Kanalın içindeki nemli havayla dolu birkaç dakikalık yolculuğun ardından, ekibin attığı her adımda sessizlik ağırlaşıyor, sanki havayı keskin bir bıçak gibi yararak ilerliyorlardı. Kuma’nın öncülüğünde, kuzeye uzanan dar tünel çıkışına sapıp demirden bir kapak yardımıyla su kanallarından yüzeye çıktıklarında, her şey bir anda başka bir boyuta sıçradı. Toprakla buluştukları nokta, birahanenin arka tarafına yakın, kimselerin uğramadığı atıl bir sokaktı. Kapaktan adım atar atmaz, dar sokakta bekleyen iki nöbetçinin varlığını hissettiler. Nöbetçiler belki görgüsüz adamlardan ibaret sanılabilirdi; ancak sahne hiç de öyle değildi.
Sokakta ansızın bir tıkırtı belirdi. Ringo, bir an boşluğuna geldiğini hissedip olduğundan daha sert bir hareket yaptı. Hırkasının metal tokası taş duvara çarpınca ses, fısıltı misali yankılandı. İki nöbetçinin de kulakları dikildi. Biri dikkat kesilerek baktığında, Ringo’nun gölgeler içindeki siluetini bir ân seçer gibi olmuştu.
“Ne!” diye fısıldadı nöbetçi. “Biri mi var orada?”
Ringo tam paniğe kapılacakken, Kuma yanında belirdi. Dev cüssesine rağmen incelikli bir çeviklikle Ringo’yu kendine doğru çekti, maskesinin altından nefesini tuttuğunu duyabilecek kadar yakınlaştı ona. Aynı anda, sol elini hafifçe duvara yasladı görebildiği kadarıyla avuç içinden yayılan tuhaf bir titreşim, duvarı neredeyse içten içe çatlatacak gibi oldu. Tıslayan bir toz bulutu, siluetleri karıştırdı. Bu, Ringo'nun anlayabildiği kadarıyla oldukça düşük bir seviye Doton tekniğiydi. Ancak Kuma bu tekniği öyle işe yarar bir şekilde kullanmıştı ki, onları tamamen gizlemişti. Nöbetçinin gözleri, anlık bu toz perdesinden ötürü onları net seçemedi. İlginç bir deneyimdi.
O esnada Hitoshi, gölgeyi bir yılan gibi takip edip aniden ortaya atıldı. Aşırı hızlıydı. Elinde kılıç mı yoksa naginata mı olduğu ilk bakışta ayırt edilemeyen uzun silahıyla bir yay çizdi. Ringo ara sıra bu silahın net bir şekilde Naginata olduğuna kanaat getiriyordu. Ancak Hitoshi'nin savuruş biçimi aşırı hızlıydı. Harekette ne bir ses ne bir kararsızlık vardı: İki nöbetçi, henüz neyle karşı karşıya olduklarını anlayamadan, boğuk bir “fuuşt!” sesiyle oracıkta can verdi. İki paralel kesi, iki kesi de aşırı temiz ve derindi. Yerde yeni yeni oluşmaya başlamış kan gölünü görebiliyordu.
Mayu, neredeyse nefes almadan beklediği köşeden çıkıp Ringo’ya bir bakış attı. İçinde az önceki küçük kazanın nasıl bir felakete dönüşeceğini hayal etmiş gibi görünüyordu. Ama artık çok geçti ve aynı zamanda belki de tam zamanında sonlanmıştı. Hitoshi, kılıcının ucunda yoğunlaşan kanı hafif bir silkeleyerek sessizce yere süründü, ardından tekrar yükseldi. Ringo ise hâlâ o bir anlık hatanın sarsıntısını hissediyordu. Kuma’nın müdahalesi çok şeyi kurtarmıştı.
Birahanenin arka kapısı, kaldırım kenarında yan yana yığılmış fıçılarla yarı kapatılmış görünüyordu. Paslı menteşeler, kapıdaki muhtemel sessiz sızmayı dahi tehdit edebilirdi. Ancak Mayu, sensör yeteneği sayesinde içeride kimlerin olduğunu, kaç kişinin hareketlendiğini çoktan fark etmişti. Elleriyle havayı yoklarmış gibi bir hareket yaptı; gözlerini kapatıp hafifçe titretti. Ringo, bunun Kouken-dou olduğunu anlayabilmişti. En azından çok yüksek seviyeli bir yetenek olduğunu biliyordu. Diğer yetenekleri hakkında da basit tahminler yapabiliyordu. Mayu, aşırı iyi bir sensördü.
“Sadece koridorun sonunda iki kişi daha var,” diyerek fısıldadı. “Fakat bunlar bizden.”
Ringo, Mayu'nun bizden dediği esnada ne kastettiğini anlamıştı. Bunlar shinobiydi anlaşılan. Hitoshi, gözlerini Mayu’nun işaret ettiği kapıya dikti. “O hâlde hızlıca ilerlememiz gerek. Hedef daha da saklanmadan, sürpriz avantajımızı kullanmalıyız.”
Kapının menteşelerini yağlamak ya da gıcırtıyı en aza indirmek için ufak bir dokunuş yeterliydi. Mayu belindeki ufak çantadan çıkardığı bir sıvıyı hızlıca menteşelere damlattı. Kuma, iri cüssesiyle kapıyı nazikçe iterken Ringo, yüreğindeki çarpıntıyı bastırmaya çalışıyordu. Kapı hafif bir tıslamayla açıldı; içeride, is kokulu lambaların aydınlattığı geniş bir depo bölümü vardı. Fıçıların, çuvalların ve tahta kasaların arasından sessizce sızdılar. Yerdeki taş döşemeye sürünen Hitoshi, anbean ilerleyerek saklanmış iki korumanın yerini saptamaya çalıştı. Boğuk bir konuşma sesi duyuyorlardı; kelimeler anlaşılır değildi ama kesinlikle Shinobi terminolojisi duyuluyordu. Belli ki Yamaguchi sıradan bir kaçakçıdan öte, gizli ticaret ağını korumak adına profesyonel savaşçılar kiralamıştı.
Dört Çakıl, depoyu çevreleyen kasaların ardından ilerlemeyi sürdürdü. Ringo, titreyen parmaklarını yavaşça yumruk yaparak kendini toparlamaya çalışıyordu. Odaklanmaya çalışıyor ve her geçen an bunu daha da başarıyordu. Bu sırada, korumalardan biri kısık sesle bir şeyler dedi. Ringo bunu tam anlamaya, idrak etmeye çalışırken... Pat! Hitoshi, neredeyse insana göz açtırmayacak bir süratle yerinden fırladı; uzayan kılıcını, parıldayan bir yansıma misali hedefin boynuna indirdi. İkincisine doğru hızla dönüp, vücudunu bir yay gibi gererek silahı yatay bir darbeyle ona da geçirdi. İki koruma, tek hamlede yere yığıldı. Ringo, gözlerini dahi kırpamadan sahneyi izledi. Bu, belki de acımasızlıkla iç içe geçmiş bir sanattı; bir shinobinin anlık kabiliyeti. Silahının bunu yapabilmesine anlam veremiyor, stilini kestiremiyordu. Hitoshi, harika bir shinobi idi. Gölgede kalmanın bedeli, hep kanla ödeniyordu. Ancak Hitoshi, daha çok bu ödemeyi alan taraftı.
Bu esnada Mayu, ortama dair yeni bir kontrol yapıyor gibiydi. Yumruk yaptığı elinin işaret ve orta parmağını dışarıya açmıştı. Bu esnada seslendi. “Üçüncü bir kişi daha hareketlendi. İlerideki merdivenlerden yukarı çıkıyor. Galiba Yamaguchi’nin odasına gitti.” Kuma başını salladı. “Tam da tahmin ettiğim gibi. Yamaguchi bütün bu güvenlik önlemlerine rağmen kaçma yolunu kolluyor. Hemen arkadan ilerlemeliyiz.”
Hitoshi ve Mayu geride kalmaya karar verdiler. Etrafı temizlemek, olası takviye korumaları engellemek onların görevi olacaktı. Kuma, iri cüsseli bedenine rağmen hafif adımlarla Ringo’nun önüne düştü. Beraberce merdivenleri çıktılar; ahşap basamaklar gıcırdamasın diye nefeslerini dahi tutarcasına ilerliyorlardı.
Yukarı kattaki loş koridor, alt kattaki depodan çok daha farklı bir havaya sahipti. Az sayıda lamba, duvarlarda titrek gölgeler oluşturuyordu. İki tarafında kapılar sıralanıyordu. Kimi açılmış, kimi kapanmış… Tam ortada, aralık bir kapıdan içeri sızan yarı gölge Ringo’nun dikkatini çekti. Kuma da bunu fark edip duraksadı. İçeride, derin bir fısıltıyla kendi kendine konuşan biri vardı. Muhtemelen başka bir korumaydı. Ancak Ringo biraz olsun duraksadı. Güçlünün kokusunu alırdı. Sokak iti gibiydi Ringo. Bu adamın havası, diğerlerinden farklı hissettiriyordu.
Ringo, kalbindeki çarpıntıyı yeniden duyumsadı. Kuma ona kısa ve net bir bakış attı, “Giriyoruz. Hazır ol.” dedi kısaca. Kuma hafifçe kapıyı itti. İnanılmaz derecede sessizdi… İçerideki shinobi irkilip onlara döneneye dek. Maskeli bir yüz, koyu gri bir giysi, bakışlarında sinsi bir ışıltı taşıyan bu herif, elini havada kavis gibi savurdu. Anlık bir mırıltı duydu Ringo. Hemen ardından Ringo’nun gözleri tuhaf bir karanlığa gömüldü. Dehliz gibi. Mahzen gibi...
Karanlığın tam ortasındaydı.