iyi rol yapıyorsunuz.

Shibai elini çaydanlıktan çekip çayı dökmeye başladı. Sakin bir şekilde araya girdi:

-Bilmiyor olabiliriz. Fakat bilmediğimiz şey için can vermeyi göze aldıysak, ya aptalızdır... ya da çok cesur.

Adam bu sözleri duyunca biraz daha ciddileşti. Sözde tüccarların bu kadar hazırcevap, bu kadar sakin olmaları onu rahatsız etmişti. Araya sessiz adam tekrar girdi:

-Peki, çayınızı içelim. Sonra da yollarımıza devam ederiz.

Gunzei başını salladı:

-Ne güzel olur. Malum, yol tepilmeden bitmezmiş.

Kagi sessiz kaldı, gözlerini bu sefer biraz daha dikkatlice adamların ellerine ve ayak pozisyonlarına kaydırdı. "Üç kişi, hepsi de ellerini çok serbest kullanıyor. En az ikisi shinobi olabilir" diye geçirdi içinden.

Adamlar yere serilen şiltenin etrafına çömeldiler. En yaşlı olanı çayı aldıktan sonra kokladı, sonra bir yudum içti. Sessizlik bir süre sürdü. Nihayetinde adam ağzındaki baklayı çıkardı. Odadaki fili işaret etti. Ardından yavaşça konuştu:

-Yani... Riaru'ya giden bir yüke kolay kolay kimse ilişmez tabii.

Gunzei başıyla onayladı:

-Aynen öyle. O yüzden kimse yaklaşmaz. Yaklaşan olursa da... bilirsiniz, geri dönemez.

Bu sırada Shibai küçük bir ıslık çaldı. Bu, Kagi'nin beklediği sinyallerden biriydi. Gözü Surudai’ya kaydı; o da kısık sesle mırıldanıyordu:

-Sırtları açıkta. Biriniñ eli kemerde, diğeriniñ çayda. Ortadaki adam solak olabilir.

Kagi usulca başını salladı. Gözlerini adeta bir terazide tartar gibi tek tek konuklarda gezdirdi. Her biri ayrı bir tehdit, her biri tetikteydi. Amaç çatışmadan kaçınmaktı — şimdilik.

Adamlar çaylarını bitirirken orta yaşlı olan tekrar konuştu:

-Hadi bakalım, bir şey demiyoruz. Yolunuz açık olsun. Elinizde hem yay var hem de hedef tahtası. Umalım ki okunuz da vardır.

Gunzei hafifçe gülümsedi:

-Bize gelende de herhalde hem ok, hem yay vardır fakat bizden alacağı tek şey o hedef tahtasıdır.

Adamlar ayağa kalktı, biri çay fincanını yere bıraktı. Diğeri elini kemerinden ayırdı ve başını hafifçe salladı. Son bir bakışla geriye dönüp geldikleri yöne yürümeye başladılar.

Vagonun başında bekleyen dört kişi, arkalarından gitgide küçülen gölgeleri izlerken kimse bir şey demedi. Ta ki Surudai sessizce mırıldanana dek:

-O adamların çayla çırayla işi yoktu. Bizi tarttılar. Onlar bizim shinobi olduğumuzu biliyor, biz de onların haydut olduğunu biliyoruz. Öyleyse bu oyuna devam etmenin bir manası var mı?

Kagi’nin yanıtı kısa ve keskindi:

-Bence yok.

Surudai ile bakıştığında ilk kez Chouwa olmanın manasını anlıyordu. Konuşmuyorlar fakat birbirlerini anlıyorlardı. İkisi de aynı şeyi istiyordu. İkisi de aynı şeyi istediklerini biliyordu.

Last edited by Chouwano Kagi on May 21st, 2025, 12:19 am, edited 1 time in total.
Image
► Show Spoiler
User avatar
Chouwano Kagi
Kaçak
Kaçak
Posts: 268
Joined: June 4th, 2020, 6:05 pm
Künye:

Re: [Geçmiş] Chouwa

Post by Chouwano Kagi » May 20th, 2025, 2:43 am

Kagi tantousundaki kanı cesedin üstüne silmekle uğraşırken Surudai liderleri olduğunu varsaydıkları adamı saçından tutarak sürüklüyordu. Adam dizlerindeki kesik sebebiyle bu duruma pek karşı koyamıyor yalnızca inleyerek karşılık verebiliyordu. Surudai onu nihayetinde az önce çay içtikleri yere kadar getirdi ve ağacın dibine oturttu. Gunzei vagondan bir kürek çıkartıp Kagi'ye tutması için fırlattı. "Madem fikir sizden çıktı bunları gömmek de size düşüyor."

Kagi küreği yakaladı ve umursamazca yanıtladı:

-Bırakalım da çürüsünler. Yorulmaya değer mi?

-Değmez. Ancak halen daha Çimen'in ana ticaret yollarından birinin üstündeyiz. Yolu güvenli kılmaya çalışıyoruz, korkutucu olmaya değil.

Kagi bu yanıtı gayet makul buldu ve istemeden de olsa toprağı kazmaya başladı. Bu sırada Surudai da kazmayla yanına doğru yürüyordu. Gunzei bir kez daha seslendi: "Tümsek kalmasın. Dümdüz gömün gitsin. Yiñe de belirtici bir işaret koyuñ. N'olur n'olmaz." İki kız yanıt vermedi ve toprağı kazmaya devam ettiler. Bu sırada Gunzei ve Shibai adamın inlemeleri kessin diye bir tür ağrı kesiciyi zorla içirttiler.

-Çayın ücretini ödeme zamanı dostum.

Adam yorgun ve çaresiz gözlerle Shibai'e doğru baktı ve tükürmeye çalıştı fakat ona dahi mecali yoktu.

-Eğer işimize yaramayacaksan sen de öleceksin biliyorsun değil mi?

-Aa-nanız--ı siki'yim.

Shibai ile Gunzei bu söz karşısında hafifçe gülümsedi.

-Güzel güzel daha gidici değilsin gibi.

Gunzei adama doğru çömelip adamın dizlerindeki yaralara baktı. Kagi'nin açtığı temiz kesiklerdi bunlar. Tereddütsüz ve kendinden emin kesikler. Adamı bir daha yürütemeyecek kadar derindiler. Bir parmağı ile sağ bacağındaki kesiğe bastırdı ve adam deliler gibi bağırmaya başlamıştı.

-Sana acımış herhalde. Halen kurtarılabilir seviyedeler. Tabii zaman aleyhine işliyor. Yaralarının bu halde kalacağına da garanti veremem. Her şey sana bağlı. İsmin neydi?

Bu sırada elini bir kez daha yaraya doğru götürmesi haydutu dehşete düşürmüştü.

-So--noda! Sonoda!

-Hmm söyle bakalım Sonoda bu yükü kime rapor edecektiniz?

Sonoda'nın biraz duraksaması sonrası Gunzei adamın dizine bir tekme attı, adam yine avazınca bağırdı.

-Kimsenin señi sikiñe taktığı yok Sonoda. Eğer her şeyi usulünce ötersen korkmañ gereken birisi kalmayacak. Şimdi bir kez daha soruyoruz. Raporu kime iletecektin, kime çalışıyorsun, amacınız ne? Her şeyi öt işte. Sen de kurtul biz de.

-Ben de sadece bir piyonum. Fazlası değil.

Bu sırada uzakta toprağı eşelemeye devam eden Kagi, Surudai'a fısıldayarak konuştu:

-Vay be ne sürpriz ama.

-Bir tane kız çocuğu var... Maskeli... sarı saçlı ve mavi gözlü. En fazla 10-12 yaşındadır. Başka da bir şeyini b-bi-bilmiyorum. Ne adını ne bir şeyini! Ona... iletecektim o kadar.

Koca koca adamlara emir veren çocuk konsepti oradaki herkesin ilgisini çekmişti. Kagi ile Surudai bile hem nefeslenmek hem de ne diyeceğini dinlemek üzere kürek ve kazmalarının üzerine doğru yaslanıp sorgunun sürdüğü yöne doğru döndü.

-Ne özelliği var bu çocuğun da hepiniz ona kul oldunuz böyle?

-A-arkadan gelenler... onun o sessiz hâlinden... sürü psikolojisi ile korktu. Ben de... önce öyleydim. Ama... onun gücünü gördüm. Gözümle. Bi' adam vardı... korkmamayı seçti... Ona "velet" dedi. Kız da o zaman, maskesini... çıkardı. Bizden sakladı tabii. Adam o an cebinden bıçağını çekti ve... ve kendi boynunu kesti.

-Amacınız ne peki?

-Hehehe öhööö hööö. Bizimki karnımızı doyurmak hehe pühh. Onunkini ise... bilmiyorum...

Herkes adamın söylediklerini kendi zihninde tartmaya başladı. Adam yalan söylüyor gibi durmuyordu. Yaşadığı olayı anlatırkenki hissettiği dehşet yüzünden okunuyordu. Bu sessizlik halinden ilk çıkan Kagi oldu. Surudai'a "Yeterince derin oldu atalım şunları artık." İki kız cesetleri taşıyıp çukura doğru götürürken Shibai yeniden söze girdi.

-Bizi ispiyonlayacağın yer neresiydi peki?

-Buradan güneyde... bir fersah ya var ya yok. Yağmurun hiç dinmediği kesimlerde... bir mağara var. Artık orada.. beni kim bekliyorsa. Ona iletecektim.

Shibai ile Gunzei biraz geri çekilip Kagi ve Surudai'in yanına doğru ilerledi ve alçak tonda konuşmaya başladılar.

-Adam yalan söylüyor gibi gelmedi. Eğer bir bakışıyla bunları yapabiliyorsa harbi harbi dövüşmeye kalktığında ne yapabileceğini kestirmek zor. Geri çekilip daha kapsamlı bir birlik isteyebiliriz.

-Bu bize çok zaman kaybettirmez mi? Haberiñ oraya ulaşması, yeni brifingler, onlarca uygun shinobinin aranması ve saire...

-Öyle fakat kısmen de olsa kontrol altındaki bir olay için zayiat vermek istemiyorum. Elebaşlarına dair kısmen de olsa somut bilgiler elde ettik.

-Tamamen teyite muhtaç bilgiler diyelim.

Shibai buna bir şey diyemedi.

-Görevin size dair olan kısmı bittiyse durmanın bir manası yok tabii ki Shibai-san.

Sağında ve solunda bulunan kandaşlarına baktı ve ikisiyle de kısaca bir göz teması kurdu.

-Fakat mademki buraya kadar geldik bir şey yapmamak olmaz. En azından Kusa güçlerinin toplanacağı gibi onlarıñ da toparlanması gereken bir zaman boşluğu kazandırabiliriz.

Shibai başını öne eğip endişeyle bir nefes alıp verdi.

-Raporda buna şiddetle karşı çıktığımı belirtmek zorundayım.

Gunzei gülümsedi. Başını hafifçe sallayarak onayladı.

-Bunu ne yapacağız peki? Funahashi'ye geri götürecek misiñ?

-Bilemiyorum. Ayaklarının kesilmesi kötü oldu fakat yapacak bir şey de yok. Normalde benim teklifimi kabul edersiniz de onu da hastaneye yetiştiririz diye düşünmüştüm.

-Öyleyse siz onu hastaneye götürünüz. Böylelikle göreviñ siziñ için ayrılan kısmını gerçekleştirmiş olursuñuz. Bir yorga atı çağırabilirim. Bu yılkının süresi dolmak üzere.

-Bunun benim için ne kadar onur kırıcı olduğunu bilemezsiniz. Fakat mademki kendinize bu kadar güveniyorsunuz, diyeceğim bir şey yok. Funahashi'ye ulaşınca arkanızdan anayolu takip eden bir grup yollarım. Ya cesediniz için ya da sağlığınız için.

-Çok naziksiñiz.

Surudai bunun üzerine çağırma tekniği yaparak bir at daha çağırdı ve Sonoda'yı bağırışlar çağırışlar içinde atın kıç kısmına bağladılar. Shibai de ata bindikten sonra Funahashi yönüne doğru hızla gitmeye başladı.

Kagi, Surudai'a doğru döndü:

"Üçüncü çukuru boşa kazdık."

Surudai da Gunzei de bu söze güldü. Vagonlara doğru yöneldiler ve içlerinden kendilerine ait olan ekipmanları toplamaya giriştiler.

~~
Image
► Show Spoiler
User avatar
Chouwano Kagi
Kaçak
Kaçak
Posts: 268
Joined: June 4th, 2020, 6:05 pm
Künye:

Re: [Geçmiş] Chouwa

Post by Chouwano Kagi » May 21st, 2025, 9:31 pm

Yaklaşık yarım saat sonra bahsedilen yeri bulduklarına inanıyorlardı. Yağmurun şapırtısı ve rüzgarla beraber çıkan ses üç Chouwano'nun da bir gölge gibi buraya gelmesine olanak sağlamıştı. Sessizce geldiklerine inansalar da sürpriz elementinin ellerinde olduğuna hiç ihtimal vermediler ve doğrusu bir sensör tarafından çoktan fark edildiklerini düşünüyor idiler.

Henge ile öldürdükleri haydutlara dönüşmeyi düşünseler de bundan vazgeçtiler. Zira kolayca açığa çıkabileceklerini ve içeride bu şekilde tuzağa çekilmenin daha kolay olduğuna kani oldular. Kagi söze girdi;

-Öyleyse ne yapacağız? Muhtemelen geldiğimizi biliyorlar. Bu yağmurun altında da ne kadar bekleyebiliriz?

-Haklısın. Bir şey yapmalı.

Gunzei bir süre kendi kendine düşündü sonra da vücudunu siper ederek haritasını açtı ve kabataslak koyduğu kırmızı noktalar ile kendi konumlarını ölçtü. Tabiri caizse düşman denizinin tam merkezinde idiler. Başını haritadan kaldırıp yanıtladı:

-Haklısınız, beklenecek bir durum yok fakat neyin ortasında olduğumuzu da bilmiyorum. Oyunu kuralına göre oynayalım dersek kaybedecek tek taraf biziz. Zamanımız yok.

Yine biraz duraksadı ve ardından oldukça emin bir ses tonuyla devam etti.

-Beklemeyeceğiz. Eğer burası sandığımız gibi ana üs ise, etkisi dairesel olarak ilerliyor gibi. Merkeze yakınlaştıkça ihbar noktaları artıyor. Öyleyse burada bir müddet yaşanacak sığınak bırakmayacağız. Sonrasında «küçük kız»'ın ne tepki vereceğini göreceğiz.

-Bu bizim başımızı çok ağrıtmaz mı? Nihayetinde büyük ihtimalle olayla alakasız sivillerin barınaklarını da yok etmekten söz ediyorsun.

-Daimyo, Kusachou-sama'nın; Kusachou-sama, Nokogiri-sama'nın; Nokogiri-sama da bizim başımızı ağrıtacak, doğru.

Gunzei kunaisini üzerinde bulunduğu ağaç dalına saplayarak devam etti.

-Fakat bir tane bile Chouwano'nun yasını tutmayacağız.

Kagi bu söz karşısında ister istemez etkilendi ve yüzünde şapşal bir gülümseme oluştu. İlk defa bu iki kandaşına karşı bir aidiyet hissetti ve ilk kez gerçekten onları önemser oldu.

-Öyleyse bina veya mağara içindekilere bir uyarı yapmaktansa direkt olarak yapıyı imhaya girişelim. Fakat bunu yaparken yapının yıkılacak kısmında birinin olmamasına dikkat etmemiz mühim. Yıkılan binadan çıkanlar sivilse Doushi'ye yönelecektir. Eğer haydutsa bu mağaraya.

-Makul.

Kagi bu öneriye yalnızca başıyla onaylamakla yetindi.

-Öyleyse başlıyoruz.

Chouwanoların her biri üç ayrı noktaya ayrıldı. Haritalarında işaretledikleri üç ayrı bina, mağara veya her ne ise kullanılamaz hale getirecekler ve bir saat sonra ayrıldıkları noktaya geri döneceklerdi. Kagi doğu kısmına doğru ilerliyordu. Ana yoldan ve Doushi'den uzaklaşmış olsa da Yağmur Sınırı'na halen daha yakın bir noktadaydı. İlk hedefine ulaştığında karşısına bambu çatılı, yarım dönümlük bir arazinin ortasına kurulmuş bir kulübe buldu. Yaklaşık iki dakika boyunca sessizce kulübeyi izledi ve bir hareketlilik görmeyi bekledi. Evin durumu böylesine ücra bir noktaya göre oldukça iyiydi ve bir haydut bölgesinde beklenenin aksine işe yarar aletler dışarıda olduğu gibi duruyordu. Kagi içeride öyle ya da böyle yaşayan birilerinin olduğu kanaatine vardı. Bu yüzden kendini göstermek istemedi. Eğer evi yakıp yıkarsa ve içindekiler haydutsa -Surudai'ın da dediği gibi- zaten bir sorun yoktu. Eğer bir şekilde bu ortamda barınabilen bir sivilse suçu pekala haydutların varlığına atabilirlerdi.

Ağaçlardan ilerleyip evin çatısına zıpladı. Patlayıcı parşömen bağlı bir kunaiyi kiler bölümüne fırlattı ardından da evin üstünden zıplayıp Katon: Goukakyuu no Jutsu yaparak çatıyı yataylamasına yakıp kısmen yıktı. İçeriden bağrışmalar çıktığı gibi de kiler patladı. Kagi seslerin ardından hızla çatıyı terk etti ve sıradaki hedefine doğru ilerledi.

Surudai ise işaretlenen yerde bir depo bulmuştu. Oldukça eski ve köhne bu binanın içinde iyice paslanmış ve hatta yosunlanmış makineler bulunuyordu. Baca kısmına yakın bir açıklıktan içeri girdi ve ayaklarına çakra vererek çatıda ters olarak asılı kaldı. Sessizce ilerledi. İçeride görünen on adam vardı. Bir varilin içini yakmışlar ve etrafına üşüşüp oturmuşlardı. Bir shinobi giyiminde olmasalar da yay, kılıç ve sopa gibi bazı gereçler yanlarında görülüyordu. İçlerinden birisi bağıra bağıra hikaye anlatıyordu.

-Lan korkmayın oğlum artık. Kaç haftadır buradayız işte. Gelen giden mi var? Sınırın öbür tarafı desen zaten iyice karışıyor. Doushi'ye almamız an meselesi. Oraya girdik mi zaten küçük hanım da iyice olaya dahil olur. Bu iş bir domino gibi! Ame düştü, sıra Kusa'da. Ishi desen zaten kendi haline bıraksan düşecek. Dünya değişiyor! Biz de bunun bir parçası olacağız ve payımızı alacağız!

Onlar bu şekilde konuşurken tepelerinden yavaşça bir patlayıcı kağıt indi ve varilin sıcaklığıyla beraber hemen patladı. Dördü patlamanın etkisiyle etrafa saçılan demir şarapneller ile hemen ölmüştü. İkisi etkisiz hale gelerek yerde yaralı halde kıvranıyordu. Az önce konuşan da bu yaralılardan birisiydi. Patlamanın sesiyle içeriden üç küçük çocuk korkuyla fırlamıştı. Haydutların gönüllü veya zorla ayak işlerini yaptıkları giyim ve kuşamlarından anlaşılıyordu. "O da neydi öyle?" diye söyleniyorlardı.

Geriye kalan dört adam da hemen silahlarına sarıldılar ve etrafa küfürler savurmaya başladılar. Surudai çocukları görünce ilk planından kısmen vazgeçti. Olağan koşullarda depoyu tamamen yıkmayı planladıysa da şu an ne idüğü belirsiz çocuklar varken bundan imtina etti. Patlamanın dumanı dağılırken dördünün neredeyse burnunun dibinde bitti.

-Mademki beni gördünüz, öyleyse teslim olmanızı öneriyorum.

Bu teklif etraflarındaki yıkım ve dehşeti gören haydutlar için oldukça makul gelse de birisinin öfkeyle saldırması onları da bu haktan mahrum kılmıştı.

-Siktir lan kaşşşşar! dedi ve Surudai'ın üzerine doğru hamle yaptı. Surudai ise kılıcını dahi çekmeden rakibinin saldırılarından kaçındı, o saldırınca diğerleri de ona katıldı. Bunun üzerine Surudai saldıranlardan birinin sopasını tutup kendine çekti. Zıplayarak dizini vurdu ve önüne doğru fırlattı. Elindeki sopayı çekip aldı ve üzerine gelen bir saldırıyı bloklamak istedi. Sopa saldırıyı durdurdu fakat neredeyse sopa tamamen ikiye ayrıldı. Bunun üzerine o anki temposundan biraz daha hızlı davranıp elinde kalan sopanın sivri ucunu haydutun boynuna sapladı ve onun da elinden kılıcı alarak bir diğer haydutun göğsüne fırlattı. Ayakta kalan tek haydut elindeki kamayı sağa fırlatarak dizlerinin üstüne çöktü. "Canımı bağışla! B-ben ya-yalnızca para i-için bur'dayım!" Surudai son kalan haydutu öldürmek için belinden Wakizashi'sini usulca çekerken çocuklarla göz göze geldi. "Ne baş belasısınız ama." dedi ve Wakizashi'sini yeniden yerine koydu. "Çocukları da al ve Doushi'ye git. Eğer dönüşte señi ve çocukları orada bulamazsam Yıldız Hatun şahit olsun ki señinle birazcık dahi muhabbeti olan herkesi öldürürüm." Adam bir yandan başını yere koyup teşekkür ediyor bir yandan da sürüne sürüne Surudai'dan uzaklaşıyordu. Bu sırada yerde yatan ve teslimiyet teklifini kabul etmeyen haydut bağırdı: "Geri dön lan yavşak!" Kaçan haydut bir anlığına ona bakıp yeniden Surudai'a baksa da Surudai'ın "GİT ARTIK!" diyerek öfke dolu kükremesinden sonra çocuklarla beraber koşar adım depodan çıktı. Surudai kendisine az önce küfür eden adama döndü. Adam yavaş yavaş ayaklanıyordu, kaşı ve dudağı kanıyordu. Buna karşın sendeliyordu.

Ne onurlu bir adamsıñ öyle.

Adam yerden bulduğu kamayı eline alarak Surudai'ın karşısına dikildi. Surudai ise elleri arkasında bağlı halde adama doğru yürümeye başladı. Adam saldırı denebilecek hamlelerden çok uzakta hareketler sergiliyordu. Surudai basitçe sağa sola yan adım atarak savuşturuyor ve bu sürede onunla konuşuyordu.

-Demek ölüme bu kadar yakınkeñ dahi elinde silahla durmak. Yalvarmamak. Soñ aña kadar kuyruğu dik tutmak. Takdire şayan. Ama ne uğruna? Canıñdan daha önemli olan ne olabilir ki. Añlamak güç. Biliyor musuñ az önce gideni de öldürecektim. Eğer o çocuklar olmasaydı tabii. Ama señi kendi isteğimle sağ bırakacağım. Hikaye anlatman için. Yalnızca biraz zorlanarak anlatacaksıñ hepsi bu.

Surudai sözünü bitirdiği gibi belinden Wakizashi'yi çıkardı ve adamın savurduğu kama tutan kolunu tam dirsekten kesti. Kol iki metre havaya fırlayıp düştü. Adamın iradesi de kırılmıştı, kesik kolunu tutarak geri geri yürümeye başlamıştı.

-Hayır, kararımı değiştiremezsin.

Hızla yanında bitip diğer kolunu da kesti, o kol ise direkt olarak yere düştü. Adam avazı çıktığınca bağırırken kanları oluk oluk akıyordu.

-Ne gürültü ama

Bu seferki saldırısını adamın çene eklemlerine denk gelecek biçimde yaptı. Adamın dişlerinin bir kısmı ağzından fırlayıp gitti. Ağzı sanki pamuk iplikle duruyormuş gibi açılıp sallanmaya başladı. Bağırmaktan ziyade hırıltı çıkarmaya başlamıştı. Geri geri yürürken sendeleyip düştü. Surudai, wakizashisini adamın ağzına soktu ve ufak hareketlere sağa sola çekti. Adamın dili ve ağzının içi kesilmişti. Acıdan adamın gözleri kaymış yalnızca akı görülür olmuştu. Surudai Wakizashi'sini kenara koydu ve adamın üstüne oturdu.

-Söz verdim ya, ölmeyeceksin. Merak etme. Anlatacak bir hikayen olacak.

Bir dizi mühür yapıp ellerinden alevler çıkardı ve adamın kesik dirseklerinden tuttu. Adam avaz avaz bağırırken Surudai yaralarını dağlıyordu. Adam en sonunda kendinden geçerek tamamen şoka girip bayıldı. Surudai nihayetinde adamın üstünden kalktı ve yarda sürünerek kaçmaya çalışan iki yaralıya baktı. Birisi az önce "Dünya değişiyor!" diye nutuk atan hayduttu. Surudai güldü.

-Göremeyecek olman ne acı.

Wakizashi'sini yerden aldı ve Shunshin no Jutsu ile yanlarında bitti. Birini belinden omzuna doğru bir hamleyle keserken öbürünün direkt boynunu hedef aldı. Üstü başı kan olmuştu.

Kagi ve Surudai beklenen sürede belirlenen bölgeye geri gelmişti. Kagi'nin üstü tertemizken Surudai sanki kan banyosu yapmış gibiydi. Bunu gören Kagi söze girdi:

-Amacımız öldürmemek ve düşük bir profilde kalmaktı diye hatırlıyorum.

-Bazı şeyler planlandığı gibi gitmedi diyelim.

-O kanın içinde senin de kanın yoktur umarım.

Surudai bu soruya birazcık kızarmıştı.

-Evet yok, sorduğuñ için teşekkürler.

Kagi ağacın dalına oturdu ve mağaraya yeniden göz gezdirmeye başladı. Halen daha bir gelen giden yoktu.

-Gunzei-kun hep böyle geç kalır mı?

Surudai ise durumun garipliğini hissederek devam etti.

-Tam aksine, en dakik odur. Burada onu buluruz diye düşünmüştüm.

-Endişelenmeli miyiz?

-Belki de.

Bu sözün üzerine Kagi ayaklandı ve Gunzei'nin gittiği güney yönüne doğru yüzünü döndü.

-Öyleyse gidip bakalım.

~~
Image
► Show Spoiler
User avatar
Chouwano Kagi
Kaçak
Kaçak
Posts: 268
Joined: June 4th, 2020, 6:05 pm
Künye:

Re: [Geçmiş] Chouwa

Post by Chouwano Kagi » June 16th, 2025, 2:40 am

Gunzei diğer kandaşlarına göre kuzeye doğru ilerlemişti. Yağmur azalmış olsa da havanın griliği kendini göstermeye devam ediyordu. Yağmur ara sıra şiddetleniyor, duruluyordu. Gunzei diğerlerine göre daha yakın ve daha az hedefi kendine pay olarak almıştı. "Cephe arkası sızıntısı" olarak sayılabilecek bu konumları hızlıca elimine edecek ve o anki duruma göre hızla Kagi ya da Surudai'a desteğe ilerleyecekti.

Ormanlığa doğru ilerleyen Gunzei'yi yönlendirecek bir patika yoktu. Yalnızca bir shinobinin fark edebileceği ufak detayları takip ederek işaretlenen yeri tespit edebilmişti. Bulduğu şey en fazla 5m² genişliğinde bir kulübe idi. İçinde biri var mı yok mu diye düşünmedi. Mühürlerini yaptı ve Goukakyuu no Jutsu'yu kulübeye doğru ateşledi. Ateş küresi kulübeye vurduğunda büyük bir duman ve is göğe yükseldi. Gunzei sıradaki hedefe doğru yürümeye hazırlanıyordu ki bir anda duraksadı. Zira kulübe sapasağlam duruyordu.

Gunzei bu durum karşısında doğal olarak şaşırmıştı. Katanalarından birisini kınından çıkardı ve defansif bir postürle kulübeye doğru yanaştı. Kulübenin dört köşesinde bariyer mührü vardı. Gunzei neden böylesine ücra köşedeki bir kulübenin korunduğuna anlam veremedi. "Kim var orada?" diye seslendi. Artık içeride birinin olduğunu anlamak için çok da parlak zekalı olmak gerekmiyordu.

Kulübenin kapısı yavaşça dışarıya doğru açıldı. "Aman, aman! Ne sıcak oldu öyle, uff uff!" diye seslendi içerideki adam. Gunzei onu daha rahat görebileceği bir açıya doğru geçti. İçerideki adam bir tahta tabureye oturmuştu, altında da demirden bir kova vardı. Dışkısını yapıyor gibi duruyordu.

İçerideki adam kel ve orta yaşlarındaydı. Kaşları dahil yüzünün hiçbir yerinde kıl yoktu. Buna karşın yüzünün etrafında onlarca kanji vardı. Hepsi de demirle dağlanmış gibi duruyordu. Yaralar çok uzun zaman önce yapılmış olduğundan kahverengimsi bir tonda görünüyorlardı. Adamın belinden yukarısında giydiği bir şey yoktu. Vücudunun üstünde de dağlanarak yazılmış kanjiler mevcuttu fakat buradaki ideogramlar görece olarak daha küçük olduğundan uzaktan okuması hem zordu hem de daha küçük oldukları için yaralar kapanarak okunmasını zorlaştırmıştı.

"Sen mi ısıttın lan kulübemi he, piç! Niye sıcak oldu burası!"

Gunzei katanasına iyice sarıldı ve adamın her hareketini takip eder bir vaziyete geçti.

-Señ de neyin nesisin? Kimsiñ ve burada ne yapıyorsuñ.

-Aman, aman, aman! Yoksa ateş mi çıkardın. He? Ateş mi çıkardın, doğruyu söyle bak.

"Ateş" dedikçe adamın gözünde nefretle bakan parıltılar fışkırıyordu. Konuşması normal bir insanın konuşmasına benzemiyordu. Konuşurken kafasını düz tutmakta zorlanıyor ve sağa sola, aşağı yukarı oynatıp duruyordu. Gunzei normal bir diyalog kuramayacağına kanaat getirmişti. Haliyle adamı en azından bariyeri kaldırması için tahrik edecekti.

-Evet, kulübeñi yakıp kül etmek istedim.

Bunu duyan adam çılgına dönüp anlamsızca bağırmaya başladı. Ayağa kalktı ve pantolonunu giydi. Öfkeyle Gunzei'ye doğru koşmaya başladı fakat mühürleri unutmuş olacak ki - ya da onun da haberi yoktu - bodoslama olarak bariyere çarptı.

-Aman, aman, aman! Ufff ufff! Acıttı lan.

Adam burnunu iki eliyle bir tutuyor ve bir kanama var mı diye bakıyordu. Kısa bir süre sonra da yere doğru sümkürmeye başladı. Sümükten başka bir şey çıkmadı.

-Señ burada tutsak mısın?

Adam halen daha sümkürmeye devam ediyordu. Yere bakarak konuşmaya başladı.

"Değilim. Burnum acıdı..." Biraz duraksadıktan sonra başını kaldırdı. "Hadi siktir git işim gücüm var." dedi ve yeniden taburesine doğru yürüdü. Bu sırada pantolonunu yeniden indiriyordu.

Gunzei bu absürtlüğe konuşarak pek de bir açıklık getiremeyeceğine kani oldu. Katanasını yere sapladı. Mühürlerini yaptı ve Karyuu Endan'ı adama doğru ateşledi. Kulübenin etrafındaki bariyer daha da belirgin ve anlaşılır olmuştu. Kulübenin arkasındaki ormanlık ateş deryasında hızlıca tutuşurken kulübe sapasağlam duruyordu.

-Orrrrrospu çocuğu velet! Aptal velet! Aman, aman, aman! Uff! Uff! Sıcak! Sıcak! Sıcaaaaak!

Adam kulübenin iki basamaklı merdiveninde kıvranıyordu. Kendini kulübe ile bariyer arasındaki yarım metrelik boşluğa atıp debelenmeye başlamıştı. Gunzei, ateşin ona bir etki yaptığını düşünmüyordu zira bariyer bükülmüyordu bile fakat bu durumun vücudundaki dağlamalarla alakalı olabileceğini düşündü.

-Sorularıma cevap ver beñ de señi rahat bırakayım.

Bu sözleri sarf ederken de gardını korumaya devam ediyordu. Zira rakibinin böylesine sağlam bir bariyer yapabilme kabiliyeti göz ardı edilecek bir şey değildi ve zihinsel olarak stabil olmayan birinin ne yapacağı da belirsizdi. Gunzei'nin tek istediği net bir açıklıktı.

Adam öfkeyle Gunzei'ye baktı fakat içeri yürümeye devam etti. Donunu indirip yeniden taburesine oturdu. "Aman, aman, aman! Sabaha kadar uğraş terbiyesiz velet seni." diye tısladı. "Nasıl olsa bana bir şey yapabileceğin yok. Güçsüz velet seni, aptal velet seni."

Gunzei ne yapacağını bilemedi. Mühürleri bir noktada kırabileceğine inanıyordu fakat bu süreçte kaybedeceği vakit, onu planlarından oldukça uzaklaştıracaktı. Adamın mevcut durumla direkt veya dolaylı bir bağı olduğu da şüpheliydi. Adamın bu kargaşayla alakası olduğu fikri elbette ki yalnızca bir hissiyat idi.

Gunzei de adamın karşısına geçip bağdaş kurdu. Aralarında yalnızca bariyer ve iki basamaklı merdiven kalmıştı. Kılıcını da önüne yatay olarak koydu.

-Yaptıklarım için özür dilemeyeceğim, señi az önce öldürmeye çalıştığımı da saklamayacağım. Zira o añda konuşacak vaktimin olmadığını düşünüyordum. Fakat mademki başarısız oldum öyleyse beñ bu mühürleri kırana kadar konuşmaktan başka yapacak bir şeyimiz de yok gibi görünüyor. Belki de hatadan dönmüşümdür.

Adam hafifçe sırıttı. Yüzünde küçümseyici bir gülümseme oldu. "Öldürecektin yani ha, hehehe." dedi. Gunzei ise mühürlere yakından bakarken "Evet, en azından deneyecektim." dedi yumuşak bir sesle ve gülümseyerek. "Zira bu bölge -belki biliyorsuñdur- bir kargaşa bölgesi ve doğrusu señ de pek tekin biri gibi durmuyorsuñ."

-Aman, aman, aman! Şekilci velet seni.

Gunzei bir şey demedi ve kulübenin diğer köşelerindeki mühürleri de incelemeye başladı. Fuinnjutsu hakkında pek de derin bir bilgisi yoktu fakat mademki bütün zaman onundu ve bu adamın bölgedeki kargaşayla doğrudan ilişkili olduğu hususunda kumar oynamıştı; öyleyse sonuna kadar gidecekti.

Bir süre ikisi de konuşmadan kendi işlerine bakmıştı. Gunzei belirli mühürleri uyguluyor ve ardından mühre dokunarak "Kai!" diyordu. Elbette herhangi bir başarı elde edebilmiş değildi. Adam kulübeden çıkıp merdiven basamağına oturdu ve Gunzei'yi izlemeye başladı. Gunzei onu fark edince mühre bakmaya devam ederek konuşmaya başladı:

-Doğrusu acıkmaya başladım. Señ nasıl hallediyorsuñ bu sorunu.

Adam sanki Gunzei'nin ne kadar yol kat ettiğini tartmak istiyor gibiydi. Mühre bakarken "Yemeyerek." dedi.

Gunzei sırıttı. "Mantıklıymış. Peki ya su?" dedi.

Adam istifini bozmadan "İçmeyerek." dedi. Gunzei bunun üzerine adama doğru baktı. Teni soluk ve buruşuktu. Dudaklarındaki kuruluk ise göze daha net çarpar olmuştu. "Buna ne kadar dayanabilirsin ki?" diye sordu Gunzei. Adam hafifçe sırıttı: "Ölmeden nasıl bilebilirim ki, aptal velet hehehe." dedi. Gunzei de bu yanıt karşısında güldü.

-Mührü çözdüğümde dövüşeceğiz biliyorsuñ değil mi? Zira beñi ikna etmiş değilsin.

-Aman, aman, aman! Tahmin ediyordum tabii ki.

-Ölüm señi tereddüde düşürmüyor mu?

-Yoo.

-Mademki burada tutsaksıñ neden bana yardımcı olmuyorsun. Buradan kurtulabilir ve eviñ her neredeyse oraya gidebilirsiñ.

Adam bu söz karşısında deliye döndü, gözleri parladı ve yere tükürüp tısladı:

-Evimin de her neredeyse orasının da canı cehenneme. Bir parmağıyla kulübesini gösterdi. "Benim evim burası!"

-İçinde lazımlık kova dışında başka hiçbir şey bulunmayan, sudan ve yemekten mahrum kaldığın bu kulübe mi señiñ eviñ?

-Beğenemedin mi aptal velet seni.

Gunzei yine bir şey demedi ve uğraşına devam etti. Bir süre sonra "Fare" mührü yaptıktan sonra bariyere dokundu. Bariyerde net görülür bir dalgalanma oldu fakat kırılmadı. Bir süre sonra da dalgalanma sonlandı ve bariyer eski haline geri döndü.

-Yaklaşıyorum gibi ha, ne diyorsuñ?

-İlk adımını attın, afferin. Bu hızla bir aya çözersin mührü. Hehehe aptal velet.

Gunzei şimdi "mührü çözme" riskiyle de karşı karşıya olduğunu düşünüyordu. Zira mührü kırdığı anda ilk hamle karşısındaki adamdan gelebilirdi. Bu yüzden mührün çözümünü anlasa bile adama hissettirmeden karşı hamlesini de hazırlamak zorundaydı fakat Fuinnjutsu hususunda bilgisi o kadar azdı ki böylesine ince bir dengeyi tutturmak onun için çok zordu.

Yaklaşık kırk dakika kadar daha bariyeri dalgalandırma süreci devam etti. Kimi zaman bu dalgalanmaların şiddeti arttı kimi zaman da düşük oldu fakat Gunzei herhangi bir başarı elde edemedi. İkili hiç konuşmuyor ve ikisi de kendi işiyle meşgul haldeydi. Bu sessizliği uzaktan seslenen bir kadın sesiyle bozuldu.

-Gunzei-kun!

İkisi de sesin geldiği yöne doğru baktı. Seslenen Surudai idi. Yalnız başına duruyordu. Gunzei oturduğu yerden kalktı ve Surudai'a el salladı.

-Surudai-san! Bu üstüñün başıñın hali ne? Yaralandıñ mı?

Surudai kendisine doğru yürümeye başlayan Gunzei'ye usulca wakizashisini gösterdi ve ifadesizce Gunzei'ye baktı. Gunzei bunun ne demek olduğunu anlamıştı.

-Chowa ki, Yultuz Hatun biz üzre gelip, Bağışıñ geri istediği añ da olacak.

Surudai bu sözler üzerine wakizashisini kınına geri koydu ve başını hafifçe sağa çevirerek seslendi:

-Sorun yok Kagi.

Bu söz üzerine Kagi de Shunshin ile Surudai'ın yanında bitti. Gunzei de üstlerine doğru yürümeye devam etti.

-"Güvende olduğuna sevindim Gunzei-kun. Sorun nedir?" diye sordu Kagi. Gunzei arkasındaki kulübeyi gösterdi. Uzaktan bariyerin varlığı anlaşılmıyordu.

-Bu adamı kulübenin içine mühürlemişler, ya da kendi mühürlemiş. Bilemiyorum. Kendisiyle iletişim kurmak pek de kolay değil. Mührü kıramadım. Kırarsam da neyle karşılaşacağımdan emin değilim. Mevzubahis örgütle bir ilgisi olduğuna dair bir kanıtım da yok. Yalnızca his.

Kagi ve Surudai, kulübeye ve adama doğru baktı. Surudai yerinde beklerken Kagi gözlerini hafifçe kısarak kulübeye doğru yürümeye başladı. Bir süre sonra adam da onu fark etti. "Sen.." dedi adam. "Seni hatırlıyorum."

Kaginin yüzünde şaşkınlık ve acıyan bir ifade vardı. "Shoichi-san? Size ne oldu böyle." diye sordu.

~~
Image
► Show Spoiler
Post Reply

Return to “Doushi Kasabası”